29 Ocak 2010 Cuma

bidayet/nihayet

Bidâyetin zorluklarına sabrederseniz, nihayetin rahatı size ulaşır. Bidâyet sıkıntıdır, nihâyet ise sükûn.

HZ.ABDULKADİR GEYLANİ(K.S)

Fiil tecellisini O dilediği gibi yapar.

...
Sözlerime dönünüz ve içtihadınızı ona göre yürütünüz. Geçmişle ilgiyi bırakınız; çünkü o sizi bir heves olarak sarar ve yıkar. Ayrıca geçmişe dayanmak tembellere gerekir. Geçmişin -kaderin- verdiği hüküm bizim aleyhimize değildir. Onu bir yana atalım, vasıtalara iyi sarılalım ve öyle çalışalım. Dedi, diyorum, niçin ve nasıl gibi sözleri bir yana atalım. Allah Teâlâ'nın ilmine girmeliyiz. Bizden çabala­mak. Fiil tecellisini O dilediği gibi yapar. Hak Teâlâ şöyle ferman eder: “O yaptığından sorumlu tutulamaz, ama öbürleri yaptıkları işlerin hesabım vereceklerdir.” (el-Enbiyâ, 21/23)

Bir gün işin sona erer. Hakk'a yakın olursan kalbin sahih olur. Bu hâl senin için dünya ve âhiretin zühdü sayılır. Bundan sonra is­min, Hak yakınlığı kapısına yazılır; hem de nasıl, bilir misin; “Falan oğlu falan, Allah'ın azat ettiği erenlerdendir.” diye...

İşte bu hâl değişmez, artmaz, eksilmez. Bu kere senin hayrat iş­lerin artar, şükrün çoğalır. O'nun önünde tâat ve ibadet yollarım tu­tarsın.

Her şeye rağmen, hâlin ne olursa olsun, korku elini kalbinden çekme. Hakk'ın kudretini âciz bilme ve şu âyetlerin mânasını anla: “Allah dilediğini imha eder ve dilediğini bırakır. Kitabın aslı O'nun katındadır.” (er-Ra’d, 13/39) “O yaptığından sorumlu olamaz; öbürleri sorumludur.” (el-Enbiyâ, 21/23)

Ezelde yazılan yazı üzerinde durma; onu yazan, bozmaya da kadirdir. O ki, bir binayı yapmaya kadirdir, yıkar da...

Daima korku, ümit, çekinme ve tâat üzere ol. Selâmet ayağı ile burayı bırakıp öteye geçinceye kadar böyle kal. Ölüm gelinceye dek korkuyu, tâatı ve kötülere karşı çekinmeyi bırakma. Ölümü iyi geçirip selâmete erdikten sonra korkma, artık değişme ve tebdil hâli olmaz.


Abdulkadir Geylani Hazretleri(k.s.)
ilahi armağan

“Bütün işlerin sonu Allah'a varır.”

“Bütün işlerin sonu Allah'a varır.”


(eş-Şûrâ, 42/53)

Allah'ım yapacağını Sana ısmarlarım, iş Sen’indir.

Allah yolcuları kalplerine dünyalık koymaz. Orası Hakk'ın tecel­li yeridir; bu yüzden maddî nesneleri oradan atarlar. Gelecek bir şey varsa, vakti olduğunu bilirler. O vakit gelince her şey yerini alır. Onu artık aramazlar, bırakırlar; haliyle geleceğine inanırlar. Şahlarının kapısında yerleşirler. Her şeyden gına duyarlar. Allah'ın fazlı onları zengin eder. O'nun yakınlığı onlara yeter. İç âlemleri nurlanınca, halkın yöneldiği yöne dönerler. Halka, Hak tarafından gönderilen bir hatip olurlar. Şayet, halktan bir grup şahın huzuruna gidecek olsa, önlerinde sözcüleri bu büyükler olur. Onlar, halkın kalp elini tutar. Şahın yanına aparırlar; onların hürmetleri için herkese iyilik edilir. Onların şerefine bütün kullara ihsan yapılır.

Bazı büyükler, iyi kulları anlatırken şöyle der: “Allah'ın kulları, tam kul oldukları için Rabblerinden gayrisini istemezler. Dünyayı düşünmezler, âhireti beklemezler. Yalnız Mevlâ'yı isterler. Başka dilekleri yoktur.

Allah'ım, bütün halkı Sana yönelmiş kıl. Bütün dileğim budur. Yapacağını Sana ısmarlarım, iş Sen’indir. Bu benim duamdır; umu­mîdir. Bu duayı yapanlar, mükâfat alır. Allah, dilediğini yapar. Halk, O'nun elindedir.

Abdulkadir Geylani Hazretleri (k.s.)
İlahi Armağan

Ey Allah’ım! Senin sevgini bana canımdan, âilemden, malımdan ve soğuk sudan daha sevimli kıl!”

Ey Allah’ım! Senin sevgini bana canımdan, âilemden, malımdan ve soğuk sudan daha sevimli kıl!”


(s.a.v.)

İMAN SAHİPLERİNİN SIKINTILARI

İMAN SAHİPLERİNİN SIKINTILARI
İman sahiplerinin bazen mihnete düştükleri olur. Bunun bazı sebepleri vardır. Daha doğrusu buna hikmet icabı demek yerinde olur.

İman sahibinin mihneti bir nevi lütuf sayılmalıdır. Hiç olmazsa Allah’ını (CC) hatırlar, dua eder. Duası makbul olur. Belki bir an için gaflete düşmüştür. Gelen ufacık bir mihnet çok iyi nimetlere sahip ol maya sebep olur.

Sonra insan niçin duadan kaçınsın? Ve niçin Al lah’ını (CC) unutsun? İşte unutunca ufacık bir uyarma ameliyesi yapılır. Haliyle iman sahibi bunun nere den geldiğini hemen anlar, dua eder. Elbette o za man dualar makbul olur. İlahi lütuf ve kerem kapılan açılır.

Allah (CC) hiçbir kulun duasını karşılıksız bırakmaz. Burada olmasa da öbür alemde karşılığını verir. Haliyle bu arada kaderin de icabı yerine gelir. Bunu da unutmamak yerinde olur.

Anlatıldığı gibi bazı ufak tefek mihnetler başa geldiği zaman edep ve terbiye dışına çıkmak yersiz olur. Bir bela gelince insan kendini kontrol etmelidir. Günahını araştırmalı ve onu gidermeye gayret etmelidir.

Bir güç işe düşüldüğü zaman günah yollarını değil, sevap işleme yollarını aramak yerinde olur. Bir günah işleyince nasıl olsa işlendi diye öbürlerini sıraya koymak yerinde olmaz. Hele kader bahsinde uygunsuz yol tutmak, hiç de bir Müslümana yakışır şey değildir.

En uygun yol, dua yoludur. Bela geldiği zaman dua etmek, Allah’a (CC) yalvarmak, günahlarına tevbe etmek hepsinden iyidir.

Doğru yola hidayet eden ve en iyisini bilen yalnız Allah’tır (CC).

Pir Abdulkadir Geylani (k.s.)

28 Ocak 2010 Perşembe

Her şeyden Allah’a kaç!

“İşin hakkında hiçbir şey seçme! Seçmemiş olmayı seç! Bu seçmemiş olmayı seçmekten de kaç, o kaçışından da! Her şeyden Allah’a kaç!”

Şeyh Ebu’l-Hasen eş-Şazili

27 Ocak 2010 Çarşamba

Sen de sana lâyık olan o güneşe git

Gül yanaklı, ay yüzlü bir dilberin vuslatı ümidiyle nice nazeninler diken zahmetini çekerler.
Ay yüzlü sevgilisi yüzünden niceler sırtı yaralı hamal olmuştur.
Gece gelsin de ay ( yüzlü sevgilinin) yüzünü öpsün diye demirci, yüzünü simsiyah etmiştir.
Esnaf, gönlüne bir serviyi diktiğinden akşama kadar dükkanda çarmıha çakılmış gibi bekler durur.
Tacir, deniz demez, kara demez yürür durur ama evinde oturan bir sevgilinin aşkıyla koşup yeler.

Kimin bir ölüye, bir taşa, toprağa sevdası varsa bir diri yüzlünün sevdasıyla sevdalanmıştır.
Dülger, tahtaya yüz tutmuştur ama ay yüzlü güzeline hizmet etmek ümidiyle.
Sen de bir dirinin ümidiyle çalış, çabala ki o, bir gün sonra cansız bir hale geliversin.
Aşağılık yüzünden bir saman çöpünü kendine munis olarak seçme. Onun munisliği ariyettir.
Ananla, babanla munistin, Tanrı’dan başka munislerin sana vefakârsa hani o ünsiyet?

Hak’tan gayrı birisiyle dostluk, yerindeyse dadınla, lalanla ünsiyetin ne oldu?
Sütle, memeyle olan ünsiyetin kalmadı. Mektepten nefret ederdin, o nefret de geldi geçti.
O ünsiyet, onların duvarına varan güneş ziyâsından ibarettir. O akis güneşe gitti.
Yiğidim, o ışık nereye düşerse sen ona âşık oluyorsun.
Her vara taallûk eden aşkın, Tanrı vasfından, meydana gelir, o şeyin yaldızından, o şeyin zâhirî güzelliğinden değil.

O şeyin altın yaldızı aslına gitti de bakırı kaldı mı insanın tabiatı doyar, onu boşlayıverir.
Onun yaldızlı, zâhirî sıfatlarından ayağını çek. Bilgisizlikle kalpa pek hoş deme.
Kalplardaki o hoşluk, o güzellik eğretidir. O süsün, püsün altında süssüzlük vardır.
Kalpın üstündeki altın, madenine gider. Sen de onun gittiği madene git.
Duvardaki ışık güneşe varır. Sen de sana lâyık olan o güneşe git.

Mevlana Celaleddin Rumi (k.s.)
Mesnevi

kaza/kader

Gizli cüzlerin zikir ve tespihleri, gökyüzüne bir gulguledir salar.
Kaza, hileler düzmeye başladı mı köylü, şehirliyi matetti.
Şehirli, binlerce rey ve tedbiri olduğu halde matoldu ve bu seferden âfetlere uğradı.
Kendi sebatına itimadı vardı, bir dağdı ama yarım bir sel, onu kapıp götürdü.
Kaza ve kader, felekten baş çıkardı mı akıllıların hepsi kör ve sağır olur…
Balıklar, kendilerini denizden dışarıya atarlar. Tuzak, uçan kuşu zebun eder.
Peri ve şeytan, şişe içine girer. Hattâ Bâbil Harut’unu bile kaza ve kader kapar, avlar.
Ancak kaza ve kaderden yine kaza ve kadere kaçan kişi kurtulur. Hiçbir tedbir onun kanını dökemez.
Tanrı’nın kaza ve kaderinden yine Tanrı’nın kaza ve kaderine kaçan, kişiden başka hiçbir kimseyi, hiçbir hile, kaza ve kaderden kurtaramaz.

Mesnevi
Mevlana Celaleddin Rumi(k.s.)

