28 Aralık 2013 Cumartesi

Nefislerinizi öldürün!



'.. faktulû enfusekum..'

'.. Gelin yaratıcınıza tövbe edin de nefislerinizi öldürün! (kendinizi düzeltin). Bu, Yaratıcınız katında sizin için daha iyidir..'

   Mûsâ, kavmine dedi ki: “Ey kavmim! Sizler, buzağıyı ilâh edinmekle kendinize yazık ettiniz. Gelin yaratıcınıza tövbe edin de nefislerinizi öldürün (kendinizi düzeltin). Bu, Yaratıcınız katında sizin için daha iyidir. Böylece Allah da onların tövbesini kabul etti. Çünkü O, tövbeleri çok kabul edendir, çok merhametlidir."    Bakara, 54
'..Küçük cihaddan büyük cihada..' s.a.v.

27 Aralık 2013 Cuma

'Anne sütündeki kök hücreler ve süt kardeşliği'

Anne sütünde multipotent kök hücre varlığı yeni çalışmalarla ispatlanmış durumda.
https://www.landesbioscience.com/journals/cc/ThomasCC10-2.pdf
....Anne sütünden izole edilen multipotent kök hücreler, pekçok çeşit insan dokusu yapımı için proğramlanabilir demek..
http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/20712706

Kök hücre, mitoz bölünmeyle özelleşmiş hücre tiplerine farklılaşabilen ve daha fazla kök hücre üretmek için kendini yenileme yeteneğine sahip olan, bütün çok hücreli canlıların doku ve organlarını oluşturan ana hücre tüpleridir.bknz; http://tr.wikipedia.org/wiki/K%C3%B6k_h%C3%BCcre

Bu taze bilimsel buluş, Efendimizin (s.a.v.) çağlar öncesinden sosyolojik olarak hukuğunu tesis ettiği 'süt kardeşliği' hakikatine de kısmen ışık tutmakta.

5 Ekim 2013 Cumartesi

" Allah'ım ! Kime beddua edersem, bedduamı onun adına rahmet ve rıza vesilesi yap. "

Hz. Peygamber yaralandığında şöyle dua etmekteydi :
" Allah'ım ! Kavmime hidayet et, onlar bilmiyor. "
Böylece Hz. Peygamber insanlar için Rabbine mazeret sunuyordu. O bir beşer olduğunu ve beşeriyet hükümlerinin bazen kendisine baskın geldiğini bildiği için de Rabbine şöyle dua ederdi :
" Allah'ım ! Bir insan olduğumu bilirsin, bir insan gibi razı olur, bir insan gibi öfkelenirim " Yani kendim için kızar, razı olurum.
" Allah'ım ! Kime beddua edersem, bedduamı onun adına rahmet ve rıza vesilesi yap. "

Fütuhat , c13,s91 - Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

4 Ekim 2013 Cuma

Böylelikle beden ruhun gelişiyle canlanır.

Bilmelisin kİ, Allah insan ruhunu var ettiğinde, onu doğal ve duyusal bir suretin yöneticisi olaraK var etmiştir. Dünyada, ahirette, berzahta ve her nerede olursa olsun, durum böyledir. Bu bağlamda ruhun kendisini giymiş olduğu ilk suret, Hakkın üzerindeki rabliğini kabul etmek üzere kendisinden söz alınırken giymiş olduğu suret idi. Sonra bu suretten (ayrılarak) dünyadaki cisimsel surete intikal etmiş, onun içinde annesinin karnında bedeninin yaratılmasının dördüncü ayından itibaren ölüm vaktine kadar hapsedilmiş olarak kalır. Öldüğünde ise, bu kez ölüm anından sorgu anına kadar kendisinde kalacağı başka bir surette geçer. Sorgu vakti geldiğinde ise, bu kez o suretten de (daha önce) ölümle nitelenmiş bedenine geçer. Böylelikle beden ruhun gelişiyle canlanır. İnsanların kulakları ve gözleri, bu ruh ile bedenin canlanmasını idrakten engellenmiştir. Allah teala'nın bu hali keşfettirdiği insan ve cinler arasından nebi ve veli gibi seçkinler bunun istisnasıdır. Diğer hayvanlar ise, onun canlılığını ve içinde bulunduğu durumu gözleriyle görürler. Sorgudan sonra ise, bu kez berzahta başka bir surette haşredilir ve o surette tutulur.

