30 Ekim 2009 Cuma

dua

İbnu Mes`ud (ra) den rivayet edilmiştir.

Resulullah (sav) akşam olunca şu duayı okurdu:

"Elhamdülillah geceye erdik. Mülk de, Allah için geceye erdi.

Allah`tan başka ilah yoktur. Tektir, ortağı yoktur.

Mülk O`nundur, hamdler O`nadır. O, her şeye kadirdir.

Rabbim! Bu gecede olacak hayrı, bundan sonra olacak hayrı

senden taleb ediyorum. Bu gecede olacak şerden ve

bundan sonra olacak şerlerden sana sığınıyorum.

Rabbim! Tembellikten, yaşlılığın kötülüklerinden sana sığınıyorum.

Rabbim! Cehennem azabından, kabir azabından sana sığınıyorum!"

İbnu Mes`ud (ra) devamla, Resulullah (sav)`ın sabah olunca şu

duayı okuduğunu söyledi:

"Elhamdülillah sabaha erdik. Mülk de Allah için sabaha erdi".


Kütüb-ü Sitte / Dua Bölümü – Hadis No : 1817

29 Ekim 2009 Perşembe

yedi adim

Fârisî mýsra' tercemesi:
Her ne olursa olsun, dostdan konuþmak dahâ tatlý!

Bizim gitmekde olduðumuz yol, yedi adýmdýr. Ýki adýmý (Âlem-i halk)dadýr. Ya'nî, madde âleminde, ölçü âlemindedir. Beþ adýmý (Âlem-i emr)dedir. Ya'nî maddesiz, ölçüsüz âlemdedir. Âlem-i emrde olan birinci adým atýlýnca, (Tecellî-yi ef'âl) hâsýl olur. Ýkinci adýmda, (Tecellî-yi sýfat) hâsýl olur. Üçüncü adýmda, (Tecelliyât-i zâtiyye) hâsýl olmaða baþlar. Sonra ve dahâ sonra, ilerledikçe, bu tecellîler artar. Tesavvuf yolunda ilerliyenler, bu sözlerimizin ne demek olduðunu dahâ iyi anlar. Bütün bu ni'metlere, ancak geçmiþlerin ve geleceklerin en üstününün ?aleyhi minessalevâti ekmelühâ ve minettehýyyâti efdalühâ" yolunda, izinde gitmekle kavuþulabilir. Bu yol, iki adýmdýr, diyenler de vardýr. Bunlar, (Âlem-i halk) için birinci adým, (Âlem-i emr) için ikinci adým demiþlerdir. Ýþi kolay anlatmak için, sözü kýsaltmýþlardýr. Ýþin doðrusu, Allahü teâlânýn yardýmý ile, yukarýda bildirdiðimizdir.

imam rabbani hazretleri
115.Mektup

Sünneti Seniyyeye Uymak..

Bu mektûb, sofî Kurbana yazýlmýþ olup Peygamberlerin en üstünü olan Muhammed aleyhisselâma uymaða teþvîk eylemekdedir:
Cenâb-ý Hak, hepimizi, dünyâ ve âhýretin efendisi ve bütün insanlarýn her bakýmdan en yükseði ve en iyisi olan, Muhammed Mustafâya ?sallallahü aleyhi ve sellem" tâbi' olmak se'âdetiyle þereflendirsin! Çünki cenâb-ý Hak, Ona tâbi' olmaðý, Ona uymaðý çok sever. Ona uymanýn ufak bir zerresi, bütün dünyâ lezzetlerinden ve bütün âhýret ni'metlerinden dahâ üstündür. Hakîkî üstünlük, Onun sünnet-i seniyyesine tâbi' olmakdýr ve insânlýk þerefi ve meziyyeti, Onun islâmiyyetine uymakdýr. [(Sünnet) kelimesi, üç ayrý ma'nâya gelir. Burada, islâmiyyet demekdir.]
Meselâ, Ona uyan bir kimsenin, gün ortasýnda bir parça uyumasý, ona uymaksýzýn, birçok geceleri ibâdetle geçirmekden, kat kat dahâ kýymetlidir. Çünki (Kaylûle etmek) ya'nî öðleden önce biraz yatmak, âdet-i þerîfesi idi. Meselâ, Onun dîninin emr etdiði için, bayram günü oruc tutmamak ve yiyip içmek, Onun yolunda bulunmayýp senelerce tutulan oruclardan dahâ kýymetlidir. Ýslâmiyyetin emri ile fakîre verilen az bir þey ki, buna zekât denir, kendi arzûsu ile, dað kadar altýn sadaka vermekden dahâ efdaldir. Emîr-ül-mü'minîn Ömer ?radýyallahü anh", bir sabâh nemâzýný cemâ'at ile kýldýkdan sonra, cemâ'ate bakýp, bir kimseyi göremeyince sordu: Eshâbý dediler ki, (Geceleri sabâha kadar ibâdet ediyor. Belki þimdi uyku basdýrmýþdýr). Emîr-ül-mü'minîn buyurdu ki, (Keþki bütün gece uyuyup da, sabâh nemâzýný cemâ'at ile kýlsaydý, dahâ iyi olurdu). Ýslâmiyyetden sapýtmýþ olanlar, sýkýntý çekip ve mücâhede edip, nefslerini ve kötü arzûlarýný körletiyor ise de, bu dîne uygun yapmadýklarýndan kýymetsizdir ve hakîrdir. Eðer bu çalýþmalarýna ücret hâsýl olursa, dünyâda birkaç menfe'atden ibâret kalýr. Hâlbuki, dünyânýn hepsinin kýymeti ve ehemmiyyeti nedir ki, bunun birkaçýnýn i'tibârý olsun. Bunlar, meselâ çöpçüye benzer ki, çöpçüler herkesden dahâ çok çalýþýr ve yorulur. Ücretleri de herkesden aþaðýdýr. Ýslâmiyyete tâbi' olanlar ise, latîf cevâhir ve kýymetli elmaslar ile meþgûl olan mücevherciler gibidir. Bunlarýn iþi az, kazançlarý pek çokdur. Ba'zan bir sâatlik çalýþmalarý, yüzbinlerle senenin kazancýný hâsýl eder. Bunun sebebi þudur ki, islâmiyyete uygun olan amel, Hak teâlânýn makbûlüdür, mardîsidir, çok beðenir.
Ýslâmiyyete uymýyan þeylerin hiçbirisini Hak teâlâ sevmez, beðenmez. Sevilmeyen, beðenilmeyen þeye sevâb verilir mi? Belki cezâya sebeb olur. Bu incelik, dünyâ iþlerinde de vardýr. Biraz düþünülürse anlaþýlýr. O hâlde, se'âdet-i ebediyyeyi ele geçirten sermâye, Peygamberimizin ?sallallahü aleyhi ve sellem" dînine yapýþmakdýr. Bütün zarar ve fesâdlarýn baþý, islâmiyyetden ayrýlmakdýr. Vesselâm.

imam rabbani hazretleri
114.mektup

27 Ekim 2009 Salı

Hep O..

Aşk geldi, kan gibi
Damarlarıma derime doldu.
Beni benden aldı,
Varlığımı sevgiliye doldurdu.
Kısaca;
Bana benden kalan bir ad;
Ancak ötesi hep O...

Mevlana Hazretleri
(k.s)

Muhammedi Menzilin Münacatı

Bu yola çıkan insan ve cinler için hüzünlerden koruyucu tılsımdır.
De ki: "Euzu bi'llâhi elmeliki rabbi min şerri ma yağrajı kalbi / Sığınırım ilahî hükümran ve rabbe, kalbe yapışan, göğüslerde depreşen kötülüklerden, meydana gelen hadiselerden."


ibn arabi hazretleri (k.s.)
risaleler

26 Ekim 2009 Pazartesi

iç yüze geç, dış yüzde durma...

Sevgilinin varlığı sana açılsın istiyorsan,
iç yüze geç, dış yüzde durma...
O öyle bir zattırki, O nu senden, yine senin örtülerin kapamıştır.
Halbuki kendisi kendi varlığına batmış ve
her iki alemde O nda boğulmuştur..

***

rubailer
mevlana celaleddin rumi (k.s.)

25 Ekim 2009 Pazar

Beni seveni öldürürüm...

RESULÜLLAH S.A. Efendimiz, Rabbından hikâye yollu şöyle anlatıyor:
- «Allah-ü Taâlâ şöyle buyurdu:
- Beni bilen taleb eder...
Beni taleb eden bulur...
Beni bulan sever..
Beni seveni öldürürüm...
Bir kimseyi Öldürürsem... diyeti bana düşer...

Bir kimsenin diyeti bana düşünce, onun diyeti, bizzat ben olurum...»
Görüldüğü gibi, bu Hadis-i Şerif de kudsîdir...
Özellikle, marifete işaret edilmektedir...
Biz de, o yoldan gideceğiz...
Bilesin ki: İlâhî marifet iki kısımdır...
Biri, marifet-i zat... öbürü de, marifet-i sıfat...
Marifet-i Zatı: Mutlak ehadiyeti cihetinden bilmek mümkün değildir.
Marifet-i Sıfat’a gelince... onu bilmek mümkündür...
Buna göre, marifet, talebi gerektirir...
Taleb ise... bulmayı icap ettirir... Bulmak da, sevgiyi gerektirir., sevgi de ölümü...
İşbu ölüm, fena halidir...
Ölüm ise... diyeti icab ettirir... Diyet ise., ancak, aklı başında olana ödettirilir...
Gerçekten, öldürülenin diyeti, ancak, öldürendir... Özellikle bu manaya şu Âyet-i
Kerime işaret etmektedir:
— «Bir kimse, Allah'a ve Resul'üne doğru yola çıkar da, sonra ölürse... onun
ecri Allah'a kalır...» (4/100)
Yani: Zatı ile ona beka verir...
Çünkü bu manada, katil maktulün aynıdır...
Hakikat değişmez... Zira, hakikat birdir...
Kesrete gelince... o, birtakım aklî, vehmî ve izafî nisbetler-den ibarettir.. Keşif ehli
zatlara göre, bunlara itimad yoktur....
Anlatılan manaları, bir irfan sahibi, şu şiiri ile dile getirmektedir:
Devamlı onunum, o da artık benimdir,
İki zat arasında fark yok, sevgilimdir...

HADİS-İ ERBAİN
SADREDDİN-İ KONEVİ (K.S.)

«Her kim ALLAH için olursa.. ALLAH onun için olur..»

RESULÜLLAH S.A. Efendimiz şöyle buyurdu:
-«Her kim ALLAH için olursa.. ALLAH onun için olur..»
Hadis-i Şerifin metin tercümesi, yukarıda ki manadan ibarettir.. Yani: Zahirî açıdan...

Bunun manevî bir tercümesi vardır ki, onu hulâsa oiarak aşağıya alacağız..
Şöyle ki:
Bir kul, benliğinden fena bulur; anını zamanını bir yana atarsa... Varlığı, mevhum
nefsine izafe etmekten geçerse.. Hak Taâlâ ona; kayıtsız şartsız tecelli eder.
Bir başka mana daha:
Her kim, fiiller, sıfat ve zat yönüyle fenafillah mertebesine ererse... Onun mazharında,
İsm-i Azam zuhur eder.. Zat, sıfat ve esma efal olarak.
Bu manada bir şiir:
Fenaya er, sonra fena bul, sonra fena bul,
Bekaye er, sonra beka bul, sonra beka bul..
Hulâsa:
Fena hali mertebelerinin her biri beka makamına varmayı gerektirir.
Bir şiir daha:
Fenadan da fena bul, arzun beka ise eğer,
Böylece, bu önemsiz şey, beka bulurmuş meğer..


HADİS-İ ERBAİN
SADREDDİN-İ KONEVİ (K.S.)

21 Ekim 2009 Çarşamba

Onları bulamayıp, kitâblarını okuyanlar da şakî olmaz.

Şerefli mektûbunuz ve latîf yazılarınız geldi. Allahü teâlâya hamd olsun! Okuyunca, fakîrlere sevginiz ve bağlılığınız anlaşıldı. Çünki bu sevgi, se'âdetin sermâyesidir. Onlar, Allahü teâlânın celîsleridir, hep Onunla birlikdedirler. [Çünki, Buhârî ve Müslimdeki hadîs-i şerîfde, (Beni zikr ederken onunla berâberim) buyuruldu.] (Onlarla birlikde olanlar şakî olmaz) buyuruldu. [Bu hadîs-i şerîf, (Buhârî) ve (Müslim) sahîhinde yazılıdır. Onları bulamayıp, kitâblarını okuyanlar da şakî olmaz.] Resûlullahın ?sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem", kâfirlere gâlib gelmesi ve işlerin kolaylaşması için, muhâcirlerin fakîrleri hurmetine düâ buyurduğu, [Taberânîde ve Ebû Nu'aym ve Hâfız-ı Münzirînin ?rahmetullahi aleyhim ecma'în" (Tergîb) kitâbında] bildirilmekdedir. Peygamberimiz ?aleyhissalâtü vesselâm" muhâcirlerin fakîrlerinin şânlarını bildirmek için, (Saçları karışmış çok kimse vardır ki, kapılardan kovulurlar. Allahü teâlâya yemîn etseler, yemîn etdikleri şeyi elbette yaratıp verir) buyurdu.

mektubatı rabbani
74. mektuptan

20 Ekim 2009 Salı

Duman çekilince görürsün;Bineğin at mıdır, eşek midir?

Emr-i ilahiye muhalefet edip de iyi karşılık gören, iyi yerlere gelen ve hoş manzaralar seyreden seni aldatmasın. Bütün bunlar o kimse için tuzaktır, bilmediği yerden istidractır (iddiacıya azar azar mehil vererek Allah’ın korkunç azabına yaklaştırması).Kendini sana örnek gösteren bu tip birine de ki:


Duman çekilince görürsün;

Bineğin at mıdır, eşek midir?

(s. 76–78)


İbn Arabî hazretleri
Kitabu't-Tecelliyat ve Kitabul'l Yakin

Hizbu devri alâ duası'nın manası

Muhyiddin ibn. Arabi 'nin Yüce duası
Hizbu 'd-devri 'l-a 'lâ 'nın manası
Muhyiddin İbn. Arabi Hazretlerine ait hergün okunarak (devr edilen) yüce manalar ihtiva eden duasının Türkçesi

Bismillâhirrahmânirrahîym
Rahman ve Rahiym Allah adıyla

Ey sonsuz dirilik, canlılık sahibi Hayy olan! Ey kendi varlığı ile kâim olup, mevcûdatı varlığı ile var kılan Kayyum olan! Seninle kendimi güvenceye aldım lütfen beni koru.Bi-ismi-allâh, isminin hakikati, himayesi, kifayeti, koruması, burhanı zırhıyla, muhafazası ve emanı ile beni himaye eyle.

Ey başlangıcı olmayan Evvel olan, Ey sonu olmayan Ahir olan! Beni maşâallah lâ kuvvete illâ billâh / Allah’ın dilemesi olur. Kuvvet ancak Allah’tandır. Ayetinin hazinesinin dairesinin içindeki gaybî sırlarla, o kıymetli dâirenin içerisine lütfen beni de sok.

