30 Temmuz 2010 Cuma

göz

Başkalarında ayıp görmediğin için sana verilen o göz, gözlerin de gözüdür. Hiçbir şey ona gizli kalmaz.

Hz. Mevlâna Celaladdin Rumi Efendimiz( K.s )

Can ara! Can bul!

Sen parlak, ay yüzlü birisini görünce ona canım diyorsun. Halbuki o gölge bir varlıktır. Gezip dolaştığı, yeyip içtiği için canlı sanılan renkli bir leştır. Renkli bir leşe canım denir mi? Can nerede; renk nerede? Sen o leşi bırak da can ara! Can bul!

Mevlana Celaleddin Rumi Efendimiz(r.a.)

varlıktan vaz geç!

Bütün korku, varlıktan gelir; aklını başına al da, varlıktan vaz geç! Bütün ürküntü, kırılma, hor görülme, ezilme düşüncesinden ileri gelir; kırıl, dökül, ezil de, huzura kavuş! İlkbahar gibi ol da, bağlara bahçeler gezmeye çıkan güzeller sana gelsinler, sende eğlensinler! Çünkü bu güzeller, kışın soğukluğundan kaçarlar! İlkbahar olamıyorsan, bari yaz ol; sıcaklara dal, ateşler içinde kal! Çünkü o güzellik, o işve olmayınca insan, pek çirkin, pek değersiz görünür!

Mevlana Celaleddin Rumi Efendimz(r.a.)

29 Temmuz 2010 Perşembe

Efendimiz S.a.v.

"Ve Muhammed de ancak bir peygamberdir. Ondan evvel de peygamberler gelip geçmiştir. Eğer o ölse veya öldürülse siz gerisin geriye mi dönüvereceksiniz? Ve her kim gerisin geriye dönerse elbette Allah Teâlâ'ya hiç bir zarar vermiş olamaz. Ve Allah Teâlâ şükredenlere mükâfaat verecektir."

Ali İmran 144

"Muhammed Allah'ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kafirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükuya varırken, secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır. İncil'deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kafirleri öfkelendirir. Allah onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükafat vadetmiştir. "

Fetih 29

"Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz Ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir."

tevbe 128

Başladığın işe dair bilgini derinleştir, bitir

Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurdu: “Başladığın işe dair bilgini derinleştir, bitir. Başka işlere sonra...”


s.a.v.

“Bana ne iş kaldı?” derler

Her şeye Hak'la sabret. O'ndan bir şey istediğinde acelece olma­sını dileme. O bir şeyi geç verince, cimrilikle ithama kalkma. Ve töhmet etme. O sizi sizden daha iyi düşünür. Sen kendini O'nun dü­şündüğü kadar düşünmezsin. Bazı büyükler, Hak Teâlâ'nın kuvve­tini, kudretini kendi özlerinde sezip anladıktan sonra: “Bana ne iş kaldı?” derler.

Yâni: “Bütün tasarruf O'nun; beni benden iyi düşünüyor. Bana ne güç kalıyor, ne kuvvet.” demek isterler.

Size düşen, Hakk'a uyar olmaktır. O size yarayanı sizden daha iyi bilir. O, içinde iyilik bulunanı size bildirmez, ama kendisi bilir. Hak Teâlâ bu hâli anlatmak için şöyle buyurur: “Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (el-Bakara, 2/216)

Abdulkadir Geylani Efendimiz(r.a.)

sıkıntı veren dünya işlerini bırakınız

"Kötü hâllerini ıslâh et, iyi olmaya bak. Özünden ve sözünden dedikoduyu at. Bunu Peygamberimiz emreder ve şöyle der: “Gücünüzün yettiği kadar, sıkıntı veren dünya işlerini bırakınız.”s.a.v.
...

Dünyanın içinden çıkıl­maz sıkıntılı işlerinden kurtulmaya bak. Allah'tan bunu iste. Dünya­nın verdiği kisveyi çıkar ve hemen kaç. Nefse ait libası da çıkar. Hakk'ın kapısına yürü. En güç iş, nefsin elinden kurtulmaktır; on­dan kurtulunca, siva -Hakk'ın zâtından gayri- da kendiliğinden silinir. Bu hâl, sivayı nefsin özü olarak anlarsan olur. Böyle ise nefsi bırakınca Rabb’ini oracıkta bulursun. Orada, hemen nefsini O'na tes­lim et. O'na teslim olunca selâmeti bulursun."

Abdulkadir Geylani Efendimiz(r.a)

Allah'ım rahmet elini bizden çekme

"Allah'ım rahmet elini bizden çekme; dünya denizi bizi boğar. Mevhum varlığımız bizi yere serer. Ey keremi bol, reyinde isabetli ve geçmiş hükümlerin sahibi, bize yetiş."


Abdulkadir Geylani Efendimiz(r.a.)

28 Temmuz 2010 Çarşamba

[Enam-122]

Hem bir adam ölü iken biz onu diriltmişiz ve kendisine bir nur vermişiz, insanlar içinde onunla yürüyor, hiç o bittemsil zulmetler içinde kalmış ve ondan bir türlü çıkamıyacak bir halde bulunan kimse gibi olurmu? Fakat kâfirlere ameller öyle yaldızlı gösterilmektedir.


[Enam-122]

Allâh'a yemîn ederim ki sizler için fakirlikten korkmuyorum.

"... Allâh'a yemîn ederim ki sizler için fakirlikten korkmuyorum. Fakat ben, sizden öncekilerin önüne serildiği gibi dünyânın sizin de önünüze serilip onların dünyâ için yarıştıkları gibi sizin de yarışa girmenizden, dünyânın onları helâk ettiği gibi sizi de helâk etmesinden korkuyorum."

s.a.v.

22 Temmuz 2010 Perşembe

ama “Allah Rabbimdir” de

-“Rabbim Allah’tır” deme, düşmanlarına senin aleyhine fırsat vermiş olursun; ama “Allah Rabbimdir” de; Allah ismi düşmanlarını kahreder, senin aleyhine bir imkan bulamazlar.


Muhyiddin ibn Arabi Hazretleri(r.a.)

Hakkı unuttuğun zaman

-Hakkı unuttuğun zaman, sana onu kimin unutturduğuna bak; eğer hakkı sana unutturan şey, onun sana emrettiği bir şeyse, bil ki hak seninle beraberdir ve sen de onun emriyle berabersin, onunla değil. Eğer hakkı sana unutturan şey, onun nehyettiği bir şeyse, ne sen onunla berabersin, ne de O seninle beraberdir.


Muhyiddin Ibn Arabi Hazretleri (r.a.)

basiretler makami

"-Salat ve selam basiretler makamından davet eden Hz. Muhammed’in ve önceki ve sonraki ehlibeytinin üzerine olsun."

Muhyiddin Arabi Hazretleri(r.a)

21 Temmuz 2010 Çarşamba

bazen bu tarafa çeker,bazen de o tarafa çeker

O, seni bazen yaratılışına, kötü tabiatına bırakır, seni gümüş, altın, kadın sevdasına düşürür. Bazen de canına Hz. Mustafa'yı hayal etmenin nürunu verir de içini aydınlatır.

Seni bazen bu tarafa çeker, iyi adamlara katar, bazen de o tarafa çeker, seni kötülere ulaştırır. Kurtuluş gemisini korkunç dalgalarla hırpalar, onu kırar, parçalar.

Ey zavallı insan, bu düşüşlerden, bu hallerden sakın ye'se kapılma; gizli gizli o kadar çok dua et, geceleri, o kadar çok ağla, inle ki; sonunda yedi kat gökten kulağına kurtuluş sesleri gelsin.

Mevlana Celaleddin Rumi Hazretleri

19 Temmuz 2010 Pazartesi

ümitsizliğe kapılma

Ömrüm geldi, geçti de sevgiliye kavuşamadım diye ümitsizliğe kapılma, o vakitli, vakitsiz, ansızın gelebilir, her şey seher vaktinde gelmez.
Bekle, gözetle, sabret! Zamanlı zamansız, ansızın değerli bir sürme gibi o azîz varlık, o eşsiz varlık gözümüze gelir.

Mevlana hazretlerimiz (r.a.)

17 Temmuz 2010 Cumartesi

Allah kişi ile onun kalbi arasına girer

24- Ey inananlar! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resulüne uyun. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız.
25- Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz. Biliniz ki, Allah’ın azabı şiddetlidir.(enfal suresi)

“Ey inananlar!” gaybi imanla inananlar! “…uyun…” tezkiye ve arınma ile icabet edin. “Sizi çağırdığı zaman…” kalplerinizi diriltecek hakiki ilme çağırdığı zaman bu çağrıya uyun. Yahut hakiki imanla inanın, size onunla hayat vermek için süluka çağırdığı zaman Allah’a ve Allah’ta süluk çağrısına icabet edin.
Bu anlam, Allah’a icabet etme ile Resule icabet etme aynı olduğu zaman geçerlidir. Fakat Allah’a icabet etme ayrı, Resule icabet etme de ayrı olduğu zaman şöyle bir anlam ortaya çıkar: Batın ve kalbi amellerle Allah’a icabet edin. Zahir ve nefsi amellerle Resule icabet edin. Veya cemde fena bulmakla Allah’a ve tafsil haklarını gözetmekle de Resule itaat edin, Allah’ta Allah ile beka bulmak şeklinde size hayat veren şeyde istikamet üzere olmaya çağırdığı zaman. Bütün bunlar istidadın zevalinden öncedir. Çünkü Allah, istidadını ortadan kaldırmak ve pasın irtikap edilmesiyle perdenin meydana gelmesi suretiyle kişi ile kalbi arasına girer. O halde fırsatı değerlendirin, çağrıya icabet etmeyi geciktirmeyin. Çünkü “siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız.” Sıfatından ve zatından, silinmeniz ve fena bulmanız oranında karşılık verecektir. “…bir fitneden sakının…” bir şirkten ve perdeden sakının ki “içinizden sadece…erişmekle kalmaz.” bu fitne sadece “zulmedenlere erişmez.” İstidadı ait olmadığı yerlerde kullanarak izale etmesi ya da eksiltmesi ve onu Hakk’ın dışında kullanması nedeniyle “sadece” zalimlere, zulüm niteliğiyle belirginleşenlere isabet etmez.
“…Erişmekle kalmaz” şeklindeki olumsuz ifadenin anlamı şudur: İsabet ederse, sadece onlara isabet eder… “Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez.” (Enam, 164) ayetinde olduğu gibi. Şöyle bir anlamın kastedilmiş olması da ihtimal dahilindedir: Bu fitne sadece onlara isabet etmekle kalmaz, bilakis onlarla birlikte, onlara arkadaşlık etme uğursuzluğuna kapılanları, onlara karışmakla rezilliklerinden etkilenenleri de kaplar. Şu ayette vurgulandığı gibi: “İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu.” (Rum, 41) “Biliniz ki, Allah’ın azabı şiddetlidir.” Kalplerin kazandıkları zülmani/karanlık heyetleri onlara musallat etmekle, onları bu heyetlerle perdelemekle ve bunlarla cezalandırmakla azap verir.