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)
Fütuhat-ı Mekkiyye c10,s161

25 Mayıs 2013 Cumartesi

“Hayrette kalanların delili, bana delil ol!”

Hakk'ın iradesi, ilâhî rah­met hazinelerine vâkıftır.
İlâhî rahmet ise o iradeye bağlıdır.
O ira­deyi iste; iddiayı bırak.
Eğer yolda yürümek istiyorsan, ona girme­den önce:
“Hayrette kalanların delili, bana delil ol!” de.

Tecrübe yollu bir belaya uğrarsan
ve sabırdan yana acı içinde olursan şöyle yalvar:
“Allah'ım, bana yardım et, sabrımı arttır. Bu sıkıntılı hâli ben­den al.”

Evliyalar Sultanı Hazreti Pir Abdülkadiri Geylani R.A. Himmetleri her daim üzerimizde ola

11 Mayıs 2013 Cumartesi

Allah bir hikmet nedeniyle engellediği gibi verirken de hikmete göre verir.

Allah bir hikmet nedeniyle engellediği gibi verirken de hikmete göre verir.

 Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)
Fütuhat c17,s27 

Ne perde var ,ne örtü

Ne perde var ,ne örtü !Allah'ı gizleyen sadece O'nun zuhurudur...Nefisler kendilerine gözükenle yetinselerdi, hiç kuşkusuz , gerçeği olduğu hal üzere öğreneceklerdi.Fakat onlar kendilerine gizli kalan bir şeyi aramış ,bu talepleri ise perdenin ta kendisi olmuştur.Başka bir ifadeyle nefisler kendilerine gizli kaldığını tahayyül ettikleri bir şeyle ilgilenmekle onlara gözükenin ve zuhur edenin hakkını takdir edememişlerdir...

Muhyiddin İBN ARABİ KS. FÜTUHAT .18/81-82

4 Nisan 2013 Perşembe

Latif-Habis Kokular

"Latîf kokular, latîf rûhları çeker. Habîs kokular da habîs rûhları"
s.a.v.
Hadis-i şerif

Mümin , itaatle karışmayan saf bir günahı kesinlikle işlemez.

Mümin , itaatle karışmayan saf bir günahı kesinlikle işlemez. Günahtaki itaat, onun günah olduğuna inanmasıdır. Mümin, " salih ameli ve kötü ameli karıştıran" kimselerdendir. Allah şöyle buyurur : " Belki Allah onların tövbelerini kabul eder. "(Tevbe 9/102) Tövbe , dönmek demektir. Kastedilen şey , Allah'ın rahmet etmek üzere kullarına dönmesidir. Çünkü Allah ayeti " Allah bağışlayan ve rahmet edendir. "(Tevbe 9/102) ifadesiyle genelleştirdi. Bilginler şöyle der : Umulur ki Allah bakımından zorunluluk ifade eder. Çünkü Allah'ı engelleyen bir şey yoktur.


Fütuhat c3,s69 - Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

Çünkü imana hiç bir şey karşı koyamaz

Allah Cehennem ateşindeki azap için birtakım mertebe ve tabakalar düzenlemiştir. Bunlar, belirli organlarla yapılan amellere bir ölçüye göre -ki onu aşamazlar- tespit edilmiştir. Bu bağlamda ateş mümin'in iman mahalline kesinlikle ulaşamaz. Dolayısıyla , müminin " kalplere nüfuz eden " ateşten payı yoktur. Gerçi orada iman kendisinden çıkmıştır. Fakat imanın inayeti, insandaki iman mahalline nüfuz etmiştir. İman kendisini korumak ve azaptan Allah'ın dilediği kadarını uzaklaştırmak için kendisinden çıkar. Nitekim iman, günah işlediğinde dünyada da kendisinden çıkar.