Ey hoşgörülü Haliym olan, ey her türlü şeyi örten, kapayan gizleyen Settâr olan! Ve’tesimû bihablîllâhi / Allah’ın ipine sarılın, âyetinin kurtuluşunun sırrıyla, tesettürü, hicâbi korunma ve kurtulma vesilesiyle lütfen bana da korunmayı, örtünmeyi nasip eyle.

Ey her şey’i ihâta eden, kuşatan Muhît olan! Ey kudreti her şey’e yeten Kâdir olan! Etrafımı Zâlike hayrûn zâlike min âyâtîllâh / bu daha hayırlıdır. Bu Allah’ın ayetlerindendir âyetinin azametinden izzetinden ve ululuğundan eman ve ihata surlarıyla çevir.

Ey murakebe eden Kârib, Ey icabet eden Mucîb! Ve mahum bi darrine bihî min ehadin illâ biiznîllâhi / Oysa şeytan, Allah’ın izni olmadıkça, müminlere hiçbir zarar veremez âyetinin mânâsıyla, korunmasıyla, hürmetiyle lütfen beni, nefsimi, ailemi, dinimi, malımı, evlatlarımı, evim hususunda icâbet eyle, beni koru ve savun.

Ey men eden Mâni olan, Ey savunan Nafi olan! Ehâzetuhû ğâşiyetün min a’zâbîllah / Eğer bir zalim veya zorba bana haksızlıkla saldırırsa Allah’ın azabından bir bürüyen onu yakalayıverir- âyetlerin, esmâların, kelimelerin hakkı için, şeytanın şerrinden, sultanın şerrinden ve herhangi bir zalimin veyâ haklarımı gasb etmek isteyen zorbanın şerrinden lütfen beni koru.

Ey zalim, azgın ve bana saldıran kullarını ve yardımcılarını zelil kılan Muzil ! Ey zarar vereni yaptığının karşılığıyla ödeştiren Muntakim! Zulmedici kulların ve onların yardımcıları eğer bana kötü tuzak hazırlamışlarsa Allah onları yüzüstü bıraksın. Onların işitmelerine kalplerine, basiretlerine Femen yehdîyhî min ba’dillâh / kulağını ve kalbini mühürledik, gözünün üzerine bir perde indirdik, âyetindeki gibi bir perde koyarak, kurtarıcım ol! Şüphesiz, artık Allah’ın azabından kurtuluş yolunu kim ona gösterebilir!

Ey izhâr ettiklerini geri alan ve her şey’i kudreti altında tutan Kâbız olan, Ey dilediği her şeyi ortadan kaldıran Kahhâr olan Allah’ım, bana tuzak kuranların mekirlerine, hilelerine, azaplarına karşı bana yardım ederek kimseye muhtaç bırakma. Onları, Fe mâ kâne lehû min fi’etin yensurûnehû min dûn’îllâhi / Allah’tan başka ona yardım edecek bir grubu yoktur, âyetinin sırrıyla, mânâsıyla, içerdiği hüsran, değişme ve yok etme vaadi uyarınca onları (tuzakçıları) benden, rezil, horlanmış, mağlup ve aşağılanmış olarak uzaklaştır.

Ey Zâtına ve Sıfâtlarına fenâlık, noksanlık, sınırlılık ve hiçbir şekilde kusur bulunmayan Subbûh olan, Ey, mukaddes ve arı Kuddûs olan Allah’ım, Akbil velâ tehaf inneke min’el âminîne” bi fadzlîllâhi / beri gel ve korkma! Çünkü sen, Allah’ın himayesinde güvende olanlardansın âyetinde ki münacâtın lezzetini lütfen bana tattır ve bu âyetin fazlıyla, sırrıyla emniyet içersinde bulunanlardan olmayı da lütfen nasip eyle.

Ey zarara uğratan, her şer kabul edilenin mutlak var edicisi Dârr olan, Ey ölümü tattıran ve dilediğine dönüştüren Mumit olan! Fe kuti’a dâbir’ul kavm’illezîne zalemû, velhamdülillâhi rabb’il â’lemîyn / zulm eden kavmin kökü kurudu ve Allah’a hamdolsun âyetinin sırrıyla, yine zalimlere içerdiği cezayı, vebâlini, nikâlini, zevâlini tattır Yâ Rabbi.

Ey yakîn hâlini yaratan Selâm olan, Ey gaybın sonsuz sırlarına açık idrâkı oluşturan Mü’min olan Allah’ım, düşmanların devletine karşı Lehüm’ül büşrâ fi’l hayâtiddünyâ ve fi’l âhiretî lâ tebdîle likelimâtillâh / Dünya hayatında ve ahirette onlara müjde vardır. Allah’ın kelimelerinde değişiklik olmaz, âyetinin gayesi, sırrı ve nihayeti ve bidayeti ile düşmanların devletlerinin, cevvaliyetlerinin heybetinden caydırıcılığından beni de emin kıl, huzurlu eyle.

Ey sonsuzluğuyla azamet sahibi A’zîm olan, ey izzet bahşeden ve dileğince değerli kılan Muizz olan Allah’ım, Ve lâ yahzünke kavlühüm inn’el İ’zzete lillâhi / onların sözleri seni üzmesin. Şüphesiz bütün izzet Allah’ındır. Ayetinde ki sırrınla, celâllik sultanlığının, saltanatının ve gururunun verdiği azametli, korkutucu tacınla beni taçlandır ya Rabbi.

Ey Zâtıyla tüm kemâl sıfatlarına sahip ve tek hükümran Celîl olan, ey sonsuz mânâlara sahip, yeğane üstünlük sahibi ve üstünlüğünü de ancak kendi kendiyle değerlendiren Kebîr olan Allah’ım, Felemmâ ra’eynehû ekbernehûnne ve kataâ’ne eydiyehünne ve kulne hâşalillâhî / Onu gördüklerinde gözlerinde büyüttüler ve ellerini kestiler, “haşa! Allah’ı tenzih ederiz bu bir beşer değildir” dediler.. âyetinin sırrıyla verdiğin celâllik, mükemmellik, ikbâllik, yüce azâmet ihtivâ eden cübbeyi bana da giydir!

Ey eşi benzeri olmayan A’zîz olan, Ey Aşk kaynağı, sevilen gerçek ve Tek mutlak varlık Vedûd olan Allah’ım, Yühibbûnehüm kehubbîllâh, vellezîne âmenû eşeddu hubben lillâh / Onları Allah’ı sever gibi seviyorlar. İman edenlerin Allah’a yönelik sevgileri ise daha şiddetlidir. ayetinin şefkatinden, letafetinden ve sıcaklığından bir sevgiyi katından bana ilka et ki, böylece bu kullarının gönülleri sevgi, saygı ve muhabbetle bana boyun eğsin, bana uysun.

Ey apaçık ortada Zâhir olan, Ey gizli Bâtın olan! Yühibbuhum ve yühibbunehû ezilleten a’lâ’l mü’minîne ei’zzeten a’lâ’l kâfirîne yücâhidûne fî sebilillâhi / Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. müminlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı izzetlidirler ve Allah yolunda cihad ederler…âyetinin sırlarının, nûr’unun verdiği gücü ve eserlerini üzerimde izhar eyle.

Ey varlığına bir şeyin girmesi, çıkması imkânsız, ihtiyaçtan, beri Samed olan, ey açığa çıkaran idrâk ettiren, kendisiyle irşâd olunan Nûr olan! Fein hâccûke fekul eslemtü vechiye’lillâh / eğer seninle tartışırlarsa, de ki: ben vechimi (yüzümü) Allah’a teslim ettim... âyetinin sırrıyla vechimi, işrâk, ünsiyet ve cemâlinin nûruyla safiyetiyle çevir.

Yâ Bedîa’s semâvative’l arz Yâ Zelcelâli ve’l ikrâm / Ey semavatı ve yeri benzersiz yaratan! Ey celal ve kerem sahibi! Vehlul u’kdeten min lisânî yefkahû kavlî / sonra derileri ve kalpleri Allah’ın zikri ile yumuşar, (Hz. Musa’nın duası) âyetinin sırrıyla, mânâsıyla (Musâ Aleyhisselâm’ın dilini çözdüğün gibi) lütfen bana da üstünlüğümü, belâgatimi ve fasihliğimi ikrâm eyle ki dediklerimi anlasınlar.Allah’ım «Sümme telînü cülûduühüm ve kulûbühüm lî zikrîllâhi» âyetinin sırrıyla, yüzü suyu hürmetine lütfen Senden korkan, derileri ürperen ve sonra, derileri ve yürekleri Allah’ın zikri için yumuşayanlara nasip ettiğin gibi bana da Rahmetinle inceliğinle lütfen acı.

Ey hükmünü zorunlu olarak, ister istemez kabul ettiren Cebbar olan, Ey dilediği her şey’i ortadan kaldıran Kahhar olan Allah’ım, Ve me’nnasru illâ min i’ndi’llâhi / zafer ancak Allah katındandır, âyetinin sırrıyla, lütfen beni heybetinin kılıcıyla, gücüyle, şiddetiyle, dayanıklığıyla, düşmanlarının zorbalığına ve güçüne karşı bana heybetini ve yüceliğini zırh gibi giydir.

Ey açan, yayan, genişlik veren Bâsit olan, Ey sürekli aşama (feth) kapıları açan, tüm kapanıklıkları geçiren, Fettâh olan! Elem neşrahleke sadrak / biz senin göğsünü açmadık mı? âyetinin sırrıyla letafet ve bağışıyla müjdelerinin işaretiyle Rabbişrah lî sadrîy ve yessirlîy emrî / Rabbim! Göğsümü aç ve işimi kolaylaştır.” âyetinin sırrıyla, bereketiyle, benim de lütfen kalbime, (bilincime) genişlik, açıklık, nûr ikrâm eyle.
Yevmeizin yefrahul mü’minûne bi nasrîllâh / üzerime o gün müminler Allah’ın yardımı sayesinde sevinirler.. âyetinin sırrıyla, müjdeleriyle, sevindirdiğin, yardım ettiğin ve galip getirerek, feraha kavuşturduğun mü’min kulların gibi lütfen bizi de müjdele, sevindir, galip eyle, feraha çıkar.

Ey lutûf sâhibi, birimin özünde ve yapısında yer alır biçimde mevcût Lâtîf olan, Ey son derece merhametli Raûf olan Rabb’im, Ve tatmainnu kulûbühüm bizikr’îllah / kalpler ancak Allah’ın zikriyle tatmin olur… âyetinin sırrıyla, kalpleri seni zikretmekle huzurlu olan, imân nasip ettiğin kulların gibi benim kalbime de lütfen imân, huzur ve sukûnet ikram eyle…

Ey sabırla, rızâsı olmayan şeylerin neticesini bekleyen Sabûr olan, Ey ikrâm ettiklerinin değerini bilene, şükredene fazlasıyla karşılık veren Şekûr olan Allah’ım, Kem min fietin kalîletin ğalebet fieten kesîreten biiznîllâhi / nice az topluluk Allah’ın izniyle galip gelmişlerdir… âyetinin sırrıyla ve izninle, yakini ve sebatı ile yakaranların sabrını yüreğime akıt, sabitliğinin, sadâkatinin güçleri gibi bize de aynı gücü lütuf eyle.

Ey koruyan, muhâfaza eden, ayakta tutan, hıfz eyleyen Hâfiz olan, ey vekîl tutanların işini en mükemmel biçimde sonuçlandıran Vekîl olan! Lehû mua’kibâtun min beyn’î yedeyhî ve min halfiîhi yahfizûnehû min emrîllâh / Allah’ın emri gereğince önünden ve arkasından onu takip edip koruyanlar vardır… âyetinin sırrıyla, şâhidleriyle, tanıklarıyla, askerleriyle, lütfen beni de önümden, arkamdan, sağımdan, solumdan, üstümden ve altımdan, (her yönden) koru, koruyucum ve vekilîm olan Allah’ım.

Ey kendi varlığı ile mevcûdatı varlığıyla var kılan Kaim olan ve Ey Dâim olan! Ve keyfe ehâfu mâ eşrektüm ve lâ tehâfûne ennekûm eşrektüm billâh / Siz Allah’a ortak koşmaktan korkmaz iken ben nasıl sizin koştuğunuz ortaklardan korkarım? âyetinde sözü geçen, burhân sâhibi kimselerin, (şirk ehlî olmayan) dayandığı gibi benim de ayaklarımı yolunda sâbit eyle lütfen kaydırma.

Ey en güzel Mevlâm, Ey en güzel kurtarıcı; “Ni’men’nasir! E’tet’ethizünâ hüzûven kâle eûzu billâh / “bizimle alay mı ediyorsun?”denilince “Allah’a sığınırım” âyetinin sahibi olan kimseyi gâlib kıldığın gibi beni de düşmanlarıma karşı gâlip lütfen eyle.

Ey talep ettiren Tâlib olan, Ey talep ettirdiğine de talebini ikrâm eden yeğane Gâlib olan Allah’ım, İnnâ erseinâke şâhiden mubeşşiren ve nezîren litu’minû billâh / “Şüphesiz biz seni, şahit, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik….iman edesiniz.” âyetinin sırrıyla, imânıyla, bereketiyle, tanıklıkla, uyarıcı ve müjdeci olarak Rasûlün Muhammed Sallallahû Aleyhi ve Sellem Efendimizi âzizlikle, heybetlikle, desteklediğin gibi beni de lütfen destekle.

Ey kifâyet eden, yeten, yetişen, el veren Kâfi olan, ey şefaat eden, şifâ veren Şâfî olan Allah’ım, lütfen beni Lev enzelnâ hâz’el Kur’âne a’lâ cebelin lareeytehû hâşia’an mutesaddian min haşyet’illâh / Eğer biz bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün… âyetinin sırrıyla, verdiğin faydaların ve birikintilerin yüzüsuyu hürmetine düşmanlara, kötülere karşı destekle, kifâyet eyle, lütfen yardımcım ol.

Ey karşılıksız olarak ihsânda bulunan Vahhab olan bağışlayıcı, Ey sonsuz mânâlarıyla sürekli rızık verici Rezzâk olan! Kulû veşrebû min rizkîllahî / Allah’ın rızkından yeyin, için... âyetinin sırrıyla rızıklarda sağladığın kolaylığı, kabulü, tedbiri ve emre amadeliği ile bana indinden lûtf eyle.

Ey Tek, yardımcı, hâmi, dost, dilediğine arka çıkıp onları kemâle ulaştıran dost; Velî olan, Ey yüce fevkalâde yüksek A’lîy olan Allah’ım, Zalike min fadzlîlâh / işte bu Allah’ın lütfundandır.. âyetinin sırrıyla inâyetiyle, medediyle, mutluluğuyla ve fazla fazla devamıyla, selâmetle korumakla, sahip çıkmakla bana Velîlik yap (sahîp çık), lütfen imdâd eyle.

Ey sınırsız cömertlik Kerim sahibi, Ey yeğane zenginlik sahibi Gâniy olan, ey tevbeleri çok kabul eden, ey Halim olan! İzâ fea’lû fâhişeten ev zalemû enfüsehüm zeker’ûllâhe festağferû lizünûbîhim ve men yağfir’uzzunûbe illâllah / onlar ki bir kötülük işledikleri veya kendilerine zulmettikleri zaman, hemen Allah’ı anarlar ve günahları için bağışlanma dilerler. Allah’tan başka günahları bağışlayan kimdir? âyetinde zikrolan Rasûlünün yanında seslerini alçaltmış olan kimseleri, affederek ikrâm ittiğin gibi lütfen bu vesileyle bana da affınla, saadetle ikrâm eyle..

