29 Mart 2011 Salı

"Perdeler kalksa Yakinim artmaz."

Perdeler kalksa Yakinim artmaz.
Ali (k.v.)

Sıfatlarla perdelenmiş olan kişi, ancak sıfat görür. Zatı kaybeden kişidir ki sıfatlarda kalır. Oğul, Allah'a ulaşanlar, zata gark olmuşlardır. Artık onlar sıfatlara nazar ederler mi ?

Mevlânâ Celaleddin-î Rûmî (k.s.)

İrfan sahipleri, hep Allah'ın Zat'ı ile olmaktadırlar; sıfat ve isim tecellilerinin zuhuru olan geçici şeylere uymazlar.

Abdulkadir Geylani (k.s.)

İlim sabit, haller gidicidir.

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

Alemlerin Rabbı olan Allah'ın tevhidine ilimle erilir.

Abdulkadir Geylani (k.s.)

Medresemiz aşktır, müderrisimiz ululuk sahibi, bizse (O ululuk sahibi Zat hakkında!) bilgi elde etmeye uğraşan talebeleriz.

Mevlânâ Celaleddin-î Rûmî (k.s.)

Oysa Ben, gölgesi olmayan bir nur’um; sen ise imkan dahilinde olman için, gölgeyle karışmış bir nursun.

Allah o “mümkün varlıklara”, imkanları ve kabul istidatları nispetinde varolmalarını (tekvin) emredince, o varlıklar Onu görmek için süratle koştular.

Mümkün varlık, varoluş haline geçince, nurla boyandı. Böylece adem, yokluk, yok oldu. Mümkün varlık iki gözünü birden açtı ve katıksız iyilik, saf güzellik gördü. Fakat ne olduğunu bilemedi, anlayamadı

Mümkün varlık, nur ile boyanınca, sol tarafa yöneldi ve baktı; ve adem’i yokluğu gördü; onu tahkik etti, inceledi. Yokluğun kendinden çıktığını görünce, “Bu da ne?” dedi.

Bunun üzerine sağ taraftan nur ona şöyle dedi: “İşte, o sensin! Eğer sen kendin nur olsaydın, gölge diye bişey olmazdı; baksana, ben nurum ve gölgeyi gideriyorum. Senin üzerinde bulunduğun nura gelince, zatında bana teveccüh edip yönelmenden dolayı, sende o nur gözükmektedir; bu da senin Ben olmadığını bilmen için böyledir.

Oysa Ben, gölgesi olmayan bir nur’um; sen ise imkan dahilinde olman için, gölgeyle karışmış bir nursun. Buna göre, şimdi eğer sen kendini Bana mensup sayarsan, Ben seni kabul ederim; yok eğer sen kendini “adem”e, yokluğa mensup sayarsan, o seni kabul eder.

Dolayısıyla şimdi sen vücudla adem, varlıkla yokluk, hayırla şer arasındasın. Eğer sen gölgenden yüz çevirirsen, imkan dahilinde olmandan yüz çevirmiş olursun; imkan dahilinde olmaktan yüz çevirdiğin zaman da, Beni bilemezsin.

Öyleyse sen Bana, seni kendi gölgenden büsbütün yok edecek bir bakışla bakma; yoksa o zaman sen, Ben olduğunu iddia edersin ve böylece bilgisizlik içine düşersin. Aynı şekilde, gölgene de, seni Benden büsbütün yok edecek tarzda bakma, yoksa o tarz bakış sana sağırlık getirir. O zaman da seni niçin yarattığımı bilemezsin.

Öyleyse, kimi zaman öyle ol, kimi zaman böyle ol! Allah senin için iki gözü, ancak birisiyle Beni müşahade edesin, diğeriyle de kendi gölgeni göresin diye yaratmıştır.

Muhyiddin ibn Arabi (r.a.)

28 Mart 2011 Pazartesi

rizk/mal

Peygamber’imiz (s.a.v.) buyuruyor ki:
"zengin - fakir herkes kıyamet günü keşke dünyada bana sadece zaruri geçimimi sağlayacak kadar mal verilseydi diye temenni edecektir."

Yine peygamber'imiz (s.a.v.) buyuruyor ki:
"zenginlik mal çokluğu ile olmaz. Gerçek zenginlik, gönül zenginliğidir."

öteyandan peygamber'imiz (s.a.v.) şiddetli ihtirasa kapılmayı ve doyumsuz bir istekle varlık peşinde koşmayı yasaklayarak söyle buyurmuştur:

— ey insanlar! Sözüme kulak verin! Varlık ihtirasına kapılmadan mal kazanmaya girişiniz. Çünkü hiç bir kul kendisine ayrılan paydan daha fazlasını elde edemez ve yine hiç bir kul istese de istemese de dünyadaki nasibini tamamen ele geçirmeden oradan göçmez.

Bildirildiğine göre Hz. Musa (a.s.), Allah (c.c.)'a hangi kul zengindir? diye sorar.
Allah (c.c.) benim kendisine verdiğime en çok kanaat eden diye buyurur.
yine Hz. Musa (a.s.), Allah (c.c.)'a peki, en adil kul kimdir? diye sorar Allah (c.c.)`da kendine karşı hakka uygun davranandır diye buyurur.

peygamberimiz (s.a.v.) söyle buyurdu:
— ruh-ul Kudüs (Cebrail a.s) bana rızkını tüketmeden hiç kimsenin ölmeyeceğini bildirdi. o halde Allah (c.c.)'dan korkun ve meşru şekilde kazanç peşinde koşun.

İmam-ı Gazali (k.s)

27 Mart 2011 Pazar

Eğer benim niyetimi anlarsanız Yüce Allah'a hamd ediniz

Ben sevginin sevgilisiyim, ah bir bilseniz
Sevgi de bizim sevgilimiz ,ah bir anlasanız
Eğer benim niyetimi anlarsanız
Yüce Allah'a hamd ediniz
Biliniz , niçin çevremdekiler sözlerimden yüz çevirdiler
Çünkü benim sözlerimi anlamaktan çok uzaktılar onlar.

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

yolcu/tekamül

Bilki Allah insanları yarattığından, onları teklifle mükellef kıldığından ve onları Ademden vücüda, yani yokluktan varoluşa çıkardığından beri insanlar yolcu olma özelliklerini (tekamül) hiç bırakmamışlardır.

İbn Arabi (k.s)
Nurlar Risalesi,s.13

Nifak ehlinden de olsa hikmeti al.

“Nifak ehlinden de olsa hikmeti al. Çünkü hikmet, müminin göğsüne girmek suretiyle asıl sahibine kavuşup sükunet buluncaya kadar münafık’ın kalbinde deprenip durur.”

Hz.Ali (r.a.)

'Bu (dünyada kalbi) kör olan,ahirttede kör olacak ve (doğru yoldan) dahada sapmış bulunacaktır'

Allah teala:''Bu (dünyada kalbi) kör olan,ahirttede kör olacak ve (doğru yoldan) dahada sapmış bulunacaktır'' (isra 17/72) Buyurmuştur.Bu ayetteki ''körlük''ten maksat ''kalp körlüğü''dür.Nitekim diğer bir ayettede şöyle buyrulur: Zira hakikat budurki ,gözler körelmez velakin sinelerdeki kalpler körelir!''(Hac,22/46)...

Kalbdeki körlüğün sebebi gaflet ve unutma ile meydana gelen perdelerin kapanmasının karanlığıdır.Buda ruhlar aleminde Cenab-ı Hakk ile yapılan sözleşmeden (ahidname) uzaklaşmasından kaynaklanmaktadır..

