29 Nisan 2011 Cuma

ilim

"Hiç şüphesiz ki ilim bir nurdur,Allah için ilim tahsil etmek ibadettir,İlmi aramak cihaddır,Bilmeyene öğretmek sada­kadır,İlmi müzakere etmek tesbihtir,Allah ancak ilimle bilinir ve Allah'a ancak ilimle ibadet edilir Allah,kavimleri ilimle yü­celtir ve diğer insanlara üstün kılar Milletler ancak ilimle doğru yola erişebilir."

İmam-ı Gazali (k.s.)

Böylece insanın yaratılışı, bu varlık sayesinde kuşatıcılık ve toplayıcılık rütbesini elde etmiştir, Allah insan sayesinde meleklerine kesin kanıt getirebilmiştir.

Öyleyse alemde insan, yüzükteki kaş gibidir. Kaş, padişahın hazinelerine vurduğu mühür ve nişandır.Allah insanı bu nedenle 'halife' diye isimlendirdi.Mühür hazineleri nasıl korursa, Allah da insan vasıtasıyla alemi korur. Hükümdarın mührü hazinler üzerinde bulunduğu sürece, hiç kimse onun izni olmaksızın hazineleri açmaya yeltenemez. Allah, mülkü (olan alemi) koruması için insanı halife yaptı.Bu 'kamil insan' alemde bulunduğu sürece alem korunur.

Bakınız! insan dünya hazinesinden ayrılıp çıksaydı, Hakkın o hazinede gizleyeceği birşey kalmaz, alemde bulunan herşey ortaya çıkar, birbirlerine karışır, hayat ahirete göçerdi. insan, ahiret hazinesi üzerinde de ebedi bir mühürdür. Tanrı'nın suretindeki her isim insanın suretinde ortaya çıkmıştır. Böylece insanın yaratılışı, bu varlık sayesinde kuşatıcılık ve toplayıcılık rütbesini elde etmiştir, Allah insan sayesinde meleklerine kesin kanıt getirebilmiştir.

Şimdi dikkat et! Allah sana başkasıyla öğüt veriyor. Kime kızıldığına ve niçin kızıldığına bak! Çünkü melekler bu halifenin yaratılışının gereğini anlayamamışlardır.Bununla birlikte Hakkın mertebesinin layık olduğu ibadeti de bilememişlerdir, çünkü herkes, Haktan ancak zatının gerektirdiği şeyi bilebilir. Melekler, Ademin toplayıcılığına sahip değildi.Onlar kendilerine özgü ilahi isimlerin dışındaki isimleri bilememiş, Hakkı yalnızca kendilerine özgü bu isimlerle tenzih ve tesbih etmişlerdir. Halbuki, Allah'ın bilgisinin kendilerine ulaşmadığı isimleri olduğunu anlayamamış, dolayısıyla bu isimlerle Hakkı takdis edememiş, Ademin yaptğı gibi Hakkı tenzih edememişlerdir.

..Dolayısıyla Adem hakkında söyledikleri şey, Hak karşısında içinde bulundukları durumun aynısıydı...Kendilerini bilselerdi, kuşkusuz Ademin yaratılış hikmetini bilirlerdi; bilselerdi bu yanlışa düşmekten korunurlardı.

..Allah'in bu bildirimi, O'nun saygili, güvenilir ve kendisine halife olan kullarina saygiyi ögrettigi seylerdendir.

Muhyiddin ibn Arabi (r.a.)
Füsusul Hikem, Adem Fassi'ndan

Yalnızca söylediklerimi alın, alın benden

Muhtaçtı hepsi, hiçbiri doygun değil
işte sözüm!Açıktır, kapalı değil
Zikredersen Zengin'i, o muhtaç olmazı
Duyarsın sözümdeki avazı
Herşey herşeye bağlı ayrılmaz birbirinden
Yalnızca söylediklerimi alın, alın benden

Muhyiddin ibn Arabi(r.a.)

27 Nisan 2011 Çarşamba

Mürşid Allah(c.c.)