Ey Tek, hüküm sahibi, hükmü kayıtsız şartsız yerine gelen Hakîm olan, Ey Tek, tövbeleri kabul edici Tevvâb olan ve Ey Tek, va’adinde sadık, sözünde duran, nimetleri herkese ihsân eden, muhsin Berr olan Allah’ım, onların bilinçlerine nasûh tevbeleri ikrâm ederek nasûh tevbesinin oluşmasını sağladığın, ikrâm ettiğin gibi bana da lütfen nasûh tövbesi ikrâm eyle Yâ Rabbi.Cüzlerden, parçalardan meydana gelmemiş “TEK” Vâhid, Ahad, olan ALLAH, Fea’lem ennehû lâilâheilâllâh, Senin sözün ve takvâ olan bu âyetinle sevgilin Rasulûn Muhammed Sallallahû Aleyhi Vessellem Efendimizi bağladığın gibi lütfen bizleri de bu âyetin sırrıyla, mânâsıyla bağla Yâ Rabbi.

Ey Rahman ve Rahiym olan Allah’ım, Kul Yâ i’bâdiyellezîne esrefû a’lâ enfusihîm lâ taknetû min rahmet’îllâh / ey nefislerine karşı aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin… âyetinin verdiği ni’metle ümit edenler ve kurtulmuş olan ve sonları güzel olan kimselere bağışladığın gibi lütfen benim de sonumu iyi ve hoş eyle Yâ Rabbi.

Ey yaratıklarının hitâplarını her hâliyle algılayan Semî olan, ey yarattıklarına mekânca yâkin Kârib olan!Beni, muttakiler için hazırlanan Adn cennetlerine yerleştir! Da’vâhum fihâ subhâneke allahumme ve tahiyyatehum fihâ selam ve âhiru da’vâhum enil’hamdu lillâhi rabbilâlemiyn / onların oradaki duası ‘seni tenzih ederiz, Allah’ım!’ şeklindedir. selamlaşmaları ‘selam olsun’ şeklindedir. Dualarının sonu ‘alemlerin rabbi olan Allah’a hamdolsun’ şeklindedir…Ya Allah (4 defa) ya Nafi (4 defa)… Ya Rahman (4 defa) ya Rahim (4 defa)

Ey Fayda verici, Ey kötülükleri geri çevirici, Ey Rahman ve Rahiym olan Allah, bu ayetlerin sözlerin ve esmâlarının yüzüsuyu hürmetine katından bana kazandırıcı bir güç ikrâm eyle.. bizlere bereketli, bol rızıklar, huzurlu yürekler, aydınlanmış kabir, kolay verilen hesap ve büyük ecirler ikrâm eylemeni ve Firdevs cennetinden büyük bir mülk takdir etmeni istiyorum.Allah’ım Efendimiz Muhammed Sallallahû Aleyhi ve Sellem’ Â’lîsine, Sahabesine din gününe kadar çok selâm ver. Öyle selâmlar ve duâlar ver ki, Senin halkının sayısı kadar, Senin kelimelerin ve sözlerin tükettiği mürekkepler kadar ve rahmetin en son zirvesine kadar.Allah’ım Sana sığındım ki, bu sığınmam aynen güçlü ve çetin köşelere sığınanların hâli gibidir. Allah Rasûllerine selâmlar olsun, âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun.

El- Fatiha

17 Ekim 2009 Cumartesi

ihlas

Allahü teâlâya hamd ederiz. Onun Peygamberine ?sallallahü aleyhi ve sellem" düâ ve selâm ederiz. Oğlum! Sülûk konaklarını ve cezbe makâmlarını geçdikden sonra, anlaşıldı ki, seyr ve sülûkdan maksad, ya'nî tesavvuf yolculuğundan maksad, ihlâs makâmına varmakdır. İhlâs makâmına kavuşabilmek için, enfüsî ve âfâkî ma'bûdlara tapınmakdan kurtulmak lâzımdır. İhlâs, islâmiyyetin üç kısmından birisidir. Çünki, islâmiyyet üç kısmdır: İlm, amel ve ihlâs. Görülüyor ki, tarîkat ve hakîkat, islâmiyyetin bir kısmı olan, ihlâsı elde etmeğe yarar, ya'nî islâmiyyetin yardımcısıdır. Sözün doğrusu da budur. Ne yazık ki herkes bunu anlıyamıyor. Rü'yâlar ile, hayâller ile aldanarak kanâ'at ediyorlar. Çocuk gibi, ceviz meviz ile vakt geçiriyorlar. Böyle kimselerin, islâmiyyetin üstünlüğünden, inceliğinden ne haberi olur? Tarîkatin ve hakîkatin ne olduğunu nasıl bilirler? İslâmiyyeti cevizin kabuğu gibi bir örtü sanıp, cevizin özü, tarîkatdir, hakîkatdir derler. İşin iç yüzünü görememişler, aşkdan, zevkden işitdikleri, ezberledikleri sözlerle avunurlar. Ahvâl ve makâmlara kavuşmak için can atarlar. Bunları birşey sanırlar. Allahü teâlâ bunlara, doğru yolu görmek nasîb etsin. Bize ve size ve bütün sâlih kullarına selâmet versin! Âmîn.

imam rabbani hazretleri
(k.s.)

Allahü teâlânın zâtını sevmek

Bu mektûb, meyân hâcı Muhammed Lâhorîye yazılmışdır. Allahü teâlânın zâtını sevmek ve bu sevgide üzmenin ve sevindirmenin, berâber olduğu bildirilmekdedir:
Allahü teâlâ, insanların seyyidi ?aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmât" hurmetine, hepimizi yanılmakdan, şaşırmakdan korusun! Seyr ve sülûkdan maksad, nefs-i emmâreyi tezkiye etmek, ya'nî temizlemekdir. [(Seyr), gitmek, (Sülûk), bir yola, mesleğe girmekdir.] Böylece nefs, aşağı, çirkin isteklerinin sebeb olduğu, Allahü teâlâdan başka şeylere tapınmakdan kurtulur. Ondan başka, bir ma'bûdu, maksadı kalmaz. Dünyâdan birşey istemediği gibi, âhıretden de, birşey istemez. Evet, âhıreti istemek iyidir, sevâbdır. Fekat, ebrâr için [ya'nî nefslerinin sevgisinden kurtulmamış olup, nefslerini azâbdan korumak ve ni'metlere kavuşdurmak için, ibâdet edene] sevâbdır. Mukarrebler âhıreti istemeği de günâh bilir. Zât-ı ilâhîden başka bir şey istemez. Mukarrebler derecesine yükselmek için, (Fenâ) hâsıl olmak lâzımdır ve Zât-ı ilâhînin sevgisi insanı kaplamalıdır. Bu sevgiye kavuşan, elemlerden, sıkıntılardan da lezzet alır. Ni'metler ve musîbetler, müsâvî olur. Azâblar da, ni'metler gibi tatlı olur. [Allahü teâlânın her işinden, Onun işi olduğu için râzıdırlar. Fekat, günâhlardan, kulun kesbi olmak bakımından râzı değildirler.] Cenneti, Allahü teâlânın râzı olduğu yer olduğundan ve Cenneti istiyenleri sevdiği için, isterler. Cehennemden sakınmaları da, Allahü teâlânın gazab etdiği yer olduğu içindir. Yoksa, Cenneti istemeleri, nefslerine tatlı geldiği için değildir. Cehennemden kaçınmaları, orada azâb ve sıkıntı olduğu için değildir. Çünki, bu büyükler, sevgilinin yapdığı her şeyi güzel görür. Bunları kendilerinin matlûbu, maksadı bilirler. Sevgilinin her işi, sevgili olur. İşte, tâm ihlâs budur. Yalancı ma'bûdlardan kurtuluş makâmı burasıdır. Kelime-i tevhîdin ma'nâsı, ancak burada hâsıl olur. İsmler ve sıfatlar arada olmaksızın, yalnız Zât-ı ilâhîyi sevmedikçe, bu ni'metler, hiç ele geçemez. Böyle sevgi olmadıkça, tâm Fenâ nasîb olmaz. [Anası çocuğu ne kadar söğse, döğse, çocuk yine döner,anasına sarılır. İnsan da, Rabbine karşı böyle olmalıdır.] Fârisî beytler tercemesi:
Aşk öyle bir ateşdir ki, yanarsa eğer,
ma'şûkdan başka herşeyi yakar, kül eder.
Hakdan gayrıyı katl için, (LÂ) kılıncı çek,
(LÂ) dedikden sonra, birşey kaldı mı bir bak!

(İLLALLAH)dan başka ne varsa, hepsi gitdi,
Sevin ey aşk! Hakka ortak kalmadı bitdi.

Mektubati rabbani
mektup=35

Bana nur üstüne nur bağışla.Amin

Allah resulü mescide giderken şu duayı yapardı.
Allah'ım! kalbime bir nur dilimde bir nur kıl.
Kulağımda bir nur,gözümde bir nur kıl.
Üstümde bir nur, altımda bir nur kıl.
sağımda bir nur, solumda nir nur kıl.
Önümde bir nur , arkamda bir nur kıl.
benim için büyük bir nur ve yüce bir nur kıl.
Bana bir nur kıl, beni bir nur kıl.
Allah'ım, bana bir nur ver.
Sinirlerimde bir nur, etimde bir nur, kanımda bir nur kıl.
Saçımda bir nur, tenimde bir nur kıl.
Allah'ım! kabrimde benim için bir nur kemiklerimde bir nur kıl.
Nurumu arttır,nurumu arttır, nurumu arttır.
Bana nur üstüne nur bağışla
kaynak ; buhari (11/116) müslim(1/526,259,530)

s.a.v

Allah` i unutanlar..

“Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan (fasık) kimselerdir.” (Haşr Suresi, 19)

“Münafık erkeklerle münafık kadınlar (sizden değil) birbirlerindendirler. Kötülüğü emrederler, iyiliği yasaklarlar ve ellerini kapatırlar (cimrilik yaparlar.) Onlar Allah’ı unuttular, Allah da onları unuttu. Şüphesiz münafıklar fasıkların taa kendileridir.” (Tevbe Suresi, 67)

“O gün şöyle denilir: ‘Siz dünyada bugüne kavuşmayı nasıl unuttuysanız, Biz de sizi öylece unutacağız. Yeriniz ateştir ve sizin için yardımcılardan hiç kimse de yoktur.’ (casiye 34)

....

“Beni anın ki ben de sizi anayım, bana şükredin ve nankörlerden olmayın.” (Bakara 152)

“O gün Allah onların hepsini diriltecek ve yaptıklarını kendilerine haber verecektir. Allah onları bir bir saymıştır ama onlar unutmuşlardır. Allah her şeye şahittir. (Mücadele,6)

16 Ekim 2009 Cuma

Her şey cinsini çeker

"Sana dünyalığın kötü yönlerini sevdirmek isteyenlerle oturma. Onun kötülüklerinden kim sakındırıyorsa onu bul. Her şey cinsini çeker. Her şeyin parçası kendi aslını arar. Seven sevgilisini arar. Ta onu buluncaya kadar aramaya devam eder. Allah için sevişenler, O'nun uğruna sevgi gösterisi yaparlar. Bundan sonradır ki, Allah on­ları sever. Birinin sevgisini öbürüne kenetler. Kuvvetlerini bu sevgi ile verir.

Allah Teâlâ'dan bu yardımı aldıktan sonra kulları O’na çağırır­lar. Bu uğurda birbirlerine yardımcı olurlar. Kulları kötü şeylere ça­ğırmazlar. İmana, tevhide çağırırlar.
Acıma duygusu ile kulların elinden tutar, hak yola apanırlar. O yüce kapıya kadar getirir, durdururlar. Ondan ötesi kulun elinde de­ğildir. Ev sahibi dilerse içeri alır."


ilahi armağan
Geylani Hazretleri(k.s)

tecelli, bilgi ve suret oranında gerçekleşir

Öte yandan tecelli, bilgi ve suret oranında gerçekleşir. Örneğin ilk zamanda çabalaman ve hazırlanman sonucu elde ettiğin bilgi ve suret, ikinci zamanda sana gösterilir. Sen ikinci zamanda, aslında birinci zamanda senin için kararlaştırılmış bilginin suretini görüyorsun. Senin için fazladan olan şey, ilmden ayna intikal etmiş olmandır.Yoksa suret birdir. Böylece asıl yerine, yani ahiret yurduna ertelemen gereken şeyi elde etmiş, kavramış olursun. Müşahade zamanında, eğer zahiri amel sahibi isen ve Allah ilminide batınen algılıyorsan, bu, sana daha layıktır. Çünkü rabbini isteyen ruhaniyetin ve payını isteyen nefsaniyetin açısından, güzelliğin ve cemalin daha da artar.
Nitekim insanın latif tabiatı, ona dair bilgi suretinde haşredilir, cisimler ise güzel veya çirkin amellerin suretleri üzere dirilirler. Bu son insana kadar böyledir. Dolayısıyla yükümlülükler aleminden, yükselişler ve ilerleyişler mahallinden ayrıldığın zaman, ektiğinin semeresini alırsın.

..

ibn arabi hazretleri (k.s.)
nurlar risalesi

15 Ekim 2009 Perşembe

o işe daldığınız zaman

"Ne zaman sen bir işte bulunsan, ne zaman Kur'an'dan bir şey okusan ve siz ne zaman bir iş yaparsanız, o işe daldığınız zaman biz mutlaka üstünüzde şahidizdir. Ne yerde ne gökte zerre ağırlığınca bir şey Rabbinden uzak (ve gizli) kalmaz. Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü yoktur ki apaçık kitapta (levh-i mahfuzda) bulunmasın."

yunus 61

14 Ekim 2009 Çarşamba

Farz sevgisinde ise;

"Kulun ayn'ını ispat etmek zorunludur. Ancak o zaman Hakkın onun kulağı, gözü, dili, eli ve ayağı olması sahih olabilir. Hak şanına yaraşır şekilde hüviyetiyle onun bütün güçlerini ve organlarını kapsar. Bu nafile kulluk sevgisinin bir sonucudur. Farz sevgisinde ise, Hakkın seninle işitmesi ve seninle görmesi söz konusu olur. nafileler neticesinde ise sen Onunla işitir ve Onunla görürsün. Senin nafile ibadetlerdeki derecen, mahallin kapasitesinin derecesine göre belirginleşir. Farzlar aracılığıyla idrak edilen her şeyi idrak edersin. Bu hususu iyice anla."

ibn arabi hazretleri(k.s.)
risaleler

Ey kulum! Benim için bir amel işledin mi?

