31 Aralık 2010 Cuma

Allah’i bir neden icin arayan kisi

„..Allah’i bir neden icin arayan kisi, talep ettigi seye aittir ve Allah’tan aradigindan baska bir seyi elde edemez.
..Allah’a herhangi bir sey nedeniyle ibadet eden kisinin taptigi ve rabbi, sözkonusu seydir. Allah onun taptigi seyden uzaktir ve o taptigina aittir.“

Muhyiddin ibn ARabi(r.a.)
Futuhat II-49

Tenzih Menzili

Gercekte tenzih eden, özü geregi nezih olandir. Sadece tenzihin konusunun hakkinda mümkün oldugu kimse, tenzih yapabilirki o da yaratilmistir.Bu nedenle, tenzih tenzihi yapana döner. Hz Peygamber(s.a.v.) söyle buyurur: „iste bunlar size dönecek amellerinizdir.“ Kimin ameli tenzih ise, kendisine tenzih ameli döner ve böylece onun idrak mahalli, Hakka yarasmayan birseyden uzaklasmis olur. Bu noktada biri, Allah’in büyüklügünü yüceltmek icin, „subhani“ (kendimi tenzih ederim) demistir.Bunun icin sair söyle der: „Bahcesi meydana cikmistir.“ Bu durum, tenzihin Yaraticisini tenzih eden kulun mahalline inmesinden ibarettir.“Allah hakki söyler ve dogru yola ulastirir.“

Muhyiddin ibn Arabi(r.a.)
Futuhat II-53

Bayezid Bistami (r.a.)

Aciz, zayıf ve muhtaç bir kul olarak, Seni sevmemde yadırganacak hiç bir şey yok. Şaşılacak şey şudur ki, Allah, Padişah ve hiç bir şeye muhtaç olmayan bir Gani iken Sen, beni seviyorsun!

Bayezid Bistami (r.a.)

27 Aralık 2010 Pazartesi

Vera

(ilahi)Emir yeryüzüne varıncaya kadar unsurlara indiğinde tortusu artar. Bu durum testideki yağ ve sıvı şeylerin tortusunun asağıya çöküp üstünün duru kalmasına benzer. İlahi emrin tortusunun artmasının nedeni, doğa aleminin karşılaştığı bilgi ve tecelli nurlarını algılamayı engelleyen perdelerdir.Bu engeller, şehvet kirleri, dini bakımdan kuşkulu şeyler,dilde, bakışta,duymada, yiyecekte,içecekte, giyecekte, binekte ve cinsel konuda(kuşkulu şeylerden uzak durmak anlamındaki) veranın yoksunluğu, helal olsalar bile, kendilerine tam olarak saplanmak ve yönelmek nedeniyle arzuların yol açtığı kirlerdir. Ahiret sehvetleri, dünya şehvetlerinden daha büyük olsa bile, orada şehvetlere yönelmek tecelliyi engellemez. Çünkü orada tecelli gözleredir, gözler ise şehvet mahalli degildir. Orada, yani dünyada tecelli ise iç gözlere ve içedir, dışa degildir. İç ise arzu mahallidir. Arzu ve tecelli ise bir mahalde toplanmaz. Bu nedenle arifler ve zahitler, bu dünya hayatında arzularını yerine getirmeyi ve onun arzularıyla ilgilenmeyi azaltmişlardır.

Muhyiddin ibn Arabi Hazretleri(r.a.)
Futuhat, I-448

25 Aralık 2010 Cumartesi

Hz.ALi (r.a.)

"...Hz. Ali (k.v.)’nin şöyle dediği rivayet edilir: “büyüyüp Rabbimi tanımadan, küçük yaşta ölüp cennete girmek beni sevindirmezdi. Allah Teala’yı en iyi tanıyan kimse, haşyeti en fazla, ibadeti en çok ve Allah için nasihatı en güzel yapandır!”..."

İmam-ı Gazali (r.a.)

sevda içinde tek başına bırakmaz

Seni, kimseye muhtaç olmadan tek başına yaratan o eşsiz varlık, seni sevda içinde tek başına bırakmaz... Kendi içine kapanıp hayaller, düşünceler meydana getirdiğin evde, yani senin gönül evinde, seni yalnız bırakmamak için, sana yüzlerce güzel yüzlü eş, dost belirtir.

Mevlana Celaleddin-i Rumi (r.a.)

23 Aralık 2010 Perşembe

Dostum ancak Alemlerin Rabbidir

İbrahim: "Eski atalarınızın ve sizin nelere taptıklarınızı görüyor musunuz? Doğrusu onlar benim düşmanımdır. Dostum ancak Alemlerin Rabbidir. Beni yaratan da, doğru yola eriştiren de O'dur. Beni yediren de, içiren de O'dur. Hasta olduğumda bana O şifa verir. Beni öldürecek, sonra da diriltecek O'dur. Ahiret gününde yanılmalarımı bana bağışlamasını umduğum O'dur. Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyiler arasına kat.Sonrakilerin beni güzel şekilde anmalarını sağla. Beni nimet cennetine varis olanlardan kıl. Babamı da bağışla, o şüphesiz sapıklardandır. İnsanların diriltileceği gün, Allah'a temiz bir kalble gelenden başka kimseye malın ve oğulların fayda vermeyeceği gün, beni rezil etme" demişti.

Şu’arâ 75-89

Dünya kendini birakma yeri degildir.

"Binanaleyh kulu laubalilikten ve dünyada ahirette olacagi gibi davranmaktan alikoyan sey, yükümlülüktür.(teklif)Onlar dünyadan ayrilincaya kadar, efendilerinin emirleriyle ilgilenir.Bir isleri kalmadiginda ise, kullugun gerektirmis oldugu serbestlik makamina yerlesirler.Bu durum ise ancak ahirette olabilir.Cünkü yükümlülük onlar icin dünya hayatinda her nefes sürer.O halde bu dünyada kendini birakan herkes, biraktigi ölcüde Allah’a dair bilgiden eksik kalir, kendisini herhangi bir an birakmayanin derecesine ulasamaz.Cünkü kendisini biraktiginda, pekcok nefesi gecirmis, üzerindeki yükümlülük sorumlulugundan habersiz kalmistir. Bu yükümlülük, onun kendini birakmasiyla ilgilenmesini engeller.

Dünya kendini birakma yeri degildir."


Muhyiddin ibn Arabi (r.a.)
Futuhati Mekkiye

21 Aralık 2010 Salı

Hep O'dur. Hep O'ndandır.

Mevlana, birgün oğlu Bahaeddin'i sıkıntılı görür. Eğitimci bir baba ve ruh terbiyecisi olarak hemen harekete geçer. Gerisini oğlu Bahaeddin şöyle anlatıyor:

Birgün bana büyük bir ruh bezginliği ve iç sıkıntısı geldi. Beni bezgin ve sıkıntılı gören babam sordu:
"Birinden mi incindin? Niçin böyle sıkıldın?"
Ben de "Bilmiyorum, bu ne haldir" dedim.
Babam ayağa kalktı ve yan odaya girdi. Biraz sonra bir kurt postunu başına geçirerek yanıma geldi ve çocukları eğlendirmek için yaptığı gibi, " Buu..Bu..Buuuu!" diye sesler çıkarmaya başladı.
Babamın bu hareketine çok güldüm. Onu bana karşı böyle görmek, beni anlatılamayacak kadar neşelendirmişve güldürmüştü.

Babam, " Bahaeddin, eğer latif bir sevgili sana sıkı sıkıya bağlansa, daima senle şaka şenlik etse ve sonra birdenbire yüzünün şeklini değiştirip yanına gelse de sana "bu bu buu" dese ondan hiç korkar mısın? " dedi.

Ben de "Hayır, korkmam." dedim. Bunun üzerine buyurdu ki:

"Seni sevindiren, seni sevinç ve neşe içinde tutan sevgili, seni üzen ve kendisinden sıkıntı duyduğun aynı sevgilidir. Hep O'dur. Hep O'ndandır. o halde niçin boş yere üzgün duruyor, sıkıntının elinde aciz kalıyorsun? İçinde sıkıntı görünce onun çaresine bak; çünkü dalların hepsi aynı kökten biter. İçinde genişlik, ferahlık görünce de ona su ver. Kalp ferahlığının verdiği meyveyi de dostlara ve ahbaplara sun!"

Aşk Çağlayanı Mevlana / V.Vakkasoğlu

Selam

Bir seyhim, “Bize ve Allahin iyi kullarina selam olsun „ veya “Size Selam olsun“ dedigimde söyle demisti: “bir yoldasina selam verdiginde, Allah’ in yeryüzünde ve gökteki ölü ve diri bütün iyi kullarini aklina getir.Cünkü selamin bu makamdan sana iade edilir.Selamin ulastigi Hakka yakin her melek veya temiz ruh, mutlaka selamini alir.Selam bir duadir.Böylece duan kabul edilir ve kurtulusa erersin.Allah’ in heybetinde kendisini kaybetmis, O’nunla ilgilenip kendisinden gecmis kullarindan birisine selamin ulasmadiginda-Halbuki bu genel ifadenle onlarada selam verdin.- onlar adina selamini Allah alir.Hakkin selamini almasi sana seref olarak yeter.Keske kimse verdigin selami duymasaydida, Hak onlarin yerine selamini alsaydi.Böyle birsey senin adina daha büyük seref olurdu.“

Muhyiddin ibn Arabi Hazretleri(r.a.)
Futuhat, I-411

16 Aralık 2010 Perşembe

Amiin

"Yolunu şaşırmışlara rehber olan Hâlık!
Cânımıza safâ, gönlümüze aşk, gözümüze nur ver. Ve bize iyi olan her ne var ise fazl u kereminden onu ver, Yâ Rab, gönlümüze rahmet-i cân ver, Herkesin derdine basîretler dermânı ver. Bu kulun neyin olması gerektiğini nereden bilsin? Bilen sensin, her neyi biliyorsan onu ver."

hz.mevlana(k.s)

14 Aralık 2010 Salı

kulluk

"...Böylece kulluk, bana nüfuz etmiş, otoritesi ortaya çıkmış, kendim ile efendilik mertebesi arasına perde olmuştur. Bu nedenle Allah'a hamdolsun.

Nice şeye çağrıldım ve icabet etmedim. Allah izin verirse, ahirette de mutlak bir kul olmak isterim. Allah beni bütün aleme sahip kılsaydı, onda sadece Allah'a kulluğa sahip olur, alemin bütün kulluğunu zatım yerine getirirdi..."

İbn Arabi (r.a.)

7 Aralık 2010 Salı

Zikri bu donmuş fikre güneş yap.

"...Ben bu kadarını söyledim, ötesini sen düşün. Fikrin donmuşsa , düşünemiyorsan yürü, zikret. Zikir, fikri titretir, harekete getirir. Zikri bu donmuş fikre güneş yap.
İşin aslı cezp eder. Fakat kardeş , işten kalıp o cezbeyi bekleme. Çünkü işi bırakmak, nazlanmaya benzer. Canıyla oynayan hiç nazlanabilir mi? Ogul, ne kabul edilmeyi... düsün, ne reddedilmeyi..."

Mevlana Celaleddin-i Rumi k.s. Mesnevi

26 Kasım 2010 Cuma

Üç şey vardır ki,

Resûlullah efendimiz(s.a.v) buyurdu ki:

“Üç şey vardır ki, kim onlara kavuşursa dünyada ve âhirette en hayırlı şeye ermiş olur. Bunlar: Allahü teâlânın hükmüne râzı olmak, belâlara sabretmek ve bolluk, rahatlık anlarında Allahı unutmamaktır.” Resûlullah efendimiz, yine buyurdu ki: “Kim ki sabaha çıktığında, dünyevî meselelerden ötürü hüzünlenirse, Rabbine gücenmiş olarak sabaha dâhil olmuş olur. Kim ki marûz kaldığı bir musîbetten ötürü ötekine berikine şikâyetçi olup durursa, o, ancak şânı yüce olan Allahtan şikâyetçi olmuş demektir. Kim ki, sırf malından faydalanmak için bir zengine tevâzû gösterirse, Allah onun amellerinin üçte birini yok eder. Kim ki, Allah ona Kur’ân-ı kerîm esaslarını bilmiş olma nimetini verir de, o, bu esaslarla amel etmez ve Cehenneme girmeye müstahak olacak duruma gelirse, Allah onu rahmetinden uzaklaştırır.”

s.a.v.

21 Kasım 2010 Pazar

Âşık iyice ara mâşukun kim senin?

"İster bu cihânın âşkı olsun ister o cihânın âşkı..
Gerçek mâşukta suret yoktur.

Hakikaten surete âşıksan sevgili ölünce onu ne diye terk ediyorsun?
Sureti yine yerinde bu terk ediş neden?
Âşık iyice ara mâşukun kim senin?
Sevgili duyuyla idrâk edilseydi her duyu ile idrâk edene âşık olurdun.
Vefa âşkı arttırıyorsa suret nasıl olur da vefayı değiştirir?"

Mevlana Celaleddin Rumi(r.a.)

Kimin gücü yeter bizim sevgilimizi bağlamaya?

"Kimin gücü yeter bizim sevgilimizi bağlamaya; kimin ne haddi var dostumuzu satmaya? Kendisini kapıp seçtiğimiz kişi, bizden başka kimi seçebilir ki? Aşk için seçilmiştir o. Can'a aşka düşmekten kurtuluş yoktur; âşıklar halkasında olması gerektir onun. İki âlemden de kurtuluş, âşıkların harcıdır; Yaradılış'ta böyle yazılmıştır bu."

Hz. Pîri Mevlana Celaleddn Rumi( k.s )

hem canız, hem de cihan!

"Aşıkların gözlerine hem canız, hem de cihan! Kötülerin gözlerine ise ölümüz, derdiz..!"

Hz.Mevlana Celaleddin Rumi (r.a.)

bensiz/sensiz

"Gel de ben bensiz sen de sensiz olarak şu aşk ırmağına dalalım. Yokluk mertebesine ulaşalım. Çünkü bu korulukta, yani yeryüzünde zulümden, haksızlıklardan başka birşey yoktur!"

Mevlana Celaleddin Rumi(k.s.)

Dua

"Ben, beni ısıran köpeğe de dua eder; “Yarabbi sen onu bu huyundan vazgeçir,

Adamları ısırmasın da halkın taşını, topacını yemesin” derim."

***

‎"İyiliğin daima alnı ak aynası parlaktır..!"

Hz Mevlana Celaleddin Rumi(k.s.)

kitaptan, sözden, harften, dudaktan değil!

"İbret almayı, uyanmayı, Allah’tan dile; kitaptan, sözden, harften, dudaktan değil!"

Hz Mevlana Celaleddin Rumi (k.s.)

8 Kasım 2010 Pazartesi

vesvese

‎"Siz vesveseyi kovmaya uğraşmayın, zikire devam edin. Zira zikrin nuraniyeti arta arta vesvese azalır, sonra hakiki zikir olur."

[İmam-ı Rabbani (k.s.)]

Fitrat

"O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler." Rum,30


"Anne baba insani, mutlak anlamda fitrattan degil, şartli fitrattan ayirir."
Muhyiddin ibn Arabi (r.a.)
Futuhat I-238

Furkan

‎"Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir."
enfal,29

‎"Allahu Teala, tehlikenin nereden geldigini bilen(yani Hakk ile batil birbirine benzeyip, ayirmak zor oldugunda,birbirinden ayirabilen) nazari sever."
s.a.v

"Kalp Kitab ve Sünnete göre amel ederse kurbiyet [yakınlık] kazanır. Bunu kazanınca da neyin kendi lehine ve aleyhine, neyin Allah[cc] için veya başkası için, neyin de hak ve batıl olduğunu bilir ve görür."
Abdülkadir Geylani [ks] Hazretleri

5 Kasım 2010 Cuma

dünya lezzetleri

Rasûlullah (sav) buyurdular: “(Nefsâniyetle dolu) dünya lezzetleri, âhiretin acılarıdır. (İmtihan mâhiyetindeki) dünyanın acıları ise âhiretin lezzetleridir.” (Hâkim, Müstedrek, c. IV, s. 345)

s.a.v

25 Ekim 2010 Pazartesi

Gel..

Ey gönlümün hevesleri, ey dilegim, istegim, gel, gel, gel. Zor durumdayım, saçların gibi dagılmıs perisan bir haldeyim. Ey benim zor islerimi kolaylastıran, ey benim dagınıklıgımı düzelten, gel, gel, gel!

Yoldan menzilden, konak yerinden hiç bahsetme, hiç bahsetme! Ey benim yolum, menzilim, gel, gel. gel!Yerden bir avu...ç toprak alıvermistin, bir avuç toprak alıvermistin, ben o topragın içindeyim, gel, gel, gel!

Hz. Mevlânâ (k.s)

Sen olmadan

Sen olmadan ben havalara yükselsem, göklere çıksam, siyah bulutlar içime gamlarla dolar, ağlarım. Canına yemin ederim ki, sensiz gül bahçesine girsem, kendimi zindanda hissederim.

