27 Şubat 2011 Pazar

İki kişi hiçbir zaman aynı mizaçta birleşmeyeceği gibi iki kişi bir menzilde de birleşmez.

Ey samimi dost, Allah sana yardım etsin, bilmelisin ki : Allah yaratıklarını yarattığında, onlar adına kendilerini aşamayacakları menziller belirlemiştir. Söz gelişi melekleri " melekler " olarak yaratmış, peygamberleri peygamber olarak, nebileri nebiler, velileri veliler, müminleri müminler, münafıkları münafık, kafirleri kafir olarak yaratmıştır. Her biri Allah nezdinde ayrışmış, belirlenmiş mertebelerdir. Onlarda bir ilave veya eksilme olmaz, birisi diğeriyle değişmez. Dolayısıyla herhangi bir yaratılmış, kendisinde yaratılmadığı makamı elde etmek üzere çaba ve kazanımı bir sonuç vermez. Bütün bunlar tamamlanmış şeylerdir. " Bu Aziz ve Alim' in takdiridir ." Öyleyse her varlığın ve her sınıfın menzilleri, o sınıf tarafından aşılmaz ve hiç kimse mecrasının dışına taşmaz.

Allah yıldızların durumu hakkında şöyle der: " Her biri kendi feleğinde yüzer / tespih eder. " Her varlığın kendine özgü bir yolu vardır ve ondan başkası, ne ruh ne doğa olarak, o yolda yürüyemez. İki kişi hiçbir zaman aynı mizaçta birleşmeyeceği gibi iki kişi bir menzilde de birleşmez. İnsan hiçbir zaman melek olamayacağı gibi melek insan olamaz veya peygamber bir başkası olamaz. Her birisinin Allah' tan belirlenmiş bir derecesi vardır. Her sınıfın, hatta her türün şahıslarının kendilerine özgü özellikleri vardır.

... Bunu öğrenince, nebiliğin ve resullüğün olduğu kadar velilik, iman, küfür ve bütün hallerin ilahi bir tahsis olduğunu öğrenirsin. Öte yandan kesbin kendisi de bir tahsistir !.

Fütuhat-ı Mekkiyye
Muhyiddin İbn Arabi(r.a.)

kusurlarımla birlikte

Ömrüm boyunca, Allah'ü teâlâya lâyıkıyla ibâdet edebilmeyi, namazı lâyıkıyla kılabilmeyi arzu ettim. Bu arzu ile, belki güzel namaz kılarım diye sabaha kadar namaz kıldım. Fakat kıldığım bütün namazları O'na lâyık olarak bulmuyordum. Nihâyet, Allahü teâlâya şöyle yalvardım: ''Yâ Rabbî! Sana lâyık şekilde tam ve kusursuz olarak hiç namaz kılamadım. Kıldığım bütün namazlar hep Bâyezîd'e yakışır şekilde oldu. Beni ve ibâdetlerimi kusurlarımla birlikte kabûl eyle."

~ Hz.Bâyezîd-i Bistâmî (k.s)

Ölçüp biçip çıkarımlar yapma çabası

Ölçüp biçip çıkarımlar yapma çabasına, kutlu bir uğraş gibi tutunmuşsun. Bırakıversen olmaz mı?... Serbest bırak şu gönlü… Anahtarları da sallayıp durma her yerde. Otur içindeki denizi seyret. Ve teslim ol akışa!... Suyun götürdüğü basit bir saman çöpü gibi…

Münir Derman(k.s)

Hakka bak.

Gözün her ne görürse ondan hicabı yani perdeyi kaldır.Hakka bak. Çünki her neye gözün erişirse o sana şöyle der; ''Sakın bize aldanma,bizim müstakil bir vucudumuz olduğunu zannetme. Bizim Hakikatimiz olan Hakka bak biz fitneyiz seni aldatırız'' diyerek nida ederler...

Muhammed Nurul Arabi (k.s)

25 Şubat 2011 Cuma

Bakî olan, sonsuz olan nür Allah'ın nurudur.

"Her ne kadar bütün nürlar Allah'ın nüru ise de, sen hepsine birden . Hakk'ın nüru deme.

Bakî olan, sonsuz olan nür Allah'ın nurudur. Fanî olan, geçici olan nür, bedenin sıfatıdır, cismin sıfatıdır.

Ey Allah'ım, senin lütfunu, ihsanını görmüştür de onun için "göz kuşu" senin aşk havanda kanat çırpmadadır.