"Yüce Allah kıyamet günü şöyle der: Ey kulum! Benim için bir amel işledin mi? Kul der ki: Ya rabbi! Namaz kıldım, oruç tuttum, sadaka verdim....yaptığı amelleri bir bir sıralar. Allah şöyle der:
Ey kulum! Bütün bunlar, kendin için yaptığın amellerdir, benim için işlediğin bir amel var
mıdır? Kul der ki: Ya rabbi! Sırf senin için olan bu amel hangisidir? Allah şöyle der: Ey
kulum! Benim için birini dost edindin mi? benim için birine düşman oldun mi? işte sırf
benim için olan amel budur."

ilahi yeminler risalesi
ibn arabi hazretleri

Vah bana!Eyvah-lar olsun! Ömrüm boşa gitti

...
"Kısacası Allah'ın bizimle ilgili hükmünü, kolaylıkla ve boyun eğerek yerine getirmeliyiz.
Bunu yüreğimizde hissetmediğimiz zaman, Allah'ın bizimle ilgili bütün hükümleri ile ilgili
olarak iman hakikatinin kokusunu almamışız demektir. Nitekim muhakkiklerden birinin
başından böyle bir olay geçmiştir. Bu muhakkik şeriata büyük saygı gösterir, her emrine
içinde büyük bir lezzet duyarak uyardı, içten içe mutluluk hissederdi ve bu durumu altmış
sene sürdü. Bir gün annesi: bana su ver, dedi, hemen annesine su getirmek için ko ştu,
ama bu arada annesine su getirdiği için içinde bir ağırlık hissetti. Dedi ki: Vah bana!
Eyvah-lar olsun! Ömrüm boşa gitti. Allah'ın hükmünün bana hafif geldiğini, ondan lezzet
aldığımı sanıyordum. Oysa anneye iyi davranmak Allah'ın emridir. Öyleyse niçin bu iş
bana ağır geldi? Bu da gösteriyor ki, şeriatın hükümlerinden haz almam, nefsimin bunda
bir gayesinin olmasından kaynaklanıyor. Eğer ben hükümle değil, hakimle beraber
olsaydım, anneme su vermek bana ağır gelmeyecekti... "



Şeriatın hükmü karşısında duraksandığı ya da kişi içinde bir sıkıntı hissettiği yahut haz, sevgi ve aşkla çelişen bir durum hissedildiği, bu hükme karşı işaret ettiğimiz durumlardan herhangi biri belirginleştiği oranda senden tasdik olgusu eksilmiş olur. Eğer basiret sahibi ve hakikati sürekli zihninde tutan biriysen, şeriat bilgisini ve şari'derı (kanun koyucudan) varit olan haberleri taklit
düzeyinde tutmazsın.

ibn arabi hazretleri (k.s.)
risaleler

Her binek sahibi de perdelidir, çünkü başkası tarafından taşınmaktadır.

"Yaya olan atlıdan daha üstündür. Çünkü atlı kimse bineğe sahiptir. Her binek sahibi de perdelidir, çünkü başkası tarafından taşınmaktadır."



"Bir şeyi kaçırmak ganimettir."


ibn arabi hazretleri (k.s.)
risaleler

"Allah'ı işitmek"

Yüce Allah bir ayette şöyle buyurmuştur: "Fe ecirhu hatta yesme'a kelamallahi /
Allah'ın kelamını işitip dinleyinceye kadar ona eman ver." (Tevbe, 6) Allah'ı işitmek ile ilgiliolarak şu tür sözler söylenmiştir:
"Onu işiten her şeyi işitir."
"Ancak aletsiz duya bilenler O'nun sözünü işitebilir."
" Bir şeyde Onu işiten, ama başka bir şeyde Onu işitmeyen, Onu işitmemiştir."
" Hiç kimse, gizlice kendisine seslenmediği sürece Onu işitemez."
"Onu işitenin yanında Kur'an ayrı ve belirgin olarak görünmez."
"Onu işittiğini iddia eden kimseden, Onu anlayıp anlamadığını sorun. Çünkü O, ancak anlamakla işitilir"
"Onu işiten indirilmiş kitabları, suhufları, âlemde bir tek dilden zuhur eden bütün kelamları işitir."
" 'Ey İman edenlerî'dediği zaman, muhatap sen ol."
"Onu işittiğimden beri her dili anlar ve bütünanlamları kavrar oldum "
"Konuşmada Allah'a naiplik etmek sahih ise dinleme hususunda da naiblik caizdir. Nitekim konuşmada naiblik vaki olmuştur: "Allah'ın kelamını işitip
dinleyinceye kadar ona eman ver." Nitekim kulaklar Hz. Muhammed'in (s.a.v.) ibarelerini işittiler. İşitme duyusu ise Hakkın kelamını işitti."
"İbareler ve delaletler iletişim, ulaşım içindir. Kelam bundan öte bir şeydir. İşitme konuşmadan sonra gelir. Dolayısıyla işitme bundan ötedir."
"Onu işitenin işitmesinin delili, işittiği şeyin hükmüne dair hüznüdür."
Bunlar, Allah'ı işitme ile ilgili olarak ariflerden aktarılan sözlerdir.

ibn arabi hazretleri (k.s.)
risaleler'den

13 Ekim 2009 Salı

Bu gö­rüş ile dağınık hâlleri toplanır, birleşir ve tek şey olur

Peygamberimiz şöyle buyurur: “Allah'ı görür gibi kork. O'nu görmesen de O seni görür.” Ayık olan kişiler Hakk'ın tecellisini kalpleri ile görürler. Bu gö­rüş ile dağınık hâlleri toplanır, birleşir ve tek şey olur. O büyük te­cellinin sahibi ile aralarında perde kalmaz, kalkar. Dış yapıları yıkı­lır, iç âlem kalır. Ayrılıklar kesilir, putlar temizlenir. Ve nihayet on­lar için Hakk'ın gayri kalmaz. Bu anlatılan hâl, onlar için tam ol­mayınca hareket etmez, ferah duymazlar. Bu hâl ki tamam oldu, on­lar için iç bitmiş sayılır.
Onların ilk kurtulduğu şey, dünya ve onun köleliğidir. Daha son­ra bilcümle masivâ... Hakk'ın gayri sayılan her şey masivâdır.
Hakla aralarında geçen cümle işlerinde iptilâ üzere olurlar. Bu­nunla Hak Teâlâ onları tecrübe eder; nice iş tuttuklarını seyreder.
Bir insanın iç varlığı şahtır, kalp ise onun veziri... Nefis, dil ve diğer duygular ise, onların hizmetçisi...
Kalbin susuzluğunu sır giderir. Mutmainne olan nefis ise, kalpten suyunu alır. Dil ise nefis yolundan sulanır. Arkada kalan duygu­lar ise, dilden su ihtiyaçlarını alırlar.
Dil sağlam ise, kalp de sağlamdır. O fasit ise, kalp de öyledir. Bu hâlde dilini takva ile gemlemelisin ve hezeyan cinsi kelâmdan, dilini tutmalısın; tevbe etmelisin.
Hele nifak hâlinden... Kalbin iyi olmasını dilemek sureti ile dilin fesahat kazanır. Dolayısıyla kalbin... Dilin sağlam olunca kalbin sağ demektir. Kalp sağlam olunca onun iyilik nuru bütün duyguları sarar.
Bundan sonra konuşmalar, Hak yakınlığını kazananların konuş­ması gibi olur. O yakınlık hâlinde dil yoktur, dua yoktur, anma yok­tur. Dua, zikir, kelâm, uzaklıktadır. Yakınlık hâline gelince orada sü­kût ve sessizlik vardır. Orada, bir nazar yeter. Geçim için o kâfi...
Allah'ım, bizi, dünyada varlığını kalp gözü ile görenlerden eyle. Âhirette ise baş gözü ile bakanlardan kıl. Amin

Geylani Hazretleri (k.s.)

şehvetin en kötü­sü odur ki:

Sizin için şehvetin en kötü­sü odur ki: Dünyayı size sevdire; fakir hâli için öfke duyura ve böylece helak çukuruna düşüre...
Bazı büyükler şöyle der: “Takvanın (kötülükten sakınmanın) doğrusu odur ki: Kalbinde ne varsa, hepsini bir açık tabağa kovasın; böylece bütün pazarı gezesin, içinde seni utandıran şey bulunmaya...”

Geylani Hazretleri

Allah dilediğini imha eder ve dilediğini bırakır.

..
Sözlerime dönünüz ve içtihadınızı ona göre yürütünüz. Geçmişle ilgiyi bırakınız; çünkü o sizi bir heves olarak sarar ve yıkar. Ayrıca geçmişe dayanmak tembellere gerekir. Geçmişin -kaderin- verdiği hüküm bizim aleyhimize değildir. Onu bir yana atalım, vasıtalara iyi sarılalım ve öyle çalışalım. Dedi, diyorum, niçin ve nasıl gibi sözleri bir yana atalım. Allah Teâlâ'nın ilmine girmeliyiz. Bizden çabala­mak. Fiil tecellisini O dilediği gibi yapar. Hak Teâlâ şöyle ferman eder: “O yaptığından sorumlu tutulamaz, ama öbürleri yaptıkları işlerin hesabım vereceklerdir.” (el-Enbiyâ, 21/23)
Bir gün işin sona erer. Hakk'a yakın olursan kalbin sahih olur. Bu hâl senin için dünya ve âhiretin zühdü sayılır. Bundan sonra is­min, Hak yakınlığı kapısına yazılır; hem de nasıl, bilir misin; “Falan oğlu falan, Allah'ın azat ettiği erenlerdendir.” diye...
İşte bu hâl değişmez, artmaz, eksilmez. Bu kere senin hayrat iş­lerin artar, şükrün çoğalır. O'nun önünde tâat ve ibadet yollarım tu­tarsın.

Her şeye rağmen, hâlin ne olursa olsun, korku elini kalbinden çekme. Hakk'ın kudretini âciz bilme ve şu âyetlerin mânasını anla: “Allah dilediğini imha eder ve dilediğini bırakır. Kitabın aslı O'nun katındadır.” (er-Ra’d, 13/39) “O yaptığından sorumlu olamaz; öbürleri sorumludur.” (el-Enbiyâ, 21/23)

Ezelde yazılan yazı üzerinde durma; onu yazan, bozmaya da kadirdir. O ki, bir binayı yapmaya kadirdir, yıkar da...
Daima korku, ümit, çekinme ve tâat üzere ol. Selâmet ayağı ile burayı bırakıp öteye geçinceye kadar böyle kal. Ölüm gelinceye dek korkuyu, tâatı ve kötülere karşı çekinmeyi bırakma. Ölümü iyi geçirip selâmete erdikten sonra korkma, artık değişme ve tebdil hâli olmaz.

Ey cehil nifakı ile sıkışıp kalan adam. Dünyayı arayan, onu kapmak için başını her derde sokan ve durmadan haram yiyen kimse... Kalp nurunu, gönül sefasını ve hikmetli sözler etmeyi nasıl umuyorsun? Zavallı, onlar sana nasip olur mu?
Allah yolcuları zaruret icabı konuşurlar. Uykuları, istiğrak âlemine dalanın hâline benzer. Yemeklerini de bir hasta gibi yerler, kitabın hükmü, sona erinceye dek böyle giderler. Hak Teâlâ'nın meleklere dair buyurduğu şu âyet-i kerimenin hükmü, sanki o büyükler için de caridir: “Allah'ın emrine karşı gelmezler, emrolunduklarını yaparlar.” (et-Tahrîm, 66/6)
Onlar meleklere benzerler. Hayır, onlardan daha üstündürler, melekler onların hizmetçisi gibidir. Dünya ve âhirette, onların içinde oturduğu köşkü melekler taşır.

Abdülkadir Geylani Hazretleri
ilahi armağan

12 Ekim 2009 Pazartesi

"Senin imanının hakikati nedir?"

"Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Ve ma kade-ru'llahe hakka kadrihi / Allah'ı gereği gibi
tanımadılar." (En'am, 91) Her bilinen ve tanınan bağlamında tanıma/marifet iki olguyla
ilintili olur: Bu olgulardan biri hak, biri de hakikattir. Hak, akılların delil yoluyla idrâk ettikleri
bir şeydir. Hakikat ise; keşif ve müşahede ile idrâk edilir. İdrâk edilecek bir üçüncü olgu
kesinlikle yoktur. Bu yüzden Harise: "Ben gerçek (hak) bir müminim" demiştir. Bu sözünde
Harise, idrâk edilenlerin ilkini zikredilmiştir. Çünkü ikinci idrâk edilen aracılığıyla
pekiştirilmiş, vurgulanmış bir olgudur onun nazarında. Ama bu noktaya değinmeden
susmuştur. Hz. Resulullah (s.a.v.) ona şöyle demiştir: "Senin imanının hakikati nedir?"
Efendimiz (s.a-.v.), eğer o ikinci olguyu idrak etmiş biri olsa, bizzat gözlem, muttali olma ve
keşif şeklinde cevap vereceğini düşünmüştür. Nitekim bu yönde bir cevap verince
Efendimiz (s.a.v.): "Bildin, bundan ayrılma" şeklinde karşılık vermiştir. Bir şeyi kemâl
derecesinde bilmenin, tanımanın şu iki gerçekten başka bir yolu yoktur: Hak ve Hakikat.
Yüce Allah, kendisini "hakk"ıyla bilmekten aciz olduğumuzu haber verdiğine göre, acaba
O'nu "hakikaf'iyle bilebilir miyiz? Ayette geçen "kadr"dan maksat, ulûhiyet makamının
gerektirdiği azameti bilmekten başka bir şey değildir. Biz bundan aciz olduğumuza göre,
yüce zatını bilmememiz çok daha belirgin olarak ortaya çıkar. Muhakkikler bu celâli/ululuğu
bizzat gözlemleyince, kesin olarak O'nu hakkıyla bilemeyeceklerini ifade ettiler, bununla
beraber ta'zimde de kusur etmediler. Bu noktada sergiledikleri yetersizlik oranında şunu da
öğrendiler: Sonradan olma (hadis) bir varlığın, öncesiz (kadim) bir varlığı hakkıyla bilmesi,
gücü dahilinde değildir. Çünkü bu, bir tür gerçek bir münasebete bağlıdır. Oysa bu hayret
sahralarında bu celâlle münasebet kurmak da mümkün değildir."

ibn Arabi Hazretleri (k.s.)
Celal ve Cemal Kitabı

kimini ötekine derecelerle üstün kıldık

Senin için yaratılan bir varlık sana isyan ettiği zaman, önce ondan ne istediğine bak,
sonra kendi nefsine dön ve senin dile getirdiğin bu talebe uygun olarak rabbinin senden ne
istediğine bak. Eğer rab-binin bunun aynısını senden istediğini, senin de isyan edip yüz
çevirdiğini görürsen, bil ki kendisinden talepte bulunduğun varlık da bu yüzden sana baş
kaldırmıştır. Çünkü yüce Allah, ister senin benzerin olsun ister olmasın senin için yarattığı şeylere yönelik bir talebi senin içine yerleştirmişse, bil ki yüce Allah da senden aynısını taleb etmektedir, ama sen bunun farkında değilsin. Eğer sen bu hususta Allah'a itaat etmişsen, talepte bulunduğun varlık da sana itaat edecektir. Eğer tam tersi bir davranış ser-gilemişsen, sana karşı da tam tersi bir davranış sergilenecektir. Bil ki, yüce Allah şu insan türünü yine insan için yaratmıştır. Nitekim bir ayette bu konuya şöyle işaret
etmektedir: "Ve refe'na ba'dehum feuka ba'din derecatin li yettehize ba'duhum ba'den
suhriy-ya I Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık." (Zuhruf,
32) Bu işareti iyice anla; inşallah doğruyu bulursun.

ibn Arabi Hazretleri
Celal ve Cemal Kitabı

Geylani Hazretlerinin Akidesi

"Hamd o Allah'a ki, nicelik ve niteliği O nitelemiş ve kendisi nicelik ve nitelikten pak ve münezzeh kalmıştır. Zaman ve mekanı O yaratıp meydana getirmiş ve kendisi zaman ve mekan kaydından pak kalıp izzet ve şerefle saltanatım kurmuştur, her şeyde mevcud olmuş ve fakat zarfiyetten münezzeh ve mukaddes kalmıştır. Her şeyin yanında hazır olmuş ve fakat bir şeyin yanında mekan tutmaktan çok yüce kalmıştır."