Hz. Mevlânâ (k.s)

haberleri yoktur

Bazı insanlar vardır ki, gamlıdırlar, bu gamın nereden geldigini bilmezler. Bazı insanlar da vardır ki, neselidirler, onlar da bu nesenin Hakk'tan geldigini bilmezler... Ne kadar solda, sagda bulunanlar, egri, dogru yolda yürüyenler vardır ki, soldan, sagdan, egriden, dogrudan haberleri bile yoktur. Ne kadar;"ben ve biz" diyenler vardır ki, onların da "ben ve biz"den haberleri yoktur...

Mevlana Celaleddin Rumi(r.a.)

gidişimiz şüpheyle kapanmasın.

"Ey kâinatın sahibi, ey cihana lütfedici Rabbim, bizden kötü işlerin ayıplarını gizleme!
Sen bize iyi işleri de kusurlu gösterme; gidişimiz şüpheyle kapanmasın."

Amiin, s.a.v.
Mevlana Celaleddin Rui (r.a.)

24 Ekim 2010 Pazar

Sabr

"Sabrın asıl tarifi Allah'a değil, Allah'tan başkalarına şikayetten nefsi menetmektir.Allah'a yalvarmaması , bu konuda kişinin cahil olmasındandır.

Halbu ki kişiye yaraşan muhakkkak yalvarmak ve başına gelen belanın kaldırılmasını Allah'tan dilemektir."

Muhyiddin ibn Arabi (r.a.)
Fusus, XIX. Fass

22 Ekim 2010 Cuma

Dilin daima Allah'ın zikri ile yaş kalsın!

"Bir adam Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'e şöyle dedi:'Ey Allah'ın Resulü! Hayır kapıları çok­tur. Hepsini yapmama imkân yoktur. Bana tek bir şey söyle de onu yapayım, çok şey söyle­yipte unutmayayım.' Şöyle buyurdu: 'Dilin daima Allah'ın zikri ile yaş kalsın!'"
s.a.v.

(Tirmizi)

Allah göklerde ve yerde olan herseyi size amede kilmistir."

Cünkü alem sizin bakisinizdan ve tedbirinizden kurtulursa gercekte size amede olur.Zaten alem bunun icin yaratilmistir.Allah söyle buyurmustur: "Allah göklerde ve yerde olan herseyi size amede kilmistir."

Muhyiddin ibn Arabi Hazretleri (r.a.)

14 Ekim 2010 Perşembe

"herşey Zattan ibarettir ve mahluk yoktur."

Bir kalp, dünya varlığından açılır, Hak yakınlığına misafir olursa, kullardan bir talebde bulunmaz. Onlardan af dilemez ve masum olduğunu onlara anlatmak ihtiyacını duymaz. Yer zemininden yaratılmışların son durağı olan Arş'a kadar dolan halkın hiçbirinden beklediği olmaz. Ona göre herşey Zattan ibarettir ve mahluk yoktur.
Ve sanki Hak hiçbir şey halketmedi. Varlıkta Zatından başkası yok. Bu anlayışa sahip olan kalb vahid olan Hak için tektir. Seven ve sevilen O'dur. Talib ve matlub odur. Zakir ve mezkur yine O...O'ndan başkasını göremez...

Abdulkadir Geylani (k.s.)

11 Ekim 2010 Pazartesi

Fütuhat-ı Mekkiye'den

"...Zan insanın hakikatine aittir. Binaenaleyh 'haya bütünüyle hayırdır', 'haya iman dandır' ve 'haya ancak iyilik getirir.'..."

"...İnsan 'aceleci yaratılmıştır. Mümkün bir varlık olması bakımından, hakikatinin verdiği yoksunluktan korkar. Bu nedenle dayanacağı meyledeceği şeye yönelir..."

[Muhyiddin İbn Arabi [r.a.)]

29 Eylül 2010 Çarşamba

belki sensiz O olursun.

Nefsinize dönmeyi ertelemeyin; onu muhasebe et­meyi tehir etmeyin. Âhiret başlamadan bu işi dünyada yapın, acele edin.
Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur: “Allah Teâlâ, dünyada kötülükten çekinen kulunu öbür âlemde hesaba çekmek istemez, hayâ eder.”
..

Peygamber (s.a.v) Efendimiz bunu şöyle anlattı: “Bir şeyi sevmen, seni kör ve sağır eder.”

Kalbini dünyadan soy, aç bırak, susuz bırak. Hak Teâlâ onu giy­dirir, yedirir ve içirir. İçini ve dışını O'na teslim et. Hiç düşünme, bu sayede belki sensiz O olursun. Her hâlinde bir işçi gibi çalış, efendi­ne uy. Ücret isteme. Dünya çalışma yeridir, âhiret ise ücret. İyilik ve hediyeler evi orasıdır. Bu hâller çok kere sâlih kullarda görülür. Onların dünyada çalışmayanı azdır. Âhiret başlamadan Hak Teâlâ onlara rahatı, iyiliği, merhameti icabı verir. İbadet olarak yalnız far­zı kıldırır, nafile ibadetleri onlardan alır. Farz ibadet hiç bir hâl ve makamda düşmez. Anlattığımız bu hâle eren pek azdır, azdan da az­dır.

Abdulkadir Geylani Hazretleri (r.a.)

ne zevk alsın, ne de bir şeye zevk versin.

Ev cemaat! Olmasını arzu ettiğiniz şey varsa şu olsun: Dış varlı­ğınız dünya kapısında kalsın, kalbiniz öbür âleme dönsün. İç âlemi­niz de Mevlâ kapısından ayrılmasın. Bu hâl, dış varlığınız kalbe uyun­caya, ve onun tattığını tadıncaya kadar devam etsin. Kalp, sır olsun, sırrın tattığını tatsın. Sırrınız da fena –yokluk- âlemine varsın, ne zevk alsın, ne de bir şeye zevk versin. Bu hâlde ölmüş olur. Sonra O'nun için dirilir, başkası için değil. Bu hâle eren sır, kimya olur. Bu kimyanın bir kuruşu bin altın yerine geçer. Bin altın demek bir benzetmedir. Aslında ona paha biçilemez; çünkü asıldır, küldür ve devamlıdır. Saadetler o kimseye olsun ki, sözümü anlar, iman eder, sözümle amel eder. Ve ihlâs sahibi olana saadetler olsun. Mübarek olsun o kimseye ki, doğru iş tutar, dolayısıyla yaptığı iş onu gayesi­ne ulaştırır.

Abdulkadir Geylani Hazretleri(r.a.)

“Nefsini ıslâha başla; o bitince diğerlerini!”

Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur: “Nefsini ıslâha başla; o bitince diğerlerini!” Yine buyurur: “Yakın kimseleri ihtiyaçtan inlerken yabancılara sadaka ver­mek yakışmaz.”

s.a.v.

28 Eylül 2010 Salı

"Şüphesizki Allah zerre kadar zulüm etmez"

Ebu said (r.a)dan rivayetle ; Resulullah s.a.v şöyle buyurmuştur :
"Kim kalbinde zerre kadar iman taşirsa muhakkakki cehennemden cıkarılır"

Ebu said, derki; "Bu konuda şüpheye düşen şu ayeti okusun"
- "Şüphesizki Allah zerre kadar zulüm etmez" Nisa(40)

s.a.v.

Miraç

"Aşk, güzellik padişahının damına çıkılacak bir merdivendir.

Sen gel de Miraç hikayesini aşığın yüzünden oku!"

Hz.Mevlana Celaleddin Rumi(k.s.)

27 Eylül 2010 Pazartesi

Nûrumuzu bizim için tamamla

"..yekûlûne rabbenâ etmim lenâ nûranâ vaġfir lenâ inneke ‘alâ kulli şey-in kadîr(un)."


Derler ki: “Ey Rabbimiz! Nûrumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü senin her şeye hakkıyla gücün yeter.”

Tahrim,8

Kerem sahipleri arkadaşlığı unutur mu!

Sadi Gülistan’ında der ki: “Bir tümseğin üzerinde otla bağlanmış birkaç demet taze gül gördüm. ‘Bu değersiz ot ne oluyor ki gül ile birlikte bulunuyor?’ dedim.

Ot ağladı ve şöyle dedi: ‘Sus! Kerem sahipleri arkadaşlığı unutur mu! Her ne kadar güzelliğim, rengim, kokum yoksa da nihayet ben de bu güllerin bittiği bahçenin otu değil miyim?’

25 Eylül 2010 Cumartesi

mürşid

"Allah(c.c.) bir kulu severse,sevdiğine gönderir,terbiye ettirir,azametine yakışacak şekilde ona edep ögrettirir ve nihayet onu sever.Sana müjdeler olsun.Seni bir mürşide gönderdiyse haberin olsun,Allah(c.c.) seni seviyor demektir."

[Şah-ı Nakşibend Hz.(ks) ]

tasavvuf musikisi

http://www.youtube.com/watch?v=bbA6uVJV6xU

http://www.youtube.com/watch?v=QDQ6nfWrNVY&feature=related

http://www.youtube.com/watch?v=XpLTczzzEeI

http://www.youtube.com/watch?v=fSSm7ovOEvg&feature=related

24 Eylül 2010 Cuma

yapayalnız

"Aşık kimsesiz, tek başına, yapayalnız kalsa da, o, yalnız değildir; sevgilisi ile gizlice, beraberdir! Çünkü o, nerede olursa olsun, gerçek sevgili olan Allah ile manen beraberdir! "

mevlana celaleddin rumi (k.s.)

22 Eylül 2010 Çarşamba

dünyaya önem veren

"Birinci derecede dünyaya önem veren kimsenin, Allah'dan hiç bir sey
beklemeye yüzü olmaz. Allah, dört hasleti onun kalbinden hiç çıkarmaz:
Kurtulusu olmayan bir endise. Hiç bos vakit bırakmayan kesintisiz bir
mesguliyet. Hiçbir zenginliğe varamayan fakirlik. Hedefine varması
imkansız bir ihtiras."

(s.a.v.)

yakîn hâsıl edenlerden olsun.

Böylece biz ibrâhîm’e göklerin ve yerin hükümranlığını gösteriyorduk ki
yakîn hâsıl edenlerden olsun.

{Enam 75}

..kalbimin, (gözümle görerek) yatısması için..

Resulullah (sav) buyurdular ki: “Hz. ibrahim (a.s.)’ in su sözleriyle ifade
ettiği süpheyi yasamaya biz ondan daha layıkız: “Ey Rabbim ölüleri nasıl
dirilteceğini bana göster” demis, (Allah: “Buna) inanmadın mı yoksa”
demis, o da: “inandım, fakat kalbimin, (gözümle görerek) yatısması için
(istedim, diye) söylemistir (Bakara, 260). Allah, Lut (a.s.)’ a rahmetini bol kılsın, aslında o çok muhkem bir kaleye sığınmıstı. Eğer, Hz. Yusuf (a.s.)’un kaldığı müddetçe hapiste ben kalsaydım, davete icabet ederdim.”

(s.a.v.)
{Ravi: Ebu Hüreyre}

doğru olma yönünden

“…ve de ki :
“Umarım ki Rabbim beni doğru olma yönünden
daha isabetli davranısa muvaffak kılar”
kehf 23,24

15 Eylül 2010 Çarşamba

faydasız suretten müstağni eyler..

"Mana odur ki seni senden alır,faydasız suretten müstağni eyler..Seni mana, kör ve sağır eder sanma... Surete âşık olman öyle eder! Körün kısmeti gam artıran hayaldir..Gözün de hissesi fani olan hayallerdir!"

Hz. Mevlana celaleddin Rumi(k.s.)

sefer

Kur an, O nu okuyanların kalbine daime sefer etmektedir.

Muhyiddin İbn Arabi (k.s)

Varlık aleminde Hakk nurunun zıddı yoktur ki açıkca görünebilsin.

Allah , bu zıddiyetle gönül hoşluğu meydana gelsin, her şey iyice anlaşılsın diye hastalığı ve kederi yarattı.

Şu halde gizli olan şeyler zıddıyla ortaya çıkar.Hakk ın zıddı olmadığından gizlidir.

Mesnevi I-1130

Varlık aleminde Hakk nurunun zıddı yoktur ki açıkca görünebilsin.

Hülasa gözlerimiz O nu idirak edemez; O bizi görür idrak eder.

Mesnevi I-1134

Mevlana Celaleddin Rumi (r.a.)

14 Eylül 2010 Salı

Yola düşen sâkilere mahrem oldum

Yola düşen sâkilere mahrem oldum

Kutsiyet âlemi sâkinlerine hemdem oldum

Bir kubbe gördüm altı cihet dışında

Toprak oldum ben o kubbeye, döşeme oldum

Kan oldum, Aşkın damarlarında aktım

Âşıkların gözlerinde nem oldum

Kâh İsa baştan başa dil kesildim

Kâh Meryem gibi susan bir gönül oldum

Hani bir şey kaybetmişti İsa ve Meryem

Bana inanırsanız eğer, o şey ben oldum

Ezeli aşkın neşterleri önünde

Yüzlerce kez yara oldum, hem merhem oldum

Her adımda Azrail'in yol arkadaşıydım

Cânım çıksın eğer ondan bir an korktumsa

Yüz yüze harbe girmiştim ölümle

Ölümün gözü önünde ben hürrem oldum

Varlık yükünü tamamen attım sırtımdan

Muhkem bastım ayağımı bekâ üzengisine

Belim çengi gibi büküldü gerçi amma

Benden dinle şimdi ölümsüzlük neyinin sadâsını

Eyy sevgili en büyük bayramım idin

O bayrama en büyük kurban oldum


Mevlana Celalleddin Rumi (ks)

11 Eylül 2010 Cumartesi

Sakın böyle bir hevese düşme!

" Allah'ın iradesi dışında, Ondan başka bir şey istemek, boş bir temennidir.. Akılsızlıktır. Sakın böyle bir hevese düşme! Telef olursun.. Helak olursun!.. Hakkın merhametinden uzak kalırsın.."

[Abdulkadir Geylani (r.a.)]

Hepsi bir an işidir

‎"...Yolculuk mecazîdir. Kalbin maddî yolu yok­tur. Yol tabiri, yolcuya anlatmak için kullanılır. Yoksa ne yol var, ne de yolculuk. Hepsi bir an işidir. Hakk'a varma arzusu akla ge­lince, yol görünmeden varılmış olur. Menzil alınır, yol katedilir. Ka­pı açılmadan eve girilir..."

Abdulkadir Geylani (r.a.)

bu dünyadan ötede başka bir dünya var.

"Muhakkak ki, bu dünyadan ötede başka bir dünya var. Onun da delili, nişanı şu ki; her gün dünyaya doğanlar ve yeni gelenler var, yine her gün bu dünyada yaşama nöbetini savmış, eskiyen, yıprananların da geçip gitmeleri var.Yeni bir gün, yeni bir gece yeniden yeniye bağlar, bahçeler, yeni yapılan evler insanları avlamak... için yeni ağlar, tuzaklar her an yepyeni bir düşünce, yepyeni bir dogum, yepyeni bir ölüm.Gözün gördüğü şu alemin ötesinde sonsuz bir alem olmasaydı yeniler nereden gelir, eskiler nereye giderdi?Dünya ırmağın suyu gibidir. Hep aynı gibi görünür. Fakat yeniden yeniye akar gider."

Mevlana Celaleddin Rumi(r.a.)

ledünnünden bir rahmet

‎"ya rabbenâ! Bizlere ledünnünden bir rahmet ihsan eyle ve bizim için işimizden bir muvaffakıyyet hazırla."


‎"rabbenâ âtinâ min ledunke rahmeten veheyyi/ lenâ min emrinâ raşedâ(n)"

Amin,
kehf,10

Hz. Ömer(R.A.)

“Çok gülenin, heybeti azalır. Çok şaka yapan, eğlenceye alınır. Bir şeyi çok yapan, onunla tanınır.Çok konuşan; çok yanılır, hataya düşer. Böyle kimsenin, hayâ'sı azalır. Hayâ'sı azalan; şüpheli şeylerden az kaçınır.Şüpheli seylerden az kaçınanın, kalbi ölür.”

Hz. Ömer(R.A.)

Amiin..

Lûtufları ve ihsanları ile bizleri murada erdiren Allah’ım!

Sen dururken, başkasını yâd etmek, ondan yardım istemek doğru olmaz. İlâhi, ezelde bize bağışladığın bir damlacık bilgiyi, kendi deryalarına ulaştır. Sen, bu bilgiyi, nefsânî isteklerden,topraktan yaratılmış olan şu tenin süflî arzularından kurtar. Allah’ım, bu topraklar, o bilgi damlasını örtmeden, şu rüzgârlar kurutmadan onu koru.

Amin

Mevlana Celaleddin Rumi(k.s.)

7 Eylül 2010 Salı

Her şeyden Allah’a kaç!

“İşin hakkında hiçbir şey seçme! Seçmemiş olmayı seç! Bu seçmemiş olmayı seçmekten de kaç, o kaçışından da! Her şeyden Allah’a kaç!”