25 Ocak 2010 Pazartesi

ibadet ve masiyet

"Sehl-i Tüsteri hazretleri: “Amel eden bir kul bir iyilik işleyip de
–Yarabbi! Bunu ben senin yardımın ve kolaylaştırman sayesinde işledim!- derse Cenabı Hak onun ibadetini kabul ederek
–Ey kulum sen de bana itaat ve yakınlık vesilelerini tamam ettin- buyurur. Ve eğer o amel eden kul bu güzel amellerde hakiki fail olan Cenabı Hakkı unutup nefsine nazar ederek bu ameli ben işledim. Ve ibadete devamla Hak Teala’ya yakın oldum. Yolunda kendine varlık verirse Cenabı Hak ondan yüz çevirerek
–Ey kulum seni o güzel amele muvaffak kılan ve sana yardım eden ancak bendim, senin ne dahlin var!- deyip onu rededer. Aynı şekilde bir insan bir kötülüğü işleyip de onu Hak’tan bilerek
–Yarabbi! Sen takdir ve kaza ettin, Sen’in ezeli hükmün olmasaydı ben bu kötülüğü işlemezdim!- derse Cenabı Hak ona celal ve gadap eserleri göstererek
–Ey ademoğlu! Sen de kötü tavır takınıp isyan ve cehalet sergiledin!- diyerek karşılık verir, azarlar. Ve eğer insan kötülüğü de nefsine atfederek
–Yarabbi! Nefsime zülmettim ve çok kötü davranıp cahillik eyledim!- Yolunda özür dileyip mağfiret talebinde bulunursa Hak Teala da lütufta ona teveccüh ederek
–Ey kulum! O masiyeti (günahı) ben hüküm ve takdir eylemiştim, şimdi de af ve mağfiret eyledim.- buyurur!” dedi."

24 Ocak 2010 Pazar

Batın için bilgi zahir için amel gibidir.

Batın için bilgi zahir için amel gibidir. Batın için cehalet, zahir için farz ibadeti terk gibidir.

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

candan sebat et..

“Sabah akşam Rablerine, O’nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte candan
sebat et. Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme. Kalbini bizi
anmaktan gafil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye
boyun eğme. Ve de ki: Hak, Rabbinizdendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen
inkar etsin.”

Kehf 28-29

Mümin Kardesini Sev!

Şeyhime dil uzattığı için buğzettiğim bir adam hakkında Resulullah rüyada bana
bu şekilde tavsiyede bulundu ve dedi ki:
- “Falana niçin buğzediyorsun?
- Dedim ki: Şeyhime buğzedip dil uzattığı için.
- Nebi (a.s) dedi ki:
- Onun Allah’ı ve beni sevdiğini bilmiyor musun?
- Biliyorum, dedim.
- Buyurdu ki:
- O halde niçin onu, beni sevdiği için sevmiyorsun da, şeyhine buğzettiği için
ona buğzediyorsun?
- Dedim ki: Ya Resulallah! Şu anda -ne güzel öğretmensin!- gafil olduğum bir
hususa dikkatimi çektin.”


Muhyiddin ibn Arabi (k.s.)
Hirka Kitabi

Pir Geylani Hazretleri(k.s.)

..Fakr ve tasavvuf iki ciddi şeydir.Şakaya gelmezler...Geylani (r.a.)

Müminin adeti önce düşünüp, sonra konuşmaktır. Münafık ise önce konuşur, sonra düşünür. Geylani (r.a.)

İnsan Allah’a kalıbıyla değil, kalbiyle ibadet eder. Geylani (r.a.)

Sahte rabler boyundan çıkarılıp atılmadıkça, sebeplerle ilişik kesilmedikçe, fayda ve zararı insanlardan bilmeyi terketmedikçe kurtuluş mümkün değildir.Geylani (r.a.)

Yerini bilmeyene kader yerini öğretir.Geylani (r.a.)

Mürid tevbesinin gölgesinde, murâd ise Rabbinin inayetinin gölgesinde kâimdir. Geylani (r.a.)

Zühd ve tevhidi sağlam olan kişi, halkın elini ve varlığını görmez Allah’tan başka veren ve üstün kılan görmez. Geylani (r.a.)

İnsanlar arasında zenginle fakir ayırımı yapan kurtuluşa eremez.Geylani (r.a.)

Geçim yollarının yaratıcısını unutup geçim yollarına takılıp kalan, bakiyi unutup fani ile sevinen kimse ne kadar da cahildir! Geylani (r.a.)

Sevenle sevmeyen rıza halinde değil, hoşnutsuzluk halinde belli olur.Geylani (r.a.)

Abdülkadir Geylani hazretlerini Kabe'nin hareminde gördüm.Yüzünü çakıl taşları üzerine koymuş, muttasıl böyle diyordu: "ilahi! Beni affet. Eğer azaba düçar olacaksam, kıyamet günü beni kör olarak dirilt, mezardan beni gözüm görmez olarak çıkar da ,iyilerin karşısında mahcup olmayayaım." Şeyh Sadi Şirazi hazretleri

23 Ocak 2010 Cumartesi

Kim benim bir velimi aşağılarsa

Azze ve Celle ALLAH şöyle der: "Kim benim bir velimi aşağılarsa, Bana meydan
okumuş olur."
(Derecatu't-Taibin ve başkalarından rivayet ettim.)

Mişkatül Envar
(ibn Arabi hazretleri k.s.)

nuru güneş ışığı gibidir

Yüce ALLAH buyuruyor ki:

"Ben ancak, Benim azametim karşısında tevazu gösteren, kullarıma karşı büyüklük
taslamayan, hiçbir şehirde Bana isyan ederek gecelemeyen, gündüzünü Beni zikrederek
geçiren, düşküne, yolcuya ve dullara merhamet eden, musibete uğrayanlara acıyan
kimsenin salatinı (duasını) kabul ederim.
Böyle bir kimsenin nuru güneş ışığı gibidir. İzzetimle ona vekalet ederim.
Meleklerimle onu korurum. Karanlıklarda ona bir nur veririm. Cehalette ona bir ağır
başlılık veririm. Mahlukat içinde onun misâli; Firdevs cennetinin durumu gibidir.
(Bezzar'm Müsned'inden rivayet ettim.)

Mişkatül Envar
Muhyiddin ibn Arabi(k.s.)

Beni gözlerinin önünde görürler.

Yüce ALLAH şöyle buyurdu:

"Benden gafil olarak uyuduğu halde Beni sevdiğini iddia eden yalan söylüyor.
Sevgilisiyle yalnız kalmak (halvet) istemez mi?
Ben sevgililerimi bilirim. Beni gözlerinin önünde görürler.
Müşahede halinde Benimle konuşurlar. Yarın Benim huzurumda da konuşacaklar ve
cennetlerimde mutlu olacaklar."
(Bunu Makburi'den adı geçen eserden mevkuf olarak rivayet ettim.)


Mişkatül Envar
Muhyiddin ibn Arabi(k.s.)

Rabbinizin ne dediğini biliyor musunuz?

Bize Ahmed b. Muhammed b. Ahmed anlattı; ona Hüseyin b. Ali et-Taberi, ona
Abdu'lgafir el-Farisi, ona el-Celudi, ona Süfyan, ona Müslim b. Haccac, ona Yahya b.
Yahya, ona Malik, ona Salih b. Keysan, ona Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe, ona Zeyd b.
Halid el-Cuheni şöyle rivayet etmiş:
Resulullah (s.a.v) Hudeybiye'de geceleyin yağan yağmurun ardından bize sabah
namazı kıldırdı. Namazı bitirdikten sonra insanlara döndü ve;
"Rabbinizin ne dediğini biliyor musunuz?" diye sordu.
Allah ve Resulü daha iyi bilir, karşılığını verdiler. Buyurdu ki:
"Rabbiniz şöyle dedi:
"Kullarım, bir kısmı bana iman etmiş, bir kısmı da beni inkar etmiş olarak
sabahladılar. Ve onlardan "Allah lütuf ve rahmetiyle üzerimize yağmur yağdırdı," diyenler
Bana iman etmiş, yıldızları inkar etmişlerdir. Onlardan "Şu şu yıldızın doğması veya
batması neticesinde üzerimize yağmur yağdı," diyenler ise Beni inkar etmiş, yıldızlara iman etmişlerdir."


Muhyiddin ibn Arabi (k.s.)

Mişkatül Envar

Kudsi Hadis

Bize Muhammed b. Kasım anlattı. Ona Ebu Tahir Ahmed b. Muhammed, ona Ebu
Abdullah Hüseyin b. Ali et-Taberi, ona Ebu'l Hüseyin Abdulgafir b. Muhammed, ona Ebu
Ahmed el-Culudi, ona İbrahim b. Müslim, ona Abdullah b. Abdurrahman b. Behram ed-
Darimi, ona Mervan-yani İbni Muhammed eDımaşki-, ona Said b. Abdu'laziz, ona Rebia b.
Yezid, ona İdris el-Havlani, ona Ebu Zer rivayet etmiş ki,
Resulullah (s.a.v) yüce ALLAH'tan şöyle aktarmıştır:

"Ey kullarım! Ben zulmetmeyi kendime haram kıldım. Onu sizin aranızda da haram
kıldım. Birbirinize zulmetmeyiniz.
Ey kullarım! Doğru yola ilettiklerim hariç, hepiniz sapmışsınız. O halde benden doğru yola iletilmeyi dileyin ki sizi doğru yola ileteyim.

Ey kullarım! Benim duyurduklarım hariç, hepiniz açsınız. Sizi doyurmamı benden
isteyin ki, sizi doyurayım.

Ey kullarım! Benim giydirdiklerim hariç, hepiniz çıplaksınız. Sizi giydirmemi benden
isteyin ki sizi giydireyim.

Ey kullarım! Siz, gece gündüz günah işlersiniz, bense bütün günahları bağışlarım.
Benden bağışlanma dileyin ki, sizi. bağışlayayım.

Ey kullarım! Siz, asla bana zarar verecek düzeye ulaşamayacağınız için Bana zarar
veremezsiniz ve asla Bana fayda verecek düzeye ulaşamayacağınız için de Bana fayda da
veremezsiniz.

Ey kullarım! Sizin öncekileriniz ve sonrakileriniz,insanlarınız ve cinleriniz en muttaki bir adamın kalbi üzere olsanız dahi,bu, Benim mülküme bir şey katmayacaktır.

Ey kullarım! Sizin öncekileriniz ve sonrakileriniz, insanlarınız ve cinleriniz en
günahkar bir adamın kalbi üzere olsanız dahi, bu, Benim mülkümde bir şey eksiltmez.

Ey kullarım! Sizin öncekileriniz ve sonrakileriniz, insanlarınız ve cinleriniz bir yerde toplanıp, benden isteseniz ve ben de her insana istediğini versem, bu, benim
katımdakinden bir eksilmeye yol açmaz, ancak bir iğne denize daldırdığı zaman onda ne
kadar eksilmeye yol açarsa, o kadar eksilme olur.

Ey kullarım! Sizin amellerinizi sayıp kaydediyorum. Sonra onların karşılığını eksiksiz bir şekilde veririm.

Dolayısıyla hayırla karşılaşan, Allah'a hamdetsin. Bundan başka bir şeyle karşılaşan
da kendisinden başka kimseyi kınamasın.


Mişkatül Envar
Muhyiddin ibn Arabi Hazretleri(k.s.)

21 Ocak 2010 Perşembe

Allah bizi kendisine muhtaç olanlardan etsin.

Rüyamda Allah'ı gördüm, bana şöyle diyordu: "işlerinde beni vekil edin!"
Bende O`nu vekil ettim.Artık sadece Allah'ın korumasını gördüm ve bu nedenle O'na hamdolsun.
Allah bizi kendisine muhtaç olanlardan etsin.Çünkü Allah sayesinde Allah'a muhtaç olmak, zenginliğin taa kendisidir.Çünkü Allah zengindir ve sen O 'na muhtaçsın.Dolayısıyla sen O nun sayesinde alemlerden müstağnisin.

Bunu bilmelisin!


Muhyiddin ibn Arabi Hazretleri(k.s.)
Futuhat

Cüneyd-i Bağdadî (k.s.)