"...Olağanüstü şeyleri gerektiren ikinci sebep, nazari kuv-vettir. Bu da kemal derecesine ulaşmış ve eksiklik düzeyine inmiş olmak üzere ikiye ayrılır. Kemal düzeyine ulaşmış olanı da ikiye ayrılır. Birincisi, beşeri öğretime ihtiyaç duyar. İn-sanların çoğunluğu açısından durum böyledir. Bunlar da çabuk öğrenenler, geç öğrenenler olmak üzere ikiye ayrılır-lar. Bu ikisi arasında ise sınırlandırılamayacak kadar çok erken öğrenme ve geç öğrenme mertebeleri vardır. İkincisi, beşeri öğretime ihtiyaç duymayan. Bilakis, şerefli cihetten ve ulu eşikten gelen işaretlerden anlaşılır. Nitekim bir ayette şöyle buyrulmuştur: “Onun yağı, neredeyse, kendisine ateş değmese dahi ışık verir.” (Nur, 35)Yani insan türünden bir öğretici olmadan da öğrenilir. Kuşkusuz insan türü açısından bu özelliği olan bir şahsın bulunması kaçınılmazdır. Eğer herkes için bir beşeri öğretici zorunluluğu getirilirse, sonu gelmez bir zincirleme söz konusu olur. Dolayısıyla beşeri mahluk arasında ilim diye bir şey de hasıl olmaz. Çünkü sayıları sınırlandırılamayan bir şeye bağlı olanın varlık daire-sinde hasıl olması nasıl mümkün olabilir? Şu halde parlak akıllardan gelen işaretleri anlamakta olan bir şahsın insanla-ra bu anlamda hakimiyet kurması kaçınılmazdır. Bu da ya bir kerede olur. ki Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Rabbimi en güzel surette gördüm. Bana dedi ki: Ey Mu-hammed! Mele-i a’la ehli hangi konuda tartışırlar bilir misin? Dedim ki: Ey rabbim! Sen daha iyi bilirsin. Bunun üzerine elini omuzlarımın arasına koydu. Serinliğini göğsümün orta-sında hissettim. Bunun neticesinde göklerle yer arasında olan her şeyi bildim.”
Bunun gerçekleşmesi şöyledir: Akıl gözü için öyle bir an hasıl olur ki onun katından ilk ezele uzanan varlık silsilesinin orta sınırın gözlemler. Bunun neticesinde göğsüne bir ilim akıtılır, içine üflenir. Bu ilim bütün varlığa ilişkin külli ilimdir. Adem’e bütün isimlerin öğretilmesi gibi. Ya da Rasulullah’ın (s.a.v) “Yeryüzü benim için toplandı.” demesi gibi. Bundan maksat da varlık arzıdır. Ya da zamanların birbirini takip etmesi sonucu olur. Bu hususta yüce Allah şöyle buyurmuş-tur: “Onu Rûhu'l-emîn, senin kalbine indirmiştir.”(Şuara, 193) “De ki: Onu, Mukaddes Rûh, Rabbin katından hak olarak indirdi.” (Nahl, 102) Bu ayetler “ona ancak bir insan öğreti-yor.” (Nahl, 103) “Sen ancak bir iftiracısın.” (Nahl, 101) “Baş-kasına yazdırıp da kendisine sabah-akşam okunmakta olan, öncekilere ait masallardır.” (Furkan, 5) diyenlere cevap nite-liğindedir. Bu gibi sözler söyleyen kimselerin bu sözlerin reddetmek, bir beşer tarafından öğretildiğini söylemeyi nef-yetmekten daha etkili bir yöntemdir. Çünkü şu ayette, ruhul kuds’ün öğretmesi de nefyediliyor: “De ki: Onu semavatta ve arzdaki gizlilikleri bilen Allah indirdi.” (Furkan, 6) Yani bütün ilimler O’nun feyzi olarak gelmektedir. Hiçbir mahlukun se-bebiyeti söz konusu değildir. İşte bu noktada mülhitlerin ve her şeyi mubah sayanların ağızlarından esen zehirli rüzgar diniyor. Ki onlar şöyle demektedirler: “Hakikatleri bilmeye, özellikle yaratıcıyı bilmeye ulaşmak için bir imama, bir şeyhe uymak zorunludur, o bizi bu hakikatlere ulaştırır ve bizi bu sonucu elde etmede muvaffak kılar.” Aslında bu sapkınlıkla-rının ulaştığı son sınırdır ki bunu başarı ve hidayet şeklinde algılıyorlar. Eksiksiz sapıklıkları kendilerine doğruluk ve dirayet olarak görünüyor. “İşte onların erişebilecekleri bilgi budur.” (Necm, 30) “Onlar ancak zanna ve nefislerinin arzu-suna uyuyorlar.” (Necm, 23) “Semavatta nice melek var ki onların şefaatleri bir işe yaramaz.” (Necm, 26) Büyük şeyhin veya kör muallimin şefaati mi işe yarayacakmış? Allah için ey adam söyler misin, bu sözle “ona ancak bir insan öğretiyor.” “Başkasına yazdırıp da kendisine sabah-akşam okunmakta olan, öncekilere ait masallardır.” ifadeleri arasında bir fark var mıdır? Aralarında bir fark görebiliyor musun? Evet şeyleri büyüktür, ama muattila’nın büyüğüdür. O, haktan hali karan-lık bir kuyuya benzeyen bir kalbe sahiptir. Bunun aksine müminin kalbi sağlam yapılmış bir bina gibi olup hak marifet-lerle sağlamlaştırılmıştır. Onların muallimleri de imamdır, ama karga ve serap gibi, uğursuz baykuş gibidir.“Allah,
kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi.” (Maide, 31)Ama bu karga kardeşinin ayıp yerlerini açıp ortaya çıkarmak için gönderil-miş gibi. Şu darb-ı mesel tam da bunlara uymaktadır:
Karga bir kavmin kılavuzu olunca, yollarının sonu helak-tir.
Yani onları yürüten kimse helake götürmektedir. “Ey Mâ-lik! Rabbin bizim işimizi bitirsin! diye seslenirler. Mâlik de: Siz böyle kalacaksınız! der.” (Zuhruf, 77) Ama Allah’a karşı bir dinarlık bir yardım bile yapamaz.
“Ciltlerce kitap taşıyan merkebin durumu gibidir. Allah'ın âyetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür!” (Cu-ma, 5) “Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer: Üstü-ne varsan da dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte âyetlerimizi yalanlayan kavmin durumu böyledir.” (Araf, 176) “Âyetlerimizi yalanlayan ve kendilerine zulmetmiş olan kavmin durumu ne kötüdür!” (Araf, 177) Eşek şehvetin kulu, köpek de gazabın kuludur. Kur’an’ın sunduğu delil, şehvet ve gazabın kullarının örneklerini eşeklik ve köpeklik olarak tescil ediyor, sonra da örneğin ne kötü olduğunu vurguluyor. Bununla onların durumlarının eşeklerin ve köpek-lerin durumlarından daha kötü olduğunu ima ediyor. Bu yüzden bunların ardından yer alan bir ayette “İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar.” (Araf, 179) deniyor..."

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

25 Nisan 2011 Pazartesi

Son menzilin ölmek durur duymadun ‘ışkdan bir eser

Yahu kardeş!
Ne gelebiliyorsun, ne bilebiliyorsun! Herşeyin eciş-bücüş!
Ne gelmegin gelmek durur ne bilmegin bilmek durur
Son menzilin ölmek durur duymadun ‘ışkdan bir eser

Yunus Emre (k.s.)

Allah’a karsı kibirlilik edenin karsısında kibirlen, çünkü senin mütevazılığın budur.

“…Allah’a karsı kibirlilik edenin karsısında kibirlen, çünkü senin mütevazılığın
budur. Kibirlenenlerin büyüklenmeleri karsısında, bunun Allah’tan olduğunu bilsen de
tevazu gösterme. Çünkü büyüklük O’nun bir sıfatıdır…”

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

“Allâh’ı sevmenin alâmeti, Allâh’ı zikretmeyi sevmektir.”

Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Allâh’ı sevmenin alâmeti, Allâh’ı zikretmeyi sevmektir.”
(Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr, II, 52)

s.a.v.

24 Nisan 2011 Pazar

en-Nasır (yardım eden) ve el-Hazil (yardımsız bırakan)

Hz. Muhammed'in (s.a.v) ümmeti en-Nasır (yardım
eden) ve el-Hazil (yardımsız bırakan) isimlerinin etkisi altın-
dadır. Ümmet, Nebîsi Muhammed'e (s.a.v) bakışı, yani onun
şeriatıyla amel etmesi itibariyle en-Nasır isminin muhatabı
olur. Ama Nebîsinden, yani şeriatından yüz çevirdiği oranda
el-Hazil isminin etkisi altına girer" (III:204).

Muhyiddin ibn Arabi / abdulbaki miftah/ hatmu-l kur'an syf 174

Rahmet/gazap/ intikam

Alemde gerçekleşen her ilahi intikam, Allah' ı öfkelendirdikten sonra gerçekleşir. Çünkü Allah alemi rahmeti nedeniyle yarattı ve rahmetin özelliği, intikam almak değildir. Gazabın özelliği ise intikamdır. Fakat gazap, tabaka tabakadır. İntikam da onun terazisinde - bir ilave ve eksilme olmaksızın - ortaya çıkar. İntikam öfkelendiren adına bir temizlik olarak ortaya çıkar ve bu nedenle intikam sonsuza kadar sürmez. İntikam Allah katındaki belli bir süreye kadardır, ardından onu rahmet takip eder. Çünkü, sonsuz ebedi hüküm, rahmete aittir.

Zikrettiğimiz konuya aklını veren ve meseleyi iyi inceleyen , değerli bir bilgi öğrenir. O bilgi, adaletin ilahi hükme yayılması, ihsanın kapsayıcılığı ve rahmetin gazabı geçmesini bilmektir. Böyle biri, Hakkın hükmünü hakikatlerin gereğine göre uygulayacağını bilir. Hakikatler, kendileri nedeniyle, değişmez ve başkalaşmaz.