Burada perde teşkil eden gaflet ilahi emrin hakikatinin bilinmemesinden yani cehaletten ileri gelmektedir.Cehaletin sebebide insan kalbine musallat olan ve onu istila eden kendini beğenmişlik cimrilik ve gıybet yalan ve benzeri kötü ahlakın insanda yerleşmesindendir..

İnsan’ın Esfel-i safiline inmesinin nedeni de zaten budur.Bu sıfatlara yenik düşerek gaflet uykusuna dalmasıdır.

İşte insanın aşağıların en aşağısına indirilmesine sebep olan bu kötü sıfatlarından kurtulabilmesi gerekir.Bunun için de gaflet uykusundan uyanması lazımdır.Bu da kalb aynasının tevhid zikri ilim ve amel-i Salih ile temizlenmesiyle zahir ve batında güçlü cihadla gerçekleşir.Zahirini ve batınını kalb aynasını arıtması yeniden cilalandırması gerekir.Bu mücahede neticesinde tevhid nuru ile adeta ölü sayılan kalbi dirilik kazanmaya başlar sıfat nurları belirir.

Ancak bundan sonra anayurdunu yeniden hatırlar ve onun özlemini duyar böylelikle Cenab-ı Hakk’ın yardımı ile oraya dönüş başlar.

Bu cihada giren bir salikin zikir ve mücahedesi ile zulmet perdeleri yavaş yavaş aralanır.cihada devam etmesi sonucu da tamamen ortadan kalkar..

Bundan sonra sıra nurani perdelere gelir onlar da Cenab-ı Hakk’ın yardımı ile kalkarsa hakikat yolcusu Allahü Teala’nın nuru ile görmeye ilahi sıfat isimlerinin nuruyla aydınlanmaya başlar.

Bu nurani perdeler ve tedricen kalkar ve kalb Zat-ı ilahi’nin Nur-u Sübhanisi ile aydınlanır.

Burada bir incelikte şudur: Kalbin batında iki gözü vardır.

Küçük göz (el-yan,es-suğra) ve büyük göz (ve’layn,el-kübra) küçük göz dereceler alemine ulaşıncaya kadar istidatı ölçüsünde ilahi sıfat isimlerinin nuruyla sıfat tecellilerini müşahade eder.Büyük göz ise Zat-ı Sübhani tecellilerinin nurlarını tevhid ve ehadiyyet nuruyla müşahede eder.Dünyada iken lahut aleminde kurbet : yakin deki bu derecelere ulaşılması insanın beşeri ve nefsani varlığından arınması yani ölmeden önce ölmesi ile veya beşeri ve nefsani varlığından uzaklaşması temizlenmesi oranında gerçekleşen müşahedelerdir...

Abdulkadir Geylani (k.s.)

24 Mart 2011 Perşembe

sakın yeter deme, durma, ilerle

"Kardeş, bu Hak'kapusu, ucu bucağı olmayan bir kapudur. Sonu yoktur. Bu yolda herhangi bir yere varırsan, sakın yeter deme, durma, ilerle!"

Hz. Mevlana Celaleddin Rumi (r.a.)

Sofi tavus kuşu gibi olmalıdır.

“Sofi tavus kuşu gibi olmalıdır. Tavus kuşu ayaklarının siyahlığına bakar. Vücudunun ne kadar güzel olduğuna değil. Sofi de kendi iyi haline bakmamalı, amellerine güvenmemeli. İyiliği görmek ve amellere güvenmek kibir ve gururlanmaya sebep olur. Yaratılmışlar arasındaki bütün manevi olgunluk, Allah Tealâ’nın kemalâtının bir yansımasıdır. İnsanın bunun kendinden kaynaklandığını düşünmesi büyük bir kusur olur.”

Seyyid Sıbgatullah Arvasî (k.s.)

ben şu dünyada senden başkasından bezmişim, usanmışım.

Bir lahza, bir an bile senden vazgeçemem, elimi çekemem. Çünkü benim işim gücüm hep sensin, her an seninle meşgulüm.
Benim canımla senin canın birleşmişler, bir can olmuşlardır. Bu tek can hakkı için, bu tek cana yemin ederim ki, ben şu dünyada senden başkasından bezmişim, usanmışım.

HZ MEVLANA Celaleddin Rumi(r.a.)
DIVAN-I KEBIR (c. III, 1458)

Vah benim sözlerime, vah benim sözlerime!

Aynada güzel yüzünüzün hayalini görünce hayran oldum. Dil dökmeye başladım, fakat ayna nefes istemez, söz istemez, buğulanır. Bu yüzden ayna buğulandı da hayalin görünmez oldu. Vah benim sözlerime, vah benim sözlerime!
Senin hayalini suda gördüm de yakalamak için suya el attım. Fakat su bulandı, seni göstermez oldu. Ben de boş yere uğraşmış oldum.
Ey dost! Aramıza "Ey dost!" sözü bile sığmıyor. Ey sevgili demeye kalkışsam, "Ey sevgili!" bile diyemiyorum.
Ah etsem, o da ne taraftan geldiyse o tarafa geçip gidiyor. Ağzımın yolunu kapadım. Artık feryad bile edemiyorum.
Benim feryadım, benim ahım o ayın bulutlar arasına girip kendini göstermemesindendir. Göğümdeki bulutlar arasına gizlenir, ama sen gizlenmezsin. Elbette canlı ay yüzlüye bakmak daha hoş!

HZ MEVLANA DIVAN-I KEBIR (c. III, 1453)

Sen bir an bile kendisinde olmayana ne dersin?

Varlık tahtasını yıkadım, temizledim. Varlıktan, benlikten kurtuldum. Benim artık dünya ile bir ilgim kalmadı. Nasıl olduğu bilinemeyen, anlaşılamayan büyük yaratıcı ile aramızdaki perdeyi de yırttım, attım. Artık bu hususa kafamı yormayacağım, düşüncelere dalmayacağım.
0 eşsiz kutsal varlık, beni lütuf sütü ile besledi, yetiştirdi. Ayıplanma kınanma taşı nasıl olur da bana ulaşabilir? Bende gamın yaprağı bile yok.
Ben yokluğa öyle dalmışım ki sevgilim: "Bir an için olsun gel, otur!" deyip duruyor da, ben ona bile aldırmıyorum.
Hani bir an var ya, Adem(a.s.)'ı bir anda varlık alemine getirdi. O andan da usanmışım, benim onunla da ilgim yok!
Sen bir an bile kendisinde olmayana ne dersin? Binlerce defa başıma vuruyor, başımı eziyor da ona bile aldırmıyorum.

HZ MEVLANA Celaleddin Rumi(r.a.)
DIVAN-I KEBIR (c. III, 1443)

23 Mart 2011 Çarşamba

Onlara Zatını vermiştin; bize de ver! Âmin!

Allah’ım, duygularımızı itaatinde kullan. Kalplerimizi marifet nurunla doldur. Hayatımız boyunca yolunda kalmak için bizlere ba­şarı ihsan eyle! Bizleri geçmişteki iyilere kat. Onlara verdiğini bi­ze de nasip et. Onlara zatını vermiştin; bize de ver! Âmin!

Abdulkadir Geylani (k.s.)

Aşk derdine hiçbir yâr, hiçbir dost yoktur.

Aşk derdine hiçbir yâr, hiçbir dost yoktur. Âşıkın bu maddi dünyada bir tek mahremi bile bulunamaz.

Hz. Pir Mevlana Celaleddin Rumi(r.a.)