Muhyiddin ibn Arabi Hazretleri(r.a.)
Tevilat

hikmet

Emirülmüminin Ali (r.a) şöyle buyurmuştur: “Nifak ehlinden de olsa hikmeti al. Çünkü hikmet, müminin göğsüne girmek suretiyle asıl sahibine kavuşup sükunet buluncaya kadar münafık’ın kalbinde deprenip durur.”

16 Temmuz 2010 Cuma

Alacağınızı kalp ve sır eli ile alınız.

Bir şeyi alırken şahsî isteğinize uya­rak almayınız. Nefis tarafından verilen hiç bir şeyi alma.

Alacağınızı kalp ve sır eli ile alınız. Halkın elinden bir şey almayınız, Yaratan'dan görerek alınız.

Peygamber’e itaat üzere olunuz, emrini yerine getiriniz. Yasak­larını yapmayınız ve her sözünü kabul ediniz. Hak Teâlâ bu mâna­da şöyle buyurdu: “Peygamber’in size -yapılması için- getirdiği şeyleri alınız; yasak ettiğini de bırakınız.” (el-Haşr, 59/7)

Allah Teâlâ'nın emri yapılacağı zaman, kendinizi şiddetle ona veriniz. Herhangi bir yasak iş yapılacağı zaman, hasta gibi olunuz. Kaza ve kaderin hükmü icra edileceği anda yokluğa karışınız. Hep beraber halkla iyi geçinmeye bakınız. Hak Teâlâ'nın ezelî ilminin sizin için bir hüküm vermemiş olduğu şeyi istemeye yeltenmeyiniz. Gerek sizin, gerekse başkasının hakkında verdiği hükme sessizlikle boyun eğiniz. Olacak şeylerin önüne geçmek kabil olmadığı gibi ol­mayacak işi de yapmak mümkün değildir. Her şey evvelden yazılmıştır. Bu durumu Peygamber (s.a.v) Efendimiz şu hadîs-i şerifi ile anlatır: “Hak Teâlâ kalemi yarattı, yaz dedi. Ne yazayım, deyince kıyamete kadar kullara hükmümü yaz buyurdu.”

Abdulkadir Geylani Efendimiz(r.a.)

Özlenmiş olanlara kıyamet çoktan kopmuş ve huzura durulmuştur.

Kıyametin olması ve hesaba durulması, umumî mâna taşır. Özlenmiş olanlara kıyamet çoktan kopmuş ve huzura durulmuştur. On­lar yalnız azar işitir, hataları yüzlerine ya vurulur, ya vurulmaz. Onlar dünyada iken nefislerine boru çalıp kıyameti kopardılar. Dö­vülmeden önce ağladılar. Bu ağlama onlara yaradı. Sopa zamanı bu ağlama, onları sopadan kurtarır; çünkü sopalık iş etmediler.

Abdulkadir Geylani Efendimiz(r.a.)

Hakk'ın emri ise nefse ait isteğin aksi.

Bayezid-i Bistamî çok güzel anlatır: “Rabb’imi rüyamda gördüm, ‘Ey Yaratıcı Hûda, Sana yol ne­reden gider?’ dedim. Şu cevabı aldım: ‘Nefsini bırak gel.’ Yılanın kılıfından sıyrıldığı gibi nefsimi bir yana ittim. Her ha­kikati olduğu gibi gördüm. Anladım ki, nefsin ötesi Hak... Hakk'ın emri ise nefse ait isteğin aksi.”


Abdulkadir Geylani Efendimiz(r.a.)

Aminn

"Allah'ım, belasız olarak bize yakınlığını ver. Kaza ve kaderin hükmü anında, bize lutfeyle. Şerli kişiler ezmek isterken bize yetiş. Kötü kimseler, bizi yıkmaya gelirken yardım eyle. Nasıl istersen ve ne zaman dilersen bizi esirge. Din işlerinde yaptığımız hatalar için bizi affeyle. Dünya ve âhiret işlerinde bize afiyet ihsan eyle. İyi işle­ri başarmayı istiyoruz. Bütün işlerde bize ihlâsı nasib eyle."
Amin

"Allah'ım, bizi Sana çevir. Kapında sebatı nasip eyle! Bize, Sen­de, Seninle ve Senin için olmayı nasip eyle. Sana hizmette razı ol­mayı bize bahşeyle. Vermemiz ve almamız Senin için olsun. Zâtın’dan gayri her şeyden içimizi temizle. Yasak ettiğin işleri bize göster­me, yapılması gerekli şeyi de bize kaybettirme. Dışımız, Sana isyan­da olmasın, içimiz Sana şirk koşmakta kalmasın. Nefsimizi öz varlı­ğına al, her şeyimiz Sen olasın. Gayri şeyleri atıp Seninle zengin ola­lım. Seni unutturan şeylerden bizi ayık eyle; daima Sana tâat ede­lim ve Sana yalvaralım. Kalbimize ve iç âlemimize yakınlığını tat­tır. Günah işlerle aramız, yerle semâ arası kadar uzak olsun. İbadet ve tâata yakınlığımızı ise göz karası ile beyazı gibi yakın eyle. Sev­mediğimiz şey olunca Yusuf Peygamber’le Zeliha gibi olalım. O gü­nahla aramızı, o iki insanın gibi ayır."

Aminn

Abdulkadir Geylani Efendimiz (r.a.)

Mânasını sorar.

Aziz ve Celil olan Hak, kulun servetini talep etmez. Mânasını sorar. Kulun mânası ise, tevhid, ihlâs, dünya sevgisinin azalması, âhiret sevgisinden zerre olmaması hâlleridir. Bütün eşyanın kalpten uzak durması elzemdir. Bu uzaklık tabiatiyle mânendir. Bu işlerin sonunda kul, Allah'a vasıl olur. Sevilir, ona yakınlık verilir. Her var­lığın üstünde tutulur.


Abdulkadir Geylani Efendimiz(r.a.)

Allah'ım. Seninle sabır istiyoruz.

Nefsine zulmetme. Başkalarına da zulmetme. Zulüm dünya ve âhirette insanı bataklığa atar. Zulüm kalbi karartır. Yüzü siyaha çe­virir. Amel defterinin beyazlığını giderir. Zulüm yolunu bırak. Zali­me yardım etme.

Bu hususta Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in şöyle bir hadis-i şe­rifi vardır: “Kıyamet günü olduğunda şu ses işitilir: Nerede zalimler? Onların yardımcıları n'oldu? Onlara yataklık edenler nasıl? Az da olsa onlara hoş bakanlar hani? Hepsini toplayınız, bir tabut içinde
cehenneme atmız.”

Halkı bırak. Zalim ve mazlum olmamaya gayret et. Dayanabilirsen mazlum ol. Sakın zalim olma. Kimsenin hakkı sende kalmasın. Kalırsa seninki kalsın. Kimseye kahretme; sana yapılsın, korkma, Allah mazlumlara yardım eder. Hele kullardan yardım eden çıkmaz­sa. Peygamber (s.a.v) Efendimiz buyuruyorlar: “Zulme uğrayan kimse, Allah'tan gayri yardımcı bulamazsa, Hak tarafından ona şöyle hitap gelir: Sana muhakkak yardım edeceğim. Geç kalırsa üzülme, ne za­man olsa yaparım.”

Sabır, yardımı çağırır; insanı yükseltir. İnsanı aziz kılar.

Hak'la aranıza duran vasıtaları atınız. Vasıtalara dalmak bir he­vestir. Şahı, sultanı, zenginliği ve azizliği bırakınız. Bu sıfatların hep­si Hakk'a aittir.

Allah'ım. Seninle sabır istiyoruz. Takva ver. Yeterlik ihsan eyle. Herşeyi atıp Seninle olmayı nasib eyle. Aramızdaki perdeyi kaldır.

Abdulkadir Geylani Hazretleri (r.a.)

Allahım bizi,Halktan kurtulmak hâli ile kokula.

Ey evlat! İhtimal dahilinde olan şeyleri bırak ve serden kesil.

Sözlerin kardeşleri vardır. Bir söz edersin, arkasından öbürü ge­lir. Ona cevap verirsin, peşinden diğeri gelir, sonra şer. İnsanları Hak kapısına çağıran büyükler azdır. Sözleri dinlenmediği takdirde, halk üzerine birer hüccet olurlar. O büyükler, iman sahiplerine nimet, Allah yolunun düşmanlarına ise şiddet gösterirler.

Allah’ım, bizi Tevhid nuru ile hoş et. Halktan kurtulmak hâli ile kokula. Senden gayri cümle varlıktan kurtulmakla ruhumuza buhur saç.