Muhyiddin ibn Arabi (r.a.)
Futuhat-i Mekkiyye

Hiçbir yaratılmış yaratılış sebebini aşamaz.

Atış için yayın eğikliği, onun doğruluğu demektir. Dolayısıyla Rabbinin merhamet ettiklerinin dışında , herkes görüş ayrılığına düşer. İnsanlar farklı görüşlere sahip olagelmiştir, çünkü onların yaratılışları farklıdır. Hiçbir yaratılmış yaratılış sebebini aşamaz. İçlerinde zorla itaat edenler bulunsa bile , herkes itaatkardır.

Muhyiddin ibn Arabi (r.a.)
Futuhat-i Mekkiyye

22 Nisan 2011 Cuma

Allah’ım!

“Allah’ım! Senin rahmetini kazandıracak, mağfiretini sağlayacak işler yapmayı, her türlü günahtan selâmette kalmayı, bütün hayır, iyilik ve taatleri işlemeyi, cennete kavuşup yardımınla cehennemden kurtulmayı nasip etmeni niyâz ediyorum!” (Hâkim, I, 706/1925. Tirmizî, Vitir, 17/479; İbn-i Mâce, İkâme, 189)

s.a.v.

Amiin!

“Ey güçlükleri kolaylaştıran Allahım! Allahım bizim yolumuzu gül bahçesi gibi güzelleştir, varacağımız yerde Sen bulun, konak yerimiz Sen ol, yürüdüğümüz yol bizi Sana götürsün, sadece cennete değil."

Allahım! Cennet karşılığında, müminlerin canlarını, mallarını satın aldığın gibi, kereminle, bizim su küpümüzü, testimizi de kabul buyur. Şu beş duygudan meydana gelen, şu beş musluklu beden testisini; içindeki suyu, her çeşit kirlilikten, pislikten Sen koru, Sen temiz tut...”

Mevlana Celaleddin Rumi (k.s.)

21 Nisan 2011 Perşembe

ilim

İlmi öğreniniz çünkü Allah uğrunda ilmi öğrenmek bir iyiliktir. İlimden bahsetmek, Allah’ın ismini tesbihtir.
İlmi aramak cihattır. İlmi tahsil etmek ibadettir. İlmi öğrenmek sadakadır.
İlmin ehline benzemek Allah’a yaklaşmaya vesiledir.
Vay cahile fayda vermeyen şu alime!. Vay alimden istifade etmeyen cahile !

s.a.v.

Kim Allah’ın velisine düşmanlık yaparsa şüphesiz Allah ile savaşmaya çıkmış olur.

Hz.Ömer r.a. anlattığına göre: Bir gün Resulullah aleyhisselatu vessellam’ın mescidine girmişti. Orada Hz.Mu’az İbnu Cebel radiyallahu anh’ı Aleyhisselatu vesselam’ın kabrinin dibinde oturmuş ağlar bulmuş ve:
Niçin ağlıyorsun?” diye sormuştur. Hz.Mu’az:
”Resulallah aleyhisselatü vesselam’dan işitmiş olduğum bir hadis sebebiyle” demiş ve Resulallah aleyhisselati vesselam’ın hadisini okumuştur.

”Şurası muhakkakki riyanın azı dahi şirktir. Kim Allah’ın velisine düşmanlık yaparsa şüphesiz Allah ile savaşmaya çıkmış olur. Allah itaatkar, takva sahibi, halktan uzak duran öyle (kendi halinde) kullarını gerçekten sever ki, onlar görünmedikleri zaman aranmazlar (ehemmiyet verilmedikleri için, yoklukları kimsenin dikkatini çekmez), hazır bulundukları zaman (da meclislere, ciddi meşguliyetlere) çağrılmazlar, tanınmazlar. Kalpleri pırıl pırıl hidayet kandilleridir. (Onları hiçbir şey şekke şüpheye atamaz) Her müşkil meselenin,ağır belanın altından kalkarlar.”

s.a.v.

Kainat yekvücut, tek varlıktır.

"Kainat yekvücut, tek varlıktır. Her şey ve herkes görünmez iplerle birbirine bağlıdır. Sakın kimsenin ahını alma; bir başkasının, hele hele senden zayıf olanın canını yakma. Unutma ki dünyanın öte ucunda tek bir insanın kederi, tüm insanlığı mutsuz edebilir. Ve bir kişinin saadeti, herkesin yüzünü güldürebilir..."

Şems-i Tebrizi (k.s.)

s.a.v.

Nebiyy-i Ekrem (sav), Kâbe’yi tavâf ederken ayakkabısının bağı koptu. Bir kişi hemen kendi ayakkabısının bağını çıkarıp Efendimiz’in ayakkabısına bağlamaya başladı. Bunun üzerine Allah Rasûlü (sav) bağı çıkardı ve şöyle buyurdu:

“–Bu, kişinin kendisini tercih ederek arkadaşlarından üstün görmesidir. Ben tercihten (yani kendini başkasın dan üstün tutmaktan ve kendi işini başkasına gördürmekten) hoşlanmam!” (Heysemî, III, 244; IX, 21)

s.a.v.

Ben senin emrine kul olmuş bir zavallıyım.

Ben ölü idim, dirildim; ağlardım, güldüm. Aşkın devleti geldi, ben ebedî devlet oldum.

Benim tok gözüm vardır, cesaretli canım vardır, arslan yüreği gibi bir yüreğim var. Ben parlak Zühre yıldızı oldum.

Dedi ki: "Sen divane değilsin. Bu eve layık değilsin." Ben de gittim divane olup zinciriyle bağlandım.

Dedi ki: "Sen sermest değilsin, git!" Ben de gittim sermest olup neşe ile doldum.

Dedi ki: "Sen öldürülmemişsin, neşe ve müzik ilgin yok!" Can bağışlayan yüzüne karşı şehid oldum.

Dedi ki: "Sen zeki bir kişisin, hayal ve şüphenin sarhoşusun." Ben hemen abdallaştım, hayal ve şüpheden sıyrıldım.

Dedi ki: "Sen mum oldun, meclisin kıblesi oldun." Ben mum değilim!" dedim, yandım, yakıldım, duman oldum.

Dedi ki: "Sen şeyhsin, önde gidenlerdensin, yol gösterensin." "Hayır! Ben şeyh değilim!" dedim. "Önde gidenlerden de değilim. Kimseye de yol gösterdiğim yok. Ben senin emrine kul olmuş bir zavallıyım."

Sen güneşin kaynağısın, ben söğüt ağacının gölgesi düşen yerim. Sen benim başucuma gelince, alçalır, erir, yok olur giderim.

Gönlüm canın parıltısını buldu. Dünyanın nuruna nail oldu. Gönlüm yeni bir atlas buldu da bu hırkaya düşman kesildi.