22 Mart 2011 Salı

İslâm

İslâm demek, Allah'ın kaza ve kaderine teslim olmak ve O'nun fiil tecellisi önünde sessiz durmaktır. Ayrıca kitabın hüküm hududu­nu aşmamak ve Peygamberin (s.a.v) âdetlerine uymaktır. Peygambe­rimiz’e salât ve selâm olsun. Kitab’a ve Sünnet’e uyman sahih olduğu takdirde İslâm kelimesi sana yakışır.

Abdulkadir Geylani (r.a.)

İlim hayat, ilimsizlik ölümdür.

Ey cahil! İşlerini bilgi ile yürüt. Bilgisiz işte hayır yoktur. Bilgi­nin olmadığı yerde ne iman, ne de ikan olur. Öğren ve çalış. Bunu yaparsan, dünya ve âhiretin kurtulmuş olur. İlim tahsil edip amel et­meye dayanmayacak kadar sabrın yoksa nasıl kurtulabilirsin? Sa­bırlı ve anlayışlı ol. İlmin hepsini birden kavraman kabil değildir. Bütün varlığını ilim yoluna harcarsan ancak bir parça öğrenebilir­sin.

Büyüklerden birine ilmi nasıl tahsil ettiği ve tahsil yolunu nasıl bulduğu soruldu. Cevap verdi: “Kuşların erken kalkması, devenin tahammülü, domuzun hır­sı, köpeğin yaltaklanması üzerimde derin tesirler yaptı. Onları gör­düm, bir hayvan oldukları hâlde yaptıkları işe baktım. Ben de insa­nım, onların hareketinden ibret aldım. Kuş gibi erken kalktım. İl­min bütün ağırlığını çektim. İlme karşı bir ihtiras duydum. İlim sa­hiplerinin kapısında günlerce yalvardım.”

Ey ilim talep eden, işit bu sözleri. O büyük zâtın kelâmını iyi dinle. Bilgi ve kurtuluş istiyorsan böyle yap. İlim hayat, ilimsizlik ölümdür. İlmi ile âmil olana ve bilgiyi öğretmek için sabredene ölüm yoktur; maneviyatı ölmez. Hak Teâlâ'nın ilim sıfatına iltihak eyler. Hayatı onunla devam eder.

Allah'ım, bize bilgiyi ve ihlâsı nasib eyle. Âmin!

Abdulkadir Geylani Hazretleri (r.a.)

Şiddet göstermeksizin kuvvetli,zayıflık belirtmeksizin yumuşak ol..

Şiddet göstermeksizin kuvvetli,zayıflık belirtmeksizin yumuşak ol..

Hz.Ömer.(r.a.)

21 Mart 2011 Pazartesi

İnsanlar Allah'ın Ailesidir.Allah'ın en çok sevdiği insan Onun ailesine en faydalı olandır.

Dünyanın ve ahiretin iyiliğini istiyorsan malının bir kısmıyla fakirlere yardımcı ol,
Peygamberimiz (s.a.v.)'' İnsanlar Allah'ın Ailesidir.Allah'ın en çok sevdiği insan
Onun ailesine en faydalı olandır.buyurmuştur.İnsanları birbirine muhtaç eden Allah ne Yücedir!Elbette onun bu tasarrufunda bir hikmeti vardır..

Gavs-ül Azam Seyyid Sultan Abdulkadir Geylani.(k.s.)

20 Mart 2011 Pazar

Eğer onlara dönüp bakarsa,o gerçekten susamış değildir.

"Bir adamın gerçekten susamış olduğunu anlamak istiyorsan,önüne helvalar,şekerler koy !
Eğer onlara dönüp bakarsa,o gerçekten susamış değildir."


Şems-i Tebrizî (k.s.)

Haller / İlim / Haller en büyük perdelerdir

..Halin mahiyetini bilmeyen sufiler, halin bilgiden üstün olduğunu söyler. Halbuki Allah adamlarının büyükleri, bu dünyada hallerden sakınır. Haller, en büyük perdelerdir. Bu nedenle sufiler halleri ‘vergi (mevhibe)’, makamları kazanılan şeyler saymışlardır. Büyüklere göre ise, dünya her zaman çalışma yeridir, yoksa (vergi olan) hal yeri değildir. Çünkü çalışmak, senin dereceni yükseltirken, hal sahibinin vaktini boşa harcar ve bu nedenle yükselemez. Hatta hal, salikin (kazanım yoluyla elde ettiği) makamının dünyadaki erken-peşin sonuçlarındandır. Bu nedenle haller vergiler olmuştur. Kazanılar şeyler olsaydı, hiç kuşkusuz, onlar sayesinde yükselme gerçekleşirdi.

Hal dünyada değil, ahirette üstün olacaktır. Bilgi ve makam ise, hem dünyada ve hem de ahirette üstündür. Allah peygamberine bilgisinin arttırılmasını istemeyi emredip şöyle demiştir: “Rabbim bilgimi artır!” (Taha:114) Halbuki halindeki bir artışı istemeyi emretmedi. Halin üstün olduğunu kabul eden kimse bilginin üstünlüğünü bilip bilgiden de güvenilir bir zevki olsaydı, hiç kuşkusuz, kendisini bilenleri şereflendirdiği konuda Allah’a uymuş olurdu. Söz konusu kişi Allah’ın kendisini ve seçkin melek ve kullarını nitelediği bu özellikten mahrum kalıp bu dereceye ulaşamamış olduğu için, halin bilgiden üstün olduğunu iddia ederek kendini savunmaya kalkışmıştır. Böyle bir insan –Allah’a hamdolsun- hem bilgiden ve hem de halden eksiktir.

Doğru hal sahipleri, bilginin hale göre üstünlüğünü bilenlerdir. Onlar, bilginin peşindedir. Çünkü hal onlarla yaratılış gayeleri arasında bir engeldir. Bu nedenle, halden (hal peşinde koşmaktan) uzak dururlar. Halin engel olduğunun kanıtlarından birisi şudur: Hal sahibi haliyle mutlu olsa bile, ölümü anında ondan yüz çevirip ondan uzaklaştığını ve hal sahibi olmamayı dilediğini görürsün. Çünkü hal, Allah’a yaklaştıran bir şey değildir. Dünya ise, (Allah’a) yaklaştıran sebeplerin bulunduğu bir yerdir. Ahiret ise yakınlık yeridir. Gerçek bilgin, her niteliği kendi yerinde hüküm sahibi yapar. Halin hükmü ise ahirettedir. Bilgi ise, hem dünyada hem de ahirette, kısaca her yerde hüküm sahibidir. Çünkü onun üstünlüğü eksiksizdir.

Muhyiddin ibn Arabi (K.S)
Futuhat-ı Mekkiyye

19 Mart 2011 Cumartesi

tesbih

Vücudumuzdaki trilyon kere trilyon elektrondan herbiri, saniyede 400 bin defa zikir yapar da biz hâlâ ibadetlerden kaçacak mazeret ararsak, o elektrotlardan daha fazla küçülmez miyiz?

Böyle bir durumda kendimize "özel varlık" diyebilir miyiz?

Haluk Nurbaki (k.s.)

Derdyile kul olmadan sultânı arzularsın.

Cânını terk etmeden cânânı arzularsın,
Zünnârı kesmeden imânı arzularsın.
Şol uşacıklar gibi binersin ağaç ata,
Çevkân ile topun yok meydânı arzularsın.
Karıncalar gibi sen ufak ufak yürürsün,
Meleklerden ileru seyrânı arzularsın.
Topuğuna çıkmayan suyu deniz sanırsın,
Sen katreyi geçmeden ummânı arzularsın.
Var sen Niyâzî yürü atma okun ileri,
Derdyile kul olmadan sultânı arzularsın...