Allâh nerede"dir, dersen, onu mekanla talep etmiş olursun. "Allâh nasıldır ve nicedir" dersen, Onu nitelik ve nicelikle talep etmiş olursun. Onun hakkında "ne zaman?" dersen, Onu zaman kavramiyle kayıtlamış olursun! O'nun hakkında "değil" tabirim kulla.mrsan, O'nu var oluşluktan ta'tîl etmiş olursun. O'nun hakkında "niçin" tabirim kullanacak olursan, melekütiyyet konusunda O'nunla çatışmış olursun. O'nu tenzih ederiz; öncelik O'na hastır, hiçbir şey O'nun önüne geçemez. Sonralık da O'na hastır; sonralığa ilhak edilemez. Benzerlikle kıyas olunmaz; hiçbir şekil yakınlığıyla nitelenmez. Eşlik ve çiftlikle vasıflanmaz ve ayıplanmaz. Cisimlikle tanıtlanmaz. O'nu tenzih ederiz, O'nun sam yücedir; eğer O, bir şahıs olmuş olsaydı, kemiyyeti bilinmiş olurdu. Cisim olmuş olsaydı, bir takım organlardan meydana gelmiş olurdu. Putperestleri reddederek deriz ki: Allâh Bir'dir; hiç bir şeye muhtaç değildir; bütün eşya O'na muhtaç bulunuyor, çünkü O SAMED'dir. O'nun dengi ve benzeri yoktur; O'na benzerlik koşanları reddederiz. Gizli, açık, karada/denizde hayır olsun şer olsun hiç bir şey O'nun iradesi dışında hareket edemez, her şey O'nun yüksek iradesiyle hareket eder. Böylece Kaderiyye Mezhebi mensuplarım reddediyoruz. O'nun yüksek kudreti hiç bir şeye benzemez; hikmetine bir son ve sınır olmaz; böylece Hüzeliy Mezhebi mensuplarım reddediyoruz. O'nun koymuş olduğu hukuk vacibdir. Delil ve hücceti doruğuna yükselmiştir. Hiç kimsenin O'nun üzerinde bir hakkı yoktur. Bu bakımdan hiç kimse Ondan bir hak iddia edemez. Bununla Nezzamiyye Mezhebi mensuplarım reddediyoruz.

Allâh adil'dir, hükümlerinde asla zulmetmez. Sadık'dır, haber verdiği hiç bir şeyde döneklik yapmaz. Öncesi olmayan bir söz ile konuşucudur. Onun sözünün başka hiç bir yaratıcısı yoktur. Kur'anı indirip en güzel konuşanlan acze düşürmüş ve böylece Muradiyye Mezhebinin hüccetlerini çürüğe çıkarmıştır. Rabbimiz ayıpları gizler; günahlan bağışlar, tevbe edenlerin tevbesini kabul buyurur. Bir kişi günahına dönecek olursa, geçmişteki günahlan (eğer tevbe edip bağışlanmışsa) tekrar dönmez. O, bağışladığı şeyi geri döndürmekten münezzehtir; haksızlık ve zulümden uzak, her türlü adaletsizlikten mukaddestir.

Biz inanıyoruz ki, Allâh, mü'minlerin kalblerini bir araya getirip uyumlu kılmıştır. Kafirleri de sapıklıklarıyle başbaşa bırakıp akl-ı selîm ve iradenin kapısını açık bırakmıştır. Bununla Hişamiyye Mezhebini reddediyoruz.

Biz tasdîk ediyoruz ki, bu ümmetin fasıklan, Yahudi, Hıristiyan ve Ateşperestlerden hayırlıdır. Bununla da Ca'feriyye Mezhebini reddediyoruz. Ve biz ikrar ediyoruz ki, O, hem kendini, hem de başkasını görüyor ve O her sesi duyuyor. En gizli hal ve düşünceleri görüyor. Bununla Ka'biyye Mezhebini reddediyoruz. Halkı (yaratıkları) en güzel fıtrat üzere yaratmıştır. Onları kabir çukurunun karanlığına birer fani olarak çevirmiş ve ilk yarattığı gibi onları tekrar diriltip hayata döndürecektir. Bununla Dehriyye Mezhebini reddediyoruz.

Hesap günü insanları ve diğer, canlıları bir araya toplayacağı gün, dostlanna (rahmet ve mağfiretle) tecellî eder. Dostları da O'nu dolunayı görür gibi görürler. O, o gün perde gerisinde kalmıyacak. Mu'tezile'den rü'yeti inkar edenleri reddediyoruz. O, nasıl olur da dostlanna görünmez, perde gerisinde durup onlan hesap alanında bekletir? Bu hususta O'nun kadim ve ezelî va'dleri vardır. Va'dlerini mutlaka yerine getiricidir.

"Ey itmi'nane ermiş ruh, dön Rabbine, sen O'ndan razı, O senden razı olarak; haydi gir kullarınım içine, gir cennetime!" Fecr süresi, Ayet: 28

Sen cennetlerden huri nîmetiyle hoşnud olacağım mı zannediyorsun? Cennet bahçelerinde sündüsten yapılmış bir giy-siye kanaat getireceğim mi sanıyorsun? Mecnun Leyla'sız nasıl ferah bulup huzura kavusabilir? Amber kokusunu almadan onu sevenler nasıl eğlenip rahat edebilirler? Bir takım cesetler ki, ubudiyyet tahkîkinde erimişlerdir. Allâh katında yer almakla nasıl nîmetlenmiş olmazlar? Karanlık gecelerde uykusuz kalmış bir takım gözler, Allâh ile ünsiyet müşahedesine erişince nasıl lezzet almazlar? Bir takım gönüller ki, sevgi sütleriyle gıdalanmışlar, nasıl olur da Rabbanî şerbetle sulanmazlar? Bir takım ruhlar ki, beden şehrinde hapsedilmişlerdir; nasıl olur da kudsî bahçelerde gezip tozmazlar? Oranın yüce yerlerinde eğlenmezler? Oranın susuzluğu giderici sulanndan içmezler?

O günü nasıl tasvîr edelim, aşın derecede olan aşk ve şevki nasıl anlatalun? Aşıklar hakimi o gün arz-i endam edecek, açıktan kendini gösterecek ve bu davayı O halledip hükme bağlıyacaktır.


O gün Mevlasinın hitabına mazhar olan, tahiyyat ile söze başlayacak; Mevlası da onu Cennet-i Adn'e buyur edecek. Ama bir takım kimseler Cennete girmek istemiyecek, Rablerinden başkasına bakmıyacaklanna and verecekler ve Ondan başka-sına niyet bağlamıyacaklar; varlık aleminden hiç bir şeye razı olmayacaklar; hem onların arzulan aşağı nesneler de olma yacak. Onlar hayatın lezzetinden ancak, övgüdeğer vuslatın hazzını almak için hicret etmişlerdi. Bu yüzden onlara ebedî rahatın kadehim sunucular şerbetler sunacak, öyle şerbetler ki hem katıksızdır, hem de yumuşak. Buna hasret olanlar üze-rinde çevrilip açıktan açığa takdim edilince, sabah akşam onları çepçevre kuşatanca, onların şadilik ve iştiyaklarım arttıracak, göz ve gönül doldurucu nürlanna doğru heveslerim çekecek. Rabbim Senin Hakk ismine andolsun ki Senin cemali-ni görmeyen bir göz herhalde sakıydir (bedbahttır). Rabbim, kendi güzelliğinle Sen bütün aşıkları öldürdün. Sana olan gönül arzusu hakkı için senin emrin altında bulunanlara merhamet ve şefkat et! öyle gönüller ki, şevk ve istekle Sana yö-nelip eriyorlar. Sana olan aşkları sebebiyle onlarda bir bakiyye kalmadı.Şüphesiz ki, Rabbim ben Senin aşkından yana bir vasiyet üzere bulunuyorum; Sana kavuştuğum gün asla umutsuzluktan endişe etmiyorum.

Ya ilahî! Senin atıfetlerin hatalanmızı silsin! Red nasıl olabilir kardeşlerim? Seher vakitlerinde rabbanî anlar ve dakikalar vardır. Semavî işaretler, melekler aleminden nefhalar vardır!Bu mesele ve önermenin doğruluğuna delîl, kuşların ağaçlar üzerinde davudî nağmelerle ötmeleridir. Ayrıca bağ bahçe aralannda kıvnla kıvnla akan suların çağlayan sesleri, esen rüzgarların dokunup raksettirdiği ağaç dallannın sündüs giysilere bürünerek çıkardığı gönül çekici nağmeleri de buna delildir. Çünkü bunların, evet bu saydıklanmızın hepsi Allâh'ın birliğini dile getirip ifade etmektedirler.Haberiniz olsun ey muhabbet ehli! Şüphesiz ki Cenab-ı Hak seher vakti tecellî ederek şöyle seslenir: "Tevbe eden kimse varmıdır? onun tevbesini kabul edeyim! Günahının bağışlanmasını arzu eden bir kimse var mıdır? onun bütün hatalarım bağışlayayım. Benden bir bağış isteyen var mıdır, ona nîmet ve bağışlarım! bolca vereyim!"

Uyanık olun ki, ruhlar kir ve pastan arınıp safileşince, olanca güzelliğiyle ışık saçar, aydınlık verir; bir nice hallerde basma gelen dert ve musibetler eşit bir doğrultuda ona çok kolay gelir. Hiç şüphe yok ki, o ruhların gözlerinden akan yaşlann kokusu, manevî ufuklarda misk kokuşu neşreder. Onlar (fena aleminde) bir takım ayrılıkların hasretine sabrettikleri için, yüksek mertebelerdeki vuslata hak kazanmışlardır. Yine onların sözlerinin ve haberlerinin sıhhati dostlar tabakasında sened ve rivayet kabul edilir. Onlar sualsiz uçup gittiler; ihtiyaçtan yerine getirilir. Sevgi hediyesi, apaçık sabahlamıştır. Artık ,onun için güzel kafiyeler neredesiniz?

Onların akidesi, Hanefî, Şafiî, Malikî ve Hanbelî mezheplerinin usulü üzere idi.Allâh bizi ve sizi dinde ayrılık meydana getirip parçalanan, dağılan kimselerden korusun. Ayrılığa düşenler, okun hedefi delip geçtiği gibi dinden öylece gelip geçtiler; üzerlerinde dinden hiç bir eser görünmemektedir. Cenab-ı Hak beni de, sizi de kendilerine cennette yüksek menziller verilen altlarında ve üstlerinde ilahî füyuzatın eserleri görülen kullarından eylesin!

Allâhım, rahmet ve afiyetim, halkın en şereflisi Muhammed'e ve onun hanedan ve arkadaşlanna indir! Onları saygı ve ta'zîmin en şereflisine has kıl! Onları çokça ve ebediyen, ardarda, yeni yeni esenliğe her sabah ve her akşam mazhar eyle!.

Amin!.. Amin!..

9 Ekim 2009 Cuma

Zulmetli olan bedeni, nûrlu olan rûha sevdirdi

...

Nûr ile zulmeti birlikde bulunduran Allahü teâlâ, her dürlü aybdan, kusûrdan uzakdır. Mekânsız, cihetsiz olan rûhu, cihetli olan, maddeden yapılmış olan bedene yaklaşdıran, Rabbimizi tesbîh ederiz. Zulmetli olan bedeni, nûrlu olan rûha sevdirdi. Nûr zulmete âşık oldu. Çok severek, onun ile birleşdi. Bu bağlantı ile, nûrun cilâsı artdı. Ona yakınlaşmakla, parlaklığı çoğaldı. Nûrun bu hâli, ayna yapılacak cama benzemekdedir. Cama parlaklık vermek için ve cismleri gösterebilmek kuvvetini kazanması için, önce toprak maddeleri ile sıvanır. Karanlık, katı toprak maddeleri ile sıvanan camın parlaklığı artar. Kıymetsiz, çamur gibi madde ile sıvanan camın kıymeti çoğalır. Parlak olan nûr, karanlık cesede bağlanınca, önceden Allahü teâlâya olan yakınlığını unutdu. Hattâ, kendi varlığını ve özelliklerini unutdu. Karanlık bedene olan sevgisine dalarak ve yalnız bir görünüş olan o heykele bağlanarak kendini unutdu. Onunla bir arada kalınca, kıymetini gayb etdi. Kötüleşdi. Bu dalgınlık çukurundan kendini kurtaramazsa, ona yazıklar olsun! Onun bedenle birleşmesi, yükselmesi için idi. Buna kavuşamazsa, yükselmeğe uygun olan yaratılışını bozarsa, yolundan saparsa, ona yazıklar olsun! Allahü teâlâ ona ezelde merhamet etdiyse, onu lutfüne, inâyetine kavuşdurdu ise, başını kaldırır, elinden kaçmış olan ni'metleri hâtırlar, eski hâline döner.

...
Nûr bedenden yüz çevirip, mukaddes olan sevgilinin şühûduna dalarsa, ona bağlanırsa, karanlık bedeni de, o mukaddes makâma sürükler. Buraya olan sevgisi, karanlık bedene olan bağlılığını unutduracak kadar çoğalırsa, beden de onun nûrları ile aydınlanır. Nûrların müşâhedesinde kendini unutur.
Matlûbun huzûruna perdesiz olarak kavuşur. İnsan, şimdi hem cesedin, hem rûhun fenâsına kavuşmakla şereflenir. Bu fenâdan sonra, bu şühûd ile bekâ hâsıl olursa, fenâ ve bekâ temâmlanmış olur. Velî ismini almak hakkı olur. Vilâyet derecesine kavuşunca, iki şeyden biri olur: Yâ, tam şühûda dalar, kendini hep unutur. Yâhud, insanları Hak teâlâya çağırmak için geri döner. Geri döndükden sonra, bâtını Allahü teâlâ ile, zâhiri insanlar ile olur. Bu zemân nûr, kendisine karışmış olan zulmetden kurtulur. Matlûbuna, ya'nî Hak teâlâya döner. (Eshâb-ı yemîn)den olur. Kendisinin sağı solu yok ise de, hâli sağ olmağa uygundur. Çünki hayrları kendinde toplamışdır, kemâle kavuşmuşdur. Bu ikisi de sağda bulunur. Sağ mubârekdir. (Allahü teâlâ hakkında da, iki eli, mubârek olan sağ tarafdadır) buyurulmuş olması da bunun gibidir. (İki eli demek, Onun râzı olduğu, beğendiği şey demekdir). Mekânsız nûr ve bâtın dediğimiz rûhdur. Ciheti olan karanlık ve zâhir ise, nefs demekdir.
....