0 ötelere, göklerin de göklerine kadar yükselmiştir de seni arayıp durmadadır.

Ya ona cemalinden bir göz ver. Yahut da bu cür'eti, bu ayıbı yüzünden onu kapından kovma."
Amin.

Hz. Mevlânâ Jalauddin RÛMÎ (r.a.)

Onların feyizleri ruhani iken bizim feyzimiz hem ruhani hem ilahidir.

İndirilen şeriatlara inanmayanlar da riyazet, mücahede ve nefsi doğanın etkisinden kurtarmak gibi hususlarda bizimle ortak olunca, onlar da temiz ve arınmış ruhlara ulaşabilir ve bu ulaşmanın hükmü, indirilmiş şeriatlara göre davranan mümünlerde ortaya çıktığı gibi onlarda da ortaya çıkar. Bu nedenle, bizimle onların arasında - insanların genelinin nezdinde- bu noktada bir benzeşme ortaya çıkmıştır. Biz riyazet keşfinin ve yüce ruhların yardımının verdiği bilgilerden söz ettik, bu erdemli nefislerde alemdeki her şey nakşedildi ve böylelikle bilinmeyenlerden konuşmuşlardır. Benzerliği ortadan kaldırmak için Cüneyd şöyle der: " Bizim davranışımız ile akılcılar arasında( görünüşte ) bir ortaklık gerçekleşse bile, bizim riyazet, mücahede ve bu bilgileri ve bizde ortaya çıkan temiz halleri bize kazandıran amellerimizin dayanağı, Kitap ve Sünnete göre davranmaktır." Cüneyd' in " Bizim bu ilmimiz Kitap ve Sünnet ile sınırlıdır " sözünün anlamı budur. Kıyamet günü o insanlardan böyle ayrışacağız. Çünkü onlar ilahiyat bahislerinde bizim sahip olduğumuz zevke sahip değildirler. Onların feyizleri ruhani iken bizim feyzimiz hem ruhani hem ilahidir. Çünkü biz " Şeriat " denilen ilahi bir yolu takip ettik . Bu yol, bizi şeriatı ortaya koyana ulaştırdı ki, O da Allah' tır. Çünkü O, bu yolu kendisine ulaşan bir yol taptı, bunu bilmelisin !
Fütuhat-ı Mekkiyye 93. Kısım, 88. Bölüm
Muhyiddin İbn Arabi(r.a.)

24 Şubat 2011 Perşembe

Ölmeden evvel kalplerimizi sana yakınlaştır.

Allah'ım (C.C)! Nefislerimize, heva ve heveslerimize ve şeytanlarımıza karşı bize kuvvet ver. Bizi senin grubunun içine al ve onlardan eyle. Ölmeden evvel kalplerimizi sana yakınlaştır. Herkkesin karşılaşacağı günden önce bizi "özel karşılama" ile rızıklandır.
Amin..

Abdulkadir Geylani (K.S)

ölümü düşünerek

..Tasavvufi hayatımın başındagece-gündüz ölümü düşünerek geçirdiğim zamanlarım çok oldu. Ben ölümü düşünerek felah buldum. Nefsimi ölümü düşünerek ezdim. O günlerde ölümü düşünerek akşamdan seher vaktine kadar ağladığım zamanlar oludu. Yine böyle bir gece ağlamış ve şöyle dua etmiştim: "İlahi, Senden ruhumu ölüm meleğinin değil , senin kabzetmeni diliyorum.
Gözlerim kapandı. Rüyamda çok güzel yüzlü ihtiyar bir adam gördüm. Kapıdan içeri girip yanıma geldi. Ona: "Sen de kimsin?" dedim. "Ben ölüm meleğiyim" dedi. Dedim ki: "Ben Allahu Tealadan (C.C) ruhumu kendisinin kabzetmesini, senin kabzetmemeni dilemiştim!" Bana dedi ki "Niçin böyle dua ettin? Benim ne günahım var? Ben sadece görevli bir memurum. Bazı kimselere yumuşak davranmakla, bazı kimselere de sert davranmakla emrolunurum." Bana sarıldı ve ağlamaya başladı. Ben de onunla birlikte ağladım. Sonra ağlayarak uyandım..
Abdulkadir Geylani (K.S)

En büyük zikir ALLAH’ın zikridir.