Niyâzî-i Mısrî(k.s.)

abdest

Abdestli olmaya devam edene, Allahü Teâlâ şunları ihsan eder:

1-Melekler onun yanından ayrılmaz.

2-Devamlı sevab yazarlar.

3-Bütün azaları tesbih eder.

4-Uyuyunca melekler, insan ve cin şerrinden korur.

5-Sekerat-ı mevti kolaylaşır.

6-Abdestli iken Allahü teâlânın emanında olur.

7-İftitah tekbirini kaçırmaz.

Allahü teâlâ, Hz. Musaya buyurdu ki: "Ya Musa sana bir musibet gelince abdestsiz isen, kusuru kendinde bul!" [Şira]

Evliya-i kiram, her zaman abdestli durabilmek için, az yiyip az içerlerdi. İmam-ı Malik hazretleri, üç günde bir yemek yerdi. Sebebi sorulunca, "Allahın huzurunda sık sık helaya gidip gelmekten utanıyorum." buyurdu. (Envar-ül-Kudsiyye)

Yatağa abdestli girmenin fazileti de büyüktür. İşte konuyla ilgili Hadis-i Şerifler

"Kim, yatağa abdestli yatarsa, o gece bir melek sabaha kadar "Ya Rabbi bu kulunu affet!" diye duâ eder." [Hakim]

"Abdestli yatıp Allahı anarak uyuyan, uyanana kadar namazda sayılır. Bir melek onun için ibâdet eder. Uyandığı zaman yine Allahı anarsa, o melek, bu kulun affı için Allaha duâ eder." [İbni Hibban]

"Abdestli yatan, gece ibâdet eden, gündüz oruç tutan gibidir." [Deylemî]

"Abdestli yatan, gece vefat ederse şehid olur."
[İbni Sünni]

ilim

Gerçekten ilim; değeri anlatılanlar arasında en üstün şerefi taşımakta, en yüce mertebeye sahip olmakta, en pahalı ziynet olmakta, manen en üstün ticareti getirmektedir.

Çünkü âlemlerin Rabbı olan Allah’ın (c.c) tevhidine ilimle erilir.

Nebileri, resûlleri tasdik edebilmek ilimle olur. Onlara salât ve selâm olsun...

Âlimler, Allah’ın has kullarıdır; onları dinî ilimleri için seçti.Taşıdıkları fazilet meziyeti icabı ilim nûrunu onlara verdi.Onları halk arasından tercihle ayırdı.

Çünkü onlar, nebilerin varisi, halifesi ve resûllerin halka efendi kıldığı kimselerdir.Aynı zamanda peygamberler için, en iyi irfan duygusunu onlar taşır.

Hakk Teâlâ ilim sahiplerini överken şöyle buyurur.

-“Sonra, kitabı öyle kimselere bıraktık ki, onları kullarımız arasından ayırdık... Onların bir kısmı nefsine zulmeder, bir kısmı orta halli gider- hataları ile sevapları eşit geçer- Bir kısmı da hayra koşar.”(Fatır,32)

Sonra... Peygamber S.A. efendimiz de o zatları överken şöyle buyuruyor:

-“İlim sahipleri; peygamberlerin varisleridir.Sema ehli onları sever.Denizdeki balıklar, kıyamete kadar onlar için bağış diler.”

Allah-ü Teâlâ, bir başka Âyet-i Kerimede ilim sahiplerini şöyle tavsif eder:

-“Ancak, Allah’tan âlim kulları korkar.(Fatır, 28) (S.14)

Geylani Hazretleri
Sırrul Esrar'dan

Hazirliğin insana verdiği şeye bakiniz!

“Bu yüce mertebeye rabliğiyle giren kimse, tutuşmuş bir kandil ile giren kimseye benzerken kulluğu ile giren kimse, işiği bulunmayan bir fitil ile veya avucunda yanan, ancak tutuşmamiş bir odun parçasi bulunduğu halde giren kimseye benzer. Bu iki kişi bu yüce mertebeye böyle girince, üzerlerine Rahman’dan bir nefes eser.Bu esinti nedeniyle kandil söner, odun tutuşur.Böylelikle kandil sahibi karanlik, odun sahibi ise işik veren bir nur içinde dişari çikar.Hazirliğin insana verdiği şeye bakiniz!”

Muhyiddin ibn Arabi (r.a.)

hiçbir canlı yoktur ki, Allah, onun perçeminden tutmuş olmasın.

"..hiçbir canlı yoktur ki, Allah, onun perçeminden tutmuş olmasın. Şüphesiz Rabbim dosdoğru bir yol üzerindedir.” hud,56
“..Rabbini müşahade edişinde ve O’na bakişinda perçemlerin Allah’ın elinde bulunduğunu, kendi perçeminin de eldeki perçemlerden biri olduğunu gören kişiden bu keşfe rağmen Yaratanına karşi bir büyüklük ve izzet tasavvur edilebilir mi?”

".. Perçemlerinin Allah’in elinde olduğunu görürcesine inansalardi, biran bile Allah’a isyan etmez ve diğer yaratiklar gibi ‚gece ve gündüz tesbih ederlerdi.’“

Muhyiddin ibn Arabi (r.a.)
Futuhat-I Mekkiyye

Allah ile ünsiyet eden kimse korkmaz!

“Bedeni hakkında korkan herkes
Hakkı açık ve aleni görememiştir.
..“

"..Allah ile ünsiyet eden kimse korkmaz!"

Muhyiddin ibn Arabi (r.a.)
Futuhat-I Mekkiyye

17 Mart 2011 Perşembe

"Benden ne yakarsan yak, zaten ben senin aşk dumanından ibaretim."

Dedi ki: "Başında eğer benim coşkunluğum varsa, senden kıl kadar ayrılmam, seni bırakmam. Ben öyle bir mumum ki pervane olanı tutar, kendi ateşimin içine çeker, yakarım."

Ona dedim ki: "Benden ne yakarsan yak, zaten ben senin aşk dumanından ibaretim."
...
Hz. Mevlânâ Celaleddin Rumi(k.s)

"Ey akıllara dalmış, buz gibi dona kalmış zavallı! Gel aptalca kulağını kaşıyıp durma, ölümde hayat vardır!"

Arslan yüzlerce naz ettikten, sağda solda oyalandıktan sonra avını avlar. Ona av olma hevesi ile avlar, katar katar koşuşup durulur.

Kanlar içinde can veren av; "Allah için olsun beni bir kere daha öldür!" diye ağlar durur.
...
Aşk uğrunda can verenin, ölenin iki gözü, diri olan kişiye bakar da; "Ey akıllara dalmış, buz gibi dona kalmış zavallı! Gel aptalca kulağını kaşıyıp durma, ölümde hayat vardır!" der.

Hz. Mevlânâ (k.s)

Nerde bu evin kapısı ki kapıcıya kullukta bulunalım.

Ey yaprak, elbette bir kuvvet buldun da dalı yarıp çıktın. Ne yaptın da zindandan kurtuldun? Söyle, söyle de biz de şu mahpushanede senin yaptığını yapalım, şu hapisten kurtulalım.

Ey selvi, boy atıp yüceldin, yerden bitip yücelere çıktın. Ulu, sana ne seyir, ne seyran gösterdi? Bilelim de biz de seyredelim.
...
Ey gonca, gül rengine boyanıp çıktın, kendinden geçip geldin, geldin amma nasıl geldin? Söyle de ne yaptıysan biz de onu yapalım.