Hz. Peygamber şarap içen, hırsızlık yapan ve zina eden mümin hakkında şöyle buyurur : " Bir mümin mümin iken böyle günah işlemez " Yani, söz konusu günahı işlerken mümin değildir. Başka bir hadiste ise şöyle buyurur : " İman bu esnada -yani o fiili işlerken- kendisinden çıkar. " İnsanlar bu hadisi gerçek anlamının dışında yorumlamıştır. Çünkü onlar, Şari' nin maksadını anlamamış, imanı... ameller ile yorumlayarak şöyle demişlerdir : Hz. Peygamber, burada iman derken ameli kastetmiştir. Halbuki Hz. Peygamber, bu ifadeyle kastettiği şeyi başka bir hadiste açıklamış ve şöyle buyurmuştur : " Kul zina ettiğinde, iman kendisinden çıkar ve bir gölge gibi üzerinde dolaşır. Zina fiilinden uzaklaştığında ise iman tekrar kendisine döner. "

Bu konudaki ilahi hikmet şudur : Allah bilir ki kul, günah ve itaatsizlik olduğuna inandığı bir itaatsizliği işlemeye başladığında bizzat bu fiiliyle nefsinin Allah'ın azabına maruz kalmasına ve cezalandırılmanın gerçekleşmesine yol açar. Söz konusu fiil, Allah tarafından bir belanın kula ulaşmasına neden olur. Bu kez kalbindeki iman çıkar ve adeta bir gölge gibi üzerinde kalır. Allah' tan inen bela kulu aramaya başladığında ise (kuldan çıkmış) imanı o belayı karşılar ve belayı uzaklaştırarak Allah'ın bir rahmeti olarak kula ulaşmasını engeller. Çünkü imana hiç bir şey karşı koyamaz. Peygamberin hadiste vaat ettiği şey bir açıklamadır.

Bu nedenle şöyle dedik : Mümin , itaatle karışmayan saf bir günahı kesinlikle işlemez. Günahtaki itaat, onun günah olduğuna inanmasıdır. Mümin, " salih ameli ve kötü ameli karıştıran" kimselerdendir. Allah şöyle buyurur : " Belki Allah onların tövbelerini kabul eder. "(Tevbe 9/102) Tövbe , dönmek demektir. Kastedilen şey , Allah'ın rahmet etmek üzere kullarına dönmesidir. Çünkü Allah ayeti " Allah bağışlayan ve rahmet edendir. "(Tevbe 9/102) ifadesiyle genelleştirdi. Bilginler şöyle der : Umulur ki Allah bakımından zorunluluk ifade eder. Çünkü Allah'ı engelleyen bir şey yoktur.

Muhyiddin ibn Arabi (k.s.) Futuhat

16 Şubat 2013 Cumartesi

Senin vereceğin şifâdan başka şifâ yoktur.

 
Hz. Âişe radıyallahu anhâ şöyle diyor:

Bizden biri hastalandığında, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem ona sağ eliyle dokunarak şöyle dua ederdi:

"Ey bütün insanların rabbi olan Allahım! Bu kulunu iyileştir, ona şifa ver! Şifa veren sadece Sensin. Senin vereceğin şifâdan başka şifâ yoktur. Arkasında hastalık bırakmayan bir şifâ ver!"
...
Allah'ın Elçisi son hastalığında iyice ağırlaşınca, onun hastalara yaptığı duayı ben de ona yapmak için elini tuttum. Hemen elini çekti ve

"Allahım, beni bağışla! Beni yüce dostlarla (refîk-i a'lâ ile) beraber eyle," diye dua etti.

Ona şöyle bir bakayım dedim. Bir de ne göreyim, dünyadan göçüp gitmiş...

(Buhârî, Merdâ 20, Tıb 40; Müslim, Selâm 46-49; İbni Mâce, Cenâiz 64, Tıb 36; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 45)

1 Şubat 2013 Cuma

Hâlbuki bunların hiçbiri gerçek sufilerin yolu değildir.