Abdulkadir Geylani Efendimiz(r.a.)

15 Temmuz 2010 Perşembe

ancak Sensin.

Zahirde aşk benden doğmuş görünüyorsa da, sen buna inanma, işin hakati şöyle ki: Aşk benden doğmadı, aşk beni doğurdu. Ben aşkın çocuğuyum. Ey sıfatları açıkta olan, görünen, zatı can gibi gizli olan Allah'ım!
Senin zatına yemin ederim ki, benim bütün dileğim, arzum, bütün
isteğim, ancak sensin, ben seni seviyorum, seni istiyorum, başkasını
değil!

Hz. Mevlânâ Efendimiz (k.s)

Amin..

Kalbine sefer et.

‎''Allah 'ın sırrı sensin. Kalbine sefer et..''

Şems-i Tebrizi Hazretleri (k.s.)

iyi gözle bak

‎''Ben insanların ayıplarını gören gözlerimi kör ettim.
Sen de onlara benim gibi iyi gözle bak.''


Hz Mevlana Celaleddin Rumi Efendimiz(r.a.)

13 Temmuz 2010 Salı

Huu

Ne de hırsın var; beni yemeksiz, uykusuz bırakırsın, istediklerimi vermezsin, benden yüz çevirirsin ki mihraba yöneleyim de, el açıp sana yalvarayım.
Bazen suyu ağzımda zehirden acı bir hale getirirsin, korkunç hadiseler karşıma çıkarır, ödümü koparırsın. Bazen da derdinle beni eritir, su edersin.

Benim Hacc’a gitmemi... istersen, o takdirle beni çöllere sürersen. Sonra önüme eşkıyaları düşürür, yolumu keser, devemi de, varımı, yoğumu da Arablara pay edersin. Bazen kuraklık verir, meyvalarımı, ekinlerimi kurutursun, bazan da yağmur yağdırır hepsini de sellere verir, siler süpürürsün.

Edebli, terbiyeli bir hal takınsam, ‘Yürü sen rind değilsin, mest değilsin, edebli olmak sana benlik vermiş’ dersin. Nefse uyup edebsizlik etsem, bu defa da tutarsın bana edebe, terbiyeye âid hikayeler anlatmaya koyulursun. Uzlet düşünsem, inzivaya çekilsem, Râhibe benzedin, Müslümanlıkta râhiplik yoktur’ dersin. İnsanlarla ülfet etsem, sohbet etmeye koyulsam, dilimin sürçmesi ile beni dostlara düşman edersin.

Tevekkül yoluna düşsem, yalnız sana güvensem, sebeblere sırt çevirsem, ‘Sebeblere tutunmak, yolumuzdur’ dersin. Sebeblere yapışsam, sebebleri elimden kaçırmaya başlar, ‘Onlarda iş yok’ demeğe kalkarsın.

Hikmetinden sual olunmaz, her şeyi yok edersin, sonra tutar, yok ettiklerinin yüzlerce fazlasını verirsin. Kış mevsimlerini yollar, ardından ilkbaharları getirirsin, yeryüzünü yeşertirsin, kurumuş topraklara can verirsin.

Mevlana Celaleddin Rumi Efendimiz (r.a.)

Yoksa sus!

‎"Bir sözü söyleyeceğin zaman düşün!" Eğer o sözü söylemediğin zaman mesul olacaksan söyle. Yoksa sus!"

İmam-i Gazali (k.s.)

dünya

Dünyaya irade ile yönelen ve muhabbet gözüyle bakan kimsenin kalbinden Allah, yakın ve zühd nurunu çıkarır.

AHMED B. EBÜL HAVARi(k.s.)

''Ne yapayım?''

''Ne yapayım?'' dedim. O da benim gibi, ''Ne yapayım?'' dedi. Bana bundan daha iyi bir çare bul, ne yapayım? dedim. Bu sözüm üzerine, yüzünü bana döndürdü, dedi ki: Ey hakikati arayan kişi! Her hususta bu soru üzerinde dur; ben ne yapayım? diye sor da gönlünden gelen cevaba uy.

Hz. Mevlâna Celaleddin Rumi Efendimiz( k.s )

Adalet/Zulüm

"Adalet nedir? Ağaçlara su vermek.Zulüm nedir? Dikeni sulamak.Adalet bir nimeti yerine koymaktır; her su çeken tohumu sulamak değildir.Zulüm nedir? Bir şeyi yerinde kullanmamak, yeri olmayan yere koymaktır.İnsanların ölümlerine değil, doğumlarına ağlayın."

Mevlana Celaleddin Rumi Efendimiz (r.a.)

Çünkü asıl sana perde olan, o hayaldir.

"Dünyada gördüğün süretlere, resimlere, muvakkat verilmiş olan güzelliklere dalma, onlar hakkında düşünceler yürütme! Gördüğün resimler, süretler zamanla kaybolup giderler.
Nasıl saçlar, sevgilinin yüzünü, gözünü örterse, güzelliğini göstermezse harfler de sözün özünü örter. Bu yüzden harf kabuğunu kırmak gerektir.
Sen her hayali, perdeyi açan bir şey sanırsın, o hayali gönlünden at gitsin. Çünkü asıl sana perde olan, o hayaldir."

Hz.Mevlana Celaleddin Rumi (r.a.)

hangisi fazla iyilik yapıyorsa o daha sevgilidir

Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur: “Hak katında insanlar bir aileden ibarettir; içlerinde hangisi fazla iyilik yapıyorsa o daha sevgilidir.”

İnsanların ihtiyacını insanlarla gören ve bu hususta hüküm ve­ren Allah Sübhan’dır.

...

İbrahim Ethem, fakirlik hâli için nefsinde sabırsızlık sezer ve şöyle derdi: “Yâ Rabbi, bize bol dünyalık ver; ama kalbimizi koru. Bizi öte atıp dünyalığa rağbetimizi arttırma, onu ararken yıkılırız.”

Abdulkadir Geylani Efendimiz(r.a)

İlim ameli çağırır;

Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur:

“İlim ameli çağırır; icabet ederse pekâlâ; aksi halde gider. Geriye yalnız ders zahmeti kalır.”

s.a.v.

KuL

"Tam kulluk yapa­cak kimse, içinizden çıkamaz. Ancak kul, Allah'ın dilediğini yapan­dır."

Abdulkadir Geylani Efendimiz (r.a.)

Büyük insanlar

...büyüklere zahmet verme. Elden kaçırdığınızı bulmak için onlara yanaşmayınız. Onların hâline ermeyi aklınıza getirmeyiniz. Elinizde bulunan yaramaz şey­ler, sizi onlarla olmaktan uzak kılar. Onlar âdetleri ve resmî hâlleri bıraktılar. Sen onların bıraktığını kaptın. Şüphesiz onlar tarafından bırakıldığı hissini duyan şeyler, kendiliğinden ayrılıp gitmiştir. Çün­kü onlarda, yoktan gayri şey kalmayacaktır.

Sen uyuduğunda onlar uyanıktı. Sen bol dünyalık içinde iken onlar oruçlu gezdiler. Sen emniyet içinde iken onlar korkarak ağla­dılar. Her şeyini saklarken onlar varlarını dağıttılar. Onlar işlerini Hak uğruna yaptılar, sen kullara gösteriş yaptın. Onlar Hakk'ı ara­dılar, sen başkasını. Onlar işlerini Allah'a ısmarlarken sen tek başı­na yapmaya kalktın. Hakk'a cephe aldın. Onlar dillerine sahip oldu­lar; Hakk'ı kullara kesmediler. Sen onların yapmadığını neden yap­tın? Acılara sabırla karşı koydular, tatlı oldu. Kudret bıçağı onları kesti, ama aldırmadılar. Etleri doğranırken hiç bir üzüntü duymadı­lar. Çünkü yapanı biliyorlardı. O'nun uğruna varlığını harcayan, yaptığı ufak darlığa dayanamaz mı? Halk, o büyüklerin dilinden emindir. Onlardan hiç bir kula eziyet gelmez.

Büyük insanlar, karıncayı dahi incitmezler. Bu sözü o büyükler­den biri demiştir. Çünkü o karınca ufacık hâli ile çalışmaya bakar. Büyük insan, o karıncanın halkla iyi geçim ettiğini görür. Kendi ara­larında yine hoş geçim üzere olduklarını görür. Hâli böyle büyük olan küçük mahlûka eziyet edilebilir mi hiç?

Büyük insanlar her şeyle iyi geçinirler. Bu yüzden Hak yakınlığına ererler, hoş olurlar. Öbür âleme göçünce, cennetin güzel nimet­lerini görürler. Allah Teâlâ'nın kelâm sıfatının tecellisini orada sey­rederler. O'nun zâtına varır, verdiği armağanı kabul ederler.

Abdulkadir Geylani Efendimiz(r.a.)

“Yâ Âişe, dünyanın acılığını, âhiretin iyiliği için iç.”

Büyük Peygamberimiz (s.a.v), Hz. Âişe'ye şöyle buyurdu:

“Yâ Âişe, dünyanın acılığını, âhiretin iyiliği için iç.”

s.a.v.

İsa (a.s) Peygamber ve şeytan arasında geçen bir konuş­ma

İsa (a.s) Peygamber ve şeytan arasında geçen şöyle bir konuş­ma anlatırlar. İsa:

“Halktan en çok kimi seversin?” diye sorunca şeytandan şu cevabı almıştı:

“İmanlı olmakla beraber cimri olanı.” Bundan sonra sevmediği kimseyi sordu:

“Cömert olan fâsık kişiyi sevmem.” cevabını aldı. Bunun sebebini sordu. Şeytan onu da şöyle anlattı:

“İmanlı cimri, bir gün cimriliği sonunda imanını kaybedebilir; fâsık kişi ise, cömertliği yüzünden iyilere katılabilir.”