Bu ak renk nerden, o amber kokusu ne yandan gelmede? Nerde bu evin kapısı ki kapıcıya kullukta bulunalım.

Hz Mevlana Celaleddin rumi(k.s)

Aşk devleti

Ey dünyada gönüller açan, gönüller kazanan aşk devleti! Ey "Allah dilediğini yapar." ayetinin sırrına mazhar olan aşk ikbali!

Ey aşkın cevrinde, cefasında gizlenen safa ve vefa! Aşk devleti ne de hoş, ne de güzel!
...
Ey candan da daha can olan aşk yüzü, aşk didarı! Ey candan da, yüksek mevki'den de üstün olan aşk devleti!

İhlastan da, gösterişten de kurtuldum da şunu anladım ki: Ihlasın da, gösterişin de canı aşk devletiymiş.

Eğer güneş dönüp dolaşırsa, bu onun güçsüz oluşundan, ayrı düşüşünden değildir. Aşk devleti yerden yere konup göçmektedir.

Halk her işte "Sonu hayır olsun." der. Bizim sonumuz aşk devletidir.

Ben sustum, ağzımı kapadım. Çünkü aşk devleti Allaha gönül vermiş kişilerin gönüllerinde kanat açtı.

Mevlana Celaleddin Rumi(r.a.)

Sen bilirsin ancak; ben bilmem ki.

Efendiler efendisi, şekiller düzen, fakat şekilden münezzeh olan Zat; beni ne şekle sokacaksın? Sen bilirsin ancak; ben bilmem ki.
Gâh taşım, gâh demir; zaman da gelir, baştan başa ateş olurum. Gâh taşsız teraziyim, gâh da teraziye taş olurum ben.
Bir zaman yayılırım, otlarım burda; bir zaman da bende yayılırlar, otlarlar, yerler beni; gâh kurdum, gâh koyunum; gâh da çoban şeklinde görünürüm ben.

Hz. Mevlânâ Celaleddin Rumi(k.s)
Dîvân-ı Kebîr

"Keşke kavmim bilselerdi!"

Azrail (a.s.), aşıkların canını alamaz. Aşıkları, yine aşk öldürür, yine sevda öldürür.

Aşk uğrunda öldürülenler; "Keşke kavmim bilselerdi!" diye naralar atarlar. Görünüşte sevgili öldürüyor. Ama gizlice yüzlerce can bağışlamadadır.
...
(" Yasîn Süresi 36/27. ayete var.")

Hz. Mevlânâ (k.s)
Ululuğunda üstün iradeli ve heybetinde azamet sahibi Allah yücedir. "Leyse kemislihi seyun ve huve's semi'ul basir / O'nun benzeri gibi hiçbir sey yoktur. O isitendir, görendir." (Sûra, 11)
Mutlak cemâle gelince hiçbir mahluk onu bilmeye nüfuz edemez, onu müsahede edemez. O sadece Hakka has bir alandır.
Burası yüce Allah'ın kendisini olduğu gibi gösterdiği huzurdur. Eğer bu huzura ve bu huzurda sergilenen mutlak celâle müdahale... imkanımız olsaydı, o zaman bilgi olarak Allah'ı ve Onun katında olan seyleri ihata etmis olurduk ki, bu imkansızdır…

Muhyiddin ibn Arabi (r.a.)

15 Mart 2011 Salı

vahyin bereketinden mahrum kalacaklar.

Hz. Ebu Hureyre (r.a)'dan, Resul-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurmuştur: ''Ümmetim dünyayi büyük bir şey zannettiği zaman, kalplerinden İslam'ın heybeti ve değeri çıkacak. İyiliği emir ve kötülükten nehyetmeyi bıraktıklarında ise vahyin bereketinden mahrum kalacaklar. Birbirlerine sövüp saydıklarında ise Allah'ın gözünden düşeceklerdir. ''

(Hakim-i Tirmizi, Dürrü Mensur)
s.a.v.

Aşk öylesine zengindir ki..

Aşk öylesine zengindir ki zenginliğinden kimseye minneti yoktur, hiçbir şeye aldırış etmezlik var ya, ona bile aldırış etmez o.

Mevlana Celaleddin Rumi(k.s.)

14 Mart 2011 Pazartesi

Bir izden kaynaklanmayan bir amel nefsin hevasıdır.

"Bir amelin işlenmesi veya terk edilmesi sırasında kişi tabi değilse, bu amele itibar edilmez.Gerçi tabi olmak amelin kendisinden daha ağırdır. Şibli bu konuyla ilgili olarak şöyle demiştir: Bir izden kaynaklanmayan bir amel nefsin hevasıdır."

Muhyiddin ibn Arabi (r.a.)

10 Mart 2011 Perşembe

"nerde olursan ol, ben seninle beraberim' (Kuran-ı Kerim 57/4) sırrına er de)

Deli divâne oldum. Bir delinin uyuması hatadır. Çünkü Deli, uykunun yolu nerededir. Bilmez ki onu bulsun da uyusun. Allah uyumaz. O uykudan beridir arınmıştır. Sen Allah'ı o kadar düşün, o kadar sev ki Allah delisi ol ki "nerde olursan ol, ben seninle beraberim' (Kuran-ı Kerim 57/4) sırrına er de), Allah'la yatıp Allah'la kalkasın.

Mevlana Celaleddin Rumi(k.s.)

9 Mart 2011 Çarşamba

Zatıma yaramaz işleri yapmaktan kendini beri al.

- Bazı büyüklerin dilinden şöyle hikâye ederler: “Bazı gecelerimde mâna âlemine geçerdim ve şöyle münacat ederdim: ‘İlâhî, bana yararı dokunacak şeyi esirgeme. Bana yapacağın iyilik sana zarar vermez.’ Bu cümleyi tekrar ettim ve uyudum. Rüyamda şunları duydum: ‘Keza sen de benim zatım için sevimli işleri yapmaktan geri kalma. Zatıma yaramaz işleri yapmaktan kendini beri al.”

Abdulkadir Geylani(r.a.)

O, Allah.

"Hamd Allah'a mahsustur ki övenler onu hakkıyla övemezler, sayıcılar nimetlerini sayamazlar, çalışıp çabala­yanlar hakkını eda edemezler. Yüce himmetler O'nu derk edemez, akıl-zekâ denizine dalanlar O'na erişemez. O'nun sıfatlarının belli bir sınırı yoktur. Bir vasfı mevcut değildir. Sayılı bir vakti, uzatılmış, bir süresi yoktur. Yarattıklarını kudretiyle yaratmış, rüzgârları rahmetiyle estirmiş ve yarattığı yeryüzünü kayalarla perçinlemiştir.

Dinin evveli O'nu tanımak, O'nu tanımanın kemali O'nu tasdik etmek, O'nu tasdik etmenin kemali O'nu bir bilmek, O'nu bir bilmenin kemali, O'na karşı ihlâslı ol­maktır. O'na karşı ihlâslı olmanın kemali, O'ndan sıfatları nefyetmektir. Zira her sıfat mevsuftan (sıfat sahibinden) ayrıdır. Hakeza her mevsuf da sıfattan ayrıdır.

Dolayısıyla Allah'ı tavsif eden O'nu başkasına eşlemiş olur. O'nu eşleyen O'nu ikilemiş olur. O'nu ikileyen O'nu tecezzi etmiş (cüzleri ayırmış) olur. O'nu tecziye eden O'nu tanımamış olur. O'nu tanımayan O'na işaret eder.