Cüneyd-i Bağdadî (k.s.) bir kış gününde bir mecûsînin kuşlara yem dağıttığını görür ve aralarında şöyle bir konuşma geçer:

- Sen hayır yapıyorum diye kendini boşuna aldatıyorsun. Allah evvelâ îmanı farz kılmış, geri kalan hayır-hasenatı ondan sonra emretmiştir. İman etmedikçe senin bu yaptığın iyilik Allah indinde makbu...le geçmez
- Ben de biliyorum kabul olunmıyacağını. Fakat Allah bu yaptığımı görmez, bilmez mi? dedi.
- Elbette görür ve bilir.
- Öyleyse o da bana yeter, der ve bildiğine devam eder.

Aradan zaman geçer. Cüneyd-i Bağdadî Hazretler bir hac mevsiminde Mescid-i Haram'ı tavaf ederken bir adamın ellerini açmış Allaha yalvarmakta olduğunu, hatta gözlerinden sel gibi yaşlar akıttığını görür. İyice dikkat eder, o zatın karlı bir havada kuşlara yem veren mecûsî olduğunu anlar. Tavaftan sonra yanına yaklaşıp hemen kollarından yakalar. Mecûsîde onu tanır ve şçyle der:
- İşte Allah gördü ve bildi, deyip kelime-i şehadet getirip ruhunu oracıkta teslim eder.

O anda Cüneyd-i Bağdadî (k.s.) Allah tarafından şöyle hitap olunur:
- Ya Cüneyd! Sen Beytimi arzu ederek geldin ona kavuştun. O ise beni arzu ederek geldi bana kavuştu.

19 Ocak 2010 Salı

Basiret sahibi; kendisiyle Cenabı Hakkın ne işleyeceğine bakar!

Gafil; sabahladığında neler yapacağını düşünür. Basiret sahibi; kendisiyle Cenabı Hakkın ne işleyeceğine bakar!

Arif olan zat kalbine Cenabı Hakkın kalbine nasıl işaretler tecelli etmiş olduğuna her sabah kalktığı vakitte bakmalıdır ki, ta ki bütün işlerde ilerleme ve men olunmayı, basiret ve muvaffakiyetin güzelliğine erişebilsin!

Binaenaleyh; Ebu Medyen-i Mağribi hazretleri: “Huda yolunda olan kamil mürid, işlerini Allah’a havale ve iradesini Hakka teslim ederek sabahlamalıdır ki Cenabı Erhamürrahimin ona mağfiret ve rahmet nazarıyla baksın!” buyurdu.

Büyüklerden biri de: “Nefsine tabi olmayan Hakka, Hakka tabi olmayan nefsine tabi olmuş olur!” dedi.

İşte bu makamın ehli olan müridin duası; (Allahhumme inni esbahtu la emliku linefsi darran vela nef’an vela mevten vela hayaten vela nüşüran vela estatiu en ahuze illa ma a’teyteni vela ettaki illa ma vekeyteni Allahhümme veffikni lema tühibbehu ve terdahu mine’l kavli ve’l ameli fii taatike inneke zülfadli’l azim) olmalıdır.

Manası; Ya Rabbi! Ben nefsim için fayda ve zarara, ölüm ve hayata, ve dirilmeye malik olmadığım halde sabaha ulaştım. Ve hem de ben senin verdiğin şeyden başka bir şey almaya, ve senin beni muhafaza buyurduğun şeylerin gayrıdan kendimi korumaya kadir değilim. Ya Rabbi! Beni taat ve kulluğunda söz ve amellerden, razı olduğun ve sevdiğin şeylere muvaffak kıl zira sen büyük ikram ve cömertlik sahibisin!

Rahm eyle bu dil-i haste-i naçare ilahi
Zahm-ı dilime senden olur çare ilahi

İbn Atâullah El-iskenderî
Tasavvufi Hikmetler

asıl ömrün..

"Allah'a yemin ederim ki, senin asıl ömrün; doğduğun günden beri olan süre değil; bilakis Allah'ı tanıyıp bildiğin günden beri geçen süredir"

ibn ataullah el iskenderi

Ma’rûf-ı Kerhi (k.s.)

Beddua yerine dua...

Ma’rûf-ı Kerhi Hazretleri bir gün talebelerini toplar Dicle kenarındaki hurmalıklara çekilir sohbet ederler. Bu esnada nehirden bir kayık geçer. İçinde birkaç bıçkın genç. Hem içki içerler, hem şarkı söylerler. Bir ara hepten şirazeden çıkar, naralar atarlar. Talebeler bu edepsizliğe çok bozulur. Hatta içlerinden bazıları “Ah şu kayık bir devrilse de” derler, “günlerini görseler”. Ardarda patlayan kahkahalardan ders yapılamaz olunca mübarek o yana döner. Ellerini açar ve “Ya Rabbi” der, “Sen bu kullarını dünyada neşelendirdiğin gibi ahirette de neşelendir. Onlara hidayet ve istikamet nasip eyle.” İşte tam o sıra gençlerden biri sahildeki sohbetin farkına varır, arkadaşlarını uyarır. Mübareği görünce derlenir toparlanırlar. Hatta sazlarını kırar, destileri suya atarlar. Mahçup mahçup gelir Şeyh Mar’uf’un ellerine kapanırlar. O günden sonra sohbetin müdavimlerinden olurlar.

18 Ocak 2010 Pazartesi

Senin o Allah demen, bizim Lebbeyk dememizdir.

Birisi her gece Allah der durur, bu zikrinden ağzı tatlılaşır, zevk alırdı.

Şeytan “Ey çok söz söyleyen, bunca Allah demene karşılık onun Lebbeyk demesi nerde?
Tanrı tahtından bir cevap gelmiyor.Böyle utanmadan, sıkılmadan ne vakte dek Allah deyip duracaksın” dedi.
Adamın gönlü kırıldı, başını yere koydu, yattı. Rüyada yeşiller giyinmiş Hızır’ı gördü.
Hızır “ Kendine gel, niçin zikri bıraktın, çağırdığın addan nasıl usandın, zikrinden nasıl pişman oldun?” dedi.
Adam, cevap olarak “Lebbeyk sesi gelmiyor, kapıdan sürüleceğimden korkuyorum” deyince

Hızır” Senin o Allah demen, bizim Lebbeyk dememizdir. Senin o niyazın derde düşmen, yanıp yakılman, bizim haberci çavuşumuzdur.
Senin hilelere düşmen, çareler araman, seni kendimize çekmemizden, ayağını çözmemizdendir.
Korkun da bizim lûtfumuzun kemendidir, aşkın da.Her Yarabbi demende bizim, efendim, buyur dememiz gizli” dedi.
Bilgisiz adamın canı, bu duadan uzaktır. Çünkü Yarabbi demesine izin yok ki!
Zarara, ziyana uğrayınca Tanrı’ya sızlanmasın diye ağzında da kilit var, gönlünde de. Ağzı da bağlı, gönlü de.

Mesnevi
Mevlana Celaleddin Rumi (k.s.)

can kulağı gerek…

Dalların el çırpışını görmüyorsun değil mi? Buna can kulağı gerek… ten kulağıyla duyulmaz ki.
Baş kulağını alaya, yalana, dolana kapa da aydın can şehrini gör.
Muhammed’in kulağı, sözlerin iç yüzünü duyar. Tanrı, ona Kuran da “ Kulağın ta kendisi” der.
Bu peygamber baştanbaşa kulaktır, gözdür. Onun merhameti sütninedir, biz de onun süt emer çocuklarıyız.


Mevlana Celaleddin Rumi (k.s.)
Mesnevi

Evliyalar..

...Onların anılmasıyla inen rahmet ise iliklerde müşahede edilir ve etkileri de dışarılardan zuhur eder. Bu rahmet, onların ailelerinden ve memleketlerinden ayrılmaları; sahillerde, çöllerde, yollarda ve vadi içlerinde, dağlarda ve tepelerde yaşamaları; dünya ve dünya ile ilgili haberlerle ilişkilerini kesmeleri sebebiyle; onlar anıldıklarında, haberleri aktarıldığında; Allah ile olan halleri, söyleşmeleriyle, ünsiyetleriyle ve halvetleriyle kanıtlandığında; insanın içinde hissettiği incelik ve gönül kırıklığıdır. İşte bu anma esnasında, dinleyenlerin gönüllerinde Rablerine karşı bir hasret duyulur, üns yaygısında, O’nunla söyleşmenin ve O’nunla tek kalmanın lezzeti hissedilir. Allah’ın onlar için seçmiş olduğu güzel hallere ulaşma arzusuyla; ağlamaktan gözleri yaşarır ve bu kutsal ve eşsiz özelliklerin kalplerinde tecelli etmesine sevinirler. İşte bunların hepsi, onlar anıldıklarında Allah katından gönüllere indirilmiş olan rahmettir..

Muhyiddin ibn-i arabi hazretleri

Onlar tek başına kaldıklarında, ağlayanlardandırlar. Kendileriyle ilişki kurulduğunda ise, son derece utangaç oldukları görülür. Öğrenildiklerinde (konuştuklarında), hikmet ehli oldukları anlaşılır. Kendilerine bir şey sorulduğunda, ilim ehli oldukları fark edilir. Cehaletle küçümsendiklerinde, tepkileri hilim erbabınınki gibidir.

Onları fark ettiğinde, sanki utancından içeri kaçan bakirelermiş gibi olduklarını sanırsın. Onların gönüllerindeki mahabbet, üzerlerinde nurun parıldadığı suretlerin güzelliği ile harekete geçmektedir. Kalplerinin üzeri açıldığında, onların kalplerinin yumuşak ve kırık, zikirle nurlu, sevgili ile söyleşmekle mamur olduğunu görürsün. Kalplerini O’ndan gayrısıyla meşgul etmezler. O’ndan başkasının etrafında da dolaşmazlar. Allah mahabbeti, sadırlarını doldurduğundan, O’ndan başkalarının ve üns ehli olmayanların kelamına iştahları yoktur. Çünkü, Allah ile söyleşmede gerçek lezzet vardır.

Gerçek ve sâdık kardeşler, hayâlı, vekarlı, vera’lı, takvalı, marifet ehli ve dindar olanlar; vadileri, çöllerde kaybolmadan aşmışlar, hiçbir zaman Hak’tan ayrılmadan, yaygın ahlaki bozulma ve çürümeye sabırla göğüs germişler, ve batıl karşısında daima Hakk’a sığınmışlardır. Ve onlara delili (el-hucce) Hak açıklamış ve gerçek yolu da O göstermiştir. Böylece onlar, tehlikeli yolları reddetmişler ve yolların en iyisine suluk etmişlerdir.

Yüryüzünün direkleri (el-Evtâd) işte bunlardır. Onların (varlığı ve duaları) sebebiyle, ilahi bağışlar dağıtılır, (maddi-manevi) fetihler olur, (yağmur ve rahmet) bulutları oluşur, (yeryüzündeki) azab kalkar ve tüm mahlûkat (yaşam nedeni olan) suya kavuşur. Allah’ın rahmeti hem bizlerin hem de onların üzerine olsun!

Zunnûn-i Mısrî Hazretleri

17 Ocak 2010 Pazar

El- Heybet

“Şaka, heybeti yer; susmak ise heybeti çoğaltır.”

Hz İmam Hasan (a.s.)


El-Heybet: Allah'ın celalini müşahede etmenin kalb üzerindeki etkisidir. Bazen cemalden de kaynaklanabilir. Yani celalin cemalinden.