Süâl: Birinci kısmdan olan, ya'nî geriye dönmeyen Evliyâ da, âlemi biliyor, insanlarla birlikde yaşıyor. Bunların hep Allahü teâlâya bağlı olmaları ve kendilerini unutmaları ne demekdir?

Kendilerini unutmak ve hep Allahü teâlâya bağlı kalmak demek, nefs rûhun nûrları arasına girdikden sonra, rûh ile nefsin birlikde, Allahü teâlâya teveccüh etmesi demekdir. Böyle olduğu yukarıda bildirilmişdir. Mahlûkları bilmek ise, his organları ve kuvvetleri ile ve hareket organları ile olur. Bu organlar, nefsin tafsîlidir. Nefsin arzûları ile işlemekdedir. Hulâsa olan, kuvvet merkezi olan nefs, rûhun nûrları altında Allahü teâlâyı müşâhede etmekdedir. Bunun tafsîli, açıkda olan kısmları, eski şü'ûru ile hareket etmekdedir.
Hulâsanın yok hâle gelmesi ile, onların hareketinde gevşeklik hâsıl olmuyor. Bu âleme rücû' etmiş olan Evliyâ ?rahmetullahi aleyhim ecma'în" böyle değildir. Bunların nefsi, mutmeinne oldukdan sonra, rûhun nûrları altından çıkıyor. Mahlûklar âlemine bağlanıyor. Bu bağlılıkla, insanları Allahü teâlânın rızâsına çağırıyor.

Nefs hulâsadır, toplulukdur dedik. His organları ve hareket organları ve kuvvetleri, nefsin tafsîlidir, açıkda bulunan parçalarıdır dedik. Çünki nefsin etden olan kalbe ya'nî yüreğe bağlılığı vardır. Yüreğin de, (Hakîkat-i câmi'a-i kalbiyye), ya'nî kısaca kalb veyâ gönül denilen latîfeye bağlılığı vardır. Yürek, gönüle olan bu bağlılığı sebebi ile, rûha da bağlanmış olur. Rûhdan gelen feyzler, bu bağlılıklar vâsıtası ile nefse gelir. Sonra nefsden organlara ve kuvvetlere yayılır. Bunlar nefsde hulâsa olarak mevcûddur. Bu anlaşılınca, Evliyânın iki kısmının başka oldukları anlaşılmış olur. Birincileri, sekr sâhibleridir, ya'nî şü'ûrsuzdurlar. İkincileri sahv sâhibleridir. Ya'nî şü'ûrludurlar. Birincileri dahâ şerefli, ikincileri ise, dahâ üstündür. Birincilerin hâli Evliyâlığa uygundur. İkincilerin hâli Peygamberliğe uygundur. Allahü teâlâ, bizleri Evliyânın kerâmetlerine kavuşmakla şereflendirsin ve Enbiyâya ?salevâtüllahi teâlâ ve selâmühü alâ nebiyyinâ ve aleyhim ve alâ cemî'i melâiketil mukarrebin vel'ibâdissâlihîn ilâ yevmiddîn" tam uymakla yükseltsin! Bu satırları yazan düâcınızın, arabîsi, fârisîsinden dahâ güzel değil ise de, şerefli mektûbunuz arabî kelimelerle yazılmış olduğundan, mektûbumuzu da, sizin gibi yazdık. Sözümüz burada temâm oldu. Hepinize selâm olsun!

Mektubatı Rabbani
22. mektuptan..
"Yardımı yoksa kula, Hakkın ve has kullarının;
Melek olsa da, gitmez karası safhalarının."

****
Keremli zatlarla olan işte neden güçlük olsun.


mektubat' tan

dile özle fakat..

Dile, özle; fakat ölçülü dile, özle..
bir saman çöpü bir dagi kaldiramaz.
Dünyayi aydinlatan güneş, birazcik yaklaşsa herşey yanar-gider.

Mevlana Celaleddin Rumi
Mesnevi[ I, 140-1 ]

ALÂK SÛRESİ

Bismillahirrahmânirrahîm
1,2.
Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı “alak” dan yarattı.
3.
Oku! Senin Rabbin en cömert olandır.
4,5.
O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir.
6,7.
Hayır, insan kendini yeterli gördüğü için mutlaka azgınlık eder.
8.
Şüphesiz dönüş ancak Rabbinedir.
9,10.
Sen, namaz kıldığında kulu (bundan) engelleyeni gördün mü?
11,12.
Ne dersin, ya o (engellenen kul) hidâyet üzere ise; ya da takvayı (Allah’a karşı gelmekten sakınmayı) emrediyorsa!?
13.
Ne dersin engelleyen, Peygamberi yalanlamış ve yüz çevirmişse!?
14.
O Allah’ın, her şeyi gördüğünü bilmiyor mu?
15,16.
Hayır! Andolsun, eğer vazgeçmezse, muhakkak onu perçeminden; o yalancı, günahkâr perçeminden yakalarız.
17.
Haydi, taraftarlarını çağırsın.
18.
Biz de zebânileri çağıracağız.
19.
Hayır! Sakın sen ona uyma; secde et ve Rabbine yaklaş.

8 Ekim 2009 Perşembe

H.Z. ŞEYH'İN DUASI

H.Z. ŞEYH'İN DUASI

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM


Şeyhu'l Ekber, nadide zümrüt, parlak nur, efendim, Şeyh Muhyiddin Muhammed b. Ali b. Ahmed el-Mağribi, el-Endülüsi:

- Allah, Muhammed ve al-i Muhammed hakkı için bizi dünya ve ahirette onun
ilimlerinden faydalandırsın- der ve şöyle devam eder:
- Hamdolsun Allah'a, uygun kılmasının güzelliğinden dolayı.
O'ndan diliyorum; Yoluna salik olmayı nasip etmesini,
Bu yolu tah-kik ehli biri olarak kat etmemi ilham etmesini,
Yolunu tasdik etmekten dolayı huzura ermiş mutmain bir kalp bahşetmesini,
Önce geçmesini sağlayan özelliklerle donattığı aydınlık bir akıl vermesini,
Şereflendirmesinin makamına huzur veren bir sururla koşmayı,
Cehaletten uzaklığın mutmainliğini yaşayan bir nefis, fikrin kıvılcım ve şuleleriyle parlayan bir anlayış,
Fethin pınarından ve halis şarabından zahir olan bir sır,
Neşenin genişliği ve enginliğiyle açılmış bir lisan vermesini,
Fani dünyanın çekici süslerinden ve zevk veren cazibesinden beri, yüksek bir
düşünce bahşetmesini,
Kevnin batışında ve doğuşunda varlığın sırrını gözlemleyen bir basiret nasip
etmesini,
Huzur rüzgarının arındırması neticesi her türlü bozukluktan beri duyular vermesini,
Noksanlığın taşkınlığından ve tatbikinden uzak tertemiz bir fıtrat vermesini,
Şeriatın egemenliğine ve güvencelerine uyan bir huy,
Toplayıp ayırmaya elverişli bir vakit bahşetmesini...
Salât ve selam Muhammed'e- al-i Muhammed'e ve grubuna,
Ondan sonraki halifelere ve yolunu izleyen tabîlerine,
Selam ve esenlik onların üzerine.
Bil ki, varlıktan ve şühuddan murat Allah'tır ve amaç da O'dur.
Ne inkar var ne de rat.
O, bana yeter ve O ne güzel vekildir.


Abdullah M.İbn.Arabi (k.s.)


Amin ..

mektup=9

NOT : İMAM-1 RABBANÎ Hz. bu mektubu pek keremli şeyhi Muhammed Bakibillah'a yazmıştır.

***
Şöyle bir kimsenin arzuhalidir:
Kara yüzlü bir kaçaktır. Kötü huylu kusurludur. Haline, zamanına aldanmıştır. Mevlânın muhalefetine tam manası ile gayret eder. Azimet (zor) ve uygun yolları bırakmıştır. Halkın gördüğü yerleri süsler; ama Yüce Hakkın nazargâhını harab etmiştir. Bütün himmetini dışının süsüne harcamış; batın ciheti ile, ağyara dönmüştür. Sözü haline aykırı olup hali dahi hayaline dayalıdır.

Bu uykudan ve bu hayalden ne hâsıl olur?. Bu halden ve bu sözden ne çıkar?
Vaktini kaçmakla ve ziyanla bitirdi. Sermayesi kabalık ve dalâlet oldu.
Nefsi, şerrin ve fesadın mebdei olup zulüm menşei oldu. Kulların Rabbına masiyet kaynağı haline geldi.
Hülâsa bu kul: Mücessem günahlar, toplu ayıplarla doldu.
Hayır işleri itilmeye ve redde lâyıktır. Hasenatı dahi atılmaya ve tarda lâyıktır.

«Nice Kur'an okuyan vardır ki, Kur'an ona lanet eder.»

Manasındaki hadis-i şerif, bunun adil şahididir.

«Nice oruç tutan vardır ki, oruç ona lanet eder.»

Manasına gelen hadis-i şerif, onun şanında doğru şahiddir.
Makamı, kemali, hali ve derecesi anlatıldığı gibi olana yazıklar olsun.
Bunun istiğfarı da günahtır; diğer günahlar gibi; hattâ onlardan da şiddetlidir. Tevbesi dahi masiyettir; sair masiyetlere benzer. Belki onlardan daha kötüdür.
Her yaptığı kötülüğün neticesi, kötülük oluyor. Bunun doğruluğu şu manadaki şiirden anlaşılır:

O ki, diken tohumu atar;
Nasıl taze üzümler toplar.

Onun bu hastalığı özüne işlemiştir; ilâç kâr etmez. Derdi de yerleşmiştir; ilâcın faydası olmaz. Tıpkı: Mizacı bozulan gibi.. Bir şeyin özü, kendi özünden ayrılır mı?. Bu manada gelen bir şiir şöyledir:

Habeşî'nin siyahlığı nasıl gider?.
Siyahlık aslîdir, soyuna çeker.

Durum anlatıldığı gibi olunca, biz ne yapabiliriz?. Bu manada şu âyet-i kerime sarihtir:

«Allah onlara zulmetmedi; lâkin onlar, kendi nefislerine zulmederler.» (16/33)

***
Evet.. Sırf hayır olan bir mana, sırf şer olan bir şeyi davet eder; şundan ki: Hayırlı olmanın hakikati zahir olup, meydana çıksın..
Sonra..

Eşya, ancak, zıdları ile açıklanabilir.
Hayr ve kemal, hazır oldukları zaman; şer ve noksanlık, karşısından ayrılmaz .olur.
Şu mana da açıktır: Güzellik ve cemal elbette ayna ister. Ayna ise., ancak bir şeyin karsısında olmalıdır.
Şu manada hiç bir şüphe yoktur: Şer, hayrın aynasıdır; noksanlık dahi kemalin aynasıdır; karsısında durur. Noksanlık azalınca, kemal artar; şer azalınca da, hayır bollaşır.
Asıl şaşılacak mana şudur: Bu kötüleme, övme manasının yüzünden açıldığı zaman; şer ve noksanlık hayra ve kemale mahal olur.

Yukarıda anlatılan manalar açısından bakılınca, şunda şüphe olmadığı görülür: Kulluk makamı bütün makamların üstündedir; çünkü: Bu mana kulluk makamında eksiksiz ve ekmeldir. Bu makamla ancak sevilen zatlar şerefyab olurlar. Sevenler ise., müşahade zevkine dalıp lezzet alırlar. Kullukla lezzete dalmak, onunla ünsiyet etmek ancak, sevilen zatlara mahsustur. Yâni: Yüce Hak tarafından sevilmiş olanlara.. Sevenlerin ünsiyeti sevilen zatı müşahedededir. Sevilmiş olanların ünsiyeti ise., sevilen Yüce Hakkın kulluğundadır.
İşbu kullar, bu ünsiyet, bu devlet ve bu nimetle şerefyab olmuşlardır.
Anlatılan bu meydanın süvarisi olan üstün zat, mutlak olarak: Dünyanın ve âhiretin efendisidir; evvellerin ve âhirlerin efendisidir; Alemlerin Rabbı Allah'ın sevgilisidir. Salâvatın en tamı ona, saygıların en eksiksizi ona..

***

Asıl dileğim odur ki: Bir şahıs, bu devlete sırf ilâhî ihsan olarak ersin. Ama önce şöyle olmalı: Resulüllah S.A. efendimize mütabaatta, tam olarak yerleşsin.. Sonra bu mütabaat, onu en yüksek zirveye çıkarır.
İşbu anlatılan durum şu âyet-i kerimede manasını bulur:

«Bu, Allah'ın fazlıdır; onu dilediğine verir. Ve.. Allah, büyük fazlın sahibidir.» (62/4)

***
Anlatılan şerden ve noksandan murad, onlara karşı ilmî bir zevke sahip olmaktır; onlarla sıfatlanmak değildir. İşbu ilmin sahibidir ki, Yüce ve Mukaddes Allah'ın ahlâkı ile ahlâklı olmuştur. Aynı zamanda anlatılan ilim: Sözü edilen ahlâka sahip olmanın bir neticesidir. Kendilerinde bu iki hale karşı, ilmî bir ilgiden gayrı, bir şey olmayınca, bu makamda nasıl bir yeri olabilir?. Kaldı ki bu ilim, ancak, katıksız hayrı, tam olarak müşahede sonunda gelir. Bu müşahedenin yanında, başka her şey, şer olarak görünür. Bu müşahede ise., ancak mutmainne nefis, kendi makamına nüzul ettikten sonra olabilir.

Anlatılan mananın olması için, bazı şeyler gerekir. Şunu hemen açıkça anlatalım: Bir kul, nefsanî .hazzını atmadıkça, onun hazzını yere vurmadıkça, halen anlatılan mertebeye eremez. Şanı Yüce Mevlâsının kemalinden kendisine nasib gelmez. Hele kendini Mevlânın aynı, sıfatlarını da onun sıfatları itikad eden kimse bir yana.. Yüce Allah, böyle bir halden yana, tam bir üstünlüğe sahiptir Kaldı ki, böyle bir itikad: Esma ve sıfatta ilhaddır. Bu itikada sahib olan zümre; Yüce Allah'ın şu buyruğu altına girmişlerdir:

«Onun esmasında ilhada düşenleri bırak.» (7/180)

***
Şu da bir başka hakikattir: Cezbesi, sülûkünü geçen herkes, sevilenlerden olamaz. Ama, sevgililer arasına girmek için, cezbenin takaddümü (daha önde olması) şarttır.
Evet..

Her cezbe, mahbubiyet manasından bir nebze bulunur; şundan ki: Cezbe Onsuz olamaz.
Anlatılan bu cezbeli mana: Arızalar babından, arızî bir sebebden onlarda hâsıl olmuştur; zatî değildir. Çünkü zati mana, eşyanın hiç biri ile muallel değildir. Şunu görmez misin ki: Her müntehi sayılan kimseye, sonunda cezbe müyesser olur. Hem de, kendisi sevenler zümresine dahil olduğu halde.. Bu meyanda, kendisinde, arızî bir vasıta ile mahbubiyet manası zahir olur. Halbuki bu, onun için yeterli değildir. Yani: Bir salik için, sırf sevilen olmak yeterli değildir. Anlatılan arızî şey, (Yani: Cezbe) bir manaya göre: O kimsede, tasfiye ve tezkiyedir.
Anlatılan arızî mana, özellikle müptedilerde görünür ki bu: Resulüllah S.A. efendimize ittiba olarak meydana gelir. İsterse, umumî manada olsun. Aynı mana, müntehi sayılanlarda da olur. Bu dahi, Resulüllah S.A. efendimize bir ittiba sonucudur.