O'na işaret eden O'nu sınırlamış, mahdut kılmış olur. O'nu mahdut kılan O'nu saymış olur. "Neyin içindedir?" diyen O'nu bir şeyde sanır. (O'na mekân isnat eder.) "Ne­yin üstündedir?" diyen yerleri O'ndan boş bilmiş olur.

Allah sonradan olmaksızın vardır. Mevcuttur; yokluğu tatmaksızın. Her şey iledir; eşleşmeksizin. Her şeyden baş­kadır; ayrılmaksızın. Faildir, hareket ve alet olmaksızın. Basir'dir (görendir); yaratıklarından görülen yokken. Tek­tir; kendisiyle varlığında ünsiyet edineceği ve yokluğunda dehşete kapılacağı birisi olmaksızın."
Hz. Ali KerremAllahü Vechehü

8 Mart 2011 Salı

O ne budur, ne o..

Sureti fânidir; o bir ayna kesilmiştir... o aynada başkalarının yüzünden gayrı bir şey görünmez. Tuh der tükürürsen kendi yüzüne tükürmüş olursun... aynaya vurursan yine kendine vurursun.
Orada çirkin bir surat görürsen gördüğünde sensin... İsa ve Meryem’i görürsen yine gördüklerin senden ibarettir. O ne budur, ne o... her şeyden arı durudur... yalnız senin önüne senin suretini kor.

Söz buraya gelince dudak yumuldu... kalem buraya gelince kırıldı, durdu!

Hz. Mevlânâ Jalaluddin RÛMÎ(r.a.)

Ömrüm geldi, geçti de sevgiliye kavuşamadım diye ümitsizliğe kapılma

Sana, Hakk'ın nîmetlerinden ne gelirse ye, iç, bir tarafta dursun deme! Akıp giden bir ırmaktan su içtikçe arkası gelir.

Hakk'ın yaratma gücüne, güzel sanatına bak, gönüllere gelen vahyi seyret! Baştan başa görüş nüru ol! Çünkü bütün zevkler, bakış ve görüşten gelir.

Ömrüm geldi, geçti de sevgiliye kavuşamadım diye ümitsizliğe kapılma, O vakitli, vakitsiz, ansızın gelebilir, her şey seher vaktinde gelmez.

Bekle, gözetle, sabret! Zamanlı zamansız, ansızın değerli bir sürme gibi o azîz varlık, o eşsiz varlık gözümüze gelir.

0 bu göze gelince, bu göz deniz halini alır. Denize bakınca da denizin bütün suyu inci olur.

Hz. Mevlânâ Celaleddin Rumi(r.a.)

O'nu sen ne diye kendinde, kendi içinde göremiyor, hissedemiyorsun?

İşlediğin günah yüzünden korkuyorsun, kurtulmaya çareler arıyorsun. Bir daha işlememeye karar veriyorsun, işte o anda bu duygularla için karıştığı, kendinden utandığın, kendini ayıpladığın, vicdanın sızladığı zaman düşünmüyor musun? Bu duyguları sana veren, bu pişmanlığa seni düşüren, senin içindedir. Sana çok yakındır.O'nu sen ne diye kendinde, kendi içinde göremiyor, hissedemiyorsun?

Mevlana Celaleddin Rumi(r.a.)

Kur'an'ın ta kendisi yapayım seni.

"Kendine gel, az oku, sus da ben okuyayım, Kur'an'ın ta kendisi yapayım seni."

Hz.Mevlâna Celaleddin Rumi(k.s)

Allah'ım, bizi Zât’ınla kıl, başkalarına muhtaç etme. Zât’ından başkası ile uğraştırma.

Bu kalp var ya, bir avlu içindeki tohuma benzer. O bir evdir. Oranın dört duvarı bulunur. O duvarlar yıkılmaz. Kışın yağmuru, yazın güneşi oraya girer. Orada bitkiler biter, ama kimse onu göremez. Orada dallar yeşerse, ağaçlar meyve verse v...e gelişip olgunlaşsa da kimse farkına varamaz.

Oradan bir şey almaya bakınız, ama yol yok ki oranın güzelli­ğini toplamaya bakınız. Oraya yabancı için yol bulunmaz. Allah di­lerse, öyle kalpleri açığa çıkarır ve herkes oraya yol bulur.

Velayet hâli gizlidir. O öyle bir hâldir ki, padişahın otağı sayılır. Padişah, sergisini yayar ve yatar. O hâlin gitmesi için padişahın ora­dan eşyasını toplayıp bineğine binerek gitmesi icap eder. Allah'a yal­varırken, Zât’ından başkasını isteme. Yemek, içmek, giymek gibi ge­çici şeyleri O'ndan boşuna talep etme; O'nun Zât’ını ister. O zati var­lık senin olunca, senin olmayan ne kalır ki?

İbadetini maddi eşyanın talebi için yapma. Hakk'ı bulunca rah­meti neylersin ki?

Allah'ım, bizi Zât’ınla kıl, başkalarına muhtaç etme. Zât’ından başkası ile uğraştırma. Nedir bu hâl?

Bunu söylerken sert ve haşindi, sonra yüzünü eli ile kapadı, sıç­rayıp kalktı. Sonra oturdu, tekrar kalktı ve devam etti:

En kısa zamanda, durumunuzu öğreneceksiniz. Bazı büyük zatlar vardır ki, onlar Hak’tan bir şey talep etmezler. Hakk'a karşı uygunsuz iş etmesinler diye, O'na karşı bir talepte bulunmazlar. O'na karşı yaptıkları bir yersiz taleple, bağlılığa zarar geleceğini bilirler.

Onlar aşk ve şevk insanıdır. Onların aşkı, adımlarına kuvvet ve­rir. O kuvvet sayesinde Hakk’ın yoluna devam ederler.

Dünyalığa karşı gani gönüllü olursan, ihtiyaç sahiplerine yaptığın ihsanın arkasında gözün kalmaz. Velayet yolu da buradan geçer. Velayet sahiplerinin zatlarına has işleri vardır. Bazı hâller vardır ki, onlara akıl ermez.

Varlığı Hakk'a verip bedel (abdal) makamına varmak için Allah'­ın kullarına yardımcı olmak ve onların yükünü hafif eylemek gerek. Bedel vasfını haiz kullar böyle yapar. Hak da onların güç işlerini alır, hafifletir. Çünkü bedeller için Hakk'a karşı perde yoktur. Onlar dai­ma Hakk’ın huzurunda bulunurlar. Zahirde bakan bir büyük zatın kullara yardım edip yorulduğunu görür, ama aslında ona Hak yar­dımcı olur. Ona yorgunluk yoktur.

Size gereken, anlatılan hâlleri tasdik etmek ve doğruluğuna inanmaktır. Sonra Hakk'a karşı töhmet sahibi olmamaya dikkattir.

Mahbubi Subhani Abdulkadir GEylani(r.a.)

Sâlih zat, ne kadar yalnız ve ne kadar garip?

Sâlih zat, ne kadar yalnız ve ne kadar garip? Vah onun yalnızlı­ğına, vah onun garipliğine. Hükümlerin esirgenmesi icap eder. İlâhî emirlerin dışına çıkmak doğru olamaz. O ahkâmın önemi olmasaydı, Bünyamin'in yüküne konan ölçek, usulüne gör...e aranmazdı. Sadece onun yüküne bakılır, bulunurdu. Ama öyle olmadı; hükme, emre uyu­larak arandı ve çıkarıldı.