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

Allah, bir kadına mutluluk kapısını açmak dilerse, onu sükûtî ve kapalı kılar

«Kadına şeyhlik gerekmez,» dedim. «Evet, soğuk düşer,» dedi. «Ama bu soğuk düşer sözünün manası anlaşılamadı,» dedim. Yani bu o demektir ki, bu iş kadına da yaraşır ama erkeğe daha hoş gelir. Eğer Ulu Allah, bir kadına mutluluk kapısını açmak dilerse, onu sükûtî ve kapalı kılar. Kadına, yalnız kendi işini
görmek, kendi ipliğini eğirmek yaraşır. (M. 130)



Şems-i Tebrizi Hazretleri
Makalat

16 Ocak 2010 Cumartesi

Zatı kaybeden kişidir ki sıfatlarda kalır.

Sen cihetten bahsediyorsun, bense cihetlerden çıkmış, kurtulmuşum. Vuslatta delil ve alamet olur mu?” sıfatlarla perdelenmiş olan kişi, ancak sıfat görür. Zatı kaybeden kişidir ki sıfatlarda kalır. Oğul, Allah`a ulaşanlar, zata gark olmuşlardır. Artık onlar sıfatlara nazar ederler mi? Başın ırmağın dibinde oldukça renge bakabilir misin? Suyun rengine bakmak için dipten çıktın mı?

Mevlana Celaleddin Rumi(k.s.)

15 Ocak 2010 Cuma

Rıza makamı

Rıza makamı ise... hubb ve muhabbet makamının üstündedir.

Rıza mertebesi, mahabbet mertebesinin üstündedir; çünkü: Mahabbet-te, icmal ve tafsil olarak, nisbet varlığı vardır. Rızada ise, nisbet atılmıştır. Bu dahi, Yüce Mukaddes Hazret-i Zat'a münasiptir.

Resulullah (sav) Efendimizin haberini verdiği hariç; rıza makamının üstünde bir basamak yoktur. Ona da şöyle anlattı:

"Benim Allah ile bir vaktim olur ki; oraya ne mürekkeb melek, ne de mürsel peygamber girebilir."

Aşağıda anlatılacak kudsi -hadis dahi bu manaya işaret etmektedir:

"Ya Muhammed, ben ve sen varız. Senden başkasını senin için yarattım."

Bunun üzerine, Resulullah (sav) Efendimiz dahi, şu münacaatı yapmıştır:

"Allahım, sen varsın; ben yokum. Senin gayrını zatın için bıraktım."

Allahu Teala, ona salât ve selâm eylesin; Muhammed Resulullah'ın azameti bugün nereden idrak edilebilir? Onun üstün kadri kıymeti nasıl bilinir? Bilhassa bu dünya hayatında. Zira, hak batılla bu evde imtizaç etmiş; iptilâ yeri olduğundan da, batılla hak birbirine karışmıştır. Onun şanının azameti, kıyamet günü belli olacaktır. Çünkü orada, enbiyanın imamı ve onların şefaatçisi olacaktır. Adem ve diğerleri, onun sancağı altında toplanacaklardır. Resulullah Efendimize ve diğerlerine salâtların en faziletlisi, selâmların dahi ekmeli olsun.

Şu mana caiz olur ki: Onun inayet ikramına nail olarak, taamının fazlasını yiyen hizmetçilerinden birine; veraset ve tebaiyet yolu ile, rıza makamının da üstünde bulunan o makamdan bir mahal verile. Resulullah (sav) Efendimizin bir uydusu olarak, o makama mahrem kılına.

imam rabbani hazretleri(k.s.)
mektub=320 den..

mutlaka O'dur.

7. Göklerde ve yerde olanları Allah'ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O'dur. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka O, onlarla beraberdir. Sonra kıyamet günü onlara yaptıklarını haber verecektir. Doğrusu Allah, her şeyi bilendir.

Mücadele Suresi

14 Ocak 2010 Perşembe

Hey'et-i vahdaniye-i insaniyenin nasibi..

Sıfatların anlatılan manada ortaklık durumlarının olmayışı, aşağıda anlatılacağı gibi, değişik biçimdedir:

a) Hey'et-i vahdaniye-i insaniyenin nasibi..

b) Hey'et-i vahdaniye-i kalb-i insanın nasibi..

c) insanın arza bağlı nasibi..

Bunların hepsinin fevkinde insanın bir hey'et-i vahdaniyesi vardır ki; arza bağlı cüz'ü mesabesinde olup onun hükmünü almaktadır.

Hulasa: Bu muamelede umde olan o arza bağlı cüzdür. Kalan cüzler ise... fazladan muhassenat gibidir.

İnsanda iki şey vardır ki, bunların hiçbiri, arşta olmadığı gibi, bunlardan yana alem-i kebirin de nasibi yoktur.

Yine onda bir parça vardır ki, bu dahi arşta yoktur.

Yine onda bir hey'et-i vahdaniye vardır ki, bu dahi alem-i kebirde yoktur.

Hey'et-i vahdaniyeye taalluk eden şuur, nur üstü nurdur; hem de alemi asğara mahsustur.

insan, hayret edilecek şekilde bir varlıktır. Hilâfete liyakat peydan eylemiş; emanet ağırlığını dahi yüklenmiştir. Sana anlatılacak olan, insanın duyulmamış hususiyetlerini dinle... İnsan muamelesi, o mertebeye ulaşmıştır ki; onun için, mücerred ehadiyet aynalığı hasıl olmuştur. Böylece de, Zat-ı Ehadiyete bir zuhur mahalli oluyor. Hem de, sıfatların ve şüunatın iktiranı olmadan... Halbuki Hazreti Zat, bütün vakitlerde sıfatları ve şüunatı özünde toplamaktadır. Asla aralarında ayrılmak yoktur. Hem de vakitlerin hiçbirinde... Üstte anlatılan cümlenin daha açık manası şöyledir: İnsan-ı kâmil, Yüce Mukaddes Hazret-i Zat'tan gayrının esaretinden halâs olduğu zaman; onun için Zat-ı ahadiyet ile alâka meydana gelir. Bu durumda; sıfatlardan, şüundan hiçbir şeyin mülâhazası, nazara alınması, maksud ve matlub olması onun için yoktur. "İnsan sevdiği ile beraberdir."

Manasındaki hadisi şerif hükmü uyarınca, mücerred Hazret-i Zat ile onun için, keyfiyeti meçhul olan bir nevi ittisal hası olur. Zat-ı Ehad ile olan bu taalluku, keyfiyetten münezzeh olan zat ile keyfiyeti meçhul bir yakınlık nisbetini sabit kılar, işte o zaman İnsan-ı kâmil, Zat-ı Ehad'e bir ayna olur. Öyle ki: Sıfatlardan ve şüunattan hiçbir şey onda müşahede edilmez. Hatta, üstte anlatılan manadan daha da ileri olarak; Yüce Mukaddes Mücerred Ehadiyet onda zahir olur, tecelli eder. Azim Allah noksan sıfatlardan münezzehtir. O yüce Zat ki, sıfatlardan ayrılmak asla onun şanında yoktur; amma tecerrüd ciheti ile, böyle bir İnsan-ı khamilde zahir olup tecelli etmektedir. Zatı olan güzellik dahi, sıfata bağlı güzellikten temeyyüz etmektedir.

Üstte anlatılan manada bir aynalık durumu, İnsan-ı kâmilden başkasına müyesser olmaz. Hazret-i Zat dahi, şüunatın ve sıfatların iktiranı olmadan, İnsan-ı kâmilden başka bir şeyde tecelli etmez. O yücedir, mukaddestir.

Arş-ı Mecid, aiem-i kebirde ancak, bütün sıfatları cami olan Hazret-i Zat mazharı olmaktadır. İnsan-ı kâmil dahi, alem-i sağirde itibarlardan mücerred olan Zat-ı Ehadın mazharı olmaktadır. İşte, böyle bir ayna olma durumu, insanın pek hayret verici hallerindendir.

***

İhsanları yapan Sübhan Allah'tır; onun ihsan ettiğine kimse mani olamaz; onun mani olduğuna dahi, kimse bir şey veremez.

Selâm hidayete tabi olanlara. Mütabaat-ı Mustafa'yı bırakmayanlara. Ona, âline, ashabına üstün salâtlar ve selâmlar.

***


imam rabbani hazretleri (k.s.)
mektubat

Nur suresi 35

ALLAHÜ NURUSSEMAVATİ VEL'ARD. MESELÜ NURİHİ KEMİŞKATİN FİYHA MISBAH ELMISBAHU FİY ZÜCACEH EZZÜCACETÜ KE'ENNEHA KEVKEBÜN DÜRRİYY, YUKADÜ MİN ŞECERETİN MÜBAREKETİN ZEYTUNETİN LA ŞARKIYYETİN VE LA GARBIYYEH, YEKADÜ ZEYTÜHA YUDIY'Ü VE LEV LEM TEMSESHÜ NAR, NURUN ALA NUR, YEHDİYLLAHÜ LİNURİHİ MEN YEŞA VE YADRİBULLAHÜL'EMSALE LİNNAS VALLAHÜ BİKÜLLİ ŞEY'İN ALİYM.

"Allah göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun temsili şudur: Duvarda bir hücre; içinde bir kandil, kandil de bir cam fânûs içinde. Fânûs sanki inci gibi parlayan bir yıldız. Mübarek bir ağaçtan, ne doğuya, ne de batıya ait olan zeytin ağacından tutuşturulur. Bu ağacın yağı, ateş dokunmasa bile, neredeyse aydınlatacak (kadar berrak) tır. Nur üstüne nur. Allah dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah insanlar için misaller verir. Allah her şeyi hakkıyla bilendir."


"Allah, göklerin ve yerin nurudur (aydınlatıcısıdır). O'nun nurunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandil gibidir. O lamba bir billur içindedir; o billur da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaçtan çıkan yağdan tutuşturulur. (Bu öyle bir ağaç ki) yağı, nerdeyse, kendisine ateş değmese bile ışık verir. (Bu ışık) nur üstüne nurdur. Allah dilediği kimseyi nuruyla hidayete iletir. Allah insanlara (işte böyle) misal verir; Allah her şeyi bilir."

"Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu Kendi nuruna yöneltip-iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, herşeyi bilendir."

Nur (24/35)

324. MEKTUP

MEVZUU:

a) "Allah yerin ve semaların nurudur" ayetinin tevilli manası.

NOT: İmam-ı Rabbani Hazretleri bu mektubu, Maden-i Halkaik Maarif-i Lâmütenahiye Mazhar-ı Füyuzat-ı İlâhiye Mahdumzade Mecd'üd-din Hace Muhammed Masum'a yazmıştır.

Allah'a hamd ediyor ve onun kuluna, keremli âline salât okuyoruz

***

Bilesin ki,

Alem-i kebirde vüs'at ve tafsilin bulunmasına rağmen; kendisinde hey'et-i vahdaniyet olmadığından, sıfat ve şüun tafsillerinden muara, itibarlardan ve nisbetlerden mücerret basit-i hakikinin zuhur kabiliyeti onda yoktur.

Alem-i kebirin parçalarından en şereflisi arş-ı rahmandır ki, o: Bütün sıfatları toplayan Hazret-i Zat nurlarının zuhur mahallidir. Arş-ı mecid dışında kalan alem-i kebir parçalarından, zuhurat zılliyet şaibesinden hali değildir. Amma ne olursa olsun... Bu mana içindir ki; Alemlerin Rabbı istiva sırrını, alem-i kebir parçaları arasında Arş-ı mecide mahsus kıldı. Şunun için ki: O alemin en faziletli parçasıdır. Çünkü zıllardan herhangi bir zillin zuhuru, hakikatta Yüce Hakkın zuhuru olmaz ki, onun için:

-İstiva...

ibaresi kullanılsın. Bundan başka, ondaki zuhur daimi olup hiçbir şekilde araya perde girmemiştir.