HZ.MEVLÂNÂ (K.S) - DİVAN-I KEBİR (c. III, 1393)

Kulluk

“Siz beni, hakkım olan derecenin üzerine yükseltmeyiniz! Çünkü Allah Teâlâ beni rasûl edinmeden önce kul edinmişti.”
(Heysemî, IX, 21)

s.a.v.

Edeb /Güzel Ahlak/s.a.v.

“Kıyâmet gününde mü’min kulun terazisinde güzel ahlâktan daha ağır bir şey bulunmaz. Allâh Teâlâ çirkin hareketler yapan, çirkin sözler söyleyen kimseden nefret eder.” (Tirmizî, Birr, 62/2002)


Rasûlullâh (sav) ile devamlı berâber olanlar arasında bile, edeblerinden dolayı O’nun nûr cemâlini doyasıya seyredebilenler pek azdı. Hattâ, sohbet hâlinde iken, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer dışındaki ashâbın hep önlerine baktıkları, Hz. Peygamber’le sadece bu iki sahâbînin gözgöze gelebildikleri rivâyet edilir. Onlar Muhterem Efendimiz’e bakıp tebessüm ederler, Fahr-i Kâinât Efendimiz de onlara iltifat edip tebessüm buyururdu. (Tirmizî, Menâkıb, 16/3668)

Bu durumu, daha sonra Mısır fâtihi ünvânı ile tarihe geçen Amr bin Âs (ra) âhir ömründe şöyle dile getirmiştir:

“Rasûlullâh Efendimiz’le uzun zaman birlikte bulundum. Fakat O’nun huzûrunda duyduğum hayâ hissi ve O’na karşı beslediğim tâzim duygusu sebebiyle, başımı kaldırıp da doya doya mübârek ve nûrlu yüzlerini seyredemedim. Eğer bugün bana; Bize Rasûlullâh’ı tavsîf et, O’nu anlat.” deseler, inanın anlatamam.” (Müslim, Îmân, 192)

s.a.v.

Bizden bir şey işitip onu aynen işittiği gibi başkalarına ulaştıran kimsenin Allah yüzünü ağartsın.

Bizden bir şey işitip onu aynen işittiği gibi başkalarına ulaştıran kimsenin Allah yüzünü ağartsın. Kendisine bilgi ulaştırılan nice insan vardır ki o bilgiyi, bizzat işiten kimseden daha iyi anlar ve korur.
(Tirmizî, "İlim", 7)

s.a.v.

20 Nisan 2011 Çarşamba

Bilgisi de kendisine Hakkın tecelli etmesi miktarıyla sınırlıdır.

Özel secde ancak namazda kabul olur, ki bu kalbin secdesidir. Her kalbin secdesi de bilgisi ile sınırlıdır. Bilgisi de kendisine Hakkın tecelli etmesi miktarıyla sınırlıdır.

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

Hz. Ali (k.v.)

"Sizi İslâm'a öylesine bir nisbetle mensup sayayım ki, benden önce kimse böyle bir nisbeti söylememiştir: İslam teslîm oluştur; teslîm oluş yakiyndir; yakiyn gerçeklemektir; gerçeklemek ikrardır; ikrar emre uymaktır; emre uymaksa o emirleri yerine getirmektir."

Hz. Ali (k.v.)

19 Nisan 2011 Salı

Veysel Karani Hazretlerine (r.a.) sorarlar;

Veysel Karani Hazretlerine (r.a.) sorarlar;
"Nasılsınız?"
Cevabi;
"Akşama çıkıp çıkamayacağını bilemeyen bir insan nasıl olursa"
Sevenleri ısrarla kendisinden bir nasihat duymak isterler
O gülümser ve
-Allah'ı bilir misiniz?
-Evet biliriz
-Öyleyse başka şey bilmeseniz de olur
-Efendim bir nasihat daha
-Allah sizi bilir mi?
-Elbette bilir
-Öyleyse başkaları bilmese de olur...

hiç bir mevzuyu Allah (cc) ve Rasul'unden(s.a.v.) daha doğru ve mufassal olarak bilmen ve anlatabilmen hiç mi hiç mümkün değildir.

"Bizim sözlerimiz kitap ve sünnete uygundur.Bu iki kaynaktan gücünü ve manasını almayan bir söz de değer yoktur. Bu kaynakları anlatıyorum diye lüzumsuz gevezelik etme! Kur'an ve Sünneti gene Kur'an ve Sünnet ile açiklamayı adet edin.Allah-u Teala biz acizler için bir ayetini başka başka bir ayetle ve habib-i zişan Muhammed Mustafa'da(s.a.v.) bir sünnetini başka bir sünnet ile devamlı olarak açıklamaktadır.Senin vazifen ilmini arttırarak bunları kavramaktır.Çünkü ne yaparsan yap,ne kadar bilirsen bil ,hiç bir mevzuyu Allah (cc) ve Rasul'unden(s.a.v.) daha doğru ve mufassal olarak bilmen ve anlatabilmen hiç mi hiç mümkün değildir."



Beyazid-i Bestami (k.s.)

“aç ve susuz kalmakla, daima cennetin kapısını çalın, belki açarlar”

. Rasulullah (sav) buyurdu: “Az yemek ve az içmekle nefsinizle cihad edeniz. Zira az yeme ve az içmenin sevabı, küfürle cihad etmenin sevabı gibidir”. Hz. Aişe'den rivayetle yine Efendimiz (sav): “Daima cennetin kapısını çalın, belki açarlar” buyurmuşlar ve Hz. Aişe (r. a)'nın “ne ile cennet kapısını çalalım?” demesi üzerine “aç ve susuz kalmakla” buyurdu.

s.a.v.

18 Nisan 2011 Pazartesi

"Ey Aişe! Kerim olana ikram et!

Hz. Aişe (r.a.) annemiz anlatıyor: "Rasulullah s.a.v. hücreme (odama) girmişlerdi. Düşmüş bir ekmek parçası gördüler. Hemen onu alıp silerek yediler ve: "Ey Aişe! Kerim olana ikram et! (Yani kıymetli olan ekmeğe hürmet et!) Zira şu ekmek, bir kavme nefret edip kaçmışsa bir daha dönmemiştir" buyurdular.

s.a.v.