Şeyh Ebu’l-Hasen eş-Şazili

O dostumuz, O efendimiz..

"O dostumuz, O efendimiz, lûtfeder, kerem buyurursa, bizi affeder. Nasıl önceden yarattıysa, yine yaratır, bizi tekrar diriltir."

Hz. Mevlâna Celâleddin-i Rûmi (k.s.)

6 Eylül 2010 Pazartesi

“Ben günlerimin iyilik veya kötülük içinde geçmesini merak etmem. Çünkü bilmem hayır hangisindedir.”

Hz. Ömer’den (R.A) naklen şöyle rivayet edilir:

- “Ben günlerimin iyilik veya kötülük içinde geçmesini merak etmem. Çünkü bilmem hayır hangisindedir.”

5 Eylül 2010 Pazar

Hz.Ali (r.a.)

"Allah'a andolsun, deve dikenlerinin üzerinde gecelemem ve elim kolum baglanarak zincirlerle sürüklenmem; kiyamet günü kullarindan bazilarina zulmetmis ve dünya malindan bir kirinti bile olsa gasp etmis olarak Allah'a ve Resülune kavusmamdan daha sevimlidir bana."

Hz. Ali(r.a.)

Allah'ım, bize bilgiyi ve ihlâsı nasib eyle. Âmin!

Ey cahil! İşlerini bilgi ile yürüt. Bilgisiz işte hayır yoktur. Bilgi­nin olmadığı yerde ne iman, ne de ikan olur. Öğren ve çalış. Bunu yaparsan, dünya ve âhiretin kurtulmuş olur. İlim tahsil edip amel et­meye dayanmayacak kadar sabrın yoksa nasıl kurtulabilirsin? Sa­bırlı ve anlayışlı ol. İlmin hepsini birden kavraman kabil değildir. Bütün varlığını ilim yoluna harcarsan ancak bir parça öğrenebilir­sin.

Büyüklerden birine ilmi nasıl tahsil ettiği ve tahsil yolunu nasıl bulduğu soruldu. Cevap verdi: “Kuşların erken kalkması, devenin tahammülü, domuzun hır­sı, köpeğin yaltaklanması üzerimde derin tesirler yaptı. Onları gör­düm, bir hayvan oldukları hâlde yaptıkları işe baktım. Ben de insa­nım, onların hareketinden ibret aldım. Kuş gibi erken kalktım. İl­min bütün ağırlığını çektim. İlme karşı bir ihtiras duydum. İlim sa­hiplerinin kapısında günlerce yalvardım.”

Ey ilim talep eden, işit bu sözleri. O büyük zâtın kelâmını iyi dinle. Bilgi ve kurtuluş istiyorsan böyle yap. İlim hayat, ilimsizlik ölümdür. İlmi ile âmil olana ve bilgiyi öğretmek için sabredene ölüm yoktur; maneviyatı ölmez. Hak Teâlâ'nın ilim sıfatına iltihak eyler. Hayatı onunla devam eder.

Allah'ım, bize bilgiyi ve ihlâsı nasib eyle. Âmin!

Abdulkadir Geylani Efendimiz(r.a.)

Tevhid Hali

Tevhid hâli kalbe yerleşirse dıştan yapılan işler sahih olur. Tevhid hâli, içi ve dışı eşit eyler. Zenginliği ve fakirliği aynı kalır. Hal­kın gelişini ve gidişini bir gösterir. Övmelerini ve kötülemelerini aynı yapar. Neden halkın övmesini ve kötülemesini kalbinden atmayasın ki, yaptığın büyük kârla kalbin onları sevmez. Sen onları atmak istemesen bile kalp kötü şeyleri sezer, dışa atar. Kalbin Aziz ve Celil olan Allah'la olur. O'nun zikri ve O'nun şevki kalbine yerleşir. İşte bundan sonra orası Hakk'ın saltanat yeri olur.

Dediklerimizi yap; seven olursun, hakikî sevilen olursun, öğre­ten, bilgin, iyi bir hâkim, yakınlık içinde bir yakın bulan ve edepli bir edip olursun. Halktan gına duyarsın; onlara karşı kalbinde yeterlik duygusu bulunur.

Abdulkadir Geylani Hazretleri (r.a.)

hakikatte dille kal­bin, bir farkı yoktur.

Kalpten duyulan sıkın­tı ile dilden duyulan sıkıntının bir farkı yoktur. Dilden çıkması ayıp olan hata, kalpten de çıkmamalıdır. Bana göre, hakikatte dille kal­bin, bir farkı yoktur.

Abdulkadir Geylani Hazretleri (r.a.)

3 Eylül 2010 Cuma

İlim tahsili

İlim tahsili içinde iken ölen kimseye, Allah kabrinde iki melek memur
eder; onlar taa kıyamet gününe kadar marifet ilmini öğretirler.. O kimse kabrinden kalkarken; âlim, ârif olarak kalkar.

s.a.v

31 Ağustos 2010 Salı

Akil/ilim/iman

‎"-Mahlukat içinde akıl erbabına özgü olaylar aklın sınırı doğrultusunda gelişir. Allah’ a bağlı kimselere özgü olaylar da imanın sınırı doğrultusunda cereyan eder."

‎"İlme aldanma. İlim cehaleti ortadan kaldırır ama mutluluğu, saadeti sağlamaz. İlme, imanın eşlik etmesini sağla, o zaman Nur üstüne Nur olur."

‎"...Gafil olma..Gafillerin sözüne bakma... Onlar bana yetişemezler..."

Muhyiddin ibn Arabi Hazretleri (r.a.)

daima terakki

İnsanın daima terakki (yükselme,ilerleme) yolunda bulunduğu pek hayret edilecek şeylerdendir. Lakin perdelerin pek latif ve ince oluşu , suretlerin birbirine benzeyişi bunu anlamaya engel olmaktadır.

[Muhyiddin Ibn Arabi (r.a.)]

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Fiil ancak Ondandir, gerisi mazhar.

Fiil ancak Ondandir, gerisi mazhar.

imam-i Rabbani Hazretleri (ks.)

28 Ağustos 2010 Cumartesi

ilim

"Ey Ümmeti Ashabım!.. Siz ilmin çok, soranın az bulunduğu bir devirdesiniz.. Şimdi, sizin âmel etmeniz ilim yapmanızdan efdaldir. Ancak öyle bir zaman gelecek ki, o zaman ilim yapanlar az, soru soranlar ve cahil hatipler çok olacak.. İşte o vakit; sizin ilim yapmanız amel etmenizden efdaldir."

(s.a.v.)

Ey sevgili ! İlacım da sensin, çarem de sensin.

Ey sevgili ! İlacım da sensin, çarem de sensin.Yüz parça olmuş gönlümün
nuru da sensin, çaresiz gönlümde, senden başka ne varsa hepsi yok oldu,
beni kimsesiz bırakma! Gel!

[Hz.Mevlana (k.s.)]

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Bu vasiyet, KURANI tilâvet etme hakkındadır.

Ey Aziz!..
Bu vasiyet, KURANI tilâvet etme hakkındadır.
Ey Dost!.
Kur'ân'ı tefekkürle okumaya devam et!..
Okuma esnasında da, Allah, sevdiği kimseleri hangi vasıflarla övmüşse o vasıflara dikkat et ve o sıfatlarla vasıflanmaya çalış!..
Allah, sevmediği kimseleri de hangi vasıflarla kötülüyorsa o vasıflara dikkat et ve o sıfatları terk et!..
Zira, Allah, bütün bunları senin bilip amel etmen için Kitabında zikr etmiştir..
Öyle ise; sen Kuranı okuduğunda Kur'ân'la Kur'ân'ın içindekilerini kendinde toplamaya gayret et!.
Zira, Kur'ân her şeyi toplamıştır sen de Kur'ân'la amel etmekle Kuranı kendinde topla.
Kuranı okumakla üzerine olan tilâvet etme hakkını koruduğun gibi, Kuranla hayatını düzenlemekle de senin üzerine olan onunla amel etme hakkını korumaya çalış..
Bil kil.Kıyamet gününde Kuran in emr ve yasaklarını bilip onlara göre hayatını düzenlemeyip yaşayanlar için, çok şiddetli bir azâb ve Kur'ân onların aleyhinde şahitlik yapmasıyla onlar için büyük bir pişmanlık ve HASRET vardır.
Kurandan bir âyet ezberleyip unutanlar içinde Kıyamet günü, büyük bir hasret ve pişmanlık olacaktır..
Allah Rasulü Aleyhisselâm, Kur'ân okuyan mü'min, Kur'ân okumayan mü'min ve
münafık hakkında şöyle buyurmuştur:
«Kur'ân okuyan mü'min turunçgiller gibidir.. Kokusu güzeldir., ve tadı dagüzeldir..»
"Kokusu güzeldir.." cümlesinden maksat okumaktır..Zira, tilâvet etme esnasında çıkan nefesler lâtif olur..Dolayısıyla da Kur'ân okuduğunda mü'minlerden çıkan nefes, güzel koku yayan şeylere benzetilmiştir. "..ve tadı da güzeldir." bu cümleden maksat ise, İmândır.. Yani, Kur'ân'a olan imânı güzeldir. Rasullullah Efendimiz bundan dolayı şöyle buyurmuştur:
— «ALLAH'ı Rab, İslâmı din ve Muhammed Sallallahu Aleyhi Vessellemi Nebî olarak kabul eden kimse, imânın tadını tatmıştır.»
İşte görüldüğü gibi Allah Rasulü, bu Hadiste, tadı imâna nisbet etmiştir.
Birinci zikrettiğimiz Hadis'in devamında Allah Rasulü Aleyhisselâm şöyle buyurdu:
«Kur'ân okumayan müminde hurmaya benzer. Tadı güzeldir..» yani, imân sahibi olması itibarıyla mü'minin tadı güzeldir.. «Fakat, kokusu yoktur..» Hafız dahi olsa da Kur'ân'ı tilâvet etmediğinden dolayı,güzel kokudan mahrum kalır..
Sonra.. Allah Rasulü Aleyhisselâm şöyle devam etmektedir.
— «Kur'ân okuyan münafık, fesleğen çiçeği gibidir. Kokusu güzeldir... » Zira, Kur'ân güzeldir. Dolayısıyla, münafığın Kur'ân'ı tilâvet etmesi esnasında çıkardığı nefeslerin kokusu ondan ötürü güzeldir buyrulmuştur. Hadis'in devamında;
— «Fakat tadı acıdır.» buyrulmuştur,. Çünkü, nifak gizli inkârdır.. Tatlılık, imân'ın gereği idi.. Halbuki, münafık kalben inkâr ettiği için o tattan mahrum olduğuna işarettir..
Hadis'in ' devamında Allah Rasulü Aleyhisselam şöyle buyurmaktadır:
— «Kur'ân okumayan münafığın hâli, Ebû Cehi! karpuzu gibidir. Tadı acıdır ve kokusu da yoktur.» (İbn-i Mace)
Zira, münafık, kalben inkarcı olduğundan tadı yoktur. Hali hazırda Kur'ân'ı tilavet etmediğinden dolayı kokusu da yoktur,
Ey Aziz!.,
İşte; Rahman'ın rızasını kazanmaya vesile olacak bütün güzel kelâmlar, bu minval üzeredir.
Böyle güzel kelâmı ister mü'min söylesin, ister münafık Hadis'te ki verilen temsil üzre olur.
Kur'ân'ın, şeref ve fazileti herkesçe bilinmektedir. Çünkü o, Kelâmullah'dır. Hiçbir mahlukun kelâmı "0"na benzeyemez.
Her nekadar Kur'ân'ın dışında ki güzel kelâmlarla insan Allah'a yakınlaşmaya çalışılsa da Kur'ân'ın ifâde ettiği yüceliklerden mahrum kalır..
Allah'a yakın olmaya en iyi vesile, "O'nun kelâmını "O"nun bildirdiği tarz ile okumaktır.
Şimdi, zakir olanlar için uygun olan şöyle zikr yapmaktır.
Kuranda var olan ne kadar zikir varsa onlarla meşgul olmaya gayret sarfetmektir..
Dolayısıyla, zakir olanlar, böyle yapmakla; hem Kur'ân tilâvet etme şerefine,hem de Allah'ı zikretme şerefine nail olur.
ALLAH Tealâ Kur'ân'da kendi nefsini hangi isimle zikretmişse, zakir o isimleri hatırlatmaya vesile olduğu müddetçe Rabbi'sinin menziline kendini çıkarmış olur. Bu da,zakir için ne güzel bir şereftir.
ALLAH Tealâ şöyle buyurmaktadır:
«Ona aman ver. Tâ ki Allah'ın kelâmını dinlesin...» (Tevbe sûresi, Âyet: 6)
«ALLAH, hamd edicilerin hamdını işitir.»
Bundan da işittirenin ve işitenin HAK olduğu açıkça anlaşılmaktadır.
Kıyamet gününde, Kur'ân kıraat edenlere; “Kur’ânı OKU ve yüce derecelere yüksel.” denilecek.
Anla!.
Teklif yeri olan Dünyadır.. Ki yükseliş; Kur'ânı okuduğunda kendi okumasından Hakkın okumasına yükseltmesiyle gerçekleşir.
Hakkın onun işiten kulağı, gören gözü, futan eli ve bastığı ayağı olduğu gibinHakkın onun konuşan dili olduğunu da idrâk etmeli..
Zakir, böyle zikrettiğinde okuyan ve işitenin HAK olduğunu muhakkak olarak bilmeli..
Kul, Kur'ân'da varid olan hamd, tehlil ve tesbihlerle Hakk’ı zikretmeli.. Tâ ki kul,kendi okumasından Rabbisinin OKUyuşuna yükselebilsin..
İşte böylece de; HAK, kendi Kitabını kulun vasıtasıyla tilâvet eder.
Ey Aziz!.. Bil ki!..
Kıyamet gününde, kulun hangi Âyette Kur'ân'ı tilâvet etmesi tamam olursa, ona münâsib mertebeye kul yükselir.
Zira, HAK, dünyada huzuru kaib ile Kur'ân tilavet eden kulun vasıtasıyla o âyetleri okumuştur..
Kul, Kur'ân'da ve Sünnette varid olmayan lâfızlarla Hakk'ı zikretse. Kur'ân'da ve Sünnette varid olanlarla yapılacak zikirlerin derecesine ulaşamaz.
Kur'ân. kelâmların en faziletlisi olan Allah'ın kendine has kelâmıdır.
"O" nasıl bildirmişse öyledir ve bildirdiği gibi de kalacaktır.

Muhyiddin ibn Arabi Efendimiz(r.a.)

Amiin, s.a.v.

Allah Rasulü, Esma-i Hüsna ile şöyle dua ettiği mervidir,
— «Yarattıklarından birine öğrettiğin yahutta gayb ilminde kendine has bıraktığın senin olan bütün isimlere sığınarak Kuranı göğsümün nuru, kalbimin baharı, hüzünümün gitmesine ve merakımın zail olmasına vesile eylemeni isterim...»
(El Ezkar)

Amiin, s.a.v.

24 Ağustos 2010 Salı

ALLAH'I zikretmek ve zikrullâh'ın meyveleri

Ey Aziz!..
Bu vasiyet, ALLAH'I zikretmek ve zikrullâh'ın meyveleri hakkındadır.
Her vakit, mümkün olduğu müddetçe Zikrullâh'a devam edin!.
ister gizlice, ister aşikâr, ister cemaatla, ister yalnız., her hâlde Allah'ı zikredin!.
Zira, Allah Celle Celalühü :
"Siz beni zikrederseniz ben de sizi zikrederim." (Bakara sûresi. Âyet 152)
buyuruyor. Bu da; Allah, kendi zikrini, kulun zikrine cevap kıldığına delâlet eder.
Şimdi sana şöyle bir sual sorarım,..
- Hangi sıkıntı kula günâhlardan zararlı olabilir?..
Allah Rasulü Aleyhisselam'ın sıkıntılı zamanlarında,
«Elhamdu lillahîalâ külli hâlin.»
«Her durumda ALLAH'a hamd olsun.
ve., ferahlık zamanlarında ise;
« Elhamdu lillahîl muni'mil mufzili »
17
«Ni'metleri ihsan eden ALLAH'a hamd olsun. »
diyerek dua ettiği rivayet edilmektedir:
Ey Aziz!..
Daima kalbini Allah'ın zikriyle şuurlandırırsan, kalbin zikrin nuruyla nûr'lanır..
İşte o nûr, sana keşfin verilmesine vesile olur.
Bil ki!..
Ancak nûr ile de eşyanın hakikatini keşfetmek gerçekleşebilir.
Bir kimsede, inayeti ilahî ile keşf hasıl olursa, ona, o vesile ile haya duygusu da
gelir...
Buna delil ise, komşun ve saygıya layık gördüğün kimselerden haya etmendir.
Ve yine bilesin ki...
Bizim kelâmımız, ancak mü m in olanlaradır.
Vasiyetlerimiz de ALLAH'a ve "O'nun Rasulleri vasıtasıyla bize gönderdiklerine
inanan müslümanlaradır.
ALLAH Celle Celalühü, Hadis-i Kudside şöyle buyurmaktadır:
«Kulum beni zikr ettiğinde Ben kulumla beraberim...
Şayet kulum beni nefsinde zikrederse Ben de onu nefsimde zikr ederim...
Şayet BENi cemaatla zikrederse Bende onu daha hayırlı bir cemaatta
zikrederim... »
(Ebu Hureyre; Buhari, Müslim.)
Ayrıca kendisini zikredenleri Kur'ân'da da anmıştır şöyle ki:
«ALLAH'I çok zikr eden erkekler ve kadınlar... »
(Ahzab sûresi, Âyet 35)
Dolayısıyla biz de şöyle vasiyet ederiz:
— Zikirlerin en yücesi; Allah'ı her hâl de
(yatarken, gezerken, otururken, bir başka işle uğraşırken gibi..) dâim zikretmektir.