Abdulkadir Geylani Efendimiz(r.a.)

Nefsin arzusu kırılınca,

Kalbin arzuları iç âlemden gelir, ötelerden coşar, yerini bulunca durur! Nefsin kötü arzuları ise dış âlemden koparak gelir ve sahibini azdırır. Bunların ikisinin tatmini bir arada olamaz. Birinin tatmin olması, öbürünün yıkılmasını doğurur. Kalbin nasibi için nefsin arzusunu kırmak icap eder. Nefsin arzusu kırılınca, kalbin haz yolları açılır. Kalp doyduktan sonra, nefsin kısmeti de açılır. Tatmin edil­miş kalbin sahibi olan nefse iyilik emrolunur. O hâlde nefis mut­maindir. Hak ve hakikat karşısında boynu eğik olur; dik kafalı ol­mayı bırakır.


Abdulkadir Geylani Efendimiz (r.a.)

10 Temmuz 2010 Cumartesi

şöhret

Şöhret âfettir; şöhret peşinde koşmak iyi tanınmak için uğraşmak insanlığa yakışmaz. Eğer sen hakikati aşk incisini arıyorsan görünüşten kurtulman denize dalman derinliklere inmen gerek! Yoksa şöhret gösteriş deniz kıyısına düşen köpüktür.

Hz. Mevlana Celaleddin Rumi (r.a.)

içindeki bilgi am­barını gör.

"Ondan olmayan, vasıtasız olarak ondan gel­meyen bilgi, gelin süsleyen kadının sürdüğü renk gibi durmaz, uçar gider. Kendine gel de hevesine uyup o yükü taşıma; taşıma da içindeki bilgi am­barını gör. Böylece rahvan giden bilgi atına bin, ondan sonra sırtındaki yük düşer gider

Mevlana Celaleddin Rumi Hazretleri(r.a.)

Ey evreni yoktan var eden Allah'ım

Ey evreni yoktan var eden Allah'ım.Unutmaktan, sonradan var olmaktan sen münezzehsin.Başımda seni düşünmek,seni sevmekten başka ne varsa hepsi hatanın kendisidir.Dilde seni zikretmekten,tesbih etmekten başka ne varsa,hepsi sapıklıktır, boştur.

Hz. Mevlâna Muhammed Celaleddin-i Rûmî (k.s.)

9 Temmuz 2010 Cuma

Güzel Ahlak

Abdurrahman b. Semüre der ki: "Biz Hz. Peygamber’in (s.a) yanında iken kendileri şöyle buyurdu:

"Ben dün akşam acaip birşey gördüm. Ümmetimden biri diz çökerek oturmuştu. Onunla Allah arasında perde vardı. Bu esnada güzel ahlâkı geldi (perdeyi kaldırıp) onu Allah’ın huzuruna soktu" (Harâitî).

Enes (r.a) Hz. Peygamber’in şöyle dediğini rivayet eder:
"Muhakkak ki kul, güzel ahlâkının sayesinde âhirette en büyük dereceye ulaşır, konakların en güzeline girer. Oysa ibâdette kendisi zayıftır" (Taberânî, Harâitî). s.a.v.

sünnet/s.a.v.

Peygamberimiz (s.a.v) şöyle
dedi: "Şu beş şeyi ölünceye kadar bırakmam: Kölelerle birlikte yer
sofrasında yemek yemek, çıplak sırtlı eşeğe binmek, elimle keçi
sağmak, yünden dokunmuş elbise giymek ve çocuklara selâm
vermek. Bunları, benden sonra sünnetim olsun diye yapıyorum."
[İlel'üş-Şerâyi, s.130, bab:108, h:1]

**

Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserde şöyle deniyor: "Peygamberimiz (s.a.a) vücudundabir sivilce çıktığını görünce Allah'a sığınır, O'na karşı âcizliğini,güçsüzlüğünü dile getirir, O'na yalvarıyordu. Kendisine, 'Ey
Allah'ın Resulü, bu önemsiz bir şeydir.' diyenlere de, 'Allah isteyince
küçük bir şeyi büyütür ve büyük bir şeyi de küçültür.' diye cevap
verirdi." [c.2, s.413]

**

el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Cemil b.
Derrac'tan İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakleder:
"Peygamberimiz (s.a.a) bakışlarını ashabı arasında bölüştürür ve
her birine eşit şekilde bakardı. Arkadaşları arasında ayaklarını uzatarak
oturduğu hiç görülmemiştir. Biri ile el sıkıştığında, karşı
taraf elini bırakmadan elini çekmezdi. Herkes bu durumun farkında
olduğu için onunla kim el sıkışsa, elini kendine doğru çekerek,
Peygamberin elini bırakırdı." [Usûl-i Kâfi, c.2, s.671, h:1]

**

Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserde şöyle deniyor: "Peygamberimiz (s.a.a)
hayvan sırtındayken hiç kimsenin yanında yaya yürümesine izin
vermezdi. Mutlaka yanındakini de bineğine alırdı. Eğer adam binmeyi
reddederse 'Önümden git ve istediğin yerde buluşalım' derdi."
[s.22]

**

Yine aynı eserde Ebu'l-Kasım Kufî'nin, Kitab'ul-Ahlâk adlı
eserde şöyle dediği nakledilir: "Rivayetlerden edindiğimiz bilgiye
göre Peygamberimizin (s.a.a) şahsı için intikam aldığı asla görülmemiştir.
O her zaman affeder, karşı tarafın kusurunu bağışlardı."

**

Yine aynı eserde verilen bilgiye göre Peygamberimiz
(s.a.a) arkadaşlarından birini üç gün görmeyince ne olduğunu sorardı.
Eğer yolculuğa çıkmışsa, ona dua eder; eğer evinde olursa,
onu görmeye gider ve eğer hasta olduğunu öğrenirse, ziyaretine
koşardı." [s.19]

**

Yine aynı eserde verilen bilgiye göre Enes b. Malik şöyle
diyor: "Peygamberimize (s.a.a) hizmet ettiğim dokuz yıl boyunca
bana, 'Şu işi şöyle yapsaydın ya.' dediğini veya herhangi bir konuda
beni azarladığını hiç hatırlamıyorum." [s.16]

**

İhya'ul-Ulûm'da verilen bilgiye göre Enes b. Malik şöyle diyor:
"Peygamberimizi (s.a.a) hak üzere gönderen Allah adına
yemin ederim ki, hoşuna gitmeyen hiçbir iş için bana, 'Bunu niye
yaptın?' dediği olmadı. Eşleri ne zaman beni azarlamağa kalkışsalardı,
'Bırakın onu, onun yaptığı kitap ve takdir gereğidir' derdi."
[c.7, s.112]

**

Yine aynı eserde Enes b. Malik'ten şöyle rivayet eder: "Kim
olursa olsun, ashabından biri veya bir başkası Resulullah'ı (s.a.a)
kendisini çağırdığında ona, "Lebbeyk=buyur" diye karşılık verirdi."1
[c.7, s.145]

**

Musa b. İmrân b. Bezî'
şöyle dedi: "Bir gün İmam Rıza'ya (a.s) 'Canım sana feda olsun,
insanların rivayet ettiklerine göre Peygamberimiz (s.a.a) bir yere
giderken kullandığı yolu değiştirerek başka bir yoldan dönerdi. Bu
rivayet doğru mu?' diye sordum. İmam bana şu cevabı verdi: 'Evet,
doğrudur. Ben de çoğu zaman öyle yaparım. Sen de öyle yap.' Ardından
İmam, 'Bil ki eğer böyle yaparsan, daha çok rızk elde edersin.'
dedi." [Fürû-i Kâfi, c.5, s.314, h:14]

**

Mekarim'ul-Ahlâk adlı eserde verilen bilgiye göre, Peygamberimizin
(s.a.a) bir sürme kalemi vardı. Her gece onunla gözlerine
sürme çekerdi. Kullandığı sürme, İsmid (Antimon) sürmesi
(taşı) idi. [s.34]

**

İmam CaferSadık'tan (a.s) İmam Ali'nin (a.s) şöyle dediğini nakleder: "Bıyıklaragüzel koku sürmek, peygamberlerin ahlâkındandır ve amelleriyazan meleklere saygı göstermektir." [Fürû-i Kâfi, c.6, s.510, h:5]

**

Men La Yahzuruh'ul-Fakih adlı eserde müellif kendi rivayet
zinciriyle Muaviye b. Ammar'dan İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle
buyurduğu nakledilir: "Peygamberimiz (s.a.a) yolculukları sırasında
yokuş aşağı inerken, 'La ilâhe illallah' ve yokuş yukarı çıkarken,
'Allahu Ekber' derdi." [c.2, s.179, h:1]

**

İmam MuhammedBâkır (a.s) şöyle diyor: "Resulullah (s.a.a) uykudan kalkar kalkmaz mutlaka Allah için secdeye kapanırdı." [s.39]

**

Kutb'un ed-Daavat adlı eserinde şöyle deniyor: "Rivayet
edildiğine göre, Peygamberimiz (s.a.a) hiç yaslanarak yemek yemedi.
Sadece bir kere yaslanarak yemeğe başladı, arkasından
hemen yere oturdu ve 'Allahım, ben senin kulun ve resulünüm'
dedi."

s.a.v.

Esselatü ves Selamu Aleyke Ya Rasulullah.!

Ebü'd-Derdâ (r.a) dan. Dedi ki :Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdular : '' Cuma günü benim üzerime salavâtı çok okuyunuz. Çünkü o gün okunan salavâtlar meşhuddur, melekler ona şahitlik ederler. Ve şüphesiz her hangi bir (mü'min) kimse yoktur ki, o daha salavâtını bitirmeden, salavâtı bana ulaştırılmamış olsun.'' Ebü'd-Derdâ (r.a) dedi: '' Siz öldükten sonrada mı? dedim '' Rasulullah sallallahü aleyhi vesellem :'' (Evet) öldükten sonra da. Şüphesiz Allah Teâlâ yeryüzüne Peygamberlerin cesetlerini yemeyi haram etmiştir. Allah'ın Peygamberi (her zaman) diridir, rızka mahzardır,'' buyurdular.