Cömertlik

HZ.ALi'nin ağabeyi Cafer b. Ebu Talib'in oğlu Abdullah, sıcak bir günde, bir
kabilenin hurmalığına inmişti.
Abdullah burada dinlenirken, hurmalıkta çalışan köleye, yemek vakti üç parça
ekmek geldiğini gördü. Adam ekmeklerden birini ağzına götürmek üzereydi ki,
birden önünde açlığı her halinden belli bir köpek belirdi.
Köle elindeki ekmeği köpeğin önüne attı. Köpek ekmeği derhal yedi. Köle
ekmeğin ikinci parçasını da attı. Köpek bunu da bir kerede sildi süpürdü.
Köle bunun üzerine üçüncü parçayı da köpeğe verdi. Kalkıp, yeniden işine
dönmek üzereydi ki, olup biteni uzaktan seyreden Abdullah, yaklaşıp sordu:
"Ey köle, bugünkü yiyeceğin ne kadardı?"
Köle sıkılarak cevap verdi:
"Işte bu üç parça ekmek."
"O halde neden kendine hiç ayırmadın?"
"Baktım ki, hayvan çok aç. O halde bırakmak istemedim."
"Peki sen ne yiyeceksin şimdi?"
"Oruç tutacağım."
Bunun üzerine, Abdullah b. Cafer, köleden sahibini, evinin nerede
olduğunu sordu. Sonra da gidip adamdan bu hurmalığı içindeki köleyle
birlikte satın aldı.
Sonra döndü, köleye bu tarlayı ve onu sahibinden satın aldığını söyledi ve
ekledi:
"Seni azad ediyorum. Bu hurmalığı da sana hediye ediyorum."
Cömertliğiyle meşhur Abdullah b. Cafer, kendisinden daha cömert birini
tanıyıp tanımadığı sorulduğunda, bu olayı anlatır ve:
"Ama o köpeğe topu topu üç parça ekmek vermiş; sense ona koskoca bir
hurmalığı ve hürriyetini vermişsin" dediklerinde, şu karşılığı verirdi: "Ama
o elindeki herşeyi verdi; ben ise elimdekinin bir kısmını..."

17 Nisan 2011 Pazar

Ölünüz! Ölünüz!

Ölünüz, ölünüz; bu aşk uğrunda ölünüz! Aşk uğrunda ölürseniz, bedenle yaşamaktan kurtulur, baştan başa ruh olursunuz!

Ölünüz, ölünüz; bu ölümden korkmayınız! Çünkü, ölümle şu kirli topraktan kurtulur, göklere, ötelere yükselirsiniz!

Ölünüz, ölünüz; bu nefs-i emmareden yakanızı sıyırınız! Çünkü bu nefis, bağ gibidir, zencir gibidir; siz de, o zencir ile bağlanmış birer esir gibisiniz!


Hz.Mevlana Celaleddin Rumi (k.s)

Kişi sevdiği ile beraberdir

Hazret-i Peygamber (s.a.v) in bir sohbetinde Sevbân (r.a), Habîbullâh'a pek derin ve dalgın bir surette bakıyordu. Gâyet de ızdıraplı bir hâli vardı. Öyle ki onun bu hâli, Âlemlerin Efendisi'nin dikkatini çekti. Merhametle sordular:

"-Yâ Sevbân! Nedir bu hâlin?"

Sevbân (r.a), bu iltifat ile muhabbet çağlayanı hâline gelen sevdâlı gönlüy...le şöyle dedi:

"-Anam, babam ve bu cânım sana fedâ olsun yâ Rasûlallâh! Senin hasretin beni öyle yakıp kavurmaktadır ki, nûrundan ayrı geçirdiğim her an bana ayrı bir hicran olmaktadır. Dünyâda böyle olunca âhırette nice olur diye dertleniyorum. Orada siz peygamberlerle beraber olacaksınız. Benim ise, ne olacağım ve nerede bulunacağım belli değil! Üstelik cennete giremezsem, sizi görmekten tamamen mahrum kalacağım! Bu hâl beni yakıp kavuruyor ey Allâh'ın Rasûlü!"

Hazret-i Peygamber (s.a.v), Sevbân ile birlikte ashâb-ı kirâmdan da zaman zaman vâkî olan bu ve benzerî hicranlı sözlere ve ayrıca kıyâmete kadar gelecek olan ümmetin muhabbet ve aşk kâfilesinin yanık gönüllerine sürûr dolu bir müjde sadedinde şöyle buyurmuşlardır:

"Kişi sevdiği ile beraberdir..."
s.a.v.

şüpheli lokma

Bu seher benden ilham kesildi. Anladım ki vücuduma şüpheli birkaç lokma girdi. Bilgi de hikmet de helal lokmadan doğar. Aşk da merhamet de helal lokmadan doğar. Eğer bir lokmadan gaflet meydana gelirse bil ki o lokma şüpheli veya haramdır.

Hz. Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî (k.s) 

hâlinin iyi veya kötü olduğunu nasıl bilebileceğini

Bir sahâbî, Hz. Peygamber (s.a.v)’e hâlinin iyi veya kötü olduğunu nasıl bilebileceğini sordu. Allah Rasûlü (s.a.v) de ona:

“Âhiret işlerinden birini arzu ettiğinde onu yapmak sana kolay geliyor ve dünyâ işlerinden birini arzu ettiğinde onu yapmak sana zor geliyorsa, bilmiş ol ki, muhakkak sen iyi bir hâl üzeresin! Şâyet âhiret işlerinden birini istediğin zaman onu yapmak sana zor geliyor ve dünyâ işlerinden birini istediğin zaman onu yapmak sana kolay geliyorsa, kötü bir hâldesin!..” buyurdular.

(Abdullah bin Mübârek, Kitâbü’z-Zühd, s. 29; İbn-i Ebi’d-Dünyâ, Mevsû‘a, I, 48)

Allah yolunda hiç kimsenin görmediği eziyetlere mâruz kaldım

Rasûlullah (s.a.v) buyurdular:

“Allah yolunda hiç kimsenin korkutulmadığı kadar korkutuldum, Allah yolunda hiç kimsenin görmediği eziyetlere mâruz kaldım. Otuz gün geçerdi de Bilâl ile ikimizin yemeği, Bilâl’in koltuğunda taşıdığı bir parça yiyecek olurdu.”
(Tirmizî, Kıyâmet, 34/2472)
s.a.v.

16 Nisan 2011 Cumartesi

O, ancak Hakk'ı bulmak için kendinden geçiş belasını ister!

İstiyorum ki, can kuşu, kendini görüş ve kendini beğeniş hevasından çıksın da, yalnız kendinden geçiş hevasında uçsun; can mumu da, benlik sarayında değil, kendinden geçiş sarayında yansın, oralara nur saçsın! Kendinden geçiş devlet kuşu, her şeye, herkese gölge salsın da, kendilerini üstün görenleri, gurura kapılanları, kendilerine tapanları, bu kötü huylarındar vaz geçirsin! Allah'ın lütuf güneşi de, Hakk aşıklarının başlarında parlasın, onları aydınlatsın! Aşık, en yüksek mevkilere çıksa, dünyanın en zengin adamı olsa, yüzbinlerce devlete erişse, yüzbinlerce nimete kavuşsa, onun nazarında bunların hiç bir kıymeti yoktur! O, ancak Hakk'ı bulmak için kendinden geçiş belasını ister!

Mevlana Celaleddin Rumi(k.s.)

Hz.Muhammed (s.a.v.)

"Ey Gönül... Hz. Muhammed (S.A.V.), Hakk (C.C.) esmâ ve sıfatlarını değişik şekillerde tezâhür ettiği tecelligâhı olan mahlukatlar içerisinde en berrak, en câmi, en kemâl noktada yansıtan bir âyinedir... O öyle bir âyinedir ki, Hakk 'ın (C.C.) kemâlatını ve faziletini onun kadar zirvede tecelli ettirebilecek bir mahlukat daha olamamış ve olamayacaktır da.."
Hz. Pir Mevlana (k.s.)