'Bazı sufi kılığına girmiş cahiller, tasavvufun esaslarını bozdular, yolunu harap ettiler, yeni icat ettikleri birtakım isimlerle onun gerçek manasını değiştirdiler. Bu cahil insanlar, tamaha (mal hırsına) helalinden artış dediler. Kötü ede...be ihlâs ismini verdiler. Hak ölçülerine uymayan sözlerine şatahat dediler. Kötü şeylerden zevk almaya, gönül hoşluğu (huzur bulmak) dediler. Nefsin kötü arzularına uymaya, ibtila (Allah’tan gelen bir imtihan) ismini verdiler. Dünya malına yönelmeye, hayır sebeplerine ulaşma dediler. (kendilerine muhalefet edenlere karşı) kötü davranışa, savlet (din adına atılganlık) ismini verdiler. Cimriliğe, dilenciye yüz vermemek dediler. Kötü ve bozuk konuşmaya melâmet (kendini gizleme) dediler.




Hâlbuki bunların hiçbiri gerçek sufilerin yolu değildir.'



Ebu’l-Abbas ed-Dineveri (rh)



( İmam Kuşeyrî, Risâle, s. 169 )

22 Ocak 2013 Salı

Şimdi bak gör, senin nefsin bu otlaklardan hangisinde otlamaktadır

Bil ki insanın sa'yinin çeşitli oluşu, insanların dört tavır (merhale) de bulunuşlarından dolayıdır. Bu dört tavır (merhale) ile hayvanlar alemini, yırtıcılar alemini, şeytanlar alemini ve melekler alemini ifade etmek istiyorum. Her alemin mahiyyeti, insanı öteki alemin aksi yöne iter. Doğumdan hemen sonra insanın ilk alemi başlar ki hayvanlar alemidir. Bu alem onu yemeye, içmeye, helal ya da haram birleşmeye sevkeder. İnsan orada sebat eder, imana ve amele dönmezse dünya sevgisi ona galebe çalar, dünyadan her istediğini de pek tabii elde edemez, neticede yırtıcılar alemine girer. Kibir, kin, hased, intikam, mukadderse katl ile vasıflanır ve o insanın sireti yırtıcı hayvanlara döner. Eğer bundan da imana ve amele dönmezse mevki hırsı galebe eder, muradına ancak hilelerle erişir ve sonunda devler ve şeytanlar alemine girer. Hile, hud'a yalan, gıybet, koğuculuk ve iftira ile İblis gibi halk arasına fitneler düşürmek gibi huylarla vasıflanır. Orada kalırsa Esfel-i Safilin (aşağıların aşağısı) da kalmış ve insanların en sapkını olmuş olur. Ama saadete ulaşıp da melekler alemine dönerse ki bu alem zikir, tesbih, tehlil ve istiğfar alemidir; bütün insanlar ile iyi geçinir ve güzel ahlaklı olur ki güzel ahlak insanın kemalidir. Bununla ötekilerden (meleklerden) üstün olur. Çünkü böyle insanlar oraya hayvanlar, yırtıcılar, dev ve şeytan alemlerinden ilim ve amel ile yükselmişlerdir. Mücadele ederek oraya geçmişlerdir. "Güzel söz O'na çıkar,salih amel O'na yükselir." (Fatır 10). İnsanlardan bazıları birinci mertebede, bazıları ikincide, bazıları üçüncüde ve bazıları da dördüncüdedir. Bazıları da merhaleden merhaleye seferini tamamladıktan sonra daimi olarak bir halden diğer hale geçmek üzere bulunurlar.

Şimdi bak gör, senin nefsin bu otlaklardan hangisinde otlamaktadır. Onu aşağılardan yukarıya döndürmek için çemirlen ki helak badirelerinde ilimler suyundan-ki salih amellerin neticeleridir-susuz kalmayasın. Eğer insan isen himmetini hayvanların, yırtıcıların ve iblisin gittiği yönden çevir. Allah'a koşman, yolların en yükseğinde olsun. Çünkü Allah'a giden yollar, mahlukatın nefesleri sayısı kadar çoktur. Nefsi bilmeye çalışmak, insanı Allah'ı ve gayelerin en yükseği olan tevhid mertebelerini bilmeye götürür.

Niyazi Mısri (k.s.)