**

Übey bin Ka'b (r.a) dan dedi ki: Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellem gecenin dörtte biri gidince kalkar ve:
''- Ey insanlar! Allah'ı zikrediniz, Allah'ı zikrediniz. Kıyametin kopması yaklaştı, birinci nefha (Sûr'a üfürüş) geldi. Onu ikinci nefha takip eder. Ölüm bütün şiddetiyle geldi, ölüm bütün şiddetiyle geldi,'' derdi. Ben: ''-Ya Rasûlallah! Ben çok duâ ediyorum. Ne kadar zamanımı sana salât getirmeye ayırayım?'' dedim.
''-Dilediğin kadarını,'' buyurdu.
''-Dörtte birini?,'' dedim.
''-Dilediğin kadarını; çoğaltsan senin için daha hayırlı olur,'' buyurdu.
''-Üçte ikisini?,'' dedim.
''-Dilediğin kadarını; çoğaltırsan senin için daha hayırlı olur,'' buyurdu.
''-Yarısını?,'' dedim.
''-Dilediğin kadarını; çoğaltırsan senin için daha hayırlı olur,'' buyurdu.
''-Duâmın tamamını sana salavât getirmeye tahsis edeyim mi?,'' dedim. Rasulullah sallallâhü aleyhi ve sellem :
''-O vakit dertlerin (sıkıntıların) giderilir, günâhın bağışlanır.'' Buyurdular.

**

İbn-ü Mes'ud (r.a) dan dedi ki: Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdular:'' Kıyamet gününde bana insanların en yakın olanı, bana en çok salât okuyanlardır.''

**

Ammâr bin Yâsir (r.a) dan. Dedi ki: Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdular :'' Şüphesiz ki, Allah kabrime bir melek vekil eder ve ona yaratıkların isimlerini verir. Kıyamet gününe kadar her kim bana salât getirirse o melek, bunu bana kendi ve babasının ismi ile ulaştırır: 'Şu fülân oğlu fülân sana salât getirdi,' der.

**

Ebû Bürde bin Niyâr (r.a) dan. Dedi ki:Rasulullah sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdular:'' Kim bana gönlünden ihlâslı olarak bir salât okursa, Allah Teâlâ ona, bu ameline karşılık on salavât eder, derecesini on kat yükseltir, ona on sevap verir ve on günahını siler.''

**

Ebû Said-il Hudrî (r.a) dan. Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdular:'' hangi Müslüman bir kimsenin yanında sadaka verecek bir şeyi yoksa; '' Allahım! Kulun ve Peygamberin Muhammed'e salât (rahmet) eyle ve mü'min erkeklerle mü'min kadınlara ve müslümân erkelerle müslümân kadınlara da salât (rahmet) eyle '' desin. Şüphesiz ki o, bir zekâttır. (Gücünün yetmediği sadaka yerine geçer ve günahlarını temizler) Mü'min varacağı yer Cennet oluncaya kadar hayır işlemeye doymaz. ''

**

Enes bin Mâlik (r.a) dan. Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdular:'' Birbirini seven iki kul; (iki dost) onlardan birisi arkadaşıyla karşılaşır ve Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem üzerine salât okurlarsa, onlar yerlerinden ayrılmadan önce geçmiş ve gelecek günahları bağışlanır.''

**

Ebû Hüreyre (r.a) dan. dedi ki: Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellem minbere çıktı ve '' âmîn, âmîn, âmîn '' dedi. (Ashâb-ı kirâm tarafından) '' Ya Rasulallah! Minbere çıktın ve âmîn, âmîn, âmin, dedin. Bunun sebebi nedir? denildi. Şöyle cevap verdiler: '' Şüphesiz ki Cibril (a.s) bana geldi ve :''Kim Ramazan'a kavuşur, (oruç tutmak ve iyi ameller işlemek suretiyle) bağışlanmaz ve bu sebeple Cehennem'e girerse, Allah onu rahmetinden uzaklaştırsın, âmin de '' dedi. Ben de 'âmin' dedim. Cibril (a.s) :'' Kim, ana babasına veya onlardan birisine yetişir de, onlara (iyilik ve) itaat etmez, böylece ölüp Cehennem'e girerse, Allah onu rahmetinden uzaklaştırsın. 'Âmin' de,'' dedi. ben de 'âmin' dedim. Cibril (a.s):'' İsmin kimin yanında anılır da, sana salât getirmez ve böylece ölüp Cehennem'e girerse, Allah onu rahmetinden uzaklaştırsın. 'Âmin' de,'' dedi. ben de 'âmin' dedim.''

**

Hz. Ali (r.a) dedi ki :'' Her duâ, Hz Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem'e salât getirinceye kadar perdelidir, semâya yükselmez.'' (kabul edilmez)

**

Esselatü ves Selamu Aleyke Ya Rasulullah.!
Esselatü ves Selamu Aleyke Ya HabibAllah.!
Esselatü ves Selamu Aleyke Ya NebiyAllah.!
Esselatü ves Selamu Aleyke Ya Seyyidel Evveline vel Ahirin.VeSelamun alel Musrselin.VelHamdulillahiRabbilAlemin.

**

s.a.v.

Bismillahirrahmanirrahîym

Bismillahirrahmanirrahîym
Rabbim! Beni marifet merdivenlerinde yükselt. Beni
hakikat sırlarının kıvrımları arasında dolaştır. Beni korumanın
çardakları altında, sırrının gizliliği içinde, celalinin
parıldayışlarına yaraşmayan düşüncelerin varit olmasından
perdele.
Rabbim! Her şeyde beni kendinle kaim kıl. Her eksik ve
aşağıda bana lütfunu göster. Tevhid meydanı fezasında
basiretimi aç ki her şey’in seninle kaim olduğunu öyle bir
şekilde göreyim ki, gözlerim başka hiçbir mevcuda
bakmasın. Ey fazilet ve cömertlik sahibi! Rabbim! Kutsal Zat
elifinin tecrit denizinden üzerime lütuf yağdır, ki idrakimi
bağlayan bütün ilişkilerim kopsun. İsteklerimin kapısı
gerimde kalsın. Zatının gaybının melekutundan külli ve
belirgin noktasının heyulasını üzerime aç ki burada eksiklik
ve ayıptan korunmuş kevn harfleri karşısında kendimde güç
bulayım.
Ey her şeyi ilim ve rahmet olarak kuşatan! Ey alemlerin
Rabbi!... Rabbim! Benim dışımı ve içimi başkası kirinden,
tavırlarda çakılıp kalmaktan kutsiyetinin zuhuru feyziyle
temizle. Ünsiyetinin parıldayışlarının müşahedesiyle beni
onlardan gizle. Beni eşyanın hakikatine ve şekillerin
inceliklerine muttalî kıl. Bütün alemlerde varlıkların açık
tevhidi dile getirişlerini bana işittir. Aynamı celalin ve kahrının
isimlerinin cevherlerinin tecellisine elverişli kıl. Ki insanlardan
ve cinlerden bir zorbanın gözü bana iliştiği zaman, bu
cevherin şuası ona yansısın, nefsi emmaresini yaksın ve onu
zelil olarak gerisin geri çevirsin. Gözleri umutsuzca, bezmiş
olarak benden uzaklaşsın.
Ey yüzlerin yöneldiği, boyunların emrine girdiği! Ey
Rablerin Rabbi! Rabbim! Beni engellerden uzak tut. Beni
yakınlığının düşüncelerinden alıkoyan engellerden
sıfatlarının nurlarının galip gelişinden sıfatlarıma uygun bir
giysi giydir. Zatının nurlarının parıldayışlarından birinin
tecellisiyle tabiatımın ve beşeriyetimin karanlığın yok et.
Bana meleklere özgü bir kuvvet ver. Onunla beni istila eden
aşağılık tabiatları ve çirkin ahlakları kahredeyim, ezeyim.
Fikrimin levhinden kevnlerin şekillerini sileyim. İnayetinin
eliyle fikrimin levhine ezeli ve “Kef” ile “Nun” arasında
saklanan yakınlığının erişilmezlik sırrını yerleştir.
“Bir şey yaratmak istediği zaman Onun yaptığı «Ol»
demekten ibarettir. Hemen oluverir. Her şeyin mülkü kendi
elinde olan Allah'ın şanı ne kadar yücedir! Siz de O'na
döneceksiniz.”
Ey nurun nuru! Ey her şeye fazlının feyzinden damlalar
bahşeden! Ey samed! Ey Kuddus! Ey Kahhar! Ey Hafız! Ey
Latif! Ey alemlerin Rabbi!
Allah’ın salât ve selamı efendimiz Muhammed’in,
ehlibeytinin ve bütün ashabının üzerine olsun. Alemlerin
Rabbi olan Allah’a hamdolsun.
Amin.. s.a.v.

Muhyiddin ibn Arabi Hazretleri (r.a.)

6 Temmuz 2010 Salı

Naz/Niyaz

Sen nazlanırsın, sevgilin de nazlanır. Böylece iki taraf da nazlanırsa ayrılık meydana çıkar.

Fakat sen, sevgiliye naz etmez de, niyaz edersen; yani yalvarır,yakarırsan, bu yalvarıp yakarmadan, yüzlerce buluşma, yüzlerce
kucaklaşma elde edersin.

Gurura kapılmanın, büyüklük taslamanın kanını dökmezsen, o kan coşar da seni boğar.

Yürü git de nazın bulanıklığını gider. Çünkü neşe, hep arılıktan, duruluktan meydana gelir.

Mevlana Celaleddin Rumi(r.a.)