Allahümme Salli Ala Seyyidina ve Nebiyyina Muhammed.

Hikmet sahiplerinin dünya ehline alçak gönüllülük göstermesi yakışık almaz.

Hikmet sahiplerinin dünya ehline alçak gönüllülük göstermesi yakışık almaz. Allah dünyayı " az " , hikmeti " çok " olarak zikretmiştir. " De ki, dünya metaı azdır " (4/77) . " Allah hikmeti istediğine verir, hikmet verilene çok şey verilmiştir."(2/6...9).İlham ile vesveseyi ayıran marifet nuruna hikmetin hakikati denir. Hikmet her gece gökten inerse de, dünyaya rızık için üzülen, kardeşlerini kıskanan, mevkii seven kalbe inmez...

Marifet Yolu-Ebu Sabit Muhammed Bin Abdulmelik

Şaşarım o kimseye ki Allah'ı sever ama onunla ferahlık bulmaz.

"Şaşarım o kimseye ki Allah'ı sever ama O'nunla ferahlık bulmaz. Oysa O, kendisini görmekte, her gözden ona bakmakta, bir an bile ondan gâib olmamakta. Hal bu iken şu ağlayanlara bakın! Hem O'nu sevdiklerini iddia etmekteler hem de ağlamaktalar!. Hiç mi utanmazlar!"

Şems-i Ümmi'l-Fukarâ Fâtıma bint el-Müsennâ (k.s.)

14 Nisan 2011 Perşembe

cahil/alim

"Câhili ancak ifrat ya da tefrit içinde görürsün." Hz. Ali (r.a.)

İlim şayet yenilecek bir şey olsaydı; biz bir sofra kurar, herkesi davet ederdik. Lakin, bu böyle değildir; Allah(c.c.) için gayret edip ilim öğrenen ve onunla amel edenler kurtuldu, cahiller ise helak oldu.
Hz. Ali (r.a.)

13 Nisan 2011 Çarşamba

Hediye

"Bir müslüman, bir din kardeşine, onun hidayetinin artmasına vesile olacak veya kendisini manevî tehlikelerden kurtaracak bir sözden daha iyi hediye veremez."

s.a.v.

akl-ı maâş /akl-ı maâd /akl-ı kül

İnsanın vücûdunun oluşumu, hakîkî vücûdun insânî sûrette taayyünü ve o taayyünde a'râzdan ibâret olan elementsel parçacıkların birbirleriyle birleşerek aldığı vaziyetler, akıl dediğimiz fıtrî bir nûr husûle getirmiştir. İnsan bununla dünyevi işlerinde doğruyu yanlıştan ve iyiyi kötüden ayırır. Bunda cins ve mezhep ayrımı olmaksızın insâni fertler ortaktır. Buna 'akl-ı maâş' yani 'geçimlik akıl' derler ki, aklın çocukluk mertebesi derecesindedir. Ve insânî fertlerin farklı akılları oluşu bünyelerinden dolayıdır. Ve bünye ve taayyün farklılıkları da onların şahsi hakîkatleri ve şahsi hakîkatlerinin kabiliyyeti gereğindendir. Ve ilmin ait olduğu mahal akıl olduğundan, onların ilimlerinin dereceleri dahi akıllarına bağlı olarak farklıdır. Nitekim Hak Teâlâ Hazretleri bu farklılığa işâretten buyurur: [وَفَوْقَ كُلِّ ذِي عِلْمٍ عَلِيمٌ]'Ve fevka küllî zî ilmin âlim' yani 'bütün ilim sahiplerinin üstünde daha iyi bilen vardır' (Yûsuf, 12/76)

Şimdi, mâdemki 'akl-ı maâş' yani geçimlik akıl çocukluk mertebesidir; bir çocuk nasıl eğitim ve öğretime muhtâç ise, 'akl-ı maâş' yani geçimlik akıl da öylece eğitim ve öğretime muhtâçtır. Şehâdet âleminde akılların öğretmeni iki türlüdür:

Birisi nebiler (a.s.)'dir ki, bu akılları Hâdî isminin hükümleri çerçevesinde terbiye edip, 'akl-ı maâd' yani ileriyi düşünen akıl mertebesine yükseltirler. Nitekim (S.a.v.) Efendimiz, [بعشت معلما] buyururlar. Akıl bu mertebede keskin bir bakış oluşturup, âhiret işlerinde doğruyu yanlıştan ve iyiyi kötüden ayırır. İnsan bu 'akl-ı maâd' çerçevesinde nebî'nin şeriatına en güzel şekilde tabi olur ve sâlih ameller ile uğraşarak nefsini terbiye edince, artık kâmil olup 'akl-ı kül' çerçevesine dâhil ve halkediliş gâyesine ulaşmış olur. Bu akla ait olan ilim Hak ilmidir. Çünkü ilmi,hakîkat-ı muhammediyye'den ibâret olan akl-ı kül'den alır. Hakîkat-ı muhammediyye mertebesi ise vücûdun vahdet ve ulûhiyyet mertebesidir.

Muhyiddin ibn Arabi (r.a.)

Böyle yapanları Allâh, şükredici ve sabredici olarak yazar.

“...Dindarlıkta kendinden üstün olana bakıp tâbî olmak, dünyalıkta ise kendinden aşağıda olana bakıp, Allâh’ın kendisine verdiği üstünlüğe hamdetmek... Böyle yapanları Allâh, şükredici ve sabredici olarak yazar. Kim de dindarlıkta kendinden aşağıda olana, dünyalıkta ise kendinden üstün olana bakar da elde edemediğine üzülürse, Allah onu şükredici ve sabredici olarak yazmaz.”

s.a.v.

“Allâh’ım! Nefsime takvâsını ver ve onu tezkiye et! Sen onu en iyi tezkiye edensin. Sen onun velîsi ve Mevlâ’sısın.”

“Allâh’ım! Nefsime takvâsını ver ve onu tezkiye et! Sen onu en iyi tezkiye edensin. Sen onun velîsi ve Mevlâ’sısın.”

s.a.v.
Amin!

Senden yokluk, benden kerem.

Şu aşk, başına tabla almış, sokak sokak geziyor; nerde bir ölü varsa hilesiz, diriltivereyim diye bağırıyordu.

Diyordu ki: Keremimden, lûtfumdan gezip duran, akan, fakat tükenmeyen bir sofra kesildim; nerde bir yüzsüz dilenci ki gelsin, soframdan dolsursun.
...
Seni gâh incilere gark ederim, gâh zehirlere; tanı beni, bil beni artık, elimde âdeta bir kilesin sen.

Bana bir habbe gelse de teslim olsa onu altınlarla dolu yüzlerce maden haline getiririm; yalçın bir tepe olsa tutar, uçsuz bucaksız bir deniz yaparım onu.

Senden yokluk, benden kerem. Senden razı olmak, benden kısmet vermek. İpekböceğinin bile önüne yüzlerce atlas korum, ona bile yüzlerce ağır kumaşlar ihsan ederim.