Yerin ve semaların nuru, her ne kadar Sübhan Hak ise de; lâkin bu nur, zılâl hicaplarına makrundur. Yüce Hakk'ın onlardaki zuhuru, zılliyet tasavvutu olmadan olmaz.

Bütün zu zuhurat, arşa bağlı zuhur nurlarından iktibas edilmiştir. Zuhura gelirken de, zıllardan bir zillin hicaplarından bir hicaba bürünüp zuhur etmiştir. Bir umman deniz suyu gibi ki: Kaplarla (borularla) etrafa ve çevreye taşınır. Ve büyük bir aydınlık gibi ki: Ondan büyük ve küçük meş'aleler aydınlık alır ve bütün afak ve izbe yerler aydınlanır.

Allahu Taala'nın buyurduğu:

"Allah, yerin ve semaların nurudur. Onun nuruna misal, içinde kandil bulunan bir hücredir."(24/35)

Ayet-i kerime bu maarife ima eder gibidir.

Bu ayet-i kerimede temsil şu mana için tercih edilmiştir: Ta ki, o nurun zuhuru, tavassut olmadan anlaşılamaz ola. Ta ki, asıl zil ile karıştırılmaya.

Şunun bilinmesi gerekir ki: Zillin nuru, asıldan alınıp iktibas edilip yakılmıştır.

Ayet-i kerimenin devamı:

"Allah, dilediğini nuruna hidayet eder."(24/35)

Bu mana dahi, Yüce Allah'ın muradına hamledilmektedir.

Bu ayet-i kerimenin tevilini bize keşf'olunan şekilde yapacağız. Sübhan Allah'ın tevfiki ve inayeti ile başlarız.

"Allah, semaların ve yerin nurudur."(24/35)

Burada anlatılan nur, öyle bir nurdur ki: Eşya onunla aydınlandığı gibi; semalar ve yer dahi ondan ziya alır. Ancak şu manada aydınlanırlar. Sübhan Allah onu, ademden çıkarıp vücud ve tevabü ile muttasıf eylemiş; nurlandırmıştır.

Yerinde olur ki: Semalar ve yer, bir hücre gibi aydınlanmış olarak tasavvur edile... O nur dahi, bir kandil mesabesinde olup o hücreye bırakılmıştır.

Temsil kâfinin dahi hücre üzerine gelmesi, kadili şümulüne almasındandır.

O ayet-i kerimede geçen: "Zücace..."(24/35)

Tabiri dahi, isimlerin ve sıfatların hicapları olarak tasavvur edilmelidir. Çünkü bu nur, isim ve sıfatlarla iltibas etmiştir. Şüun ve itibarlardan muar-ra değildir. Bu sıfat zücacesi şöyle anlatılmaktadır:

"Sanki bir inci yıldız gibidir."(24/35)

Bu dahi, vücub hüsnünden ve kıdem cemalinden gelmektedir.

O hücreye konan misbah, yani: Kandil:

"Mübarek zeytun ağacından tutuşturulmaktadır."(24/35)

Amma bu, arada bağlı toplu (cami) zuhurdan kinayedir. Şöyle ki: İstiva dahi, o zuhurdan bir işarettir. Çünkü, yer ve semalara taalluk eden zuhurat, o toplu zuhura göre, cüzler mesabesindedir.

Bu toplu zuhur, bir mekâna ve cihete bağlı olmadığından; şöyle demek yerinde olur:

"Şarka bağlı değildin garba bağlı değildir."(24/35) Devam ediyor:

"Onun yağı, (mumu) kendisine bir ateş dokunmasa dahi aydınlatır."(24/35)

Bu cümle, o mübarek ağacı övme babındadır. Ki, böyle bir sıfatla temsil edilmiş ve onun yağının safası açıklanmış; parlaklığı belirtilmiştir. Bu manadan ötürü de:

"Nur üstüne nur."(24/35)

Buyurulmuştur. Bunun açık manası şudur: Zücacenin hicabı, safasını ve aydınlatmasını o nurda daha da artırmıştır. Hüsnünü ve cemalini ziyadeieştirmiştır. Şunun için ki: Nurun ve kemal zuhurunun kat kat olması ile beraber, sıfat kemalâtı zat kemalâtı ile birleşmiş; sıfat hüsnü zat cemaline iktiran etmiştir.

Ayet-ı kerime devam ediyor:

"Allah, dilediğini nuruna hidayet eder."(24/35)

Evet, bu mana doğrudur. Bir başka ayet-i kerimede ise, bu mana şöyle anlatıldı:

"Allah bir kimseye nur yaratmamışsa, onun nuru yoktur."(24/40)

Arşa bağlanan bu toplu zuhur; müşahedelerin, muayenelerin, mükâşefelerin müntehasıdır. Tecelliyatın ve zuhuratın nihayetidir. Bu tecelliyat, ister zata bağlı olsun; isterse sıfata. Bundan sonra, muamele cehl üzerine takarrür eder. Nitekim, bu mananın bir parça beyanı yapılacaktır inşaallah.

Bu toplu zuhur, her ne kadar sıfata makrun ise de; o yerde sıfat zata hicap değildir. Sıfatın zata hicab olması, zıllıyet zuhurlarına mahsustur. Bu dahi, ilim mertebesindedir.

Aslın zuhuru, aynı makamınadır. Sıfatlar ise... ilimde zata hicab olur; aynde değil... Burada Zeyd'i misal olarak verelim, ilim mertebesinde taakkul edildiği zaman, ilimdeki zuhuru sıfatlarla olmaktadır. Meselâ: Uzun, kısa, alim, cahil, büyük, küçük, sair, kâtip sıfatları gibi. Bütün bu sıfatların onun için taakkulu zatına hicab olmaktadır. Bütün bu kayıtlar, onu tam teşhis etmeye yeterli değildir. Amma, Zeyd ilimden ayne çıktığı zaman, o sıfatların varlığı ile birlikte, müşahede edilir. Muamele dahi, zıllıyetten intikal edip asalet üzere takarrür eder. Zira, bütün ilmi suretler, mevcud olan Zeyd'in zillidir. Amma hariçte kendisi onun aslıdır. Bu durumda dahi, sıfatlar zatına hicab olamaz. Kendisi, bütün sıfatı toplayan maddeye gelip hissedilen bir şahıs olur. Yüce Mukaddes Hazret-i Zat için sıfatların mufarakatı da böyledir. Ki bunlar ancak, zılâl mertebelerinde ve misale dayalı tasavvurlarda olmaktadır. Amma, asla kavuşma müyesser olduğu zaman, sıfatlar zattan ayrılmamış bulunur; zatın şühudu dahi, sıfatların şühududan kopmadığı görülür.

Zat tecellisinden ayrı gördükleri sıfat tecellisi, tek başına isbat eyledikleri ef'al tecellisi ise... tamamen zılâl makamlarındadır. Amma, asla vasıl olduktan sonra, üç tecelliyi de tazammun eden tek tecelli kalır. Buna misal olarak, Zeyd'i ele alalım. Ki o müşahede edilmektedir ve onun zatını müşahede, sıfatını müşahededen kopmuş olarak değildir. Hatta onu müşahede eden kimse, şühudu anında kendisini alim fazıl olarak bulur. Onun bu ilmi ve fazlı, kendisini görmeye hicap değildir; keza o sıfatları kendisinden ayrılmış dahi değildir. Evet... şayet Zeyd, zilli suretlerle idrak edilip ta-akkkul edilir ise... o zaman, onun sıfatı, zatından ayrılır ve kendisine hicab olur. Ki bu mana daha önce de anlatıldı.

Bakmaz mısın ki: Ahirette görülen, sıfatları dahi toplamına alan zattır; sıfatlardan arınmış zat değildir. Şayet mücerred ise, onun itibarı yoktur. Zira, zatın sıfatlardan tecerrüdü asla olmaz; sıfatlar dahi zattan ayrılmış değildir. Tecerrüd, ancak şu itibara göre söylenir ki: Kâmil bir irfan sahibini, zatla taalluk istilâ eder ise... nazarından isimlerin ve sıfatların mülâhazası düşer... Onun müşahedesinde zat-ı ehadiyetten başka bir şey kalmaz. Durum böyle olunca, zatın sıfattan tereddüdü, ancak o irfan sahibinin nazarı itibarına göre olur; işin aslına ve dış itibara göre olmaz, inşaallah bu mananın tahkiki gelecektir.

Burada anlatılacak bir mana dahi şu ki: Bu cami olan zuhur, misale dayalı tasavvurların müntehasıdır. Bundan sonra, hasıl olacak kemal ise, misal aynasında tasavvur edilmesi mümkün olmayan cinstendir. Misalde tasavvur ancak şu iş için mümkün olur ki: Hariçte olanla onun bir benzerliği ve münasebeti ola... İsterse, bu benzerlik, yalnız isimde olsun. Amma o şey ki, hariçteki ile, şekillerden hiçbir şekilde benzerliği yoktur; onun misalde tasviri muhaldir. Kemalât-ı fevkaniye dahi bu kabildendir. Zira onun dahi, şekillerin hiçbir şekli ile benzeri yoktur ki: Misalde onun tasviri mümkün ola. İşte anlatılan bu mana icabı olarak: Bütün vakitlerde cehl, bu yerin levazımı arasındadır. Yine burada, idrak edemeyiş dahi, idrak alâmetidir. Bu dünya hayatında, her ne kadar, bu makamda cehalet ve bulamamaktan başka bir şey hasıl olmaz ise de; umulan odur ki: Ahirette bir kuvvet bir kalb hasıl ola. Hem de nurun şaşaasında yok olup gitmeyen... Hem de muamelenin hakikatından haberdar olarak. Bir şiir:

Sen size dil verip de dilberi gösterdin; Tilkiyi sofra diye arslana gösterdin.

***

Arşın üstündekilerin beyanı, seni şu vehme düşürmesin ki: Sübhan Hak, arşın fevkinde karar kılmış ve onun için orada sabit olan bir mekân ve cihet vardır. Allahu Taala, böyle bir manadan yana, tam bir büyüklüğe ve yüceliğe sahiptir. Bilhassa, mukaddes zatına lâyık olmayan şeylerden yana... Şu manadan ki: Zeyd'in aynada zuhuru, aynada onun karar kıldığını gerektirmez, isterse kusurlu olanlar, böyle bir tevehhüme düşmüş olsunlar. Misallerin ve vasıfların en yücesi Allah'ındır.

Görmez misin ki: Ahiret günü, mü'minler Yüce Hakkı cennette göreceklerdir. Halbuki, Yüce Allah'a nisbet cennet ve diğer yerler aynıdır. Hepsi de onun mahlukudur. Tur dağında vaki olan tecellide dahi haliyet ve mahalliyet şaibesi yoktur. Bu hususta netice söz şu ki: Bazı yerde, zuhur kabiliyeti vardır; lâkin bazı yerde bu kabiliyet yoktur. Bazı yerde, zuhur kabiliyeti vardır; lâkin bazı yerde bu kabiliyet yoktur. Aynaya bakmaz mısın ki; onda suretlerin zuhuru kabiliyeti var iken; hayvanların nalında bu kabiliyet yoktur. Halbuki her ikisi de demirden yapılmıştı. Bu durumda, değişik durum, zahir olanda değil; zuhur yerindedir. Bütün zuhur yerleri; ya kabiliyetlidir veya değildir. Zahir olan için bir şey değişmez; durum aynıdır.