5 Temmuz 2010 Pazartesi

kendini Allah’ın zikrinin nûru ile cilâlandır

İnsanın topraktan yaratılmış bedeni, iyi bir demire benzer ! bu demirden ayna yapılabilir. Bu aynada cennet, cehennem, kıyâmet ve bunlardan daha başka şeylerin hayâlen değil gerçekten görülmesi mümkündür.

Ey insan; topraktan yaratılmış olduğun için senin varlığında da demir gibi kapkara baslı bir bedenden ibârettir. O nun için, kendini Allah’ın zikrinin nûru ile cilâlandır, cilâlandır, cilâlandır.

Mevlana Celaleddin Rumi(r.a.)

koca şeytan gibi kör olma

"Beyler, bu bir zekâ işi, o da Allah vergisi, çalışmakla olmaz ki. Aya o güzel yüzü Allah vermiş, güle o hoş kokuyu Allah ihsan etmiş dediler. Padişah dedi ki: İnsanın elde ettiği şey zararsa çalışmamasından ileri gelmiştir, kârsa çalışıp çabalamasından. Yoksa Âdem, “Rabbimiz, biz nefsimize zulmettik” der miydi. Bu suç bahtımdan. Kader böyleymiş, ihtiyatın tedbirin ne faydası var? derdi. İblis gibi hani. O da “Sen beni azdırdın. Hem kadehimizi kırıyor, hem de bizi dövüyorsun” demişti ya. Halbuki takdir haktır ama, kulun çalışması da hak. Kendine gel de koca şeytan gibi kör olma."

Hz. Mevlânâ(k.s.)

"Keşke kavmim bilselerdi!"

Azrail (a.s.), aşıklann canını alamaz. Aşıklan, yine aşk öldürür, yine sevda öldürür.

Aşk uğrunda öldürülenler; "Keşke kavmim bilselerdi!" diye naralar
atarlar. Görünüşte sevgili öldürüyor. Ama gizlice yüzlerce can
bağışlamadadır.

Hz. Mevlânâ Celaleddin Rumi (k.s)
Dîvan-ı Kebir

“Hesâba çekilmeden evvel hesâbınızı görünüz”

Peygamber efendimizin; “Hesâba çekilmeden evvel hesâbınızı görünüz” emirlerine uyarak her gece işlediklerimle berâber düşündüklerimin de hesâbını görüyorum.

Belâlardan ve tehlikelerden, gücünüz yettiği kadar sakınınız Çünkü, tâkat getirilemeyen, dayanılamayan şeylerden uzaklaşmak peygamberlerin âdetidir.

Muhyiddin İbn Arabi (k.s)

bana perdedir

"Ey varlığına karşı benim de, benliğin de, senliğin de yok olup gittiği güzel! Benim koynum da, varlığım da, Senden başka ne varsa, onların hepsi bana perdedir."

Hz. Mevlânâ Celaleddin Rumi (k.s)

“Gözü Tanrı’dan başka bir şeye kaymadı”

"Bil ki ârifin gözü, iki âlemde de insana aman verir. Herkes, onunla yardıma nail olur. “Gözü Tanrı’dan başka bir şeye kaymadı” da onun için Muhammed(s.a.v.), her derdin şefaatçisi oldu."

Hz. Mevlânâ Celaleddin Rumi (r.a.)