♥ HZ.MEVLÂNÂ (K.S) ♥

Resulullah (SAV) Kur’an ayetlerinin arasını ayırarak okurdu.

Resulullah (SAV) Kur’an ayetlerinin arasını ayırarak okurdu.
“Elhamdülillahi Rabbi’l-Âlemîn” der, durur,
“Errahmânirrahîm” der, yine dururdu.
Ve “Mâliki Yevmiddîn” şeklinde okurdu.


(Tirmizi, Kıraat: 1)
s.a.v.
.

11 Nisan 2011 Pazartesi

öylesine Selam ki, boyuna yenilenir durur.

BİZİM ŞERÎATIMIZI KABULLENEN,
BİZİM YOLUMUZU TUTAN KİŞİ,
Bedenimizde yüzlerce çırılçıplak CAN SEYReder.
Bizim sağrağımızda şerbet içen,
ÖYLESİNE SARHOŞ OLUR Kİ,
GECEMİZİ GÛNDÛZ GÔRÛR.
Selâm size,fakat ayrılanın verdiği selâm değil;
ÔYLESİNE SELÂM Kİ,BOYUNA YENİLENİR DURUR.
Hz.Mevlâna(k.s)

Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.

"O (şeytan) size ancak kötülüğü, çirkini ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder." bakara,169


“O size ancak kötülüğü…emreder.” Size başkalarına zarar vermeyi, eziyet etmeyi emreder ki bu, gazap/öfke melekesinin, gücünün ölçüsüzce kullanılmasıdır. Ve size “çirkini” emreder, yani çirkin hayasızlığı. Bu da şehvet melekesinin gücünün ölçüsüzce kullanılması anlamına gelir. “Allah, hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.” Bu da mantık gücünün ölçüsüzce kullanılmasıdır. Çünkü akıl, vehme bulanmıştır. Vehim, bu bağlamda akla hükmeden, onu emrine alan şeytan işlevini görür.


Muhyiddin ibn Arabi (r.a.)

10 Nisan 2011 Pazar

Fanî olan devlet, zenginlik, varlık hiç beni aldatabilir mi?

Ey dertli zamanımda canımın rahatı! Ey yoksulluk açlığında ruhumun hazinesi olan Allah'ım!

Vehmin elde edemediği, anlayışın ve aklın eremediği güzellikler senden canıma ulaştığı için sen benim kıblem oldun.
...
Rabb'im! Senin keremin ve lutfun sebebi ile ben aleme nazla bakarım.

Fanî olan devlet, zenginlik, varlık hiç beni aldatabilir mi?

Allah'ım! Bitmez, tükenmez cömertliğinle bana hesapsız mülkler versen, ne kadar gizli hazinelerin varsa onları önüme koysan, ben candan secde ederek yüzümü yerlere korum da derim ki:

"Ey Allah'ım! Benim için senin aşkın bütün bunların hepsinden daha değerlidir."

♥ HZ. MEVLÂNÂ (K.S) ♥

Ölüm meleği

“De ki: Size vekil kılınan (bu konuda görevlendirilen) ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.” (Secde, 11)

Rasûlullah s.a.v :
” O kimsenin ruhunu alınca etrafında bulunan yakınları ve sevenleri eyvahlarla ağlamaya başlarlar. Ölüm meleği onlara da der ki: “Ben onun hayat süresini vaktinden önce sonlandırarak ona zulmetmedim onun rızkını da yemedim; bilakis Rabbi onu dâvet ettiArtık ağlayan kendine ağlasın! Çünkü ben sizden geriye hiç kimse bırakmayana kadar aranıza defalarca geleceğim” Ed-Dürrü’l-Mensûr, VI, 543

En güzeli, hayra yormadır.

“En güzeli, hayra yormadır. Uğursuzluk, hiçbir müslümanı teşebbüsünden vazgeçirmesin. Herhangi biriniz hoşlanmadığı bir şey gördüğü zaman şöyle desin: “Allah’ım! İyilikleri sadece sen verirsin; kötülükleri yalnız sen giderirsin. Günahtan kaçacak güç, ibadet edecek kuvvet ancak senin yardımınla kazanılabilir....”
(Ebû Dâvûd, Tıb, 24/3919)

s.a.v.

9 Nisan 2011 Cumartesi

Allah'dan gayriyi, başını tıraş eder gibi keser gidersin.

Yüzünü Allah'a tuttun da başkasından çevirdin mi, anlam bakımından o yana gitmeye başlarsın,

Yavaş yavaş Allah huylarıyla huylanırsın; yan - yön âleminden yansızlık - yönsüzlük âlemine yönelirsin,
...
Geçici âleme alışkanlığını bırakır, Allah'dan gayriyi, başını tıraş eder gibi keser gidersin.

Hz.Sultan Veled (k.s.)

“-Onlar Kur’ân ehli, Allah ehli ve Allâh’ın has kullarıdır!”

Rasûlullah (sav):

“-Şüphesiz insanlardan Allâh’a yakın olanlar vardır!” buyurmuştu.

Ashâb-ı kirâm:

“-Ey Allâh’ın Rasûlü! Onlar kimlerdir?” diye sorunca Efendimiz (sav):

“-Onlar Kur’ân ehli, Allah ehli ve Allâh’ın has kullarıdır!” cevabını verdi.
(İbn-i Mâce, Mukaddime, 16)

s.a.v.

8 Nisan 2011 Cuma

Ey Sevgilim

Ey Sevgilim, kaç kez seni çağırdım ama sen beni işitmedin,
Kaç kez kendimi gösterdim ama sen bana bakmadın,
Kaç kez kendimi rayiha kıldım ama sen beni koklamadın,
Kaç kez kendimi gıda kıldım ama sen beni tatmadın
Nasıl oluyorda dokunduğun şeylerde beni hissetmiyorsun...
Beni nasıl görmüyor, nasıl işitmiyorsun...
Ben tatlı olan herşeyden daha tatlıyım
Arzulanır olan herşeyden daha arzulanırım
Güzel olan herşeyden daha güzelim
Ben Cemil ve Melih'im
Sev beni ve başka hiçbir şeyi sevme, iste beni
Bütün endişelerden geç, ta ki yegane endişen kalayım

Muhyiddin Ibn Arabi(r.a.)
Kitabu't Tecelliyat

"Dünyada bir garib veya bir yolcu gibi ol"

İbnu Ömer Radilayyahu Anh anlatıyor:
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vessellem) omuzumdan tuttu ve :
"Dünyada bir garib veya bir yolcu gibi ol" buyurdu.

6 Nisan 2011 Çarşamba

Dilediğiniz kadar öğrenin !

“Dilediğiniz kadar öğrenin ! Ama şunu iyi bilin ki, bildiklerinizle amel etmedikçe, ALLAH (c.c) size ilminizden ötürü mükafat verecek değildir.”

Muaz bin Cebel (r.h.)

Ey samimi dostum!soruyu sorduğun kişinin halinin şahitliğine bakman bir gerekliliktir.