Aynı mananın, zatî yönden gelen bir fazilet olarak zuhuru; mahbub zatlarda dahi, Resulüllah S.A. efendimize tabi olmaya bağlıdır.
Bu hususta, açık olarak şunu demek istiyorum:
Bu zatî mananın zuhuru, sırf Resulüllah S.A. efendimizle zatî münasebet yolundan olmaktadır.
Bu münasebeti şöyle anlatabiliriz: Bir isim düşünün; ki o: Resulüllah S.A. efendimizin Rabbıdır. (Yani: O ismin sahibi) Resulüllah S.A. efendimizin Rabbı olan (terbiyesine gelen) isim ise., anlatılan bu hususiyette vakıaya uygundur. Yani: Anlatılan mana hususiyeti babında..
İşbu saadet, anlatılan sebeble kazanılır. Yani: Resulüllah S.A. efendimize tabi olmak yolundan.. Ama, tam manası ile..
Doğruyu en iyi Allah bilir. Gidiş ve dönüş onadır. Hakkı meydana çıkaran Allah'tır; bu yola hidayet eden odur.

***

imam rabbani hazretleri (k.s.)
mektup=9

mektubat'tan..

**
Şu mana açıldı: Bir işin gereği olan güç, o işle beraberdir; fiilden evvel bir güç yoktur. Kudret yapılan işle eş olarak gelmektedir.
Gelen teklif ise., sebeblerin ve duyguların sağlam olmasına dayanır. Nitekim ehl-i sünnet uleması da, bunu böyle kararlaştırdı.

***

Şunu biliyorum: Yüce Hak, bu âlemin aynı olmadığı gibi; ona muttasıl ve ondan munfasıl değildir. Ne âlemle beraber, ne de ondan ayrıdır. Onu sarmış ve ona geçmiş de değildir.
Şunu da biliyorum: Zatlar ve sıfatlar, hep birden Yüce Hak için mahluktur. Ama böyle demek:
Mahlukatın sıflatları, Yüce Hakkın sıfatları, mahlukatın fiilleri Yüce Hakkın filleridir.
Manasına gelmez.
Elbette şunu biliyorum: Fiillerde müessir olan, ancak Yüce Hakkın kudretidir. Mahlukun kudretinin bunda hiç bir tesiri yoktur. Nitekim, kelâm ulemasının kavli de budur.
Şunu da biliyorum: Yüce Hakkın yedi sıfatı mevcuttur.
Şunu da biliyorum: Yüce Hak iradelidir; diler.
Kudreti, şu manada tasavvur ediyorum: Bir fiilin sıhhati ve terkidir.. Ama yakin hali ile.. Ancak şu manada değil: Dilerse yapar, dilemezse yapmaz.. Fakat, bu ikinci şart için:
Vukuu mümkün değildir..
Diyemem. Tıpkı bazı hükemanın dediği gibi.. Yani: Sefih felsefeciler ve bazı sofiye gibi.. Böyle bir şey, sözü Yüce Hak için zorlamaya götürür ki, bu: Hükema usulünce söylenen bir söz olur.
Kaza ve kader meselesi üzerine ulemanın kavline itikad sahibiyim. Zira mülkün sahibi Yüce Zat, kendi mülkünde istediği gibi tasarruf edebilir.
Kabiliyetin ve istidadın, bu işlerde bir dahli olduğu görüşünde değilim. Şundan ki: Böyle bir şey, Yüce Hak için zorlama olur. Halbuki o: Muhtar bir zattır; dilediğini yapar. Kıyas budur.

...

imam rabbani hazretleri (k.s.)
mektubat

mektubatı rabbani'den (6.mektup)

..

Şanı büyük mutlak mürşid olan Yüce Hak, üstün teveccüh bereketi ile; bana şu ikramda bulundu: Cezbe ve sülük terbiyesi..
Sonra..
Beni celâl ve cemal sıfatları ile terbiye etti. Şu anda: Celâl cemalin aynı oldu; cemal dahi celâlin aynı oldu.
..

Bu terbiyenin alâmeti: Zata dayalı sevgide tahakkuktur. Anlatılan manada tahakkuk olmadan, bu terbiyenin husulüne yer yoktur.
Zata dayalı sevgi, fena bulma alâmetidir. Fena ise.. Allah-ü Taâlâ'nın zatından başka şeyleri unutmaktır.
İlimler, tam manası ile sine sahasından ayrılmadıkça; cehl-i mutlakla tahakkuk hâsıl olmadıkça, fenadan yana nasip gelmesi imkânsızdır.
Anlatılan manadaki cehil, daimîdir; onun zevaline imkân yoktur. Bazen gelip bazen de giden cinsten değildir.
Bu babda son gaye mana şudur: Bekadan evvel sırf cehalet vardır; bekadan sonra da cehalet ve ilim birleşir. Burada anlatılan cehalet gözünde şuur vardır; hayret gözündeyse.. huzur..
İşbu anlatılan makam: HAKK'el-YAKİN makamıdır; orada ilimden ve aynden sayılan her biri, diğerine perde olamaz. Misali anlatılan cehaletten önce gelen ilim, itibar derecesi dışındadır.
Her nekadar bu makamda ilim varsa da, özdedir; şuhud varsa, o da özdedir; marifet dahi özdedir. Dışarıda göz kaldığı süre; özünde hâsıl olan bir şey yoktur.
Şayet nazar, öze dönük ise., yani: Tamamen.. O zaman uygun olan: Nazarın tamamen dıştan kesilmesidir.
Bu manada Hace Nakşibend Hz. şöyle anlattı:
? Ehlüllah, fenadan ve bekadan sonra ne görürlerse., onu kendi özlerinde görürler. Marifet yollu elde ettikleri her şeye de, kendi özlerinde arif olurlar. Hayretleri dahi, yine kendi özlerinde olur.
Bundan açıkça anlaşılıyor ki: Müşahede, marifet, hayret sadece özdedir; onun dışında bir şey değildir. Bunlardan, yalnız biri özde bulunursa., fenadan yana haz ve nasib yoktur. Onlardan bir kısmı dışarıda olunca,, sonunda gelmesi umulan beka nasıl gelsin?. Fena ve beka işindeki mertebelerin nihayeti budur. Ve bu: Mutlak fena halidir. Mutlak fena ise., diğerlerine göre, daha şümullüdür. Beka durumu dahi, fena hali mikdarına göre olur.

...

Ayıklık haline gelince., avam insanlarda bulunan acz, korku, hüzün, gam, ferahtan yana ne varsa., ayıklık hali sahibinde mevcuttur.
Başlangıçta duadan gaye: Belânın kalkması değildi; ama bu mana gönlüme pek hoş gelmiyordu. Ancak, içinde bulunduğum bir hale mağlûb olmuştum.
Bu arada aklıma gelen şu oldu: Peygamberlerin duaları, yalnız niyetlerinin hâsıl olması yönünde değildir. Allah-ü Taâlâ onlara salâtlar ve selâmlar eylesin.
Son anlatılan hale erdikten sonradır ki: İşin hakiki yüzü meydana çıktı. O zaman bildim ki: Peygamberlerin duaları Yüce Hakka karşı acz, iftikar, korku, inkisar yönlüdür; yalnız ilâhî emir gereği değildir.

...

imam rabbani hazretleri (k.s.)
mektubat, 6. mektuptan bölümler

7 Ekim 2009 Çarşamba

Fecr Sûresi

Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla
1.Fecre andolsun,
2.On geceye,
3.Çifte ve tek'e,
4.Akıp-gittiği zaman geceye,
5.Bunlarda, akıl sahibi olan için bir yemin var, değil mi?
6.Rabbinin Ad (kavmin)e ne yaptığını görmedin mi?
7.'Yüksek sütunlar' sahibi İrem'e?
8.Ki şehirler içinde onun bir benzeri yaratılmış değildi.
9.Ve vadilerde kayaları oyup biçen Semud'a?
10.Ve kazıklar (ehramlar) sahibi Firavun'a?
11.Ki onlar, şehirlerde azgınlaşmışlardı.
12.Böylece oralarda fesadı yaygınlaştırmış-arttırmışlardı.'
13.Bundan dolayı, Rabbin, onların üzerine bir azap kamçısı çarpıverdi.
14.Çünkü senin Rabbin, gerçekten gözetleme yerindedir.
15. Fakat insan; ne zaman Rabbi kendisini bir denemeden geçirse, ona bir keremde bulunsa, nimetler verse: "Rabbim bana ikram etti" der.
16.Ama ne zaman onu deneyerek, rızkını kıssa, hemen: "Rabbim bana ihanet etti" der.
17.Hayır; aksine, siz yetime ikram etmiyorsunuz.
18.Yoksula yedirmek için birbirinizi teşvik etmiyorsunuz.
19.Mirası, sınır tanımaz (helal, haram aldırmaz) bir tarzda yiyorsunuz.
20.Malı 'bir yığma tutkusu ve hırsıyla' seviyorsunuz.
21.Hayır; yer, parça parça yıkılıp darmadağın olduğu,
22.Rabbin(in buyruğu) geldiği ve melekler dizi dizi durduğu zaman;
23.O gün, cehennem de getirilmiştir. İnsan o gün düşünüp-hatırlar, ancak (bu) hatırlamadan ona ne fayda?
24.Der ki: "Keşke hayatım için, (önceden bir şeyler) takdim edebilseydim."
25.Artık o gün hiç kimse (Allah'ın) vereceği azap gibi azaplandıramaz.
26.Onun vuracağı bağı hiç kimse vuramaz.
27.Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis,
28. Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön.
29Artık kullarımın arasına gir.
30- Cennetime gir.

6 Ekim 2009 Salı

Efendimiz (s.a.v) 'den bir dua

Ey Allah'ım ! Birini delalete düşürmekten veya delalete düşürülmekten ,birini yanıltmaktan veya birinin beni yanıltmasından , birine zulmetmekten veya birinin bana zulmetmesinden cahilce davranmaktan veya birinin bana cahilce davranmasından sana sığınırım.

s.a.v.

Ebu Davud Edeb 103;Tirmizi Daavat 34;İbn Mace Dua 18

Dil kalbin aynasıdır.

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri buyuruyorki:

"Dil kalbin aynasıdır. Gönül de, ruhun aynasıdır. Ruh, insanın hakîkatinin aynasıdır. İnsanın hakîkati de, Hak teâlânın aynasıdır. Bilinmiyen hakîkatler, bilinmiyen zattan çıkıp, bu uzun yollardan geçerek, dile gelir. Söz hâlini alarak, hakîkatlere uygun yaradılışlı olanların kulaklarına gelir."

"Bütün kerametleri bize verseler, fakat itikadımız ehl-i sünnet değilse, hâlimiz haraptır. Eğer bütün haraplıkları, çirkinlikleri verseler itikadımız ehl-i sünnet ise, hiç üzülmemeliyiz."


"Büyüklerden birkaçının hizmetinde bulundum. Bana iki şey ihsân ettiler. Birisi şudur ki, herne yazsam yenilik olur. Eski birşey söylemem. İkincisi de, her ne söylesem beğenilir, red edilmez."

"Yâ Rabbî! Bana, doğru îman ve sonu küfür olmıyan yakîn ihsân eyle!" Amin

mektubatı rabbani'den

farisi beyt tercemesi

***
Her dilenci, olur mu bir kahraman?
nerede sivri sinek, nerede Süleymân?

****

Dar olan şekil ve sûret kabına manâ nasıl sığar?
Dilencinin kulübesinde, sultânın ne işi var?

***

Aynen görmek nerede? aynadaki nerede?
Hangi ayna ötelerden suret verir?

5 Ekim 2009 Pazartesi

yolunuzu aydınlatacak bir nur

"Ey îmân edenler! Allah'tan korkun ve Peygamberine inanın ki O, size rahmetinden iki kat versin ve size ışığında yürüyeceğiniz bir nûr lütfetsin; sizi bağışlasın. Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir. " hadid 28

s.a.v.

Allahumme salli ala seyyidina Muhammedin tıbbil’kulubi ve devaiha ve afiyetil abdani ve şifaiha ve nuril’ebsari ve ziyaiha ve ala alihi ve sahbihi ve sellim.

Ey Allahım ! kalblerin doktoru ve devası, vucutların şifası, gözlerin nuru ve ziyası olan Muhammed’e (S.A.V.) aline ve ashabına salatu selam eyle.

Muaz`i (r.a.) haline birakiniz.

Ashâb-ı Kirâm'dan Muaz (r.a) bazen ince ve derin dinî mese­lelere işaret eder, şöyle derdi: “Geliniz, bir anımızı imanlı geçirelim.” Bunun mânası: “Geliniz, bir anlık olsun zevk âlemine dalalım; geliniz, o yüce kapıdan bir anlık olsun içeri girelim.”
Bu kelâmı ile Muaz (r.a) her şeye esas nazarla bakılmasını ve yakîn gözü ile görülmesini isterdi. Zahirde her İslâm adını alan, iman sahibi olamaz. Derin, ince ve önemli meselelere akıl yorması ve an­laması lazımdır. Benliğinde ilâhî bir yakınlık duymayan da iman sa­hibi olmaz. Muaz (r.a) bunları iyi bilirdi. Sözlerini bilgisine göre söylerdi.
Sözü, Peygamber (s.a.v) Efendimiz’e şikâyet yollu duyuruldu: “Sanki imanımız yok mu da, bize Muaz böyle diyor?” Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurdu.
“Muaz'ı haline bırakınız.”

Pir Abdulkadir Geylani (k.s.)

bildiginle amel edersen;..

Ey evlat! Söylerler ki; “Her şeyi incelikleri ile öğren, sonra ayrıl.”
İlk başta dış hâline gerekenleri öğren; sonra onu bırak. İç âle­mine lazım olanları belle. Dış emirleri yerine getir, Hakk'a yakın olursun. Zahirde beyan olunan emirleri yapmak dış âleme nur verir. İç âlemine ait olanı yapmak ise ruhu aydınlatır. Teferruatı öğrenme­ye hacet yoktur. Bir temel kurulunca gerekenler onu takip eder.
İç âlemini süsle, dış hâlinde yaptığın ibadet, içini aydınlık kılar. Bu aydınlık Rabb’inle senin aranda olur. Her ne zaman bildiğinle amel edersen, hak yola girmiş olursun. Seninle O'nun arasında kapı­lar açılır, perdeler kalkar. Çünkü seni zatına seçmiştir.
“Rabbimiz, bize dünyada iyilik ver, âhirette iyilik ver. Ateş aza­bından cümlemizi koru.” (el-Bakara, 2/201)

Geylani Hazretleri (k.s.)
ilahi armagan

gece

Allah’ın kitabında, her yerde gece gündüzden önce zikredilir.
Peygamberlerin isrası (gece yolculuğu/miracı) onda gerçekleşmiştir.
Faydalar gece elde edilir.
Hak gece vakti kullarına tecelli eder.