3 Temmuz 2010 Cumartesi

HİDÂYET MERTEBESi

İKİNCİ MERTEBE
İkinci Mertebe: HİDÂYET MERTEBESldir
İlmi olan ikinci mevkinin unvanı Âlem-i Şehâdete müdebbir olan
imamın kalbine gelen hidâyet yıldızıdır.
Bu yıldız hidâyetin kabulüne sebebdir. Bu da islâmi Feleklerden
dördüncüsüdür.
«Allah, şu hakikâti: Kendisinden başka hiçbir Tanrı olmadığını,
adaleti ayakda tutarak (delilleriyle, Âyetleriyle) açıkladı. Melekler
(bunu ikrar etti, hakîkî) ilim sâhibleri (Nebîler, Alimler)de (böylece
inandı). Ondan başka hiçbir Tanrı yoktur. "O" mutlak ğalibdir, yegane
hüküm ve hikmet sahibidir.»
(Al-i İmrân Sûresi, Âyet: 18)
Bu Âyette Allah Subhânehu, kullarına ilmin şerefini kendi Zât'ını ilimle
vasıflayarak bildirmektedir. Öyle ise, Ey muvaffak ve said oğlum!, ilmin
şerefi kâmille sahib olduğunu itikad et.
ilim sıfatı varlığı vacib, varlığı caiz ve varlığı muhal olan her şeye
bağlantısı bulunduğundan ötürü, sıfatların en kapsamlısıdır. İlmin dışındaki
hiçbir sıfat, varlığı vacib, varlığı caiz ve varlığı muhal olan şeylerin
tamamına taalluk etmez. Belki ilmin dışındaki sıfatlar ya varlığı caiz olan
şeylere veya varlığı vacib ve caiz olanlara bağlantısı olur.
Ey Aziz!.
İlim için iki şeref vardır.
Bu şereflerden birincisi; ilmin kendisi itibariyle,
İkincisi; bilinen şeyler yönüyledir.
Bunların açıklaması:
İlmin kendisi itibariyle olan şerefi, üç şeyden dolayı hâsıl
olmaktadır.
1- ilmin, eşyanın nefs-ul emir (realite)de bulundukları hakikâtlarına seni
ulaştırması,
2- Bilmek istediğin şeylerle alâkalı sende bilgisizlik varsa ilim o
bilgisizliği senden gidermesi,
- 34 -
3- ilim, zanni, şüpheli, ilmi gerçeklerle ters düşen bilgileri ve gaflet
edilen meselelerdeki gafleti izâle etmesi itibariyle, ilmin bizzat kendisinde
büyük bir şeref vardır.
Bilinen şeyler yönüyle ilimdeki şerefe gelince.. O şerefi ma'lumu
elde etme itibariyle hâsıl olan şereftir.
Yani, ma'lumatların bir kısmı, bazı kısımlarına nazaran daha şerefli ve
üstün olduğu gibi, bazı ilimlerde bazısından daha üstün olur. Meselâ;
Hak'kın Sıfat ve Fiillerini bilmekten ötürü Hak'kı bilme vasfı kendisinde
bulunan şahısla Zeyd'in evde olmaklığını bilmekten ötürü kendisinde
Zeyd'in evde oluşunu bilme vasfı.. Bulunan şahıs arasında şeref
bakımından çok büyük fark vardır. Nasıl ki bu iki malum arasında şeref
bakımından hiçbir münasebet yoktur.. Aynen öyle de o iki ilmin arasında
da şeref cihetinde hiçbir alâka mevcûd değildir, öyle ise bu ikinci şeref
malumdan ilme arız olan üstünlük ve şerefdir.
Allah Tealâ, Kurân-ı Kerîm'in birçok yerinde alimlerden övgüyle
bahsetmektedir. Birçok Âyette de kendisini ilimle vasıfladığı gibi, kullarını
da ilimle vasıflıyor. O Âyetlerden biri de mevzunun başlangıcında zikr
ettiğimiz Al-i imrân Sûresinin 18. Âyetidir. Bu Âyette Allah Subhanehu
kendisini Melekleri ve insanları ilimle vasıflamıştır. Zira şahidlik bir şeyi
görüp onu itiraf etmektir. Dolayısıyla burada ki itirafda ancak bilmekle
oluşur. Öyle ise bilinmeyen bir mevzuda şahidlik yapılmaz.
Bu Âyetin işaretiyle şöyle bir netice zuhura gelmektedir. Hakikâtte
Tevhîd Ehlî ancak Ulemâ'dır. Ve böyle olduğunu bu âyetle Allah
Subhanehu Celle, bil'işâre ile bizlere bildirmektedir.
Tevhid kendisine ulaşabilen makamların en şereflisidir. Tevhidin
ötesinde hiçbir makam yoktur. Fakat ikilik vardır.
Öyle ise Tevhîd yolunda itikâd veya hâl yönüyle bir kimsenin
ayakları kayarsa hiç kuşkusuz o kimse şirkin içine düşer. Artık her
kim ki ayağı inançta (itikâtda) kayarsa, o ebedi olarak şakilerden olur.
Ve onu ebedi ateşten ne şefaatçıların şefaati ne de başka bir şey
çıkaramaz.
Her kim de hâl de (yani ameli konularda) ayağı kayarsa o da gaflet
sahibidir. Öyle gaflet ki Zikrullah onu giderir. Veya tevbe eder ve terk
ettiği şeyleri yapabilir. Zira bu gafletten ötürü Allah'ın emirlerine ve
yasaklarına riâyet etmeyen şahısta imân billah bakîdir. İmânı kaldığı
müddetçe umulur ki Allah ona lûtfuyia afveder.
Öyle ise Allah'ın Rasûlü Aleyhisselâm'ın vasıtasıyla bizlere dinen
inanılması zaruri olan şeylere inanmayan insanlar ebedi olarak ateşte
kalacaklardır.
Ancak dinen inanılması zaruri olan şeylere inandığı halde,
- 35 -
gereğince yaşayamayan insanlar ise, onların hâli Allah'ın dileğine
bağlıdır, isterse onları afveder Cennete koyar ve isterse amellerinden
dolayı cezalarını çektikten sonra Cennete dahil eder.
ilmin faziletine delâlet eden âyetlerden birisi de Allah Tealâ'nın hazreti
Musa'nın arkadaşı hakkında ki buyruğudur:
«Derken kullarımızdan (öyle) bir kul buldular ki biz ona
tarafımızdan bir Rahmet vermiş, kendisine nezdimizden (haas) bir ilim
öğretmiştik.» (Kehf Sûresi, Âyet: 65)
Burada ki ilim, ilhamla öğrenilen ilimdir. Öyle ise âlim, ilmi kesbiye
sâhib olduğu gibi ilham ve hikmete de sâhibdir.
İlmin faziletine delâlet eden âyetlerden biri de şu âyettir:
«Allah'tan, kulları içinde, ancak alimler korkar.» (Fatır Sûresi, Âyet:
28)
öyle ise ulema; ilim, ilham ve hikmete sâhib oldukları gibi haşyete de
sâhibdirler, ilmin faziletine delâlet eden âyetlerden biri de:
«İşte misâller!. Biz onları insanlar için irâd ediyoruz. Âlim
olanlardan başkası onları anlamaz.» (Ankebut Sûresi, Âyet: 43)
öyle ise âlimler Allah'ın âyetlerinin hükümlerini ve tafsilatlarını
gereğince anlarlar, ilmin faziletine delâlet eden âyetlerden biri de;
«ilimde yüksek payeye erenler ise; "Biz "O"na inandık. Hepsi
Rabb'imizin katındadır" derler.» (Al-i imran Sûresi, Âyet: 7)
Öyle ise; âlimler, ilimde kök saldıkları için şüphe, şek gibi şeyler asla
onları, ilimle müşahede ettikleri hakikâtlerden saptıramaz.
ilmin faziletine delâlet eden âyetlerden biri de;
«İsrail oğulları bilginlerinin bunu bilmesi de onlar için bir âyet (bir
delîl) değil miydi?» (Şuarâ Sûresi, Âyet: 197)
Öyle ise ulema nesnelerin varlığı açığa çıkmadan önce onların
oluşumlarını bilirler ve onlar husûla gelmeden oluşacaklarını
bildirirler.
ALLAH Tealâ, Nebîsine -Allah'ın Salât ve Selâmı onun üzerine
olsun- ilimde ziyâdeliği tâleb etmesini emrederek ilim sıfatının yüksek
şerefini bildirmektedir.
Rabbi zidnîilmâ.
«"Rabbim, ilmimi artır" de.»
(Tahâ Sûresi, Âyet: 114)
- 36 -
Ey Aziz!.
Cenab-ı Hak, Rasûlüne ilmi sıfatının dışındaki sıfatlar hakkında
böyle bir talebi emretmemiştir. Bu da bize ilmin Allah katındaki
şerefini izah etmektedir.
ilim hakkında niye bu kadar çok beyanatta bulunduk. Zira, ilmin
makamı hakkında kendilerinde cehaletin gâlib geldiği ve heva-ı nefsin
kendileriyle oyun oynadığı adedleri sayılmayacak kadar kimseler bu
zamanda türemeye başladılar. Hattâ onlar; ilmin perde olduğunu söylerler.
And olsun!..
Onlar, söylemiş oldukları bu şeye inanıyorlarsa farkında olmadan
doğru söylemişlerdir.
Evet!.
İlim, kalbi gafletten, cehaletten ve ilmin zıttı şeylerden engelleyen
büyük bir perdedir.
Öyle ise, ilim hakikâte ulaşmaya kesinlikle engel değildir. Ancak,
İlimle gururlamlmadığı müddetçe.
İlim ne şerefli bir sıfattır ki; Allah Subhanehû bizlere, ondan lezzet ve
hâz almakla ihsanda bulundu. Nasıl olur da insan ilimden ötürü sevinmez.
İlim, öyle bir sıfattır ki onu elde etmek için her şey terk edilebilir.
İlim için iki yüce şeref vardır. Şöyle ki:
1- Allah Tealâ, kendi Zâtını ilimle vasıflamıştır.
2- Kur'an'da Enbiyâ ve Melekler ilimle övülmeye mazhar olmuşlardır.
Dolayısıyla Ulemâ, Enbiyâ'nın varisleridir.
Ey Aziz!.
Allah Tealâ, bizleri ilimde Enbiyâya varis kılmakla bize en büyük
nimetle ihsandan bulunmuştur.
Bu ihsana nail olmamızı da Allah Rasûlü Aleyhisselâtu Vesselam
şöyle beyân etmiştir:
«Enbiyâ ne bir dinar, ne de bir dirhem miras bırakmışlardır.
Onların bıraktığı miras, ancak ilimdir. Kim ilme nail olursa büyük bir
nasibe, yüksek bir dereceye ulaşır.» (Tirmizi)
Ey insanlar!.
Allah ve Rasûlü'nün bizler hakkında kullandıkları ismi niçin değiştirip
yerine Arif diyorsunuz? Bu yaptığınız, nefsin yaratılışında asi olan
muhalefet etme özelliğinden peyda olmaktadır. Zira nefis Allah'ın emir
ettiklerine muhalif hareket etmek üzere yaratılmıştır. Ve sen halâ
- 37 -
"Âlim" demekten kaçınıp "Arif" istimal etmekte ısrar ediyorsun..
Allah'a muhalefet etmekten hâsıl olacak mahrumiyetten Allah'a
sığınırız.
Marifet, Arap lisânında ilmin derecesinden haddi zatında düşüktür.
Zira marifet tek mefu'le geçiş yaptığı için onunla tek bir fâide hâsıl olur.
ilim ise, iki mef'ule geçiş sağladığı için onunla iki fâide vücûda gelir.
Zikr edeceğimiz âyette ilim, marifetin yerinde kullanılmıştır. Şöyle ki: «Hem
de sizin bilmediğiniz..» (Enfâl Sûresi, Âyet: 60)
Aslında ilim, iki mef'ule tesir edendir.. Fakat burada marifet yerinde
niyâbeten istimal edildiğinden ötürü tek mef'ule tesirde bulunmakta esas
anlamına bir noksanlık peyda olmuştur, ilim ve marifete her ne kadar bir
şeyin hakikâtini olduğu gibi idrâk etmekte birdirler.
Bize ne oluyor ki, biz Allah'ın kullandığı ismi terk edip yerine başka bir
şeyi zikr ediyoruz!!!
İlimle marifet arasında çok ince bir fark vardır. O da ilim;
külliyatlara taalluk eder. Marifet ise cüzivatlara.
Öyle ise, ilmin muteallak külliyatlara nazaren cûziyatlara olan
muteallakı itibariyle küllileri kapsamına almaz, işte bu farka binaen
Allah'a "Âlim" denir. "Arif" denilmesi caiz değildir.
ilmin kendisinde vaaz edilmesi gerekli olan makamda marifeti kullanan
şahıslar, Verasat-ı Nebevide tahkik sahibi olsaydılar o makama ilim ve
makam sahibine de Âlim ismini verirlerdi. Böylece onlar, adâb-ı ilâhiye ile
hareket etmiş olurlardı.
Sehl bin Abdullah -Allah ondan razı olsun- bu makamda alâkalı
söylemiş olduğu şu cümleleri, işin hakikâtini ne güzel izah etmektedir.
— "Kişinin Ârif-i Billâh olması; ilim ile ALLAH'I bilmesine bağlıdır.
Âlim olması da mahlukata Rahmet ile muamele etmesiyle
gerçekleşir."
Sehl - Allah ondan razı olsun - böyle dedikten sonra da;
— "Semâlar yeryüzü için, yerin içi yerin üstündekiler için, âhıret
dünya için, ulemâ cahiller için ve Nebî-i Zişân - Allah'ın Salât ve
Selâmı onun üzerine olsun - bütün mahlûkat için Rahmet'tir." dedi.
Ey Aziz!.
Allah seni muvaffak kılsın!.
Düşün, bak!.. Sehl, âlimi hangi makama koydu ve kime benzetti!!!..
Bu yüce imâmın idrâk ettiklerini bize de idrâk ettiren Allah'a hamd
olsun. Öyle imâm ki muhakkikin sofîlere karşı Allah'ın hüccetidir. Zira Ebu-I
- 38 -
Kasım Cüneyd onun hakkında şöyle söylemiştir:
— "Hz. Süleyman, meliklere karşı, Hazreti Eyyub belâlara duçar
olanlara karşı, Hazreti MUHAMMED Aleyhisselâm fukaraya karşı ve
Sehl bin Abdullah da sofîlere karşı Allah'ın hüccet ve delilidir."
Cüneyd, Enbiyâ'yı bir takım şeyleri iddia edenlerin her bir grubuna
karşı Allah'ın hüccet ve delilleri olduğunu söylüyor. Bu söz Cüneyd'in Sehl
bin Abdullah'ın makamı için yaptığı şâhidlik vesikasıdır.
imâm Kuseyri "Risâle-i Kuşeyri"de Cüneyd için; "O Seyyidu-I
taifedir." Yani, "Sofilerin önderlerinden biridir." diyor, imâm Kuseyri'de
sofilerin önderlerinden biridir.
Öyle ise söylediğimiz bu hükümde onlara muvafık oluşumuzdan ötürü
Allah'a hamd ederiz.
Sehl'in söylediği bu cümlede şu sonuca varıyoruz..
Kişinin Ârif-i billâh olması ancak kendisinden önce yaşamış
muhakkiklerin usûl ve kaidelerinde, söylediği şeylerin denk olması ve
bu husus da onlar gibi İlâhi ahlâkla ahlâklanmasıyla gerçekleşir. İşte
bu ahlâk gereği zahiri ve batini ilme sahib olanlara "Âlim" derler.
Ebû Tâlib-i Mekkî "Kut" adlı kitabında Sehl bin Abdullah'ın ilim sahibleri
hakkında şöyle dediğini nakleder:
— Â'limimiz ve büyüğümüz olan Sehl bin Abdullah; "Âlimin üç tür
ilmi vardır.
1) Zahir ehline öğrettiği ilmi zahirisi,
2) Ehlinden başkasına öğretmediği ilm-i bâtınî,
3) Allah ile ilim sahibi arasında sırr olan ilim ki, bu da onun imân
hakikâtidir. Ne zahir ehline ne de bâtın ehline söylemez." dedi.
Görüldüğü gibi Sehl üç tür ilim sıfatıyla mevsuf olan şahsı, âlim ve
bildiklerine de ilim ismi vermiştir, işte Sehl'i böyle söylemeye yönlendiren
tek unsurun Ahlâk-ı ilâhi ile ahlâklanmasıdır.
Bu şerif makamdan dereceleri düşük olanlar ve himmetleri ya
Rab'lerine veya nefislerine taalluk edenlere, bulundukları makam
kendilerine Arif demelerine sebeb olmuştur. Zira muhakkikin sofilerin
katında Bekâ-ı Resm" diye tâbir edilen kemâl-ı hakikî; ancak Rab'lerini
ve nefislerini birlikte müşahede edenlerde gerçekleşir.
Şehrzurîve başkaları;
— "Hâli itibariyle yalnız Rabbisini müşahede eden kimsenin
kemâlat dereceleri noksandır, ve o kişi fâideden beridir" demişlerdir.
Kulun, hem nefsini hem de Rabbisini müşâhade etmekiiğinde,
- 39 -
Hakkın kendisini kendisiyle muşâhadesi gerçekleşir. Ve bu durumda
Rabb'in Ganî, Kadir ve bütün kemâlatlara sahib ve nefsinin aciz, fakir
ve bütün noksanlıklara sahib olduğunu müşâhade etmekle iki fâide
elde etmiştir.
Ancak hâli itibariyle yalnız Rabbisini müşâhade ettiğine inanan
kimse, kendi nefsini müşâhadesizliğinden ötürü, kendisinden geçip
giden fâideleri kazandığını ZAN eder. Halbuki bu kimse, varlığı
kesinlikle gerçekleşmeyen bir müşahedeyi iddia etmiştir. Bu da
müşahede makamında bir şeyleri birbirine karıştırmaktan ibarettir.
Kendisine nefsi duygulardan arınmaktık bu müşahede de onun
işlerini üstlendiğini zan etmesidir. Artık böyle bir kimse, hâli ile beşeri
özelliklerden arınarak ilâhi ahlâklarla ahlâklandığını hayâl eder..
Halbuki bu durum sahibi olan şahıs, bütün işlerini ve nefsini gark
eden derin bir uykuya dalan şahsın hâli gibidir. Öyle uyku ki uyuyan
şahıs o hâlde ne hisleri ne de nefsiyle birlikte olamaz.. Aynen bu makamı
iddia eden şahısda, bulunduğu müşahede de ne nefsiyle ne de Rabbisiyle
beraber değildir.
His ve nefsinden alâkasını kesen uykuya dalan kimseyi o şahsın hâlini
izah etmek için örnek vermemiz mevzûyu daha iyi idrâk etmen içindir.
Bu uykuda ki adam uyandığında ona şöyle denilecek; "Sen
uyuduktan sonra his âleminde bizlere peyda olan nice ilimlerden sen
mahrum kaldın. Peki hayâl âleminden senin için hâsıl olan bir fâide
var mı? " o da; "Hayır!. Bir şey görmedim, bir şey bilmedim" diyecek.
Ona bu cevâptan sonra şöyle diyecekler; "And olsun ki, sen ne bizimle
ne de nefsinle birlikte bir fâide elde etmedin. Sen bu suretle vaktini
boşa harcamaktan başka bir şey yapmamışsın."
işte bu durum gerçekleşmeyen bir müşahedeyi iddia eden şahsın
hâlidir. Bu hâli de sofilerin usûl ve kaidelerini bilmeyen ve kıyâs-ı fâsidle
meseleleri ölçen kimseden başkası konuşmamıştır.
Veyahud hâl ilmi, kendisine iltibas eden kimsenin söylemleridir, Eğer
bu şahıs iddia ettiği o müşahedesinde bir fâide ile gelse ve Bekâ-ı Resmi
hâl ile inkâr etse bu adam Fena- Resme Arif olmayan ve vaktin fenasını
bilendir. Müşahedesi bu surette gerçekdir. Fakat ona müşahedesinde ilim
hâl ile ilTibâs etmiştir. Öyle ise bu kimse açıkladığımız gibi noksanlık
sahibidir. Kemâl ehli değildir.
Buraya kadar hâlini izah ettiğimiz kimse, yalnız Rabbini müşâhade
ettiğini söyleyenin durumudur. Aynen onun gibidir, ikincisinin hâlide. Bu
ikincisi yalnız nefsini müşahede eden kimsedir. Bu da gaflet, iddia ve şirk
sahibidir. Böyle olan muallimlerden ALLAH'a sığınırız.
Gerçekten kâmil olan şu kimsedir ki, kemâlat ondan başkasında
mecazen bulunur. Zira gerçekten kâmil olanlar Rabbisini hem ilmen
- 40 -
hem de hâlen ve nefsini yalnız ilmen müşahede edenlerdir.
Burada işaret edilen malûm kesinlikle mevcûd olmayan
YOK'luktur.
Ebûl Abbâs Kasım ibn-ul Kasım El Seyyarı, bu Makama şöyle "Akıllı
olanlardan hiç kimse müşahedeyle lezzet almamışlardır. Zira Hakkın
müşahedesi kendisinde lezzet bulunmayan yokluktur. Ancak bu
müşâhadeyi eden kimseye, ilim müşahedesi hâl müşahedesine
galabet etmiştir. Velevki her iki müşahede bir anda hâsıl olsa da.."
diyerek işaret etmektedir.
Bu zât; "Akıllı olanlardan hiç kimse müşahede ile lezzet
almamışlardır.." sözüyle Bekâ-ı Resm'in hükmünü ifâde etmiştir.
öyle ise, Bekâ-ı Resm şöyle tanımlayabiliriz; "Nefs'in arzu ve
isteklerinden arınmak." Nefs'in arzularından arınmakta Hakkın arzu
ve isteklerin de YOK olmakla gerçekleşir. Hak'kın arzu ve isteklerinde
YOK olmakta, beşeri duygu ve ahlâklardan arınmaktır.
Öyle ise, müşahede de lezzet edinmek nefsin hâz duymasıdır. Nefs'in
hâz aldığın bir şeyin Rabbanî olması düşünülemez. Eğer bu kimse
hakkında şöyle dersek “Rabbisini hem ilmen hem de hâlen müşâhade
ettiği gibi, nefsini de ilmen ve hâlen müşahede etti.” o zaman o
kimsenin müşahedesi tamamen mevcûd olmaya yokluğa taalluk etmiş
olur. Yani o kimse, Bekâ-ı Resm ve Fenâ-ı Resm ile vasıflanmış olur.
Bütün bu izahatlarımızda şu gerçek sabit oluyor: Bu müşahede sahibi
İM fâide elde edendir. Biri zahmet çekmek diğeri de lezzet almak
fâidesidir. Zahmet fâidesinin hâsıl olması esnasında Bekâ-ı Resm ile
müşahede de hâsıl olan marifete lezzet denir.
İlmin iki mefule geçiş yapmasından ötürü iki fâideyeye
sâhib olana "Âlim denir. Âlim için hâsıl olan fâidelerden
birisini kazanana "Arif" denir. Çünkü o, Âlim'in ulaştığı ilim
Makamına ulaşmamıştır.
inayet yıldızı mebhasında açıkladığımız gibi, eğer o kişinin Âlem- i
Misâl'de Hak'la olan muvafakatiyeti gerçekleşmişse Âlem-i Şehâdet'te
Tevfîk-i İlâhi onun hakkında vakî olur.
Biz, ilmin marifetten üstün olduğunu söylediğimiz gibi Âlim de
Ârif'den üstündür deriz.
TENBİH
Sehl bin Abdullah Allahondan razı olsun- nakl ettiğimiz kelâmı Ebû
Abdullah Hüseyin bin Musa En Nişâburî "İzâhât-ı Tarik fî Usûli Ehli
Tahkik" Melâmiye'lerin usûl ve kaidelerini izah eden kitabda rivayet
etmiştir.
- 41 -
Cüneyd-i Bağdadî'nin Sehi'den nakl ettiği kelâm da; "Kitab Muhtehab
il Esrar fî Sıfatıssıddıkin vel Ebrar" adlı kitapta zikr edilmiştir.
Ebû'l Abbâs El yessâri'den nakl ettiğimiz kelâm da; "Risâle-i
Kûşeyri"de mevcuttur.