Bir kere soruyu soran kişi, meselenin makamını, ölçüsünü ve nereden kaynaklandığını bilmek durumundadır. Ayrıca varlık huzurlarında pay sahibi olmalıdır. Soru sorulan kişinin değerini, bu soru karşısındaki makamını bilmekle yükümlüdür. Eğer soruyu soran kişi, sorulanın soru ile ilgili halini müşahede ederse, o zaman soruyu sormalıdır. Ki mümkün olursa eğer konuşma esnasında sözü ile hali uyumlu olsun. Çünkü bizim tarikatımızda kesin olarak bilinen bir husus vardır: Kişi bu yolun makamlarından bir şey tattığı, bu makamlarla bağlantılı olarak bir huyla ahlaklandığı zaman, bunun onun zahiri üzerinde etkili olması kaçınılmazdır. Bu etkiye halin şahitliği adı verilir.İtimat edilen sahih kanıt budur, fesahat veya bağırıp çağırma değil. Sebeplerin tamamen kesildiği durumlarda, kaderin akışı altında sükut ettiklerini, Allah'tan kendilerine gelen türlü belalar ve acı veren azaplar karşısında sevindiklerini ve hiçbir şekilde değişime uğramadıklarını görmüyor muyuz? İşte halin şahitliği budur. Bu onlar açısından Allah'ın muradına razı olmaya, teslimiyet göstermeye dair yakin derecesinde bir kanıt hükmündedir.
İster ilahi hüküm onlar açısından kötü tezahür etsin, ister sevindirsin, ister fayda versin, ister zarar dokundursun, fark etmez. Onlar söyleyen kişiyi fiil halinde müşahede ederler ve güzellikten başka bir şey görmezler. Bu yüzden bu tarikattaki her insanın konuştuğunu görüyoruz, ama vasfettiği-ni görmüyoruz. Ey samimi dostum! Senin için - sana karşı benden bir sui edep gibi görünse de, aslından benden sana bir azarlama ve gayret göstergesidir- ki soruyu sorduğun kişinin halinin şahitliğine bakman bir gerekliliktir. Eğer onun hali sana, soruyla ilgili bu makamlarda derinleştiğini, ama konuşmadığını gösteriyorsa, mazereti kabul edilir ve halinin şahitliği yeterince açıklayıcıdır. Eğer bundan farklı bir halde ise ve sen sorulmaması gereken birine soru sormuşsan, pişmanlık duyup istiğfar etmen gerekir. Yaptığın bu işten tevbe etmen lazım gelir. Düştüğün çukurdan çıkmak için Allah'a yalvar.


Muhyiddin ibn Arabi(r.a.)

Allah'ın itina gösterdiği kalpler iki kısımdır.

.
Bil ki, Allah'ın itina gösterdiği kalpler iki kısımdır. Bazı kalplere özlem galip gelir. Bazı kalplere ise özlem galip gelmez. Özlem duymayan kalpler, ilminin şahidine ulaşan kalplerdir; bir takım muamele türleriyle yolculuk yapmış, ikna olmuş ve mutmain olmuşlardır. Bu yüzden mutmain olan kalbe "...rabbine dön." denilmiştir. Bu makam nerde "rabbini görmedin mi" sözü ner-de?!


Muhyiddin ibn Arabi (r.a.)

O'nun reyini, tedbirini görünce, kendi eğri büğrü tedbirimi fırlattım attım

Senin güzel yüzünü gördüğümden beri halka gözlerimi kapadım. Herkesi, her şeyi görmez oldum. Güzelliğinin lütufları ile, bağışları ile mest oldum, kendimden geçtim, can verdim.
O'nun reyini, tedbirini görünce, kendi eğri büğrü tedbirimi fırlattım attım, onun "ney"i oldum, O'nun dudağında feryada başladım.
O elimi tutmuş, ben ise kör gibi O'nun elini arayıp durmadayım. Ben O'nun elindeyim, işin farkında değilim de yabancılardan, O'ndan haberi olmayanlardan O'nu soruyorum.
Sade dil idim, saftım, yahut mest idim, yahut da deliydim. Gönlümde bir şeyler yoktu. Korka korka kendi altınlarımdan kendim çalar dururdum.
Gönül bahçesinin etrafındaki duvarın yıkık yerinden hırsızlar gibi kendi bahçeme girdim, kendi gül bahçemden yaseminler devşirdim.
Ayın nuru da, yıldızların nuru da Tebrizli Şems'tir. Ben onun ayrılık gamından ağlar, inlersem, bayram ayına dönerim.

Mevlana Celaleddin Rumi(k.s.)

5 Nisan 2011 Salı

..kanadı ile uçan

Korku kanadı ile uçan, heyecandan kurtulamaz.

Ümit kanadı ile uçan talebi bırakamaz.

Muhabbet kanadı ile uçan ihtiyaç arz etmekten geçemez.
...
Şevk kanadı ile uçan aşırı sevgiden kurtulamaz.

Ahmed Er-Rufâî (r.a.)

4 Nisan 2011 Pazartesi

Haller

Salikin zeki, basiretli, işlerin sonunu görebilen ve onların geri gitmesi hakkında tefekkür edebilen bir kişiliğe sahip olması gerekir. O, zahiri hallere aldanmamalıdır. Zira tasavuuf ehli "hallere yönelen salikin kendisine o haleri veren zattan gafil olacağında" İttifak etmiştir. Nitekim Ayeti kerimede "Kendine yazık eden kavminden başkası Allah'ın mekrinden emin olamaz" buyrulmuştur...

Abdulkadir Geylani (k.s.)

Padişahın şükür tuzağıyla nimet avla!

"Nimet, insana gaflet verir; şükürse uyandırır.
Padişahın şükür tuzağıyla nimet avla!"

HZ.Mevlana Celaleddin Rumi (k.s.)

"Allahtan başka hiçbir şeyin aslı yoktur."

"Allahtan başka hiçbir şeyin aslı yoktur."

Aslı yoktur ama, bana var gibi görünürler; çünkü aslı olmayan, aslı olmayanı çeker kendine.
...
Şu yeryüzünde, şu gökyüzünde ne varsa, zerre-zerre, her şey, kendi cinsini çekmede kehlibara benzer.

Hz Mevlâna Celaleddin Rumi(k.s)

Gözünde hastalık yoksa, aç gözünü de onun yarattıklarını seyret!

Hakk aşıklarının kıskançlığı yüzünden ağzıma kilit vurulmuştur. Bu yüzden ben "0 eşsiz varlık fılandır!" diye söyleyemem.

Her an göz ucu ile, onun yarattığı güzelleri, güzellikleri görürüm de "Allah'ım" derim, "Yaratmakta, sen eşsizsin, senin benzerin yoktur. Sen tek bir varlıksın."
...
Gözünde hastalık yoksa, aç gözünü de onun yarattıklarını seyret! Çünkü O tek varlık güneş gibi ortada parlamaktadır. Her zerrede, her şeyde kendi varlığını, sıfatını yaratma gücünü göstermededir.

Hz. Mevlânâ Celaleddin Rumi(K.s)