Muhyiddin ibn Arabi Hazretleri (r.a.)

21 Ağustos 2010 Cumartesi

Zat’ının nurunun görünme mekanı olan mahlukat ve eşya..

Cenabı Hak insanın ilahi müşahede hususunda sabra razı olmaya güç yetiremeyeceğini bildiğinden dolayı ilahi tecelli eserlerini şahid gösterdiği hikmeti:

Allahu Teala cemalini görmemeye senin sabredemeyeceğini bildiği için, sana Zat’ının nurunun görünme mekanı olan mahlukat ve eşyayı gösterdi.

Nazmen tercümesi

Huda çün gayr-ı sabir olduğun bildi senin ey dil
Edip işhad asarıyla oldu tesliyet bahşa

*izah*

Sevgiliyi görmemeye aşığının sabredemeyeceği gibi, evliyaullahın da ilahi didarı müşahedenin gecikmesine tahammül edemeyecekleri aşikardır. Noksanlık ve zeval, zehab ve fena ile vasıflanan bu dünyada perdesiz hakiki müşahedenin vukuu da imkansızlık derecesinde olduğu için, irfan sahiplerine teselli olmak üzere kudretinin eserleri ve ehadiyet vechinin perdeleri olan bu ekvanı (mevcudatı) onlara gösterdi. Ta ki bu mukaddes zümre onda basiret gözüyle Hakkın nurunu görmüş olsunlar, ve maddi gözle Didar’ı müşahede edemediklerinden hasıl olan aşk ve iştiyak sebebiyle hususi yakınlığa, ve hususi yakınlık sebebiyle daimi huzur ve müşahedeye erişsinler. Zira; eserin varlığı müessirin varlığına, ve eserin görülmesi müessirin de görüleceğine delil olduğundan, ilahi ilimdeki mevcudatın süretlerini zuhurunun aynalarından ortaya çıkararak basiret erbabına göstermesi de bir yüce nimet ve ilahi inayettir.

Çeşm-i ibretbin ile bak ol bütün tasvirine
Nakşını seyret tasavvur eyleyip nakkaşını

İbn Atâullah El-iskenderî

İşte sen o sırra aşina olmaya gayret sarfet!

Ağza sığmayan lokmayı iste! Ruh gıdası gönül lokması ara!
Kitaplarda yazılı olmayan ledün ilmini ehlinden öğrenmeye çalış!
Cenab-ı Hakk ile kamil insanların,ermşlerin gönülleri arasnda öyle bir sır vardır ki,Cibril bile oraya girip o sırrı öğrenemez.
İşte sen o sırra aşina olmaya gayret sarfet!

Hz. Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.)

varlığımızı varlıktan kurtarıyor

Dilleri olsaydı da o ormandan, o ebedî ormandan, o ormanın bizim canlarımıza neler hazırladığından bahsetseydi ne olurdu?

Burada kaplan da, ceylan da; "Ya Hu, Ya Allah!" diye naralar atıyorlar.
"ah"ın da sığındığı bir varlık bizi çekip götürüyor.
Bir arslan var ki, varlığımıza,kendi sütünden başka bir şey vermiyor. Bir arslan ki, varlığımızı varlıktan kurtarıyor, bizi kendimizden halas ediyor.

hz. mevlana celaleddin rumi efendimiz (r.a.)

18 Ağustos 2010 Çarşamba

basiret üzere

"De ki: İşte benim yolum budur; basiret üzere Allah'a davet ediyorum. Ben ve bana uyanlar (işte böyleyiz). Ben Allah'ı tesbih ederim ve ben müşriklerden değilim."
Yusuf,108



"-Salat ve selam basiretler makamından davet eden Hz. Muhammed’in ve önceki ve sonraki ehlibeytinin üzerine olsun."

Muhyiddin Arabi Hazretleri(r.a)

“Allah'a hamd olsun, bizden kederi giderdi.”

“Allah'a hamd olsun, bizden kederi giderdi.”
(el-Fâtır, 35/34)

"İyi bilin ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir."
(Yunus 62)

El Veli Allah

http://jonasclean.blogspot.com/2010/08/el-veli-allah.html

.

"Bir insanı layık olmadığı yere koymak zulumdür."

Hz.Ali Efendimiz(r.a.)


"Eşyayı ait olduğu yere koymak, hikmetin bir gereğidir.Suretleri çerçevelerine yerleştirmekte hikmetin bir göstergesidir. Ahiret çerçevesi dünya çerçevesi gibi değildir."

ibn arabi hazretlerimiz (k.s.)

Allah'ın yaratmış olduğu şeylerin hepsi Zatına götürür.

Allah'ın yaratmış olduğu şeylerin hepsi zatına götürür. Onları delil sayarak yola devam ediniz. Nimeti yerken sahibini düşünmek yerinde olur. Bir şeyin bilgisini elde edince yapmak ve hakikatına ermek gerek. Hak Taala'nın size öğrettikleri ile amel ederseniz hidayet yolunu bulursunuz. Allah'ım kalbimizi varlığına ilet.

Abdulkadir Geylani Hz

13 Ağustos 2010 Cuma

Rahman'ı zikretmek

"Kim Rahman'ı zikretmekten gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz."

Zuhruf, 36

10 Ağustos 2010 Salı

Hak'la ülfet

Allah Teâlâ'yı isteyip arzuladıkça, yollar açılır ve O’nun yakınlık evine girmiş olursun. Zorlukları yok olur. Kalbinde Hak'la ülfet pey­da olur. Yakınlık derecen her an artar.

Yakınlık dereceleri yavaş yavaş yükselir. Kulluğun yerinde ol­dukça kulluk yakınlığın büyür. Sonra daha büyür. Bu hâl büyümek­te son bulduğu an kalbin Allah Teâlâ'nın nuru ile dolar. Oraya başkası yol bulup giremez. Ve orada başkaları için bir boşluk kalmaz.

...

Kul Allah için iyi olursa her uygunsuz hâlden esirgenir. Hâli iyiye çevrilir ve hâlden hâle geçilir. Her an mânalar diyarına uçar. Kalbini imanla doldurur. Marifet hâli artar. Yakınlık ve müşahede ülkelerine geçer.

Bu hâl ehli için gece yok, gündüz var. Karanlık yok, ışık var. Ke­der yok, iyilik var. Nefis yok, kalp var. Yokluk var, varlık yok. Ha­zır hâli olmayan bir gayb âlemi var.

Bunların temeli, Allah Teâlâ ile ülfet hâlini bulmaktadır. Söz neye yarar; Hak'la aranda ünsiyet peyda olmadıktan sonra...

Abdulkadir Geylani Efendimiz (r.a.)
İlahi Armağan

musibetler

Peygamber (s.a.v) Efendimiz’den şöyle rivayet edilir: “Musibetleri saklı tutmak, Arş hazinelerinden birine sahip ol­mak kadar büyüktür.”

s.a.v.

Ey insan oğulları! Ölmek için doğunuz!

Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyururlar: “Her gün, sabah-öğlen, bir melek bağırır: ‘Ey insan oğulları! Ölmek için doğunuz, yıkılması için evler ya­pınız, düşmanlar için mal toplayınız.”

s.a.v.

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Sevgilisiyle yalnız kalmak (halvet) istemez mi?

Yüce ALLAH şöyle buyurdu:

"Benden gafil olarak uyuduğu halde Beni sevdiğini iddia eden yalan söylüyor.
Sevgilisiyle yalnız kalmak (halvet) istemez mi? Ben sevgililerimi bilirim. Beni gözlerinin önünde görürler. Müşahede halinde Benimle konuşurlar. Yarın Benim huzurumda da konuşacaklar ve cennetlerimde mutlu olacaklar."

(Bunu Makburi'den adı geçen eserden mevkuf olarak rivayet ettim.)


Mişkatül Envar
Muhyiddin ibn Arabi(k.s.)

30 Temmuz 2010 Cuma

göz

Başkalarında ayıp görmediğin için sana verilen o göz, gözlerin de gözüdür. Hiçbir şey ona gizli kalmaz.

Hz. Mevlâna Celaladdin Rumi Efendimiz( K.s )

Can ara! Can bul!

Sen parlak, ay yüzlü birisini görünce ona canım diyorsun. Halbuki o gölge bir varlıktır. Gezip dolaştığı, yeyip içtiği için canlı sanılan renkli bir leştır. Renkli bir leşe canım denir mi? Can nerede; renk nerede? Sen o leşi bırak da can ara! Can bul!

Mevlana Celaleddin Rumi Efendimiz(r.a.)

varlıktan vaz geç!

Bütün korku, varlıktan gelir; aklını başına al da, varlıktan vaz geç! Bütün ürküntü, kırılma, hor görülme, ezilme düşüncesinden ileri gelir; kırıl, dökül, ezil de, huzura kavuş! İlkbahar gibi ol da, bağlara bahçeler gezmeye çıkan güzeller sana gelsinler, sende eğlensinler! Çünkü bu güzeller, kışın soğukluğundan kaçarlar! İlkbahar olamıyorsan, bari yaz ol; sıcaklara dal, ateşler içinde kal! Çünkü o güzellik, o işve olmayınca insan, pek çirkin, pek değersiz görünür!

Mevlana Celaleddin Rumi Efendimz(r.a.)

29 Temmuz 2010 Perşembe

Efendimiz S.a.v.

"Ve Muhammed de ancak bir peygamberdir. Ondan evvel de peygamberler gelip geçmiştir. Eğer o ölse veya öldürülse siz gerisin geriye mi dönüvereceksiniz? Ve her kim gerisin geriye dönerse elbette Allah Teâlâ'ya hiç bir zarar vermiş olamaz. Ve Allah Teâlâ şükredenlere mükâfaat verecektir."

Ali İmran 144

"Muhammed Allah'ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kafirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükuya varırken, secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır. İncil'deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kafirleri öfkelendirir. Allah onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükafat vadetmiştir. "

Fetih 29

"Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz Ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir."

tevbe 128

Başladığın işe dair bilgini derinleştir, bitir

Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurdu: “Başladığın işe dair bilgini derinleştir, bitir. Başka işlere sonra...”


s.a.v.

“Bana ne iş kaldı?” derler

Her şeye Hak'la sabret. O'ndan bir şey istediğinde acelece olma­sını dileme. O bir şeyi geç verince, cimrilikle ithama kalkma. Ve töhmet etme. O sizi sizden daha iyi düşünür. Sen kendini O'nun dü­şündüğü kadar düşünmezsin. Bazı büyükler, Hak Teâlâ'nın kuvve­tini, kudretini kendi özlerinde sezip anladıktan sonra: “Bana ne iş kaldı?” derler.

Yâni: “Bütün tasarruf O'nun; beni benden iyi düşünüyor. Bana ne güç kalıyor, ne kuvvet.” demek isterler.

Size düşen, Hakk'a uyar olmaktır. O size yarayanı sizden daha iyi bilir. O, içinde iyilik bulunanı size bildirmez, ama kendisi bilir. Hak Teâlâ bu hâli anlatmak için şöyle buyurur: “Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (el-Bakara, 2/216)

Abdulkadir Geylani Efendimiz(r.a.)

sıkıntı veren dünya işlerini bırakınız

"Kötü hâllerini ıslâh et, iyi olmaya bak. Özünden ve sözünden dedikoduyu at. Bunu Peygamberimiz emreder ve şöyle der: “Gücünüzün yettiği kadar, sıkıntı veren dünya işlerini bırakınız.”s.a.v.
...

Dünyanın içinden çıkıl­maz sıkıntılı işlerinden kurtulmaya bak. Allah'tan bunu iste. Dünya­nın verdiği kisveyi çıkar ve hemen kaç. Nefse ait libası da çıkar. Hakk'ın kapısına yürü. En güç iş, nefsin elinden kurtulmaktır; on­dan kurtulunca, siva -Hakk'ın zâtından gayri- da kendiliğinden silinir. Bu hâl, sivayı nefsin özü olarak anlarsan olur. Böyle ise nefsi bırakınca Rabb’ini oracıkta bulursun. Orada, hemen nefsini O'na tes­lim et. O'na teslim olunca selâmeti bulursun."

Abdulkadir Geylani Efendimiz(r.a)

Allah'ım rahmet elini bizden çekme

"Allah'ım rahmet elini bizden çekme; dünya denizi bizi boğar. Mevhum varlığımız bizi yere serer. Ey keremi bol, reyinde isabetli ve geçmiş hükümlerin sahibi, bize yetiş."


Abdulkadir Geylani Efendimiz(r.a.)

28 Temmuz 2010 Çarşamba

[Enam-122]

Hem bir adam ölü iken biz onu diriltmişiz ve kendisine bir nur vermişiz, insanlar içinde onunla yürüyor, hiç o bittemsil zulmetler içinde kalmış ve ondan bir türlü çıkamıyacak bir halde bulunan kimse gibi olurmu? Fakat kâfirlere ameller öyle yaldızlı gösterilmektedir.


[Enam-122]

Allâh'a yemîn ederim ki sizler için fakirlikten korkmuyorum.

"... Allâh'a yemîn ederim ki sizler için fakirlikten korkmuyorum. Fakat ben, sizden öncekilerin önüne serildiği gibi dünyânın sizin de önünüze serilip onların dünyâ için yarıştıkları gibi sizin de yarışa girmenizden, dünyânın onları helâk ettiği gibi sizi de helâk etmesinden korkuyorum."

s.a.v.

22 Temmuz 2010 Perşembe

ama “Allah Rabbimdir” de

-“Rabbim Allah’tır” deme, düşmanlarına senin aleyhine fırsat vermiş olursun; ama “Allah Rabbimdir” de; Allah ismi düşmanlarını kahreder, senin aleyhine bir imkan bulamazlar.


Muhyiddin ibn Arabi Hazretleri(r.a.)

Hakkı unuttuğun zaman

-Hakkı unuttuğun zaman, sana onu kimin unutturduğuna bak; eğer hakkı sana unutturan şey, onun sana emrettiği bir şeyse, bil ki hak seninle beraberdir ve sen de onun emriyle berabersin, onunla değil. Eğer hakkı sana unutturan şey, onun nehyettiği bir şeyse, ne sen onunla berabersin, ne de O seninle beraberdir.


Muhyiddin Ibn Arabi Hazretleri (r.a.)

basiretler makami

"-Salat ve selam basiretler makamından davet eden Hz. Muhammed’in ve önceki ve sonraki ehlibeytinin üzerine olsun."

Muhyiddin Arabi Hazretleri(r.a)

21 Temmuz 2010 Çarşamba

bazen bu tarafa çeker,bazen de o tarafa çeker

O, seni bazen yaratılışına, kötü tabiatına bırakır, seni gümüş, altın, kadın sevdasına düşürür. Bazen de canına Hz. Mustafa'yı hayal etmenin nürunu verir de içini aydınlatır.

Seni bazen bu tarafa çeker, iyi adamlara katar, bazen de o tarafa çeker, seni kötülere ulaştırır. Kurtuluş gemisini korkunç dalgalarla hırpalar, onu kırar, parçalar.

Ey zavallı insan, bu düşüşlerden, bu hallerden sakın ye'se kapılma; gizli gizli o kadar çok dua et, geceleri, o kadar çok ağla, inle ki; sonunda yedi kat gökten kulağına kurtuluş sesleri gelsin.

Mevlana Celaleddin Rumi Hazretleri

19 Temmuz 2010 Pazartesi

ümitsizliğe kapılma

Ömrüm geldi, geçti de sevgiliye kavuşamadım diye ümitsizliğe kapılma, o vakitli, vakitsiz, ansızın gelebilir, her şey seher vaktinde gelmez.
Bekle, gözetle, sabret! Zamanlı zamansız, ansızın değerli bir sürme gibi o azîz varlık, o eşsiz varlık gözümüze gelir.

Mevlana hazretlerimiz (r.a.)