Gece, takdirlerin akısı altında yaşanan bir sükut vaktidir.Gece gayedir. Çünkü gece iddianın yokluğudur; ne varlık kalır, ne sekil.

ibn arabi (k.s.)

ibn-i Arabi' den (k.s.)

-Dedim ki, Ya Rab!.. Ne ile sana yaklaşayım?..
Dedi ki, Bende olmayanla.
Dedim ki, Sende olmayan nedir?..
Dedi ki, Zillet ve muhtaçlık!...

ibn arabi (k.s.)

o kadar düşün, o kadar sev ki..

Deli divâne oldum. Bir delinin uyuması hatadır. Çünkü Deli, uykunun yolu nerededir. Bilmez ki onu bulsun da uyusun. Allah uyumaz. O uykudan beridir arınmıştır. Sen Allah'ı o kadar düşün, o kadar sev ki Allah delisi ol ki "nerde olursan ol, ben seninle beraberim' (Kuran-ı Kerim 57/4) sırrına er de), Allah'la yatıp Allah'la kalkasın.

Mevlana Celaleddin Rumi (k.s.)
rubailerden

4 Ekim 2009 Pazar

Amenerrasülü..

Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü'minler de (iman ettiler). Her biri; Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler ve şöyle dediler: "Onun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz." Şöyle de dediler: "İşittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Senden bağışlama dileriz. Sonunda dönüş yalnız sanadır."

Allah bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar. Onun kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. (Şöyle diyerek dua ediniz): "Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et."

bakara 285-286
Allah-ü Taala, Davud’a (A.S) şöyle buyurdu:

- “Ya Davud, ben daimi kuvvetinim, bu kuvvetini nefsine düşman olarak ibadete vermeğe çalış. “

- “Ey Davud, nefsini bırak, çünkü o, daima münazaa çıkarır. “

fütuhul gayb, Geylani Hazretleri(k.s.)

Zuhurata uyup durma.

Derhal harekete geç, miskin miskin oturma. Kadere teslim olup kalma... Zuhurata uyup durma. Allah’ın emirlerini yerine getirmek için bütün gücünü kuvvetini sarf et. Aciz kalırsan Allah’tan yardım iste. O’na tazarru et, yalvar. Acaba:- “Niçin ibadetten geri kaldım? “De ve sebebini araştır. Belki de buna sebep senin bazı lüzumsuz şeyler istemen olmuştur. Belki de bazı edebe uymayan haraketler yapmışsındır. İhtimal ki, ibadete gevşek davrandın, gücüne kuvvetine güvendin... Ve nihayet bilgine güvendin, nefsi ve halkı, Allah’a karşı ortak yaptın. Netice, bunların hepsi senin helakına sebep oldu. Mevla da sana bu yüzden rahmet kapılarını kapadı. Taatından azletti. Hizmetinden kovdu. Yardımını kesti. İyilik yüzünü senden çevirdi. Ve nihayet sana kızdı, darıldı. Dünyayı, nefsi, şahsi arzuları senin başına bela etti...İyi bilmelisin ki, bu gibi adi işlerle uğraşmak, iyi meşguliyet değildir. Bunlarla uğraşmak seni yaratanın, besleyenin rahmetinden uzaklaştırır...
...
Allah’ın yasak ettiği bir şeyi yapmakla karşılaşırsan şöyle ol: Mafsalların birbirinden ayrılmış, duygun yok olmuş, kalbin kırılmış, cesedin ölü, ümitlerin kırılmış, adet ve resmiyeti unutmuşsun. Gözünde bütün sahra karanlık ve bulunduğun yeri yıkılıyormuş gibi gör. Bina eskimiş, tavan çökmek üzere. Böylece oturduğun yerde hissiz, duygusuz kal. Kulağın sağır olsun, sanki öyle yaratılmışsın bil. Dudakların oynamaz olsun, lisanında lallik olan gibi ol. Dişlerin bir güçlük karşısında kalmış, dökülüyormuş farzet. Kolları çolak gibi, bir şeyi tutamaz olsun. Ayakların çaprazlaşmış, bir yere gidemiyor, yürüyemiyor gibi gör. Kendini cinsi münasebetten aciz bil. Öyle, sanki, cinsi hiçbir şeyle meşgul olmamışsın...Karnın hiçbir şey yiyemiyecek kadar dolu olsun. Yemeğe ihtiyaç duyma. Aklın bozulmuş olsun, kendini mecnuna benzet. Kabre doğru gidiyormuşsun gibi düşün...Hülasa olarak şunları söylemek isterim ki: Allah’ın emirlerini derhal duymağa çalış ve koş!.. Yasaklarına karşı olduğun yerde kal, gitme!.. İlahi kader karşısında cansız ol, yokluğa gömül, fani ol...

Bu şerbeti hoşlukla iç... Kendini bununla tedavi et. Bundan gıda al... Günahın verdiği manevi hastalıklardan bununla kurtulursun. Nefsin illetini ancak böyle temizleyebilirsin.Bu işler, Allah’ın izni ve dilemesiyle olur...

fütuhul gayb, Geylani Hazretleri (k.s.)

az kalsin kesemeyeceklerdi

....
Ama insanda sarı renklidir nefis. Bunun nedeni de kalbin yanı başında, onun komşusu olduğunu idrak edişinin nuraniliğinin galip gelmesidir. Çünkü sarı renk, üzerine beyaz renk baskın gelmiş kırmızı renkten ibarettir. “Parlak tüylüdür.” İstidadının saflığından, kalbin nurunun parıldayışının üzerine yansımasından dolayı rengi göz alıcı parlaklığa sahiptir. “Bakanların içini açar.” İstidat nurunun gücünden ve parıldayışından dolayı bakanların içini açar. “Bakanlar” derken, istidatlara muttali olan kâmiller kastedilir. Çünkü kâmil insanlar, istidat ve basiret sahiplerini severler, onların huzurunda olmaktan zevk duyarlar. “Nasıl bir inek keseceğimizi anlayamadık.” Çünkü, bu niteliklere sahip çok inek vardır. İstidat sahibi çok kimse vardır, ama her istidat sahibi talip değildir. Nitekim şöyle denmiştir: “Her tabiat, kabiliyet sahibi değildir. Her kabiliyet sahibi talip değildir. Her talip sabırlı değildir ve her sabreden de bulmaz.” “Biz, inşallah emredileni yapma yolunu buluruz.” Bu ineği kesmenin bir yolunu buluruz.
“İnşallah…” demeleri istidat sahibi olduklarının delilidir. Çünkü olayların Allah’ın dilemesine bağlı olduğunu, O’nun muvaffak kılmasıyla kolaylaştıklarını biliyorlardı. Bu yüzden Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Eğer (inşallah diyerek) istisna etmeselerdi, emredileni zaman durdukça gerçekleştiremezlerdi.”
“Henüz boyunduruk altına alınmamıştır.” Şeriatın emrine boyun eğip uymamıştır. Salih ameller ve ibadetlerle istidat yerini sürmemiştir. İçinde bil kuvve bulunan irfan ve hikmet ekinini sulamamıştır. Kesbi ilimler ve nüfuz edici fikirleri suyunu sunmamıştır. Çünkü bu tür sığırların boğazlanmaya ihtiyacı olmaz. “serbest dolaşır (salmadır)” Sahibi meraya serbestçe otlasın diye salmıştır. Kurallar, gelenekler, kanunlar ve adaplarla idare edilmemektedir.“Renginde hiç alaca yoktur.” Herhangi bir itikad ve mezhep onda kökleşmemiştir. Çünkü boğazlanmaya elverişli değildir. “İşte şimdi gerçeği anlattın.” Kemale hazır, iştiyak duyan ve arzu eden kimsenin açıklaması gibi sabit gerçeği söyledin. “Bunun üzerine kestiler, ama az kalsın kesmeyeceklerdi.”
Çok soru sormalarından, meselede gereksiz abartmaya yeltenmelerinden, konuyu alabildiğine derinleştirmelerinden, kesilmesi istenen sığırın durumunu enine boyuna kurcalamalarından, konuya dair açıklama ile ilgili fuzuli söz söylemlerinden dolayı az kalsın kesmeyeceklerdi. Çünkü bu tavırları nefsin hızlı davranma eğiliminde olmadığını, riyazetten yüz çevirdiğini, fuzuli davranışların ona galip geldiğini, onların da kendilerinden isteneni yapmakta zorlandıklarını, geciktirdiklerini gösteriyordu. Nitekim Resulullah (s.a.v) öyle buyurmuştur: “ Eğer ilk başta bulabildikleri herhangi bir sığırı kesselerdi, bu yeterli olacaktı. Ama onlar zorlaştırdılar, Allah da buna bağlı olarak yükümlülüklerini ağırlaştırdı.” Yani fuzuli bir araştırmaya kalkmasalardı, gereksiz sorular sormasalardı, kendilerinden istenen görev bu kadar ağırlaşmayacaktı. Hemen görevi yerine getirmeye yeltenmeleri kabiliyetlerinin ve iradelerinin gücünü ortaya koyacaktı. Kolay idare edilir, rahat yönetilir olduklarını ifade etmiş olacaklardı.Resulullah (s.a.v) “Sizden öncekiler çok soru sordukları için helak oldular.” buyurarak gereksiz ve çok soru sormayı nehyetmiştir. Yüce Allah bir ayette şöyle buyuruyor: “Açıklanırsa hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın.” (Maide, 101)
....

tefsir-i kebir,bakara 67-71 den
Ibn Arabi (k.s.)

2 Ekim 2009 Cuma

Amin..

Allâh’ım ! Beni yarattığın işte kullan. Bana tekeffül ettiğin, rızk sağlamakla uğraştırıp kalbimi onlarla dolduracağın şeylerle beni meşgûl etme. Zâten bana rızık vermeyi üzerine almışsın. Senden bunu taleb ettiğim halde beni mahrûm eyleme. Sana istiğfâr ettiğim halde bana azâb eyleme.
Allâh’ım ! Beni yarattığın işte kullan. Bana tekeffül ettiğin, rızk sağlamakla uğraştırıp kalbimi onlarla dolduracağın şeylerle beni meşgûl etme. Zâten bana rızık vermeyi üzerine almışsın. Senden bunu taleb ettiğim halde beni mahrûm eyleme. Sana istiğfâr ettiğim halde bana azâb eyleme.
Allâh’ım ! Beni yarattığın işte kullan. Bana tekeffül ettiğin, rızk sağlamakla uğraştırıp kalbimi onlarla dolduracağın şeylerle beni meşgûl etme. Zâten bana rızık vermeyi üzerine almışsın. Senden bunu taleb ettiğim halde beni mahrûm eyleme. Sana istiğfâr ettiğim halde bana azâb eyleme.
Amin

1 Ekim 2009 Perşembe

bazılarının beyan ettiği şeriatın zahirine göre beliren aykırı durum

.....
Keşiflerin tümü, şeriata mutabık olarak geldi; şeriatın zahirine kıl kadar aykırı bir durum yoktur.

Keşifler ciheti ile, sofiyeden bazılarının beyan ettiği şeriatın zahirine göre beliren aykırı durum, şu sebepler dolayısı ile olmaktadır:

a) Sehiv yolu ile.. (Manevî yanılma.)

b) Sekir yolu ile.. (Manevî sarhoşluk.) Yoksa, batınla zahir arasında hiç bir aykırı durum yoktur. Bu yola giriş esnasında beliren aykırılık, ancak nazarî bir arızadır; bunun giderilmesi de, teveccühle birleşmeye muhtaçtır. Amma, hakikî manada yolun sonuna varan müntehi zat; batını, şeriatın zahirine muvafık bulur.
Anlatılan manada, ulemanın marifeti ile meşayih-i kiramın marifeti arasındaki fark şöyle anlatılabilir:
Ulema, delillere ve dış bilgilere dayanarak marifet sahibi olur. Meşayih ise., keşifle, zevkle marifet sahibi olur. O büyüklerin hallerine, sağlamlık itibarı ile, anlatılan mutaba-attan daha iyi delil ne olabilir.

imam rabbani (k.s.)- mektubat

Sonun iyi geçmesini dile

Ey cemaat! Kıyamet günü kalpler karışık olur. Gözler döner. Ayaklar yerinden kayar. O gün her iman sahibi, iman kuvvetine gö­re ayakta durur. Kötü şeyleri bıraktığı miktar tutunabilir. Dünyada iman üzerine ne kadar sebat etmişse orada da o kadar dayanması kabil olur.
O gün zalimler, O'na teslimdir; nasıl zulüm ettiklerini görürler. Fesatçılar, O'nun eline geçmiştir. O gün yaptıkları fesadın hesabını nasıl verirler, görürsün. O gün, iyilik kabul etmeyenler, ıslah olma­yanlar, huzura alınmışlardır, efendiden kaçmanın, iyilik kabul etmemenin ne demek olduğunu anlarlar.
Ey evlat! Sonu bekle. Şu anda yaptıkların iyi olabilir. Fakat so­nu? İşte onu düşünmen gerek. Bu yüzden daima Hakk'ı iste. Sonun iyi geçmesini dile. Hak Teâlâ'dan bunu iste. O'na hangi iş sevgili ise, onun üzerine ruhunun alınmasını dile.
Sakın, yine sakın, tevbe edip tevbeni bozmayasın. Kötü şeyi bı­raktıktan sonra ona dönmekten çok kork. Herhangi birinin sözüyle tevbeni bozma. Nefsine, şahsî arzularına ve kötü şeylere uyma. Mevlâ’na muhalif olmaktan kork. İşte böyle, bugün isyan edersen, yarın Mevlâ seni perişan eder. Sana yardım elini uzatmaz.

Geylani Hazretleri (k.s)

bize Zât’ını ver..

Ey evlat! Malını ve nefsini O'nun kader eline teslim et. Varlığı­nı O'nun hükmü önüne ser. Satılacak şeyleri alana bırak. Bırak al­sın, parayı bugün ödemezse yarın öder ve kıymetinden daha fazlası­nı verir.
Ey Allah'ın kulları, nefsinizi O'na teslim ediniz. Parayı ve para edecek şeyleri düşünmeden O'na bırakınız. Söyleyiniz: “Nefis, mal, cennet senin olsun. Zat’ından gayri şeyler de senin olsun; bize Zât’ını ver. Başkasını istemiyoruz. Bize ev verirsin, içinde Sen olmayınca neyleriz? Yola çıktığımızda, yol arkadaşımız Sen olmadıktan sonra yol­culuğu ne yaparız?”
Ey cenneti isteyen, onu almak ve güzelleştirmek bugün olmalı­dır, yarın olmaz. Bugün onun sularını akıt, ırmaklarını çoğalt. Yarın yapamazsın. Hakk'ı bulursan hepsi kolay olur.

Geylani Hazretleri (k.s)

İnsana bir zarar geldiği zaman

İnsana bir zarar geldiği zaman, yan yatarak, oturarak veya ayakta durarak (o zararın giderilmesi için) bize duâ eder; fakat biz ondan sıkıntısını kaldırınca, sanki kendisine dokunan bir sıkıntıdan ötürü bize duâ etmemiş gibi geçip gider. İşte böylece haddi aşanlara yapmakta oldukları şeyler güzel gösterildi.

yunus süresi 12