Keza, külliyet ve cüz'iyet vehmi veren lâfızlar; onlardan anlaşılan haliyet ve mahalliyet zahir manasına göre değildir. Öyle bir manadan başkaya

alınmalıdır. Zira, öyle bir şey. Yüce Mukaddes Hakkın zatına lâyık değildir. Şayet öyle bir vehmi verecek ibareler kullanılmış ise... bu ancak, tabir meydanının darlığından ilen gelmektedir.

Bir şiir

Yücedir Allah, cüzden, külden;

Zarftan, mazruftan ve hululden.

***

insanın kalbi, alem-i sağirin arşı olduğuna ve alem-i kebirin de arşına benzediğine göre; oradaki tecelli de zıllıyet şaibesi olmadan meydana gelir. O tecelliden bir lem'a. anlatılan şaibe olmadan bu kalbin nasibi olmaktadır. Semaların ve yerin bu tecelliden nasibi var ise de; lâkin o tecelli, zıllardan bir zillin hicabında olmaktadır. Amma kalb böyle değildir. Zira o: Arş misali, zıllıyet şaibesinden müberradır. isterse, büyüklük ve küçüklük itibarına göre, zuhur başka olsun.

Bir mısra:

Aynaların boyuncadır, görünen cemali

Zıllıyet şaibesi olmadan meydana gelen tecelli, Arş-ı mecidden sonra; kâmil kimselerin kalb nasibidir. Başkalarına hası! olan ise... zıllıyettir.

***

Şu hususun da bilinmesi yerinde olur:

Arşa bağlı zuhur, her ne kadar zıllıyet şaibesinden beri ise de, lâkın sıfat, orada Yüce Mukaddes Zat ile imtizaç etmiştir. Şüun ve itibar dahi, zatta sabittir. Şüun ve itibarlar, her ne kadar o mertebede zata hicap olmazlar ise de; müşahede ve idrakte ortaklıkları vardır. Mahabbet ve alâkada paylaşma durumları vardır. Yüce Mukaddes olan mücerred ehadiyet mahabbetinin esirleri dahi, bir işin ve bir hükmün ortaklığına razı olmazlar.

Bir ayet-i kerime meali:

"Anlayınız, halis din Allah'ındır."(39/3)


imam rabbani hazretleri (k.s.)
Mektubat

12 Ocak 2010 Salı

Onun saygı hakkını terbiyenizle ödeyiniz!

Ey cemaat! Allah'ın kitabına saygı gösteriniz. Onun saygı hakkını terbiyenizle ödeyiniz. O, Hak’la aranızda bir vuslat vesilesidir. Onu mahlûk ve bir kul tarafından yazılmış görmeyiniz. Allah Teâlâ; “Bu benim kelâm sıfatımın tecellisidir.” buyururken siz başka isnatlara yeltenmeyin.

..

Ey cemaat! Kur'ân'ın nasihatlerini tutun. Bunu işinizle açığa vurun. O'nun karşısında mücadeleci olmayın. İman ve itikat kolaydır ve güç olmayan işlerdir. Çok da değildir, hemen yapılabilir. Yapılan işler bundan sonra gelir. Size en çok iman etmek düşer. Kalbinizle tasdik edin, dış varlığınızla iş görün. Size yararlı ne ise onu yapın. Kısa ve iptidaî görüşe sahip olanlardan uzak durun.

Geylani Hazretleri
(k.s.)
İlahi Armağan

11 Ocak 2010 Pazartesi

Var mı düşünüp öğüt alan?

Andolsun, biz onu (tufan olayını) bir ibret olarak bıraktık. Var mı düşünüp öğüt alan?

Kamer 15

Andolsun biz, Kur’anı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?

Kamer 17

Andolsun biz, Kur’anı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?

Kamer 22

Şüphesiz biz, onların üzerine tek bir korkunç ses gönderdik de, onlar, ağıldaki hayvanların çiğneyip ufaladıkları kuru çöpler gibi oldular.

Andolsun, biz Kur’anı, düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?

Kamer 31, 32

Andolsun, onlara sabahleyin erkenden kalıcı bir azap geldi.

“Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!” dedik.

Andolsun, biz Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?

Kamer 38,39,40

Andolsun, biz sizin gibileri hep helak ettik. Fakat var mı düşünüp öğüt alan?

KAmer 51

Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar cennetlerde, ırmak başlarındadırlar.

Muktedir bir hükümdarın katında, doğruluk meclisindedirler.

KAmer 54,55

kader-i müştereke

“ Yazıda bir kargayla bir leyleğin beraberce koşup uçmakta olduğunu gördüm. Hayret ettim, bakalım aralarında ki kader-i müştereke ait emare bulabilir miyim diye hallerini araştırmaya koyuldum. Hayretle yanlarına yaklaşınca gördüm ki ikisi de topal!” hele arşa mensup bir doğanla ferşin malı olan bir yarasa nasıl olur da beraber bulunur? Biri İlliyin’in güneşi öbürü Siccin’in yarasası.


Mesnevi
Mevlana Celaleddin Rumi(k.s.)

O ateşe düş!

O ateşe düş! Canda sevgiden bir ateş tutuşur, düşünceyi sözü, baştanbaşa yakıver! Musa, edep bilenler başka, canı ruhu yanmış aşıklar başka. Aşıklara her nefeste bir yanış var. Yıkık köyden haraç aşar alınmaz. Hatalı söz söylerse bile ona hatalı deme. Kana bulanıp şehit olursa yıkamaya kalkışma. Şehitlere kan, sudan yeğdir. Bu yanlış sözde yüzlerce doğrudan yeğ. Kabe’nin içinde kıbleden eser yoktur dalgıcın ayağında dolak olmazsa ne gam1 yürü, sarhoşlardan kılavuzluk arama. Elbisesi paramparça olana yamadan bahsetme. Aşk şeriatı, bütün dinlerden ayrıdır. Aşıkların şeriatı da Allah’tır, mezhebi de. Lalin, lal olduğunu ispat eden bir damgası olmasa da ne çıkar? Aşk gam denizinde gamlanmaz ki!

Mesnevi
Mevlana Celaleddin Rumi(k.s.)

10 Ocak 2010 Pazar

Sakınınız, sakınınız, kalb kırmaktan pek sakınınız!

Kalb, Allah’u teâlânın komşusudur...Mümin olsun, asi olsun, hiçbir insanın kalbini incitmemelidir.çünkü, asi olan komşuyu da korumak lazımdır.Sakınınız, sakınınız, kalb kırmaktan pek sakınınız!Allah’ü teâlâyı en ziyade inciten küfürden sonra, kalb kırmak gibi büyük günah yoktur.çünkü, Allah’ü teâlâya ulaşan şeylerin en yakın olanı kalbdir.


İmam Rabbani Hazretleri
(k.s.)

8 Ocak 2010 Cuma

arif olanlar

Allah'a arif olanlar, her işlerini Hak için yaparlar. Başlarında demir dövülse, ses etmeden vazifelerine devam ederler. Yerde gezer­ler. Yeryüzü her an değişir, başka şekle bürünür, ama onlar buna aldırış etmezler.

Hak ehli, yalnız Allah'ı bilir, başkasını görmez. Başkasının sözünü işitmez.

Onların kalbi vardır. Dilleri konuşmaz. Onlar kendilerini yok et­mişlerdir, başkaları da onlara göre yok gibidir. Bu hâlleri Allah'ın di­lediği zamana kadar uzar. Allah dilerse onların kalbini lisan yapar. Onlar köklerinden ayrılmış gibi şahlarına çekilirler. Rahmetle, şef­katle Hak varlığına ererler. Zaten onlar Hak içindir, başkasına ola­mazlar. Yalnız öz varlık için seçilmişlerdir. Musa Peygamber’in hâli de böyle idi. Hak Teâlâ ona şöyle hitap etti: “Seni varlığım için seçtim.” (Tâhâ, 20/41)

Allah, dilerse güçlüğü olmayan rahatlık verir. Gariplik bilmeyen ünsiyet verir. O'nun verdiği nimette yokluk yoktur. Öfkesiz ferahlık vardır. Acısız tatlı bulunur. Yokluğa varmayan mülk bulunur. Allah dilerse her şey olur. “İşte bu makamda (ve bu hâlde) nusret ve hâki­miyet hak olan Allah'ındır. O, sevapça da hayırlı, akıbetçe de hayır­lıdır.” (el-Kehf, 18/44)


Pir Abdulkadir Geylani (k.s.)
İlahi Armağan

7 Ocak 2010 Perşembe

iki kanatlı

Allah, bir halden bir hale döndürme esnasında her şeyi zıddıyla meydana çıkararak seni halden hale döndürür durur. Bu suretle de Eshabı Şimalden olmaktan korkar durur, erler gibi de Eshabı Yemi’nin lezzetini umarsın. Bir yandan korkuya, bir yandan ümide düştün mü iki kanadın olur. Bir kanatlı kuş katiyen uçamaz acizdir. Ya beni bırak, hiç söylemeyeyim, yahut da izin ver tamimiyle söyleyeyim.




Mesnevi
Mevlana Celaleddin Rumi(k.s.)

Ben senin tanene, tuzağına gark olmuştum;

Lokman’ın efendisi, kendisine yemek getirdiler mi, lokman’a adam gönderip çağırtır, Önce o yemeğe lokman el sunar, efendisi de ondan sonra yerdi. Bu suretle onun artığını afiyetle yer, bundan zevk alır, onun yemediğini ise dökerdi. Hatta yese bile gönülsüz, iştahsız yerdi. İşte asıl sonsuz dirlik, birlik budur.

Bir gün lokman’ın efendisine hediye olarak bir karpuz getirdiler. Hizmetçiye “ git, oğlum lokman’ı çağır” dedi Lokman gelince efendisi, karpuzu kesip ona bir dilim verdi. Lokman o dilimi bal gibi, şeker gibi yedi. Hem de öyle lezzetle yedi ki Lokman’ın efendisi, ikinci dilimi de kesip sundu. Böyle, böyle karpuzu tekmil yedi; Yalnız bir dilim kaldı. Efendisi “ Bunu da ben yiyeyim; bir bakayım, nasıl şey, herhalde tatlı bir karpuz” dedi

Çünkü lokman, öyle lezzetle,öyle zevkle,öyle iştahlı yiyordu ki görenlerin de iştahı geliyordu. Efendisi o dilimi yer yemez karpuzun acılığından ağzını bir ateştir sardı, dili uçukladı, boğazı yandı. Bir eyyam acılığından adete kendisini kaybetti. Sonra “ A benim canım efendim, Böyle bir zehri nasıl oldu da tatlı tatlı yedin, böyle bir kahrı nasıl oldu da lütuf saydın? Bu ne sabır? Neden böyle sabrettin? Sanki canına kastın var? Niye bir şey söylemedin, niye biraz sabret şimdi yiyemem demedin?” dedi.

Lokman dedi ki: “ Senin nimetler bağışlayan elinden o kadar rızıklandım ki utancımdan adeta iki kat olmuşumdur. Elinle sunduğun bir şeye ; ey marifet sahibi; bu acıdır demeğe utandım. Çünkü vücudumun bütün cüzüleri senin nimetlerinden meydana geldi. Ben senin tanene, tuzağına gark olmuştum;Bu kadarcık bir acıya dayanamaz, feryadedersem vücudumun bütün cüzüleri hak ile yeksan olsun!

Şekerler bağışlayan elinin lezzeti bu karpuzdaki acılığı hiç bırakır mı? Sevgiden bakırlar altın kesilir. Sevgiden tortulu, bulanık sular arı duru bir hale gelir, sevgiden dertler şifa bulur. Sevgiden ölü dirilir, sevgiden padişahlar kul olur. Bu sevgi de bilgi neticesidir. Saçma sapan şeylere kapılan kişi nasıl olur da böyle bir tahta oturur ki? Noksan bilgi nereden aşkı doğuracak? Noksan bilgi de bir aşk doğurur ama o aşk, cansız şeylerdir.