17 Temmuz 2010 Cumartesi

Allah kişi ile onun kalbi arasına girer

24- Ey inananlar! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resulüne uyun. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız.
25- Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz. Biliniz ki, Allah’ın azabı şiddetlidir.(enfal suresi)

“Ey inananlar!” gaybi imanla inananlar! “…uyun…” tezkiye ve arınma ile icabet edin. “Sizi çağırdığı zaman…” kalplerinizi diriltecek hakiki ilme çağırdığı zaman bu çağrıya uyun. Yahut hakiki imanla inanın, size onunla hayat vermek için süluka çağırdığı zaman Allah’a ve Allah’ta süluk çağrısına icabet edin.
Bu anlam, Allah’a icabet etme ile Resule icabet etme aynı olduğu zaman geçerlidir. Fakat Allah’a icabet etme ayrı, Resule icabet etme de ayrı olduğu zaman şöyle bir anlam ortaya çıkar: Batın ve kalbi amellerle Allah’a icabet edin. Zahir ve nefsi amellerle Resule icabet edin. Veya cemde fena bulmakla Allah’a ve tafsil haklarını gözetmekle de Resule itaat edin, Allah’ta Allah ile beka bulmak şeklinde size hayat veren şeyde istikamet üzere olmaya çağırdığı zaman. Bütün bunlar istidadın zevalinden öncedir. Çünkü Allah, istidadını ortadan kaldırmak ve pasın irtikap edilmesiyle perdenin meydana gelmesi suretiyle kişi ile kalbi arasına girer. O halde fırsatı değerlendirin, çağrıya icabet etmeyi geciktirmeyin. Çünkü “siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız.” Sıfatından ve zatından, silinmeniz ve fena bulmanız oranında karşılık verecektir. “…bir fitneden sakının…” bir şirkten ve perdeden sakının ki “içinizden sadece…erişmekle kalmaz.” bu fitne sadece “zulmedenlere erişmez.” İstidadı ait olmadığı yerlerde kullanarak izale etmesi ya da eksiltmesi ve onu Hakk’ın dışında kullanması nedeniyle “sadece” zalimlere, zulüm niteliğiyle belirginleşenlere isabet etmez.
“…Erişmekle kalmaz” şeklindeki olumsuz ifadenin anlamı şudur: İsabet ederse, sadece onlara isabet eder… “Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez.” (Enam, 164) ayetinde olduğu gibi. Şöyle bir anlamın kastedilmiş olması da ihtimal dahilindedir: Bu fitne sadece onlara isabet etmekle kalmaz, bilakis onlarla birlikte, onlara arkadaşlık etme uğursuzluğuna kapılanları, onlara karışmakla rezilliklerinden etkilenenleri de kaplar. Şu ayette vurgulandığı gibi: “İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu.” (Rum, 41) “Biliniz ki, Allah’ın azabı şiddetlidir.” Kalplerin kazandıkları zülmani/karanlık heyetleri onlara musallat etmekle, onları bu heyetlerle perdelemekle ve bunlarla cezalandırmakla azap verir.

Muhyiddin ibn Arabi Hazretleri(r.a.)
Tevilat

hikmet

Emirülmüminin Ali (r.a) şöyle buyurmuştur: “Nifak ehlinden de olsa hikmeti al. Çünkü hikmet, müminin göğsüne girmek suretiyle asıl sahibine kavuşup sükunet buluncaya kadar münafık’ın kalbinde deprenip durur.”

16 Temmuz 2010 Cuma

Alacağınızı kalp ve sır eli ile alınız.

Bir şeyi alırken şahsî isteğinize uya­rak almayınız. Nefis tarafından verilen hiç bir şeyi alma.

Alacağınızı kalp ve sır eli ile alınız. Halkın elinden bir şey almayınız, Yaratan'dan görerek alınız.

Peygamber’e itaat üzere olunuz, emrini yerine getiriniz. Yasak­larını yapmayınız ve her sözünü kabul ediniz. Hak Teâlâ bu mâna­da şöyle buyurdu: “Peygamber’in size -yapılması için- getirdiği şeyleri alınız; yasak ettiğini de bırakınız.” (el-Haşr, 59/7)

Allah Teâlâ'nın emri yapılacağı zaman, kendinizi şiddetle ona veriniz. Herhangi bir yasak iş yapılacağı zaman, hasta gibi olunuz. Kaza ve kaderin hükmü icra edileceği anda yokluğa karışınız. Hep beraber halkla iyi geçinmeye bakınız. Hak Teâlâ'nın ezelî ilminin sizin için bir hüküm vermemiş olduğu şeyi istemeye yeltenmeyiniz. Gerek sizin, gerekse başkasının hakkında verdiği hükme sessizlikle boyun eğiniz. Olacak şeylerin önüne geçmek kabil olmadığı gibi ol­mayacak işi de yapmak mümkün değildir. Her şey evvelden yazılmıştır. Bu durumu Peygamber (s.a.v) Efendimiz şu hadîs-i şerifi ile anlatır: “Hak Teâlâ kalemi yarattı, yaz dedi. Ne yazayım, deyince kıyamete kadar kullara hükmümü yaz buyurdu.”

Abdulkadir Geylani Efendimiz(r.a.)

Özlenmiş olanlara kıyamet çoktan kopmuş ve huzura durulmuştur.

Kıyametin olması ve hesaba durulması, umumî mâna taşır. Özlenmiş olanlara kıyamet çoktan kopmuş ve huzura durulmuştur. On­lar yalnız azar işitir, hataları yüzlerine ya vurulur, ya vurulmaz. Onlar dünyada iken nefislerine boru çalıp kıyameti kopardılar. Dö­vülmeden önce ağladılar. Bu ağlama onlara yaradı. Sopa zamanı bu ağlama, onları sopadan kurtarır; çünkü sopalık iş etmediler.

Abdulkadir Geylani Efendimiz(r.a.)

Hakk'ın emri ise nefse ait isteğin aksi.

Bayezid-i Bistamî çok güzel anlatır: “Rabb’imi rüyamda gördüm, ‘Ey Yaratıcı Hûda, Sana yol ne­reden gider?’ dedim. Şu cevabı aldım: ‘Nefsini bırak gel.’ Yılanın kılıfından sıyrıldığı gibi nefsimi bir yana ittim. Her ha­kikati olduğu gibi gördüm. Anladım ki, nefsin ötesi Hak... Hakk'ın emri ise nefse ait isteğin aksi.”


Abdulkadir Geylani Efendimiz(r.a.)

Aminn

"Allah'ım, belasız olarak bize yakınlığını ver. Kaza ve kaderin hükmü anında, bize lutfeyle. Şerli kişiler ezmek isterken bize yetiş. Kötü kimseler, bizi yıkmaya gelirken yardım eyle. Nasıl istersen ve ne zaman dilersen bizi esirge. Din işlerinde yaptığımız hatalar için bizi affeyle. Dünya ve âhiret işlerinde bize afiyet ihsan eyle. İyi işle­ri başarmayı istiyoruz. Bütün işlerde bize ihlâsı nasib eyle."
Amin

"Allah'ım, bizi Sana çevir. Kapında sebatı nasip eyle! Bize, Sen­de, Seninle ve Senin için olmayı nasip eyle. Sana hizmette razı ol­mayı bize bahşeyle. Vermemiz ve almamız Senin için olsun. Zâtın’dan gayri her şeyden içimizi temizle. Yasak ettiğin işleri bize göster­me, yapılması gerekli şeyi de bize kaybettirme. Dışımız, Sana isyan­da olmasın, içimiz Sana şirk koşmakta kalmasın. Nefsimizi öz varlı­ğına al, her şeyimiz Sen olasın. Gayri şeyleri atıp Seninle zengin ola­lım. Seni unutturan şeylerden bizi ayık eyle; daima Sana tâat ede­lim ve Sana yalvaralım. Kalbimize ve iç âlemimize yakınlığını tat­tır. Günah işlerle aramız, yerle semâ arası kadar uzak olsun. İbadet ve tâata yakınlığımızı ise göz karası ile beyazı gibi yakın eyle. Sev­mediğimiz şey olunca Yusuf Peygamber’le Zeliha gibi olalım. O gü­nahla aramızı, o iki insanın gibi ayır."

Aminn

Abdulkadir Geylani Efendimiz (r.a.)

Mânasını sorar.

Aziz ve Celil olan Hak, kulun servetini talep etmez. Mânasını sorar. Kulun mânası ise, tevhid, ihlâs, dünya sevgisinin azalması, âhiret sevgisinden zerre olmaması hâlleridir. Bütün eşyanın kalpten uzak durması elzemdir. Bu uzaklık tabiatiyle mânendir. Bu işlerin sonunda kul, Allah'a vasıl olur. Sevilir, ona yakınlık verilir. Her var­lığın üstünde tutulur.


Abdulkadir Geylani Efendimiz(r.a.)

Allah'ım. Seninle sabır istiyoruz.

Nefsine zulmetme. Başkalarına da zulmetme. Zulüm dünya ve âhirette insanı bataklığa atar. Zulüm kalbi karartır. Yüzü siyaha çe­virir. Amel defterinin beyazlığını giderir. Zulüm yolunu bırak. Zali­me yardım etme.

Bu hususta Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in şöyle bir hadis-i şe­rifi vardır: “Kıyamet günü olduğunda şu ses işitilir: Nerede zalimler? Onların yardımcıları n'oldu? Onlara yataklık edenler nasıl? Az da olsa onlara hoş bakanlar hani? Hepsini toplayınız, bir tabut içinde
cehenneme atmız.”

Halkı bırak. Zalim ve mazlum olmamaya gayret et. Dayanabilirsen mazlum ol. Sakın zalim olma. Kimsenin hakkı sende kalmasın. Kalırsa seninki kalsın. Kimseye kahretme; sana yapılsın, korkma, Allah mazlumlara yardım eder. Hele kullardan yardım eden çıkmaz­sa. Peygamber (s.a.v) Efendimiz buyuruyorlar: “Zulme uğrayan kimse, Allah'tan gayri yardımcı bulamazsa, Hak tarafından ona şöyle hitap gelir: Sana muhakkak yardım edeceğim. Geç kalırsa üzülme, ne za­man olsa yaparım.”

Sabır, yardımı çağırır; insanı yükseltir. İnsanı aziz kılar.

Hak'la aranıza duran vasıtaları atınız. Vasıtalara dalmak bir he­vestir. Şahı, sultanı, zenginliği ve azizliği bırakınız. Bu sıfatların hep­si Hakk'a aittir.

Allah'ım. Seninle sabır istiyoruz. Takva ver. Yeterlik ihsan eyle. Herşeyi atıp Seninle olmayı nasib eyle. Aramızdaki perdeyi kaldır.

Abdulkadir Geylani Hazretleri (r.a.)

Allahım bizi,Halktan kurtulmak hâli ile kokula.

Ey evlat! İhtimal dahilinde olan şeyleri bırak ve serden kesil.

Sözlerin kardeşleri vardır. Bir söz edersin, arkasından öbürü ge­lir. Ona cevap verirsin, peşinden diğeri gelir, sonra şer. İnsanları Hak kapısına çağıran büyükler azdır. Sözleri dinlenmediği takdirde, halk üzerine birer hüccet olurlar. O büyükler, iman sahiplerine nimet, Allah yolunun düşmanlarına ise şiddet gösterirler.

Allah’ım, bizi Tevhid nuru ile hoş et. Halktan kurtulmak hâli ile kokula. Senden gayri cümle varlıktan kurtulmakla ruhumuza buhur saç.

Abdulkadir Geylani Efendimiz(r.a.)

15 Temmuz 2010 Perşembe

ancak Sensin.

Zahirde aşk benden doğmuş görünüyorsa da, sen buna inanma, işin hakati şöyle ki: Aşk benden doğmadı, aşk beni doğurdu. Ben aşkın çocuğuyum. Ey sıfatları açıkta olan, görünen, zatı can gibi gizli olan Allah'ım!
Senin zatına yemin ederim ki, benim bütün dileğim, arzum, bütün
isteğim, ancak sensin, ben seni seviyorum, seni istiyorum, başkasını
değil!

Hz. Mevlânâ Efendimiz (k.s)

Amin..

Kalbine sefer et.

‎''Allah 'ın sırrı sensin. Kalbine sefer et..''

Şems-i Tebrizi Hazretleri (k.s.)

iyi gözle bak

‎''Ben insanların ayıplarını gören gözlerimi kör ettim.
Sen de onlara benim gibi iyi gözle bak.''


Hz Mevlana Celaleddin Rumi Efendimiz(r.a.)

13 Temmuz 2010 Salı

Huu

Ne de hırsın var; beni yemeksiz, uykusuz bırakırsın, istediklerimi vermezsin, benden yüz çevirirsin ki mihraba yöneleyim de, el açıp sana yalvarayım.
Bazen suyu ağzımda zehirden acı bir hale getirirsin, korkunç hadiseler karşıma çıkarır, ödümü koparırsın. Bazen da derdinle beni eritir, su edersin.

Benim Hacc’a gitmemi... istersen, o takdirle beni çöllere sürersen. Sonra önüme eşkıyaları düşürür, yolumu keser, devemi de, varımı, yoğumu da Arablara pay edersin. Bazen kuraklık verir, meyvalarımı, ekinlerimi kurutursun, bazan da yağmur yağdırır hepsini de sellere verir, siler süpürürsün.

Edebli, terbiyeli bir hal takınsam, ‘Yürü sen rind değilsin, mest değilsin, edebli olmak sana benlik vermiş’ dersin. Nefse uyup edebsizlik etsem, bu defa da tutarsın bana edebe, terbiyeye âid hikayeler anlatmaya koyulursun. Uzlet düşünsem, inzivaya çekilsem, Râhibe benzedin, Müslümanlıkta râhiplik yoktur’ dersin. İnsanlarla ülfet etsem, sohbet etmeye koyulsam, dilimin sürçmesi ile beni dostlara düşman edersin.

Tevekkül yoluna düşsem, yalnız sana güvensem, sebeblere sırt çevirsem, ‘Sebeblere tutunmak, yolumuzdur’ dersin. Sebeblere yapışsam, sebebleri elimden kaçırmaya başlar, ‘Onlarda iş yok’ demeğe kalkarsın.

Hikmetinden sual olunmaz, her şeyi yok edersin, sonra tutar, yok ettiklerinin yüzlerce fazlasını verirsin. Kış mevsimlerini yollar, ardından ilkbaharları getirirsin, yeryüzünü yeşertirsin, kurumuş topraklara can verirsin.

Mevlana Celaleddin Rumi Efendimiz (r.a.)

Yoksa sus!

‎"Bir sözü söyleyeceğin zaman düşün!" Eğer o sözü söylemediğin zaman mesul olacaksan söyle. Yoksa sus!"

İmam-i Gazali (k.s.)

dünya

Dünyaya irade ile yönelen ve muhabbet gözüyle bakan kimsenin kalbinden Allah, yakın ve zühd nurunu çıkarır.

AHMED B. EBÜL HAVARi(k.s.)

''Ne yapayım?''

''Ne yapayım?'' dedim. O da benim gibi, ''Ne yapayım?'' dedi. Bana bundan daha iyi bir çare bul, ne yapayım? dedim. Bu sözüm üzerine, yüzünü bana döndürdü, dedi ki: Ey hakikati arayan kişi! Her hususta bu soru üzerinde dur; ben ne yapayım? diye sor da gönlünden gelen cevaba uy.

Hz. Mevlâna Celaleddin Rumi Efendimiz( k.s )

Adalet/Zulüm

"Adalet nedir? Ağaçlara su vermek.Zulüm nedir? Dikeni sulamak.Adalet bir nimeti yerine koymaktır; her su çeken tohumu sulamak değildir.Zulüm nedir? Bir şeyi yerinde kullanmamak, yeri olmayan yere koymaktır.İnsanların ölümlerine değil, doğumlarına ağlayın."

Mevlana Celaleddin Rumi Efendimiz (r.a.)

Çünkü asıl sana perde olan, o hayaldir.

"Dünyada gördüğün süretlere, resimlere, muvakkat verilmiş olan güzelliklere dalma, onlar hakkında düşünceler yürütme! Gördüğün resimler, süretler zamanla kaybolup giderler.
Nasıl saçlar, sevgilinin yüzünü, gözünü örterse, güzelliğini göstermezse harfler de sözün özünü örter. Bu yüzden harf kabuğunu kırmak gerektir.
Sen her hayali, perdeyi açan bir şey sanırsın, o hayali gönlünden at gitsin. Çünkü asıl sana perde olan, o hayaldir."

Hz.Mevlana Celaleddin Rumi (r.a.)

hangisi fazla iyilik yapıyorsa o daha sevgilidir

Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur: “Hak katında insanlar bir aileden ibarettir; içlerinde hangisi fazla iyilik yapıyorsa o daha sevgilidir.”

İnsanların ihtiyacını insanlarla gören ve bu hususta hüküm ve­ren Allah Sübhan’dır.

...

İbrahim Ethem, fakirlik hâli için nefsinde sabırsızlık sezer ve şöyle derdi: “Yâ Rabbi, bize bol dünyalık ver; ama kalbimizi koru. Bizi öte atıp dünyalığa rağbetimizi arttırma, onu ararken yıkılırız.”