Her şeyin olmasına ilim yolu ile hükmedilmiştir. Aksi hâlde bü­tün sırlarımız ve gizli işlerimiz açığa çıkar. Hiçbir işin aniden mey­dana çıkmaması için ilim eteği tutulur ve işler ona göre yürütülür.

Büyük insanlar, nimeti perhiz yolu ile bırakır, onu verenle olur. Gelen nimetlerden kalbini koparır ki, sahibinden ayırmaya. Bir Hak yolcusu, her şeyden beri durup Hak'la olursa, yakınlık hâlini bulur ve tekvin sıfatı ona teslim edilir.

Sözlerimi, sizi görmeden söyler gibiyim. Kelâm sarf ederken var­lığınız gözümde küçülür; hatta yok olur ve erir. İşte bu hâlde, dün­yanızdan geçtim. Âhireti bıraktım. Sonra size bir baktım ki, elinizde ne iyilik, ne de kötülük var; ne bir şey vermeniz kabil, ne de aksi. Sizin benliğinizde tam tasarrufa sahip olan zat yalnız Allah. Aklınızca bir şeye zarar vermek istersiniz, ama yapamazsınız. Olursa Hakk’ın izniyle olur. Bunları anladım ve Allah'a döndüm.

Dünyayı gördüm; fâni, geçici, yok olucu buldum. Öldürücü ve aldatıcı olduğuna baktım. Onunla olmaktan tiksindim; çünkü her şeyi çabuk geçmekte. Ne iyiliği devamlı, ne de kötülüğü.

Sonra âhiret âlemine geçtim. Bir an orada durakladım İşlerine baktım; ayıpları gözüme ilişti. Onun sonradan yapılış olduğunu bildim ve herkesin ortak malı gibi geldi. Ve Allah’ın orada, nefsin hoşlanacağı, gözlerin sürur duyacağı şeyleri hazırladığını anladım. Bunu bizzat Hak Teâlâ haber veriyordu: “Orada nefislerin hoşlanacağı, gözlerin seveceği şeyler var.” (ez-Zuhruf, 43/71)

Hâl böyle olduğuna göre, kalbin huzurunu veren nerede diye aramaya koyuldum. Âhirete ait güzellikleri de bıraktım. Onların Mevlâ’sı olan Hakk'a koştum. Cennetteki nimetleri yaratana, onları halk ve icat edene yöneldim.

Bir kul, ittikâ sahibi olursa, cahilken bilgi verilir. Hak varlığa uzaklık duyarken, yakınlık duygusu ihsan edilir. Sessizliği zikre çevrilir Korkusu varsa, ünsiyet hâlini alır. Karanlıkta ise, ışığa çıkar. Ey nefis, hevâ, tabiat ve irade, benden tevhidi kabul etmeli ve verilme kanaat sahibi olmalısınız. Halktan kesilip, Allah’a bağ­lanmanız gerekir. Halkın varlığını görmemeniz icap eder Buna alışmanız gerek. Hakk'ın kuvvetini, kudretini görmeden halkın elinden tek şey almam. Hakk'ı görmeden, halktan bir şey almamaya yeminliyim; bir lokma dahi almam. Ne yerim, ne içerim, öldüğüm zaman da Aziz ve Celil olan Hakk'a uçarım.

Abdulkar Geylani(r.a.)

İlâhî emir, velî kulun her yanını kaplar.

İman sahibi dinin emriyle yer; velî kul, buna ilâhî ve mânevi emri de ekler. Kalbinden gelen yasağı da dinler. Varlığına Hak var­lığı katar. Bir iş için gayret sarf etmez. Hak fiiller onda tecellisini gös­terir. O, bu hâlinde Rabb’i ile olur. İlâhî emir, velî kulun her yanını kaplar. Ayakta duruşu onunla olur. Varlığından soyunan, bir şeyi seçme kudretine sahip değildir. Hâllerin hangisi kula gelse, İslâm dininin esaslarını yapmak zorundadır.

Fena hâline eren Mevlâ tarafından esirgenir. Sonra kudret de­nizine atılır. Kudret denizinin dalgası insanı, bazen gizler, bazen de açığa çıkarır. Bazen sahile atar, bazen de dalgaların ortasında kor. Onların bazısı Ashâb-ı Kehf'e benzer. Hak Teâlâ, Ashâb-ı Kehf için şöyle buyurdu: “Biz onları bazen sağa, bazen de sola çeviririz.” (el-Kehf, 18/18)

Fena hâline eren kimsede akıl hüküm süremez. Onların tedbir ve duygu ile ilgileri yoktur, lütuf evinde otururlar. Ve yakınlık yu­vasına sığınırlar. Hak katına çıkınca iç ve dış gözlerini yumarlar.

Bunları Hak yapar. Onların gözünü dalgalardan saklayan Mev­lâ'dır. Bu sebeple onlar, yalnız Mevlâ'ya bakar, O'ndan işitirler.

Allah'ım, bizi zatınla gayrından yok eyle. Her şeyi seninle bul­dur.

“Dünyada iyilik ver. Âhirette iyilik ver. Bizi ateş azabından ko­ru.” (el-Bakara, 2/201) Âmin!

Mahbubi Subhani Abdulkadir Geylani(r.a.)

her an vefalı ol

Dostun yolunda hizmette,elinde takat güç kalmazsa,ayağınla koş,ayağında güç kalmazsa, sevgisiyle terennüm et olmazsa,seslen bağır.Eğer sesinde çıkmazsa aklınla,hayalinle işe giriş,hasılı her hal-ü karda,her an vefalı ol.

Hz. Mevlâna Celaleddin Rumi(k.s)

5 Mart 2011 Cumartesi

ümame (r.anha)

Kazâ Umresi dönüşü, Rasûlullah (sav) Mekke’den çıkarken, Hz. Hamza’nın kızı Ümâme (ranhâ) peşine takıldı ve:

“–Amcacığım, amcacığım!” diye seslendi. Hz. Ali onu alıp elinden tuttu ve Fâtıma (ranhâ)’ya:

“–Amcanın kızını yanına al!” dedi. Medîn...e’ye gelince Ümâme’ye bakma husûsunda Hz. Ali, Zeyd ve Câfer ihtilâfa düştüler. Hz. Ali:

“–O benim amcamın kızıdır! Ona ben bakmalıyım.” diyordu.

Câfer (ra):

“–O hem amcamın kızı, hem de ben onun teyzesi ile evliyim!” diyordu.

Zeyd de:

“–O benim kardeşimin kızıdır!” diyordu. (Rasûl-i Ekrem Efendimiz onu Hamza (ra) ile kardeş yapmıştı.)

Rasûlullah (sav), Ümâme’nin, teyzesinin yanında kalmasına hükmetti ve:

“–Teyze, anne makâmındadır!” buyurdu. Ardından Hz. Ali (ra)’a yönelerek:

“–Sen bendensin, ben de sendenim!”

Câfer (ra)’a dönerek:

“–Yaratılışın ve huyun bana ne kadar da benziyor.”

Zeyd (ra)’a dönerek de:

“–Sen bizim hem kardeşimiz, hem de mevlâmız (âzatlımız)sın!” buyurdu. Böylece her birine ayrı ayrı iltifat ederek gönüllerini aldı. (Buhârî, Meğâzî 43, Sulh 6, Umre 3; Müslim, Cihâd 90; Ebû Dâvûd, Talâk 35)

4 Mart 2011 Cuma

velayet

‎"...Allah'ın dışındakilerin velayeti, yani yardımları, Allah'a aittir..."