Mesnevi
Mevlana Celaleddin Rumi(k.s.)

kendinden, kendiliğin olmaksızın bir şey çal..

O aslan, o yiğit, istiyordu ki kimse sırrına ermesin. Sırrını kötülerden gizlemen şaşılacak bir şey değil; şaşılacak şey kendinden de saklaman,kendinden de gizlemendir. Fakat sen işini gözünden bile gizle de işine kötü göz değmesin. Kendini ücret tuzağına teslim et de sonra kendinden, kendiliğin olmaksızın bir şey çal. Yaralıya, vücudundan temreni çıkarabilmek için afyon verir, uyuturlar. Ölüm vaktinde de adama elem ve ıstıraplar verirler. O halde meşgulken canını alıverirler. Şu halde anlıyorsun ya, gönlünü herhangi bir düşünceye verdin mi, gizlice senden bir şey alacaklardır. Her ne düşünür. Her ne elde edersin hırsız, emin olduğun yerden gelip çalmaktadır. Binaenaleyh bari en iyi işe koyul da hırsız senden hiç olmazsa en bayağı, en aşağı bir şeyi alıp götürebilsin. Tacirin yükü suya düşerse ondan daha iyi bir kumaşa el atar. Senin de madem ki suya bir şeyin düşecek, mahvolacak. En aşağı şeyi terk et de daha iyisini bul.

Mesnevi
MEvlana Celaleddin Rumi(k.s.)

Müstağni.. Ganiy..

Cihad eden ancak kendisi için cihad etmiş olur. Şüphesiz Allah, âlemlerden müstağnidir.(O'nun hiçbir şeye ihtiyacı yoktur).

Ankebut, 6

Böyledir, çünkü onlara peygamberleri, açık deliller getirirlerdi, fakat onlar: "Bir insan mı bize yol gösterecek?" dediler ve yüz çevirdiler. Allah da muhtaç olmadığını gösterdi. Allah zengindir, övülmeye lâyıktır.

Teğabun suresi, 6

Ey insanlar, siz Allah'a (karşı fakir olan) muhtaçlarsınız; Allah ise, Ğaniy (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan)dır, Hamid (övülmeye layık)tır.

Fatır Suresi, 15

Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. Andolsun, Biz sizden önce kitap verilenlere ve sizlere: "Allah'tan korkup-sakının" diye tavsiye ettik. Eğer inkara saparsanız, şüphesiz, göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. Allah, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, hamd'e layık olandır.

Nisa Suresi, 131

Musa demişti ki: "Eğer siz ve yeryüzündekilerin tümü inkar edecek olsanız bile şüphesiz Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, övülmüştür."

İbrahim Suresi, 8

Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını görsünler; üstelik onlar kuvvet bakımından kendilerinden daha güçlüydüler. Göklerde ve yerde Allah'ı aciz bırakacak hiçbir şey yoktur. Şüphesiz O, bilendir, güç yetirendir.

Fatır Suresi, 44

Ama buna ihtiyaç hissetmeyene gelince,
Sen ona yöneliyorsun.
Onun temizlenmemesinden sana ne?

Abese, 5,6,7

Kim de cimrilik eder ve kendini hiçbir şeye ihtiyacı kalmamış görür.
Ve en güzeli de yalanlarsa,
Onu da en zor yola hazırlarız.

Leyl suresi, 8,9,10

Hayır! Doğrusu (kâfir) insan azgınlık eder.
Kendisinin muhtaç olmadığını zannettiği için.

Alak, 6,7

6 Ocak 2010 Çarşamba

Firavun’un karısı

Allah, iman edenlerle ilgili olarak da Firavun’un karısını örnek verdi. Hani, o şöyle demişti: “Ey Rabbim! Benim için katında, cennette bir barınak yap; beni, Firavun’dan, onun yapıp ettiğinden kurtar; beni zulme sapmış topluluktan da kurtar.”

TAHRİM 11

Ahzab 33/35

" Hem vakarınızla evlerinizde durun da önceki cahiliyet devrinde olduğu gibi süslenip çıkmayın. Namazı kılın, zekatı verin. Allah ve Resulü'ne itaat edin. Ey ehli beyt! Allah sizden kiri gidermek ve sizi tertemiz, pampak yapmak istiyor."

"Şüphe yok ki müslüman erkeklerle müslüman kadınlar, mümin erkeklerle mümin kadınlar, itaat eden erkeklerle itaat eden kadınlar, sadık erkeklerle sadık kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, mütevazi erkeklerle mütevazi kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkeklerle ırzlarını koruyan kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkeklerle Allah'ı çok zikreden kadınlar var ya, işte onlar için Allah bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır."

Ahzab 33/35

5 Ocak 2010 Salı

Kendi kızgınlığını kır, oku kırma../Burhan-ı Muhakkık gibi nur ol.

Atı at bilir, at, atın eşitidir.Binicinin ahvalini de binici bilir. Duygu gözü at'tır, binici Hak nuru. Binici olmadıkça at, zaten işe yaramaz ki. Şu halde ata terbiye ver, kötü huyunu terk ettir. Yoksa padişah onu kabul etmez. Atın gözüne yol gösteren, padişahın gözüdür. Padişahın gözü olmadıkça at, bir şey göremez. Atların gözleri, ottan, otlaktan başka bir yerde değildir. Onları buralardan başka nereye çağırsan “ gelmem, niye geleyim” derler.

Allah nuru, duygu nuruna binmiştir de ondan sonra can, Allah'a rağbet etmiştir. Binici olmayan at yol gitmeyi ne bilir? Doğru ve ana caddeyi bilmek için padişah lazım. Nuru, binici olan duyguya doğrul. O nur, duyguya ne güzel bir sahiptir. His nurunu benzeyen, Allah nurudur. Bu suretle “Nur üstüne nur” ayetinin manası zuhur eder.

His nuru adamı yere çeker, Hak nuru Kevser ırmağına götürür. Çünkü duygularla idrak edilen alem, çok aşağılık bir alemdir. Allah nuru bir denizdir, duygu ise bir çiğ tanesi gibi. Fakat duyguya binmiş olan meydan da değildir, iyi eserlerinden, güzel sözlerinden başka bir şey görünmez. Duyguya mensup olan nur bile, kesif ve cismani olmakla beraber gözlerin karasında gizlidir.

Öfkenden sen duygu nurunu bile görmüyorsun, dine mensup nuru nasıl görürsün? Duygu nuru, bu kadar kesafetiyle beraber gizli olursa ap-arı olan bir ışık nasıl olur da gizli olmaz? Bu cihan, gayp rüzgarının elinde bir saman çöpüne benzer,tamamıyla acizdir. Gayp aleminin dileği,

Onu gah yüceltir, gah alçaltır. Gah doğrultur, gah kırar. Gah sağa götürür, gah sola gah gül bahçesi haline kor, gah diken haline. El gizlidir, yazı yazan kalemi gör. At oynayıp seyirtmekte, binici meydan da değil. Fırlayıp giden oka bak, yay gizli. Canlar meydan da canların canı görünmüyor. Oku kırma. O padişah okudur. Yaydan çıkan ok değildir, her şeyi bilenin şastından atılmıştır.

Hak, “ Ma remeyte iz remeyte” dedi. Allahın işi, bütün işlere örnektir misaldir. Kendi kızgınlığını kır, oku kırma. Senin kızgın gözün sana sütü kan gösterir. O kanlara bulanmış, senin kanınla ıslanmış oku alıp öp de padişaha götür. Meydanda olan acizdir, bağlanmıştır, zebundur. Görünmiyense pek kuvvetti ve galip.

Biz avlardan ibaretsiz, kimin böyle bir tuzağı var? Çevganın önünde toplardan başka bir şey değiliz, çevganı idare eden nerde? Yırtıyor, dikiyor, nerde bu terzi? Üflüyor, yakıyor, nerde bu ateşi yakan? Bir an içinde sıddıkı kafir eder, bir an içinde zındıkı zahit. Onun içindir ki ihlas sahibi, varlığından tamamıyla halas olmadıkça tuzağa düşmek tehlikesindedir. Çünkü yoldadır, yol kesicilerse sayısız.

Ancak Allah amanında olan kurtulur. Aynası tamamıyla arınmayan, henüz ihlas sahibidir. Kuş tutmayan henüz avla meşguldür. Fakat ihlas sahibini Allah ihlas makamına ulaştırırsa ihlas sahibi kurtulur, emniyet makamına varır. Hiçbir ayna yoktur ki ayna olduktan sonra tekrar demir haline gelsin. Hiçbir ekmek yoktur ki tekrar harmandaki buğday şekline dönsün.

Hiçbir üzüm tekrar dönüp koruk olmaz. Hiçbir olmuş meyve tekrar turfanda haline gelmez. Piş, ol da bozulmadan kurtul. Yürü, Burhan-ı Muhakkık gibi nur ol.

Mevlana Celaleddin Rumi(k.s.)
Mesnevi

Vehim

Vehmin tasallutuna uğrayan adamın durumu, iki yüksek duvarın üstüne bir karış enindeki tahtayı koyup bir duvardan diğerine geçmek isteyen şahsın haline benzer.
Bu adam iki duvar arasına koyduğu tahtanın üstüne çıktığında altına bakar ki çok yüksekte olduğunu anlar. Ve hep hayâlinde şimdi düşerim diyerek hayâl kurar...
Artık öyle bir hâle giriftar olur ki o yükseklikten yere çarpı verir. Halbuki bu adam daha önceleri bir parmak kalınlığındaki bir nesnenin üstünde o yüksekliklerde yürürdü. Ve onun düşmesi vakî değildi. Vehim, olmamış bir şeyi olmuş gibi kabullenmektir. Bu adam mevhum düşmeyi hayâline sokup sonunda gerçekleştirdi.

Müridlere araz olan hallerde bu bölümdendir.

Muhyiddin İbn Arabi Hazretleri (k.s.)

Ey Oğul!