Abdulkadir Geylani Efendimiz(r.a)

İlim ameli çağırır;

Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur:

“İlim ameli çağırır; icabet ederse pekâlâ; aksi halde gider. Geriye yalnız ders zahmeti kalır.”

s.a.v.

KuL

"Tam kulluk yapa­cak kimse, içinizden çıkamaz. Ancak kul, Allah'ın dilediğini yapan­dır."

Abdulkadir Geylani Efendimiz (r.a.)

Büyük insanlar

...büyüklere zahmet verme. Elden kaçırdığınızı bulmak için onlara yanaşmayınız. Onların hâline ermeyi aklınıza getirmeyiniz. Elinizde bulunan yaramaz şey­ler, sizi onlarla olmaktan uzak kılar. Onlar âdetleri ve resmî hâlleri bıraktılar. Sen onların bıraktığını kaptın. Şüphesiz onlar tarafından bırakıldığı hissini duyan şeyler, kendiliğinden ayrılıp gitmiştir. Çün­kü onlarda, yoktan gayri şey kalmayacaktır.

Sen uyuduğunda onlar uyanıktı. Sen bol dünyalık içinde iken onlar oruçlu gezdiler. Sen emniyet içinde iken onlar korkarak ağla­dılar. Her şeyini saklarken onlar varlarını dağıttılar. Onlar işlerini Hak uğruna yaptılar, sen kullara gösteriş yaptın. Onlar Hakk'ı ara­dılar, sen başkasını. Onlar işlerini Allah'a ısmarlarken sen tek başı­na yapmaya kalktın. Hakk'a cephe aldın. Onlar dillerine sahip oldu­lar; Hakk'ı kullara kesmediler. Sen onların yapmadığını neden yap­tın? Acılara sabırla karşı koydular, tatlı oldu. Kudret bıçağı onları kesti, ama aldırmadılar. Etleri doğranırken hiç bir üzüntü duymadı­lar. Çünkü yapanı biliyorlardı. O'nun uğruna varlığını harcayan, yaptığı ufak darlığa dayanamaz mı? Halk, o büyüklerin dilinden emindir. Onlardan hiç bir kula eziyet gelmez.

Büyük insanlar, karıncayı dahi incitmezler. Bu sözü o büyükler­den biri demiştir. Çünkü o karınca ufacık hâli ile çalışmaya bakar. Büyük insan, o karıncanın halkla iyi geçim ettiğini görür. Kendi ara­larında yine hoş geçim üzere olduklarını görür. Hâli böyle büyük olan küçük mahlûka eziyet edilebilir mi hiç?

Büyük insanlar her şeyle iyi geçinirler. Bu yüzden Hak yakınlığına ererler, hoş olurlar. Öbür âleme göçünce, cennetin güzel nimet­lerini görürler. Allah Teâlâ'nın kelâm sıfatının tecellisini orada sey­rederler. O'nun zâtına varır, verdiği armağanı kabul ederler.

Abdulkadir Geylani Efendimiz(r.a.)

“Yâ Âişe, dünyanın acılığını, âhiretin iyiliği için iç.”

Büyük Peygamberimiz (s.a.v), Hz. Âişe'ye şöyle buyurdu:

“Yâ Âişe, dünyanın acılığını, âhiretin iyiliği için iç.”

s.a.v.

İsa (a.s) Peygamber ve şeytan arasında geçen bir konuş­ma

İsa (a.s) Peygamber ve şeytan arasında geçen şöyle bir konuş­ma anlatırlar. İsa:

“Halktan en çok kimi seversin?” diye sorunca şeytandan şu cevabı almıştı:

“İmanlı olmakla beraber cimri olanı.” Bundan sonra sevmediği kimseyi sordu:

“Cömert olan fâsık kişiyi sevmem.” cevabını aldı. Bunun sebebini sordu. Şeytan onu da şöyle anlattı:

“İmanlı cimri, bir gün cimriliği sonunda imanını kaybedebilir; fâsık kişi ise, cömertliği yüzünden iyilere katılabilir.”

Abdulkadir Geylani Efendimiz(r.a.)

Nefsin arzusu kırılınca,

Kalbin arzuları iç âlemden gelir, ötelerden coşar, yerini bulunca durur! Nefsin kötü arzuları ise dış âlemden koparak gelir ve sahibini azdırır. Bunların ikisinin tatmini bir arada olamaz. Birinin tatmin olması, öbürünün yıkılmasını doğurur. Kalbin nasibi için nefsin arzusunu kırmak icap eder. Nefsin arzusu kırılınca, kalbin haz yolları açılır. Kalp doyduktan sonra, nefsin kısmeti de açılır. Tatmin edil­miş kalbin sahibi olan nefse iyilik emrolunur. O hâlde nefis mut­maindir. Hak ve hakikat karşısında boynu eğik olur; dik kafalı ol­mayı bırakır.


Abdulkadir Geylani Efendimiz (r.a.)

10 Temmuz 2010 Cumartesi

şöhret

Şöhret âfettir; şöhret peşinde koşmak iyi tanınmak için uğraşmak insanlığa yakışmaz. Eğer sen hakikati aşk incisini arıyorsan görünüşten kurtulman denize dalman derinliklere inmen gerek! Yoksa şöhret gösteriş deniz kıyısına düşen köpüktür.

Hz. Mevlana Celaleddin Rumi (r.a.)

içindeki bilgi am­barını gör.

"Ondan olmayan, vasıtasız olarak ondan gel­meyen bilgi, gelin süsleyen kadının sürdüğü renk gibi durmaz, uçar gider. Kendine gel de hevesine uyup o yükü taşıma; taşıma da içindeki bilgi am­barını gör. Böylece rahvan giden bilgi atına bin, ondan sonra sırtındaki yük düşer gider

Mevlana Celaleddin Rumi Hazretleri(r.a.)

Ey evreni yoktan var eden Allah'ım

Ey evreni yoktan var eden Allah'ım.Unutmaktan, sonradan var olmaktan sen münezzehsin.Başımda seni düşünmek,seni sevmekten başka ne varsa hepsi hatanın kendisidir.Dilde seni zikretmekten,tesbih etmekten başka ne varsa,hepsi sapıklıktır, boştur.

Hz. Mevlâna Muhammed Celaleddin-i Rûmî (k.s.)

9 Temmuz 2010 Cuma

Güzel Ahlak

Abdurrahman b. Semüre der ki: "Biz Hz. Peygamber’in (s.a) yanında iken kendileri şöyle buyurdu:

"Ben dün akşam acaip birşey gördüm. Ümmetimden biri diz çökerek oturmuştu. Onunla Allah arasında perde vardı. Bu esnada güzel ahlâkı geldi (perdeyi kaldırıp) onu Allah’ın huzuruna soktu" (Harâitî).

Enes (r.a) Hz. Peygamber’in şöyle dediğini rivayet eder:
"Muhakkak ki kul, güzel ahlâkının sayesinde âhirette en büyük dereceye ulaşır, konakların en güzeline girer. Oysa ibâdette kendisi zayıftır" (Taberânî, Harâitî). s.a.v.

sünnet/s.a.v.

Peygamberimiz (s.a.v) şöyle
dedi: "Şu beş şeyi ölünceye kadar bırakmam: Kölelerle birlikte yer
sofrasında yemek yemek, çıplak sırtlı eşeğe binmek, elimle keçi
sağmak, yünden dokunmuş elbise giymek ve çocuklara selâm
vermek. Bunları, benden sonra sünnetim olsun diye yapıyorum."
[İlel'üş-Şerâyi, s.130, bab:108, h:1]

**

Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserde şöyle deniyor: "Peygamberimiz (s.a.a) vücudundabir sivilce çıktığını görünce Allah'a sığınır, O'na karşı âcizliğini,güçsüzlüğünü dile getirir, O'na yalvarıyordu. Kendisine, 'Ey
Allah'ın Resulü, bu önemsiz bir şeydir.' diyenlere de, 'Allah isteyince
küçük bir şeyi büyütür ve büyük bir şeyi de küçültür.' diye cevap
verirdi." [c.2, s.413]

**

el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Cemil b.
Derrac'tan İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakleder:
"Peygamberimiz (s.a.a) bakışlarını ashabı arasında bölüştürür ve
her birine eşit şekilde bakardı. Arkadaşları arasında ayaklarını uzatarak
oturduğu hiç görülmemiştir. Biri ile el sıkıştığında, karşı
taraf elini bırakmadan elini çekmezdi. Herkes bu durumun farkında
olduğu için onunla kim el sıkışsa, elini kendine doğru çekerek,
Peygamberin elini bırakırdı." [Usûl-i Kâfi, c.2, s.671, h:1]

**

Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserde şöyle deniyor: "Peygamberimiz (s.a.a)
hayvan sırtındayken hiç kimsenin yanında yaya yürümesine izin
vermezdi. Mutlaka yanındakini de bineğine alırdı. Eğer adam binmeyi
reddederse 'Önümden git ve istediğin yerde buluşalım' derdi."
[s.22]

**

Yine aynı eserde Ebu'l-Kasım Kufî'nin, Kitab'ul-Ahlâk adlı
eserde şöyle dediği nakledilir: "Rivayetlerden edindiğimiz bilgiye
göre Peygamberimizin (s.a.a) şahsı için intikam aldığı asla görülmemiştir.
O her zaman affeder, karşı tarafın kusurunu bağışlardı."

**

Yine aynı eserde verilen bilgiye göre Peygamberimiz
(s.a.a) arkadaşlarından birini üç gün görmeyince ne olduğunu sorardı.
Eğer yolculuğa çıkmışsa, ona dua eder; eğer evinde olursa,
onu görmeye gider ve eğer hasta olduğunu öğrenirse, ziyaretine
koşardı." [s.19]

**

Yine aynı eserde verilen bilgiye göre Enes b. Malik şöyle
diyor: "Peygamberimize (s.a.a) hizmet ettiğim dokuz yıl boyunca
bana, 'Şu işi şöyle yapsaydın ya.' dediğini veya herhangi bir konuda
beni azarladığını hiç hatırlamıyorum." [s.16]

**

İhya'ul-Ulûm'da verilen bilgiye göre Enes b. Malik şöyle diyor:
"Peygamberimizi (s.a.a) hak üzere gönderen Allah adına
yemin ederim ki, hoşuna gitmeyen hiçbir iş için bana, 'Bunu niye
yaptın?' dediği olmadı. Eşleri ne zaman beni azarlamağa kalkışsalardı,
'Bırakın onu, onun yaptığı kitap ve takdir gereğidir' derdi."
[c.7, s.112]

**

Yine aynı eserde Enes b. Malik'ten şöyle rivayet eder: "Kim
olursa olsun, ashabından biri veya bir başkası Resulullah'ı (s.a.a)
kendisini çağırdığında ona, "Lebbeyk=buyur" diye karşılık verirdi."1
[c.7, s.145]

**

Musa b. İmrân b. Bezî'
şöyle dedi: "Bir gün İmam Rıza'ya (a.s) 'Canım sana feda olsun,
insanların rivayet ettiklerine göre Peygamberimiz (s.a.a) bir yere
giderken kullandığı yolu değiştirerek başka bir yoldan dönerdi. Bu
rivayet doğru mu?' diye sordum. İmam bana şu cevabı verdi: 'Evet,
doğrudur. Ben de çoğu zaman öyle yaparım. Sen de öyle yap.' Ardından
İmam, 'Bil ki eğer böyle yaparsan, daha çok rızk elde edersin.'
dedi." [Fürû-i Kâfi, c.5, s.314, h:14]

**

Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserde verilen bilgiye göre, Peygamberimizin
(s.a.a) bir sürme kalemi vardı. Her gece onunla gözlerine
sürme çekerdi. Kullandığı sürme, İsmid (Antimon) sürmesi
(taşı) idi. [s.34]

**

İmam CaferSadık'tan (a.s) İmam Ali'nin (a.s) şöyle dediğini nakleder: "Bıyıklaragüzel koku sürmek, peygamberlerin ahlâkındandır ve amelleriyazan meleklere saygı göstermektir." [Fürû-i Kâfi, c.6, s.510, h:5]

**

Men La Yahzuruh'ul-Fakih adlı eserde müellif kendi rivayet
zinciriyle Muaviye b. Ammar'dan İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle
buyurduğu nakledilir: "Peygamberimiz (s.a.a) yolculukları sırasında
yokuş aşağı inerken, 'La ilâhe illallah' ve yokuş yukarı çıkarken,
'Allahu Ekber' derdi." [c.2, s.179, h:1]

**

İmam MuhammedBâkır (a.s) şöyle diyor: "Resulullah (s.a.a) uykudan kalkar kalkmaz mutlaka Allah için secdeye kapanırdı." [s.39]

**

Kutb'un ed-Daavat adlı eserinde şöyle deniyor: "Rivayet
edildiğine göre, Peygamberimiz (s.a.a) hiç yaslanarak yemek yemedi.
Sadece bir kere yaslanarak yemeğe başladı, arkasından
hemen yere oturdu ve 'Allahım, ben senin kulun ve resulünüm'
dedi."

s.a.v.

Esselatü ves Selamu Aleyke Ya Rasulullah.!

Ebü'd-Derdâ (r.a) dan. Dedi ki :Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdular : '' Cuma günü benim üzerime salavâtı çok okuyunuz. Çünkü o gün okunan salavâtlar meşhuddur, melekler ona şahitlik ederler. Ve şüphesiz her hangi bir (mü'min) kimse yoktur ki, o daha salavâtını bitirmeden, salavâtı bana ulaştırılmamış olsun.'' Ebü'd-Derdâ (r.a) dedi: '' Siz öldükten sonrada mı? dedim '' Rasulullah sallallahü aleyhi vesellem :'' (Evet) öldükten sonra da. Şüphesiz Allah Teâlâ yeryüzüne Peygamberlerin cesetlerini yemeyi haram etmiştir. Allah'ın Peygamberi (her zaman) diridir, rızka mahzardır,'' buyurdular.

**

Übey bin Ka'b (r.a) dan dedi ki: Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellem gecenin dörtte biri gidince kalkar ve:
''- Ey insanlar! Allah'ı zikrediniz, Allah'ı zikrediniz. Kıyametin kopması yaklaştı, birinci nefha (Sûr'a üfürüş) geldi. Onu ikinci nefha takip eder. Ölüm bütün şiddetiyle geldi, ölüm bütün şiddetiyle geldi,'' derdi. Ben: ''-Ya Rasûlallah! Ben çok duâ ediyorum. Ne kadar zamanımı sana salât getirmeye ayırayım?'' dedim.
''-Dilediğin kadarını,'' buyurdu.
''-Dörtte birini?,'' dedim.
''-Dilediğin kadarını; çoğaltsan senin için daha hayırlı olur,'' buyurdu.
''-Üçte ikisini?,'' dedim.
''-Dilediğin kadarını; çoğaltırsan senin için daha hayırlı olur,'' buyurdu.
''-Yarısını?,'' dedim.
''-Dilediğin kadarını; çoğaltırsan senin için daha hayırlı olur,'' buyurdu.
''-Duâmın tamamını sana salavât getirmeye tahsis edeyim mi?,'' dedim. Rasulullah sallallâhü aleyhi ve sellem :
''-O vakit dertlerin (sıkıntıların) giderilir, günâhın bağışlanır.'' Buyurdular.

**

İbn-ü Mes'ud (r.a) dan dedi ki: Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdular:'' Kıyamet gününde bana insanların en yakın olanı, bana en çok salât okuyanlardır.''

**

Ammâr bin Yâsir (r.a) dan. Dedi ki: Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdular :'' Şüphesiz ki, Allah kabrime bir melek vekil eder ve ona yaratıkların isimlerini verir. Kıyamet gününe kadar her kim bana salât getirirse o melek, bunu bana kendi ve babasının ismi ile ulaştırır: 'Şu fülân oğlu fülân sana salât getirdi,' der.

**

Ebû Bürde bin Niyâr (r.a) dan. Dedi ki:Rasulullah sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdular:'' Kim bana gönlünden ihlâslı olarak bir salât okursa, Allah Teâlâ ona, bu ameline karşılık on salavât eder, derecesini on kat yükseltir, ona on sevap verir ve on günahını siler.''

**

Ebû Said-il Hudrî (r.a) dan. Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdular:'' hangi Müslüman bir kimsenin yanında sadaka verecek bir şeyi yoksa; '' Allahım! Kulun ve Peygamberin Muhammed'e salât (rahmet) eyle ve mü'min erkeklerle mü'min kadınlara ve müslümân erkelerle müslümân kadınlara da salât (rahmet) eyle '' desin. Şüphesiz ki o, bir zekâttır. (Gücünün yetmediği sadaka yerine geçer ve günahlarını temizler) Mü'min varacağı yer Cennet oluncaya kadar hayır işlemeye doymaz. ''

**

Enes bin Mâlik (r.a) dan. Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdular:'' Birbirini seven iki kul; (iki dost) onlardan birisi arkadaşıyla karşılaşır ve Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem üzerine salât okurlarsa, onlar yerlerinden ayrılmadan önce geçmiş ve gelecek günahları bağışlanır.''