"...Veli, nübüvveti ancak peygamberden alabilir. Bu ise ancak Allah'ın kendisini peygamberlere varis yapmasından sonradır. Bazı veliler ise nübüvveti peygambere varis olarak alırlar..."

"...Velayet Allah ile müminler arasında ortaktır. Allah doğruy...u söyler ve doğru yola ulaştırır..."

"...Kim O'nun olursa, kuşkusuz emeline ulaşmıştır..."

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

3 Mart 2011 Perşembe

"Yemeden doyun. Kulaksız duyun. Harfsiz konuşup, susun. Söz Bitti Artık..."

"Yemeden doyun.
Kulaksız duyun.
Harfsiz konuşup, susun.
Söz Bitti Artık..."

Mevlana Celaleddin Rûmi(k.s.)

2 Mart 2011 Çarşamba

İlmin müfid olması

"İlmin müfid olması kişinin bildiklerini yaşamasına bağlıdır. Yaşantısız bilgi, insanın ilim sıfatıyla vasıflanmasına yeterli sebeb değildir. Zira kişinin yaşantısına tesir etmeyen bilgi tasavvuridir. Tasavvuri olan bir şey ise, sadece sureti zihinde peyda olan nesneler hükmündedir. Varlığı zihni olan bir şey ise haricde hiçbir fâidesi yoktur.Öyle ise ilmin mücerredlikden muşahhaslığa geçişi tasavvur hâlinden izan ve kabulü gerektirdiği tasdike bağlıdır. Tasdik ise; varlığı zihni olan nesneleri bir hükme bağlamaktır. Binaenaleyh insanın ilimle vasıflanması; ilmi kendisinde somutlaştırmasına bağlıdır. İlmin insanda somutlaştırması ise; o ilmin gereği yaşamasıyla gerçekleşir.

‎..Öyle ise ilmin zihinde algılanmaktan ibaret olan edilgenlikten çıkması o ilmin kişinin yapacağı işlerinde etkili olmaklıgıyla gerçekleşir."

Muhyiddin ibn Arabi (k.s.)

1 Mart 2011 Salı

Zamanın tadı tuzu da Sen'sin, kıblesi de Sen'sin!

Geçmiş zamanla gelecek zamanı düşünerek neden üzüleyim? Zamanın tadı tuzu da Sen'sin, kıblesi de Sen'sin!

Sen, hakikatlerin canısın; aynı zamanda, gönüller alan hayaller de Sen'sin! Anlatılamayan, şu ağıza sığmayan, yüce, büyük vasıflar, sıfatlar da Sen'sin!
...
♥ Hz. Mevlânâ (K.S) ♥

vesvese

Ey gönül, eğer sen neşeyi belâdan ayırt edersen, vesvese tarafından paramparça edilirsin.


Hz.Mevlâna (k.s)

sen Halil İbrahim'in oğlusun

Kardeşim, aşk ateşinin alevlerinden kaçma! İmtihan için onun içine girersen ne olur? Kıyamet mi kopar?

Allah'a yemin ederim ki aşk ateşi seni yakmaz. Çünkü sen Halil İbrahim'in oğlusun. Zaten eskiden beri o ateşe yabancı değilsin. Gir o ateşe, kirliliklerden arınırsan yüzün altın gibi parlar.

HZ.MEVLÂNÂ (K.S)

"Varlığın Birliği"

"...Allah Celle ve Alâ; «Ben, kâinatı, arşı, insanı ve bütün varlıkları yarattım» diyor. Hayır efendim, "âlemde hiçbir şey yoktur, yalnızca ALLAH mevcuttur..." veya "Allah âlem'in bâtınında ve zahirinde görünmektedir.." denilebilir mi?.. Tâbi ki Hayır!. Ancak, varlık Allah'ın sıfatlarının gölgesidir.. Dolayısıyla, âlem...de Allah'ın "El- Bâtın" isminin tecellisi batini ve "Ez-Zâhir" isminin tecellisi zahiri olmak yönüyle, âlem'in batini ve zahiri özellikleri o isimlerin hakikâtlarinde sabit olan hakikâtlarıdır. Ayrıyetten şunu da belirtmekte fâide vardır. Zira Esmalar Uluhiyet Makamında her birisi diğerinin aynıdır. İşte bu cihetle "Varlığın Birliği" denmektedir..."

Muhyiddin ibn Arabi (k.s.)

Bana kavuşuncaya kadar beni ara, böylece yükselirsin.

"...Artık beni kendinde arayıp yorulma! Beni dışarıda arayıp rahatını kaçırma! Aramaktan da vazgeçme, yoksa bedbaht olursun. Bana kavuşuncaya kadar beni ara, böylece yükselirsin. Fakat beni arayışında edepli davran. Yoluna girerken, bilinçli ol. Beni ve seni ayırt et. Çünkü sen beni göremezsin, sadece kendini görürsün......"

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

Allah kulu için müteselsil sebepler belirlemiş

... Allah kulu için müteselsil sebepler belirlemiş ve en sonunda kendisine şöyle demiştir : " Senin sebebin Benim ! Bana itimat ve tevekkül et. " Bir ayette " Allah a tevekkül edin, mümin iseniz " buyurulur. Öyleyse ' adam ' sebepleri kabul edendir. Çünkü sebepleri reddeden bir insan, Allah' ı bilemeyeceği gibi kendisini de bilemez. Halbuki Hz. Peygamber " Kendini bilen, Rabbini bilir " buyurur. Fakat burada " Rabbinin zatını bilir " demedi. Çünkü rabbin zatı kayıtsız anlamda, alemden müstağnidir. Sınırlı olan Mutlak' ı nasıl bilebilir ki ? Rab hiç kuşkusuz merbubu talep eder ve böylelikle onda ' sınırlılık ' kokusu bulunur. Bu sayede yaratılmış rabbini bilir. Bunun için Allah peygambere Allah' tan başka ' ilah olmadığını ' bilmesini emretti. Bu ifade ' ilah ' olması yönünden söylenmiştir. Çünkü ilah, meluhu talep eder. Hakkın zatı ise tamlama ve izafetten müstağnidir ve dolayısıyle sınırlanmaz.

Öyleyse sebeplerin varlığını kabul etmek, Rabbi bilmenin en sağlam delilidir. Sebepleri reddeden ise, alemden kaldırılması mümkün olmayan bir şeyi kaldırmaya ( çlışmıştır ). Halbuki insanın ( sebepleri kabul etmekle birlikte ) İlk Sebebin bilgisine yükselmeye çalışması gerekir. İlk Sebep, bütün sebepleri yaratan ve onları aleme yerleştirendir. İşaret ettiğimiz konuda bilgisi olmayan, Hak' kın öğrettiği edebe göre, Rabbinin bilgisine ulaştıran yolu nasıl yürüyeceğini bilemez. Çünkü sebepleri reddeden Allah' a karşı saygısızlık yapmış demektir. Allah' ın görevlendirdiği bir valiyi azletmeye kalkan, ( Allah' a karşı ) saygısızlık yapmış ve valiyi azletme ( iddiasında ) yalancı olmuştur. Bakınız ! Sebepleri örten ( inkar eden ) ve onları terk etmeyi savunan kimse, ne kadar da cahildir ! Hakkın onayladığı bir şeyi terk eden, kul değil ... tartışan ; alim değil, bilgisizdir. Dostum ! Gafil ve cahillerden olmamanı tavsiye ederim...

Fütuhat-ı Mekkiyye
Muhyiddin İbn Arabi(r.a.)