Ey Oğul!.
Yaptığın amellerde ki kasdın nereyedir? Sen Hakkın nezdinde takdim ettiklerinden başkasını bulamazsın. Halbuki sen bütün menzilleri bildin. Ya tam bir kul veya noksan bir kul. İşte bu tilâveti güzelce tefekkür et. Hayatının bütün safhalarında o tilâveti kendi nefsine uygula!.
Billahi, Lillâhî, Mallâhi, Fillahi, İlâllâhi ve Anillâhî hareket et. Hep
tâyin edilen bu sınır üzere ol!
Bütün hareketlerinde Billahi, Lillâhî, Mallâhi, Fillâhî, İlâllâhi ve
Aniliâhî olmaya gayret göster!
Şimdi bu kelimelerin mânâlarını izah edelim ki Murid kendi nefsini
hangi mertebede olduğunu gözetebilirsin.
Billâhî; Hakkın kulun yaptığı bütün işleri üstlenmesi,
Lillâhî; kulun işlediği herşeyi yalnız Allah için yapması,
Mallâhî; müşâhade ve murakabe de hep Allah ile olduğunun
şuurunda olmak,
Fillâhî; Allah'ın sanat eserlerini tefekkür etmek,
İllallah!; yalnız Allah'a yönelmek ve Onu kasd etmek,
Anillâhî; sadece Allah'a karşı mükellef bulunmak.
işte Ey Oğul!.. Hakk'ça okuman böyle olmalı.
«(Zira O) gizliyi de gizlinin daha gizlisini de bilir.» (Tahâ Sûresi,
Âyet:7)
Onun razı olmadığı bir ameli sende müşâhâde etmesin.
Ey Oğul!. Senin fiilini de, âlemde olup biten herşeyi icâd eden faili
hakîki 'O'dur. Böyle olmasına rağmen, Hakka karşı hep edebini takın
ve hazret-i ilâhinin iktiza ettiği tâ'zîm ve saygıda kusur etmemeye
gayret sarf et.
Bil ki; Ey Oğul!.
İnsanların işledikleri fiillerin tamamını Allah Subhânehû yarattı. O fiilleri Mahmud ve Mazmum olmak üzere ikiye ayrıdı. Mahmud ilâhî övgüye mazhar olan fiillerdir. Mazmum da ilâhî yermeye müstehâk olan fiillerdir. Öyle ise bulunduğun an içinde işlemekte olduğun amellere bak, eğer o amel mazmum ise, bil ki sen o anda gazaba uğramışlardansın. Ve Allah'a yönelerek nasuh tövbe et. Eğer işlemek arzusunda olduğun amel Mahmud ise, bil ki sen Mahbub'sun ve buna şükürle mukabelede bulun.
Ey Oğul!.
Hakkın razı olmadığı bir amel işlemek işlediğinde kendi nefsine zem etmek ve taksirlikte bulunmakla sorgula. Zira sen böyle davranmakla Hakk tarafından mükâfatlandırılırsın. Bilâkis bu davranış Tevhidin de hakikâtidir. Zira edebli olmayı gerektirmeyen Tevhîd Tevhîd değildir. Eğer kusurların senden türediğini görmezsen, o kusurlardan dolayı nefsini yadırgamazsan ve işlemiş olduğun o
kötülüklerden pişman olmazsan senin tevben sahih değildir. Tevbe etmediğin
zaman da sen Mahbub olamazsın. Ve bu hakikâtlerden de dünyada ne de âhırette sana hiçbir fâide vermez.
Ey Oğul!.
Okumakla tâbir ettiğimiz fiilîn Billâhî Mertebesiyle sudur ederse, sen Mahv sahibi müşahade edicisin. Fiilin Ma'llâhi Mertebesiyle zahîr olursa sen hâl sahîbi muridsin. Fiilin Fillâhî mertebesiyle mevcûd olursa, sen İsbât sahibisin. Fiilin İllâllahi Mertebesiyle vaki olursa, Himmet sahibi Arifsin.
Bu makamları Allah Subhânehû bize ve sizlere müyesser kılsın.
Hepimizi bütün afatlardan muhafaza eylesin. AMİN.

Muhyiddin İbn Arabi Hazretleri(k.s.)

Cins oluş, sade şekil ve zat bakımından değildir.

Padişahın cinsinden değilim, haşa bunu iddia etmiyorum. Fakat onun tecellisiyle, onun nuruna sahibim. Cins oluş, sade şekil ve zat bakımından değildir. Su, nebatta toprağın cinsinden sayılır. Rüzgar, ateşi yaktığı, yanmasına yardım ettiği için rüzgarın cinsi demektir. Nihayet şarap,tabiata neşe verdiğinden onun cinsidir. Cinsimiz, padişah cinsinden olmadığı için varlığımız onun varlığına büründü, yok oldu.

Varlığımız kalmayınca da tek olarak onun varlığı kaldı. Ben onun atının ayağı önünde toz gibiyim, toz gibi! Can da, canın nişaneleri de toprak oldu. Toprakta onun ayak izi var.” Bu izi bulmak için ayağı altında toprak ol ki başı dik kişilerin tacı olasın. Sizi şeklimin aldatmaması için sözümü dinlemeden şarabımı için, mezemi yiyin. Nice kişiler var ki suret, onların yolarını kesti. Surette kastettiler, Allah’a çattılar.

Bu can da, bedenle birleşmiştir ya. Fakat hiç can bedene benzer mi? Göz nuru iç yağıyla eş olmuştur, gönül nuru bir katre kanda gizli. Neşe ciğerin kızılındandır, gam karasında, akıl bir mum gibi beynim içinde. Bu alakadar keyfiyetsiz bir tarzdadır. Akıllar, bu keyfiyetsizliği bilmede acizdir. Külli can, cüzi cana alakalandı; can ondan bir inci alıp boynuna koydu. Meryem nasıl gönüller alan Mesih’e gebe kaldıysa can da onun gibi koynuna aldığı o inciden gebe kaldı.

Mevlana Celaleddin Rumi Hazretleri
(k.s.)
Mesnevi

3 Ocak 2010 Pazar

Allahı candan gönülden istiyorsan....

Allahı candan gönülden istiyorsan varlıktan yokluğa dön. Bu yokluk, gelir yeridir; ondan kaçınma. Bu varlık da çok olsun az olsun, gider yeridir! Allah sanatının tezgah evi, mademki yokluktur... O halde tezgah evinin dışında ne varsa değersizdir. Ey Hilim sahibi Allah; bize, duyanın insafa gelip kabul edeceği ince sözler hatırlat. Dua da senden, icabet de. Emniyet de senden korku da.

Yanlış söylediysek düzelt. Ey söz sultanı,düzeltme de senden. Öyle bir kimyan var ki onu değiştirebilir, kan ırmağıysa Nil haline getirirsin. Bu çeşit tebdil edişler, senin işin, bu türlü iksirler senin sırlarındır. Suyu toprağı birbirine kattın; sudan topraktan adem teninin suretini düzdün.

Sonra onu karıya,dayıya,amcaya,binlerce düşünceye, neşeye ve gama kattın. Daha sonra da bazılarına hürlük verdin; bu gamdan, bu neşeden kurtardın: Kendisinden, soyundan halas etti, her güzeli, gözüne çirkin gösterdin. Böyle adam, his alemine mensup ne varsa reddeder, görünmeyene dayanır.

Aşkı meydandadır da maşuku gizli. Zahiri sevgili de, cihanda o gizli maşukun bir imtihanından ibaret. Bunu bırak, surette olan aşklar mutlaka surete ve güzel kadına değildir. İster bu cihanın aşkı olsun ister o cihanın aşkı . Hakiki maşukta suret yoktur. Hakikaten surete aşıksan sevgili ölünce onu niye terk ediyorsun?

Sureti yine yerinde, bu terk ediş neden? Aşık iyice ara, maşukun kim? Sevgili hisle idrak edilseydi her hisle idrak edilene aşık olurdum. Vefa, aşkı artıyorsa,suret nasıl olur da vefayı değiştirir? Güneşin ziyası duvara vurdu, duvar kendinden olmayan bir parlaklık, bir ziya elde etti.

Ey temiz ve saf kişi neden bir kerpice gönül veriyorsun? Ebedi olan bir aslı iste. Ey kendi aklına aşık olan ve kendisine surette tapanlardan üstün gören! Hissine hakim olan, akıl ziyasıdır. Bunu, bakırının üstündeki altın bil. İnsanlardaki güzellik, altın yaldızdır. Öyle olmasaydı nasıl olurdu da sevgilin kart bir eşek haline gelirdi? Melek gibiyken Şeytana döndü ya.

Elbette çünkü o güzellik ona ariyetti. O güzelliği yavaş ,yavaş alıyor, taze fidan gitgide kuruyor. Var, “Yaşattıkça kuvvetlerini azaltır” ayetini oku da gönül iste, kemiğe gönül verme. Çünkü o gönül güzelliği, baki güzelliktir. O güzellik devleti, Abıhayata sakidir. Esasen abıhayat da kendisidir, saki de kendisi, sarhoş da.

Tılsımın bozuldu mu üçü birleşir. Fakat bu birliği kıyas yoluyla bilemezsin. Kulluk et ey kendini bilmez, saçma sapan söylenme. Senin mana sandığın surettir, eğretidir. Sen kendince övünüp seviniyorsun! Mana odur ki seni senden alır; suretten müstağni kalır. Seni kör ve sağır eden, insanı, surete bir kat daha aşık eyleyen, mana olamaz. Köre nasip olan, ancak gam arttıran hayallerdir.

Gözün nasibi bu fani hayallerden ibarettir. Körler, Kuran’ın harflerini ezberlemişlerdir. Eşeği görmezler de semeri dövüp dururlar! Gözün açıksa kaçan eşeği gör; ey puta tapan, niceye dek semercilik?! Eşeğin oldukça semer de mutlaka az çok gelir. Eşeğin sırtı hem dükkandır, hem mal, hem mal kazanılacak yer. Kalbinin incisi, yüzlerce kalbe sermayedir. Ey boşboğaz, eşeğe çıplak bin. Peygamber, çıplak binmedi mi?

Mevlana Celaleddin Rumi(k.s.)
Mesnevi

2 Ocak 2010 Cumartesi

ASR Süresi

"Asr" kelimesini "sIkma" anlamina gelen asere/ya`siru fiilinin masdari olarak ele almak mümkündür.Buna göre söyle bir anlam kastedilmis olur: Yüce Allah`in arinip tertemiz oluncaya kadar insani, bela cehd ve riyazetle sikmasina yemin ederim ki, hic kuskusuz, kabugun yaninda kalan, beseriyet perdesinin gerisinde bekleyen insan, hüsrandadir.ilim ve amelle arinan, kabugun gitmesinden sonra geride kalan safligin ayrilmaz özelligi olan yakini inanctan ibaret sabit ve degismez Hakk`i tavsiye eden kimseler müstesnadir. Ntekim Rasulullah (s.a.v.) söyle buyurmustur: "Bela önce Nebilere, sonra velilere, sonra onlari izleyen kimselere havale edilmistir." Bir baska hadistede söyle buyurmustur: "Bela Allah´in kirbaclarindan biridir ki, kullarini onunla kendsine dogru sevk eder."


TEViLAT
Muhyiddin ibn Arabi (k.s.)

Amin!

Ey açan, yayan, genişlik veren Bâsit olan, Ey sürekli aşama (feth) kapıları açan, tüm kapanıklıkları geçiren, Fettâh olan! Elem neşrahleke sadrak / biz senin göğsünü açmadık mı? âyetinin sırrıyla letafet ve bağışıyla müjdelerinin işaretiyle Rabbişrah lî sadrîy ve yessirlîy emrî / Rabbim! Göğsümü aç ve işimi kolaylaştır.” âyetinin sırrıyla, bereketiyle, benim de lütfen kalbime, (bilincime) genişlik, açıklık, nûr ikrâm eyle.
Yevmeizin yefrahul mü’minûne bi nasrîllâh / üzerime o gün müminler Allah’ın yardımı sayesinde sevinirler.. âyetinin sırrıyla, müjdeleriyle, sevindirdiğin, yardım ettiğin ve galip getirerek, feraha kavuşturduğun mü’min kulların gibi lütfen bizi de müjdele, sevindir, galip eyle, feraha çıkar.

Amin..


Muhyiddin ibn Arabi Hazretleri
(k.s.)

1 Ocak 2010 Cuma

Allah(c.c.), sonra yine Allah(c.c.)

Sabırlı ol,sabırlı… Allah’ın (CC) rızasını gözet, rızasını… Kalbini muhafaza et, kalbini… Huzur içinde yaşa,huzur içinde… Şahsiyetini elde tut,elde… Sessiz olmaya çalış, sessiz… Daima yerinde konuşmaya alış, uygunsuz şeylerden çekin. Kurtuluş yollarını ara… Uçurumlardan sakın. Ruhî ve derunî kuvvetler önünde başını eğ; kalb alemine dal… Utan… Utan… Allah (CC)… Allah(CC)… Allah (CC)… Sonra yine Allah (CC)… Taa, iş sonuna varıncaya kadar böyle…


Abdulkadir Geylani Hazretleri
(k.s.)
Fethurrabbani