**

Ebû Hüreyre (r.a) dan. dedi ki: Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellem minbere çıktı ve '' âmîn, âmîn, âmîn '' dedi. (Ashâb-ı kirâm tarafından) '' Ya Rasulallah! Minbere çıktın ve âmîn, âmîn, âmin, dedin. Bunun sebebi nedir? denildi. Şöyle cevap verdiler: '' Şüphesiz ki Cibril (a.s) bana geldi ve :''Kim Ramazan'a kavuşur, (oruç tutmak ve iyi ameller işlemek suretiyle) bağışlanmaz ve bu sebeple Cehennem'e girerse, Allah onu rahmetinden uzaklaştırsın, âmin de '' dedi. Ben de 'âmin' dedim. Cibril (a.s) :'' Kim, ana babasına veya onlardan birisine yetişir de, onlara (iyilik ve) itaat etmez, böylece ölüp Cehennem'e girerse, Allah onu rahmetinden uzaklaştırsın. 'Âmin' de,'' dedi. ben de 'âmin' dedim. Cibril (a.s):'' İsmin kimin yanında anılır da, sana salât getirmez ve böylece ölüp Cehennem'e girerse, Allah onu rahmetinden uzaklaştırsın. 'Âmin' de,'' dedi. ben de 'âmin' dedim.''

**

Hz. Ali (r.a) dedi ki :'' Her duâ, Hz Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem'e salât getirinceye kadar perdelidir, semâya yükselmez.'' (kabul edilmez)

**

Esselatü ves Selamu Aleyke Ya Rasulullah.!
Esselatü ves Selamu Aleyke Ya HabibAllah.!
Esselatü ves Selamu Aleyke Ya NebiyAllah.!
Esselatü ves Selamu Aleyke Ya Seyyidel Evveline vel Ahirin.VeSelamun alel Musrselin.VelHamdulillahiRabbilAlemin.

**

s.a.v.

Bismillahirrahmanirrahîym

Bismillahirrahmanirrahîym
Rabbim! Beni marifet merdivenlerinde yükselt. Beni
hakikat sırlarının kıvrımları arasında dolaştır. Beni korumanın
çardakları altında, sırrının gizliliği içinde, celalinin
parıldayışlarına yaraşmayan düşüncelerin varit olmasından
perdele.
Rabbim! Her şeyde beni kendinle kaim kıl. Her eksik ve
aşağıda bana lütfunu göster. Tevhid meydanı fezasında
basiretimi aç ki her şey’in seninle kaim olduğunu öyle bir
şekilde göreyim ki, gözlerim başka hiçbir mevcuda
bakmasın. Ey fazilet ve cömertlik sahibi! Rabbim! Kutsal Zat
elifinin tecrit denizinden üzerime lütuf yağdır, ki idrakimi
bağlayan bütün ilişkilerim kopsun. İsteklerimin kapısı
gerimde kalsın. Zatının gaybının melekutundan külli ve
belirgin noktasının heyulasını üzerime aç ki burada eksiklik
ve ayıptan korunmuş kevn harfleri karşısında kendimde güç
bulayım.
Ey her şeyi ilim ve rahmet olarak kuşatan! Ey alemlerin
Rabbi!... Rabbim! Benim dışımı ve içimi başkası kirinden,
tavırlarda çakılıp kalmaktan kutsiyetinin zuhuru feyziyle
temizle. Ünsiyetinin parıldayışlarının müşahedesiyle beni
onlardan gizle. Beni eşyanın hakikatine ve şekillerin
inceliklerine muttalî kıl. Bütün alemlerde varlıkların açık
tevhidi dile getirişlerini bana işittir. Aynamı celalin ve kahrının
isimlerinin cevherlerinin tecellisine elverişli kıl. Ki insanlardan
ve cinlerden bir zorbanın gözü bana iliştiği zaman, bu
cevherin şuası ona yansısın, nefsi emmaresini yaksın ve onu
zelil olarak gerisin geri çevirsin. Gözleri umutsuzca, bezmiş
olarak benden uzaklaşsın.
Ey yüzlerin yöneldiği, boyunların emrine girdiği! Ey
Rablerin Rabbi! Rabbim! Beni engellerden uzak tut. Beni
yakınlığının düşüncelerinden alıkoyan engellerden
sıfatlarının nurlarının galip gelişinden sıfatlarıma uygun bir
giysi giydir. Zatının nurlarının parıldayışlarından birinin
tecellisiyle tabiatımın ve beşeriyetimin karanlığın yok et.
Bana meleklere özgü bir kuvvet ver. Onunla beni istila eden
aşağılık tabiatları ve çirkin ahlakları kahredeyim, ezeyim.
Fikrimin levhinden kevnlerin şekillerini sileyim. İnayetinin
eliyle fikrimin levhine ezeli ve “Kef” ile “Nun” arasında
saklanan yakınlığının erişilmezlik sırrını yerleştir.
“Bir şey yaratmak istediği zaman Onun yaptığı «Ol»
demekten ibarettir. Hemen oluverir. Her şeyin mülkü kendi
elinde olan Allah'ın şanı ne kadar yücedir! Siz de O'na
döneceksiniz.”
Ey nurun nuru! Ey her şeye fazlının feyzinden damlalar
bahşeden! Ey samed! Ey Kuddus! Ey Kahhar! Ey Hafız! Ey
Latif! Ey alemlerin Rabbi!
Allah’ın salât ve selamı efendimiz Muhammed’in,
ehlibeytinin ve bütün ashabının üzerine olsun. Alemlerin
Rabbi olan Allah’a hamdolsun.
Amin.. s.a.v.

Muhyiddin ibn Arabi Hazretleri (r.a.)

6 Temmuz 2010 Salı

Naz/Niyaz

Sen nazlanırsın, sevgilin de nazlanır. Böylece iki taraf da nazlanırsa ayrılık meydana çıkar.

Fakat sen, sevgiliye naz etmez de, niyaz edersen; yani yalvarır,yakarırsan, bu yalvarıp yakarmadan, yüzlerce buluşma, yüzlerce
kucaklaşma elde edersin.

Gurura kapılmanın, büyüklük taslamanın kanını dökmezsen, o kan coşar da seni boğar.

Yürü git de nazın bulanıklığını gider. Çünkü neşe, hep arılıktan, duruluktan meydana gelir.

Mevlana Celaleddin Rumi(r.a.)

5 Temmuz 2010 Pazartesi

kendini Allah’ın zikrinin nûru ile cilâlandır

İnsanın topraktan yaratılmış bedeni, iyi bir demire benzer ! bu demirden ayna yapılabilir. Bu aynada cennet, cehennem, kıyâmet ve bunlardan daha başka şeylerin hayâlen değil gerçekten görülmesi mümkündür.

Ey insan; topraktan yaratılmış olduğun için senin varlığında da demir gibi kapkara baslı bir bedenden ibârettir. O nun için, kendini Allah’ın zikrinin nûru ile cilâlandır, cilâlandır, cilâlandır.

Mevlana Celaleddin Rumi(r.a.)

koca şeytan gibi kör olma

"Beyler, bu bir zekâ işi, o da Allah vergisi, çalışmakla olmaz ki. Aya o güzel yüzü Allah vermiş, güle o hoş kokuyu Allah ihsan etmiş dediler. Padişah dedi ki: İnsanın elde ettiği şey zararsa çalışmamasından ileri gelmiştir, kârsa çalışıp çabalamasından. Yoksa Âdem, “Rabbimiz, biz nefsimize zulmettik” der miydi. Bu suç bahtımdan. Kader böyleymiş, ihtiyatın tedbirin ne faydası var? derdi. İblis gibi hani. O da “Sen beni azdırdın. Hem kadehimizi kırıyor, hem de bizi dövüyorsun” demişti ya. Halbuki takdir haktır ama, kulun çalışması da hak. Kendine gel de koca şeytan gibi kör olma."

Hz. Mevlânâ(k.s.)

"Keşke kavmim bilselerdi!"

Azrail (a.s.), aşıklann canını alamaz. Aşıklan, yine aşk öldürür, yine sevda öldürür.

Aşk uğrunda öldürülenler; "Keşke kavmim bilselerdi!" diye naralar
atarlar. Görünüşte sevgili öldürüyor. Ama gizlice yüzlerce can
bağışlamadadır.

Hz. Mevlânâ Celaleddin Rumi (k.s)
Dîvan-ı Kebir

“Hesâba çekilmeden evvel hesâbınızı görünüz”

Peygamber efendimizin; “Hesâba çekilmeden evvel hesâbınızı görünüz” emirlerine uyarak her gece işlediklerimle berâber düşündüklerimin de hesâbını görüyorum.

Belâlardan ve tehlikelerden, gücünüz yettiği kadar sakınınız Çünkü, tâkat getirilemeyen, dayanılamayan şeylerden uzaklaşmak peygamberlerin âdetidir.

Muhyiddin İbn Arabi (k.s)

bana perdedir

"Ey varlığına karşı benim de, benliğin de, senliğin de yok olup gittiği güzel! Benim koynum da, varlığım da, Senden başka ne varsa, onların hepsi bana perdedir."

Hz. Mevlânâ Celaleddin Rumi (k.s)

“Gözü Tanrı’dan başka bir şeye kaymadı”

"Bil ki ârifin gözü, iki âlemde de insana aman verir. Herkes, onunla yardıma nail olur. “Gözü Tanrı’dan başka bir şeye kaymadı” da onun için Muhammed(s.a.v.), her derdin şefaatçisi oldu."

Hz. Mevlânâ Celaleddin Rumi (r.a.)