İbn-i Arabi (k.s.)
-Yıldızların Mevki-den

1 Temmuz 2010 Perşembe

lillahi

"İrfan sahibi leylek, gurbetten, gizlilik aleminden geldi. "Lek, lek" diye söylenerek, dilsiz peltek kuşları tespih çeker bir hale getirdi. "
Mevlana Celaleddin Rumi(r.a.)

De ki: " Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah icindir." (Enam Suresi, 162)

[*Lek=Senin icin]

http://jonasclean.blogspot.com/2009/12/ey-ogul.html

Sen'sin.!

"Allahım! Beni, ezelde yarattığın zaman aşkım kemal derecesinde idi! O zamanlar ne yer vardı, ne dünya vardı, ne güneş mevcuttu, ne de ay mevcuttu! Sen, benim duamı, yalvarışlarımı işittiğin zaman;

Ne bir insan başı vardı, ne de onun külahı vardı. Beni kendi aşkın için seçtiğin zamanlar, hiç bir şey mevcut değildi!"
..

"Ben, ezelde, en eski zamanlarda Sen'inle beraber idim, Sen'in nedimin, dostun idim! Böylece, mademki ben Sen'inle beraber oldum, Sen de benimle oldun! Şu halde, niçin görünmüyorsun.?

Gören göz de Sen'sin, söyleyen, işiten de Sen'sin; gözümüze perdeler çeken, hakikati bize göstermeyen de Sen'sin, perdeleri yırtan da Sen'sin.!"

Mevlana Celaleddin Rumi (r.a.)