3 Temmuz 2010 Cumartesi

HİDÂYET MERTEBESi

İKİNCİ MERTEBE
İkinci Mertebe: HİDÂYET MERTEBESldir
İlmi olan ikinci mevkinin unvanı Âlem-i Şehâdete müdebbir olan
imamın kalbine gelen hidâyet yıldızıdır.
Bu yıldız hidâyetin kabulüne sebebdir. Bu da islâmi Feleklerden
dördüncüsüdür.
«Allah, şu hakikâti: Kendisinden başka hiçbir Tanrı olmadığını,
adaleti ayakda tutarak (delilleriyle, Âyetleriyle) açıkladı. Melekler
(bunu ikrar etti, hakîkî) ilim sâhibleri (Nebîler, Alimler)de (böylece
inandı). Ondan başka hiçbir Tanrı yoktur. "O" mutlak ğalibdir, yegane
hüküm ve hikmet sahibidir.»
(Al-i İmrân Sûresi, Âyet: 18)
Bu Âyette Allah Subhânehu, kullarına ilmin şerefini kendi Zât'ını ilimle
vasıflayarak bildirmektedir. Öyle ise, Ey muvaffak ve said oğlum!, ilmin
şerefi kâmille sahib olduğunu itikad et.
ilim sıfatı varlığı vacib, varlığı caiz ve varlığı muhal olan her şeye
bağlantısı bulunduğundan ötürü, sıfatların en kapsamlısıdır. İlmin dışındaki
hiçbir sıfat, varlığı vacib, varlığı caiz ve varlığı muhal olan şeylerin
tamamına taalluk etmez. Belki ilmin dışındaki sıfatlar ya varlığı caiz olan
şeylere veya varlığı vacib ve caiz olanlara bağlantısı olur.
Ey Aziz!.
İlim için iki şeref vardır.
Bu şereflerden birincisi; ilmin kendisi itibariyle,
İkincisi; bilinen şeyler yönüyledir.
Bunların açıklaması:
İlmin kendisi itibariyle olan şerefi, üç şeyden dolayı hâsıl
olmaktadır.
1- ilmin, eşyanın nefs-ul emir (realite)de bulundukları hakikâtlarına seni
ulaştırması,
2- Bilmek istediğin şeylerle alâkalı sende bilgisizlik varsa ilim o
bilgisizliği senden gidermesi,
- 34 -
3- ilim, zanni, şüpheli, ilmi gerçeklerle ters düşen bilgileri ve gaflet
edilen meselelerdeki gafleti izâle etmesi itibariyle, ilmin bizzat kendisinde
büyük bir şeref vardır.
Bilinen şeyler yönüyle ilimdeki şerefe gelince.. O şerefi ma'lumu
elde etme itibariyle hâsıl olan şereftir.
Yani, ma'lumatların bir kısmı, bazı kısımlarına nazaran daha şerefli ve
üstün olduğu gibi, bazı ilimlerde bazısından daha üstün olur. Meselâ;
Hak'kın Sıfat ve Fiillerini bilmekten ötürü Hak'kı bilme vasfı kendisinde
bulunan şahısla Zeyd'in evde olmaklığını bilmekten ötürü kendisinde
Zeyd'in evde oluşunu bilme vasfı.. Bulunan şahıs arasında şeref
bakımından çok büyük fark vardır. Nasıl ki bu iki malum arasında şeref
bakımından hiçbir münasebet yoktur.. Aynen öyle de o iki ilmin arasında
da şeref cihetinde hiçbir alâka mevcûd değildir, öyle ise bu ikinci şeref
malumdan ilme arız olan üstünlük ve şerefdir.
Allah Tealâ, Kurân-ı Kerîm'in birçok yerinde alimlerden övgüyle
bahsetmektedir. Birçok Âyette de kendisini ilimle vasıfladığı gibi, kullarını
da ilimle vasıflıyor. O Âyetlerden biri de mevzunun başlangıcında zikr
ettiğimiz Al-i imrân Sûresinin 18. Âyetidir. Bu Âyette Allah Subhanehu
kendisini Melekleri ve insanları ilimle vasıflamıştır. Zira şahidlik bir şeyi
görüp onu itiraf etmektir. Dolayısıyla burada ki itirafda ancak bilmekle
oluşur. Öyle ise bilinmeyen bir mevzuda şahidlik yapılmaz.
Bu Âyetin işaretiyle şöyle bir netice zuhura gelmektedir. Hakikâtte
Tevhîd Ehlî ancak Ulemâ'dır. Ve böyle olduğunu bu âyetle Allah
Subhanehu Celle, bil'işâre ile bizlere bildirmektedir.
Tevhid kendisine ulaşabilen makamların en şereflisidir. Tevhidin
ötesinde hiçbir makam yoktur. Fakat ikilik vardır.
Öyle ise Tevhîd yolunda itikâd veya hâl yönüyle bir kimsenin
ayakları kayarsa hiç kuşkusuz o kimse şirkin içine düşer. Artık her
kim ki ayağı inançta (itikâtda) kayarsa, o ebedi olarak şakilerden olur.
Ve onu ebedi ateşten ne şefaatçıların şefaati ne de başka bir şey
çıkaramaz.
Her kim de hâl de (yani ameli konularda) ayağı kayarsa o da gaflet
sahibidir. Öyle gaflet ki Zikrullah onu giderir. Veya tevbe eder ve terk
ettiği şeyleri yapabilir. Zira bu gafletten ötürü Allah'ın emirlerine ve
yasaklarına riâyet etmeyen şahısta imân billah bakîdir. İmânı kaldığı
müddetçe umulur ki Allah ona lûtfuyia afveder.
Öyle ise Allah'ın Rasûlü Aleyhisselâm'ın vasıtasıyla bizlere dinen
inanılması zaruri olan şeylere inanmayan insanlar ebedi olarak ateşte
kalacaklardır.
Ancak dinen inanılması zaruri olan şeylere inandığı halde,
- 35 -
gereğince yaşayamayan insanlar ise, onların hâli Allah'ın dileğine
bağlıdır, isterse onları afveder Cennete koyar ve isterse amellerinden
dolayı cezalarını çektikten sonra Cennete dahil eder.
ilmin faziletine delâlet eden âyetlerden birisi de Allah Tealâ'nın hazreti
Musa'nın arkadaşı hakkında ki buyruğudur:
«Derken kullarımızdan (öyle) bir kul buldular ki biz ona
tarafımızdan bir Rahmet vermiş, kendisine nezdimizden (haas) bir ilim
öğretmiştik.» (Kehf Sûresi, Âyet: 65)
Burada ki ilim, ilhamla öğrenilen ilimdir. Öyle ise âlim, ilmi kesbiye
sâhib olduğu gibi ilham ve hikmete de sâhibdir.
İlmin faziletine delâlet eden âyetlerden biri de şu âyettir:
«Allah'tan, kulları içinde, ancak alimler korkar.» (Fatır Sûresi, Âyet:
28)
öyle ise ulema; ilim, ilham ve hikmete sâhib oldukları gibi haşyete de
sâhibdirler, ilmin faziletine delâlet eden âyetlerden biri de:
«İşte misâller!. Biz onları insanlar için irâd ediyoruz. Âlim
olanlardan başkası onları anlamaz.» (Ankebut Sûresi, Âyet: 43)
öyle ise âlimler Allah'ın âyetlerinin hükümlerini ve tafsilatlarını
gereğince anlarlar, ilmin faziletine delâlet eden âyetlerden biri de;
«ilimde yüksek payeye erenler ise; "Biz "O"na inandık. Hepsi
Rabb'imizin katındadır" derler.» (Al-i imran Sûresi, Âyet: 7)
Öyle ise; âlimler, ilimde kök saldıkları için şüphe, şek gibi şeyler asla
onları, ilimle müşahede ettikleri hakikâtlerden saptıramaz.
ilmin faziletine delâlet eden âyetlerden biri de;
«İsrail oğulları bilginlerinin bunu bilmesi de onlar için bir âyet (bir
delîl) değil miydi?» (Şuarâ Sûresi, Âyet: 197)
Öyle ise ulema nesnelerin varlığı açığa çıkmadan önce onların
oluşumlarını bilirler ve onlar husûla gelmeden oluşacaklarını
bildirirler.
ALLAH Tealâ, Nebîsine -Allah'ın Salât ve Selâmı onun üzerine
olsun- ilimde ziyâdeliği tâleb etmesini emrederek ilim sıfatının yüksek
şerefini bildirmektedir.
Rabbi zidnîilmâ.
«"Rabbim, ilmimi artır" de.»
(Tahâ Sûresi, Âyet: 114)
- 36 -
Ey Aziz!.
Cenab-ı Hak, Rasûlüne ilmi sıfatının dışındaki sıfatlar hakkında
böyle bir talebi emretmemiştir. Bu da bize ilmin Allah katındaki
şerefini izah etmektedir.
ilim hakkında niye bu kadar çok beyanatta bulunduk. Zira, ilmin
makamı hakkında kendilerinde cehaletin gâlib geldiği ve heva-ı nefsin
kendileriyle oyun oynadığı adedleri sayılmayacak kadar kimseler bu
zamanda türemeye başladılar. Hattâ onlar; ilmin perde olduğunu söylerler.
And olsun!..
Onlar, söylemiş oldukları bu şeye inanıyorlarsa farkında olmadan
doğru söylemişlerdir.
Evet!.
İlim, kalbi gafletten, cehaletten ve ilmin zıttı şeylerden engelleyen
büyük bir perdedir.
Öyle ise, ilim hakikâte ulaşmaya kesinlikle engel değildir. Ancak,
İlimle gururlamlmadığı müddetçe.
İlim ne şerefli bir sıfattır ki; Allah Subhanehû bizlere, ondan lezzet ve
hâz almakla ihsanda bulundu. Nasıl olur da insan ilimden ötürü sevinmez.
İlim, öyle bir sıfattır ki onu elde etmek için her şey terk edilebilir.
İlim için iki yüce şeref vardır. Şöyle ki:
1- Allah Tealâ, kendi Zâtını ilimle vasıflamıştır.
2- Kur'an'da Enbiyâ ve Melekler ilimle övülmeye mazhar olmuşlardır.
Dolayısıyla Ulemâ, Enbiyâ'nın varisleridir.
Ey Aziz!.
Allah Tealâ, bizleri ilimde Enbiyâya varis kılmakla bize en büyük
nimetle ihsandan bulunmuştur.
Bu ihsana nail olmamızı da Allah Rasûlü Aleyhisselâtu Vesselam
şöyle beyân etmiştir:
«Enbiyâ ne bir dinar, ne de bir dirhem miras bırakmışlardır.
Onların bıraktığı miras, ancak ilimdir. Kim ilme nail olursa büyük bir
nasibe, yüksek bir dereceye ulaşır.» (Tirmizi)
Ey insanlar!.
Allah ve Rasûlü'nün bizler hakkında kullandıkları ismi niçin değiştirip
yerine Arif diyorsunuz? Bu yaptığınız, nefsin yaratılışında asi olan
muhalefet etme özelliğinden peyda olmaktadır. Zira nefis Allah'ın emir
ettiklerine muhalif hareket etmek üzere yaratılmıştır. Ve sen halâ
- 37 -
"Âlim" demekten kaçınıp "Arif" istimal etmekte ısrar ediyorsun..
Allah'a muhalefet etmekten hâsıl olacak mahrumiyetten Allah'a
sığınırız.
Marifet, Arap lisânında ilmin derecesinden haddi zatında düşüktür.
Zira marifet tek mefu'le geçiş yaptığı için onunla tek bir fâide hâsıl olur.
ilim ise, iki mef'ule geçiş sağladığı için onunla iki fâide vücûda gelir.
Zikr edeceğimiz âyette ilim, marifetin yerinde kullanılmıştır. Şöyle ki: «Hem
de sizin bilmediğiniz..» (Enfâl Sûresi, Âyet: 60)
Aslında ilim, iki mef'ule tesir edendir.. Fakat burada marifet yerinde
niyâbeten istimal edildiğinden ötürü tek mef'ule tesirde bulunmakta esas
anlamına bir noksanlık peyda olmuştur, ilim ve marifete her ne kadar bir
şeyin hakikâtini olduğu gibi idrâk etmekte birdirler.
Bize ne oluyor ki, biz Allah'ın kullandığı ismi terk edip yerine başka bir
şeyi zikr ediyoruz!!!
İlimle marifet arasında çok ince bir fark vardır. O da ilim;
külliyatlara taalluk eder. Marifet ise cüzivatlara.
Öyle ise, ilmin muteallak külliyatlara nazaren cûziyatlara olan
muteallakı itibariyle küllileri kapsamına almaz, işte bu farka binaen
Allah'a "Âlim" denir. "Arif" denilmesi caiz değildir.
ilmin kendisinde vaaz edilmesi gerekli olan makamda marifeti kullanan
şahıslar, Verasat-ı Nebevide tahkik sahibi olsaydılar o makama ilim ve
makam sahibine de Âlim ismini verirlerdi. Böylece onlar, adâb-ı ilâhiye ile
hareket etmiş olurlardı.
Sehl bin Abdullah -Allah ondan razı olsun- bu makamda alâkalı
söylemiş olduğu şu cümleleri, işin hakikâtini ne güzel izah etmektedir.
— "Kişinin Ârif-i Billâh olması; ilim ile ALLAH'I bilmesine bağlıdır.
Âlim olması da mahlukata Rahmet ile muamele etmesiyle
gerçekleşir."
Sehl - Allah ondan razı olsun - böyle dedikten sonra da;
— "Semâlar yeryüzü için, yerin içi yerin üstündekiler için, âhıret
dünya için, ulemâ cahiller için ve Nebî-i Zişân - Allah'ın Salât ve
Selâmı onun üzerine olsun - bütün mahlûkat için Rahmet'tir." dedi.
Ey Aziz!.
Allah seni muvaffak kılsın!.
Düşün, bak!.. Sehl, âlimi hangi makama koydu ve kime benzetti!!!..
Bu yüce imâmın idrâk ettiklerini bize de idrâk ettiren Allah'a hamd
olsun. Öyle imâm ki muhakkikin sofîlere karşı Allah'ın hüccetidir. Zira Ebu-I
- 38 -
Kasım Cüneyd onun hakkında şöyle söylemiştir:
— "Hz. Süleyman, meliklere karşı, Hazreti Eyyub belâlara duçar
olanlara karşı, Hazreti MUHAMMED Aleyhisselâm fukaraya karşı ve
Sehl bin Abdullah da sofîlere karşı Allah'ın hüccet ve delilidir."
Cüneyd, Enbiyâ'yı bir takım şeyleri iddia edenlerin her bir grubuna
karşı Allah'ın hüccet ve delilleri olduğunu söylüyor. Bu söz Cüneyd'in Sehl
bin Abdullah'ın makamı için yaptığı şâhidlik vesikasıdır.
imâm Kuseyri "Risâle-i Kuşeyri"de Cüneyd için; "O Seyyidu-I
taifedir." Yani, "Sofilerin önderlerinden biridir." diyor, imâm Kuseyri'de
sofilerin önderlerinden biridir.
Öyle ise söylediğimiz bu hükümde onlara muvafık oluşumuzdan ötürü
Allah'a hamd ederiz.
Sehl'in söylediği bu cümlede şu sonuca varıyoruz..
Kişinin Ârif-i billâh olması ancak kendisinden önce yaşamış
muhakkiklerin usûl ve kaidelerinde, söylediği şeylerin denk olması ve
bu husus da onlar gibi İlâhi ahlâkla ahlâklanmasıyla gerçekleşir. İşte
bu ahlâk gereği zahiri ve batini ilme sahib olanlara "Âlim" derler.
Ebû Tâlib-i Mekkî "Kut" adlı kitabında Sehl bin Abdullah'ın ilim sahibleri
hakkında şöyle dediğini nakleder:
— Â'limimiz ve büyüğümüz olan Sehl bin Abdullah; "Âlimin üç tür
ilmi vardır.
1) Zahir ehline öğrettiği ilmi zahirisi,
2) Ehlinden başkasına öğretmediği ilm-i bâtınî,
3) Allah ile ilim sahibi arasında sırr olan ilim ki, bu da onun imân
hakikâtidir. Ne zahir ehline ne de bâtın ehline söylemez." dedi.
Görüldüğü gibi Sehl üç tür ilim sıfatıyla mevsuf olan şahsı, âlim ve
bildiklerine de ilim ismi vermiştir, işte Sehl'i böyle söylemeye yönlendiren
tek unsurun Ahlâk-ı ilâhi ile ahlâklanmasıdır.
Bu şerif makamdan dereceleri düşük olanlar ve himmetleri ya
Rab'lerine veya nefislerine taalluk edenlere, bulundukları makam
kendilerine Arif demelerine sebeb olmuştur. Zira muhakkikin sofilerin
katında Bekâ-ı Resm" diye tâbir edilen kemâl-ı hakikî; ancak Rab'lerini
ve nefislerini birlikte müşahede edenlerde gerçekleşir.
Şehrzurîve başkaları;
— "Hâli itibariyle yalnız Rabbisini müşahede eden kimsenin
kemâlat dereceleri noksandır, ve o kişi fâideden beridir" demişlerdir.
Kulun, hem nefsini hem de Rabbisini müşâhade etmekiiğinde,
- 39 -
Hakkın kendisini kendisiyle muşâhadesi gerçekleşir. Ve bu durumda
Rabb'in Ganî, Kadir ve bütün kemâlatlara sahib ve nefsinin aciz, fakir
ve bütün noksanlıklara sahib olduğunu müşâhade etmekle iki fâide
elde etmiştir.
Ancak hâli itibariyle yalnız Rabbisini müşâhade ettiğine inanan
kimse, kendi nefsini müşâhadesizliğinden ötürü, kendisinden geçip
giden fâideleri kazandığını ZAN eder. Halbuki bu kimse, varlığı
kesinlikle gerçekleşmeyen bir müşahedeyi iddia etmiştir. Bu da
müşahede makamında bir şeyleri birbirine karıştırmaktan ibarettir.
Kendisine nefsi duygulardan arınmaktık bu müşahede de onun
işlerini üstlendiğini zan etmesidir. Artık böyle bir kimse, hâli ile beşeri
özelliklerden arınarak ilâhi ahlâklarla ahlâklandığını hayâl eder..
Halbuki bu durum sahibi olan şahıs, bütün işlerini ve nefsini gark
eden derin bir uykuya dalan şahsın hâli gibidir. Öyle uyku ki uyuyan
şahıs o hâlde ne hisleri ne de nefsiyle birlikte olamaz.. Aynen bu makamı
iddia eden şahısda, bulunduğu müşahede de ne nefsiyle ne de Rabbisiyle
beraber değildir.
His ve nefsinden alâkasını kesen uykuya dalan kimseyi o şahsın hâlini
izah etmek için örnek vermemiz mevzûyu daha iyi idrâk etmen içindir.
Bu uykuda ki adam uyandığında ona şöyle denilecek; "Sen
uyuduktan sonra his âleminde bizlere peyda olan nice ilimlerden sen
mahrum kaldın. Peki hayâl âleminden senin için hâsıl olan bir fâide
var mı? " o da; "Hayır!. Bir şey görmedim, bir şey bilmedim" diyecek.
Ona bu cevâptan sonra şöyle diyecekler; "And olsun ki, sen ne bizimle
ne de nefsinle birlikte bir fâide elde etmedin. Sen bu suretle vaktini
boşa harcamaktan başka bir şey yapmamışsın."
işte bu durum gerçekleşmeyen bir müşahedeyi iddia eden şahsın
hâlidir. Bu hâli de sofilerin usûl ve kaidelerini bilmeyen ve kıyâs-ı fâsidle
meseleleri ölçen kimseden başkası konuşmamıştır.
Veyahud hâl ilmi, kendisine iltibas eden kimsenin söylemleridir, Eğer
bu şahıs iddia ettiği o müşahedesinde bir fâide ile gelse ve Bekâ-ı Resmi
hâl ile inkâr etse bu adam Fena- Resme Arif olmayan ve vaktin fenasını
bilendir. Müşahedesi bu surette gerçekdir. Fakat ona müşahedesinde ilim
hâl ile ilTibâs etmiştir. Öyle ise bu kimse açıkladığımız gibi noksanlık
sahibidir. Kemâl ehli değildir.
Buraya kadar hâlini izah ettiğimiz kimse, yalnız Rabbini müşâhade
ettiğini söyleyenin durumudur. Aynen onun gibidir, ikincisinin hâlide. Bu
ikincisi yalnız nefsini müşahede eden kimsedir. Bu da gaflet, iddia ve şirk
sahibidir. Böyle olan muallimlerden ALLAH'a sığınırız.
Gerçekten kâmil olan şu kimsedir ki, kemâlat ondan başkasında
mecazen bulunur. Zira gerçekten kâmil olanlar Rabbisini hem ilmen
- 40 -
hem de hâlen ve nefsini yalnız ilmen müşahede edenlerdir.
Burada işaret edilen malûm kesinlikle mevcûd olmayan
YOK'luktur.
Ebûl Abbâs Kasım ibn-ul Kasım El Seyyarı, bu Makama şöyle "Akıllı
olanlardan hiç kimse müşahedeyle lezzet almamışlardır. Zira Hakkın
müşahedesi kendisinde lezzet bulunmayan yokluktur. Ancak bu
müşâhadeyi eden kimseye, ilim müşahedesi hâl müşahedesine
galabet etmiştir. Velevki her iki müşahede bir anda hâsıl olsa da.."
diyerek işaret etmektedir.
Bu zât; "Akıllı olanlardan hiç kimse müşahede ile lezzet
almamışlardır.." sözüyle Bekâ-ı Resm'in hükmünü ifâde etmiştir.
öyle ise, Bekâ-ı Resm şöyle tanımlayabiliriz; "Nefs'in arzu ve
isteklerinden arınmak." Nefs'in arzularından arınmakta Hakkın arzu
ve isteklerin de YOK olmakla gerçekleşir. Hak'kın arzu ve isteklerinde
YOK olmakta, beşeri duygu ve ahlâklardan arınmaktır.
Öyle ise, müşahede de lezzet edinmek nefsin hâz duymasıdır. Nefs'in
hâz aldığın bir şeyin Rabbanî olması düşünülemez. Eğer bu kimse
hakkında şöyle dersek “Rabbisini hem ilmen hem de hâlen müşâhade
ettiği gibi, nefsini de ilmen ve hâlen müşahede etti.” o zaman o
kimsenin müşahedesi tamamen mevcûd olmaya yokluğa taalluk etmiş
olur. Yani o kimse, Bekâ-ı Resm ve Fenâ-ı Resm ile vasıflanmış olur.
Bütün bu izahatlarımızda şu gerçek sabit oluyor: Bu müşahede sahibi
İM fâide elde edendir. Biri zahmet çekmek diğeri de lezzet almak
fâidesidir. Zahmet fâidesinin hâsıl olması esnasında Bekâ-ı Resm ile
müşahede de hâsıl olan marifete lezzet denir.
İlmin iki mefule geçiş yapmasından ötürü iki fâideyeye
sâhib olana "Âlim denir. Âlim için hâsıl olan fâidelerden
birisini kazanana "Arif" denir. Çünkü o, Âlim'in ulaştığı ilim
Makamına ulaşmamıştır.
inayet yıldızı mebhasında açıkladığımız gibi, eğer o kişinin Âlem- i
Misâl'de Hak'la olan muvafakatiyeti gerçekleşmişse Âlem-i Şehâdet'te
Tevfîk-i İlâhi onun hakkında vakî olur.
Biz, ilmin marifetten üstün olduğunu söylediğimiz gibi Âlim de
Ârif'den üstündür deriz.
TENBİH
Sehl bin Abdullah Allahondan razı olsun- nakl ettiğimiz kelâmı Ebû
Abdullah Hüseyin bin Musa En Nişâburî "İzâhât-ı Tarik fî Usûli Ehli
Tahkik" Melâmiye'lerin usûl ve kaidelerini izah eden kitabda rivayet
etmiştir.
- 41 -
Cüneyd-i Bağdadî'nin Sehi'den nakl ettiği kelâm da; "Kitab Muhtehab
il Esrar fî Sıfatıssıddıkin vel Ebrar" adlı kitapta zikr edilmiştir.
Ebû'l Abbâs El yessâri'den nakl ettiğimiz kelâm da; "Risâle-i
Kûşeyri"de mevcuttur.

İbn-i Arabi (k.s.)
-Yıldızların Mevki-den