Muhiddin-i Arabî (r.a.) buyuruyor:
Gizli, aşikâr, tenhada, kalabalıkta ALLAH’ın zikrine devam et! ALLAH, siz beni anın ben de sizi anayım der.
“ALLAH’ ı çok zikreden erkeklerle, ALLAH’ı çok zikreden kadınlara pek büyük mükâfatlar hazırlanmıştır” buyrulur.
Zikir, dil ile olduğu gibi kalb ile de olur.
Hatta bütün azalarla olur.
Zikir, zikrettiği Zâtten başkasını tamamen unutmaktadır.
Daha doğrusu zikir, El Mâlik’i ceseden ve ruhan talep etmektir.
Zikir çok büyük bir ihsandır mü’minlere. . .
“VE LE ZİKRULLAHÜ EKBER”
ALLAH daima kendi Zât-ı Ecelli Âlâlarını tesbih ve zikreder.
En büyük zikir ALLAH’ın zikridir.
Buradaki âyette en büyük zikir HAKK ile zikre iştiraktir.
Sana senden yakın olanla. . .
Gafil olma! . .
Gafillerin sözüne bakma! . .
Onlar bana yetişemezler. .

Gözü açılana hayâ gelir. . .

Esmâ-i hüsnânın çokluğu bir merkezde düşünülürse Tevhid olur. Tevhid kuvvettir.
Daima ALLAH’tan başkasını unut! . .
Zâkir olursun...
Böyle olan kimse her yerde zâkir’dir.
Kalb ve lisaniyle ALLAH’ın zikrine devam edenlerin kalbine ALLAH Zâti Ahadiyetine karşı iştiyak nûru ilka eder.
Gözü açılana hayâ gelir. . .

Hayâ makamında Fetih başlar.
Fetih, kalb gözünün Tevfik-i Rabbanî ile açılmasıdır.
Bu göz açıldı mı Ahlâk, Fazilet, Doğruluk o kimse için asla değişmeyen, değiştirilemeyen bir haslet olur.
Onsuz yaşayamaz.

Şeyhul Ekber Muhyiddin ibn Arabi(r.a.)vasiyetleri..

Tâ ki Rabbine hüsn-ü zan ile kavuşasın. . .

Muhiddin-i Arabî (r.a.) buyuruyor:

Nerede öleceğini, ne vakit ruhunu vereceğini bilemezsin...
Onun için Rabbine her hâlinde hüsn-ü zan et. Sû-i zan etme.
Tâ ki Rabbine hüsn-ü zan ile kavuşasın. . .
Hadis-i Kudsî’de buyurur:
“Ben kulumun zannı üzereyim. Bana karşı hayır zan’da bulunsun.” Bu haber bir vakit ile takyid buyrulmamıştır.
Hatta zannın ilim derecesine çıkar! . .
De ki: “Rabbim affeder, mağfiret eder.
Günahlarımdan beni temizler!”
Günahkârlara :
“Rahmetinden ümidinizi kesmeyin; çünkü Rabbiniz bütün günahları yargılar.”
Bu âyet’tir.
Bir kavl-i şerifte hiç bir günah tahdid edilmeden mağfiret beyan buyrulmuş, bir de cemian ile te’kid edilmiştir.
ALLAH’ın Rahmeti gazabına galiptir.
Günahkârlara da kulum diye şeref bahşetmesi ne büyük lütf-u İlâhidir.
“Kul” kelimesi HAKK namına kelâm eden, konuşan demektir.
ALLAH’ımıza hudutsuz şükürler olsun! . .

22 Şubat 2011 Salı

akıl ve zeka zandır, hayranlıksa bakış görüş!

Aklı zekayı sat da hayranlığı satın al... akıl ve zeka zandır, hayranlıksa bakış görüş!
Aklı Mustafa’nın önünde kurban et...Hasbiyallah de, yani Allah’m bana yeter!
Kenan gibi gemiden baş çekme... ona da zeki aklı bu gururu vermiş aldatmıştı.

Hz. Mevlânâ Celaleddin Rumi(K.s)

İsteyen de O'dur, istenen de O!

Ey sevdası Allah aşkı olan! Ey her şeyde, her eserinde O'nu arayan! Verdiği dertlerde O'nun tecellisini sezen! Ey hakîkat madenini isteyen!

İsteyen de O'dur, istenen de O! Seven de O, sevilen de 0. Yusuf da O'dur, Yakup da O'dur. O hem gerdanlık olmuş, hem gerdan!
...
Hz. Mevlânâ Jalaluddin RÛMİ(r.a.)

Daha fazlasını istemek, ancak hal duasıyla ve istidat diliyle olur; kabul imkânı oluşmadan bir an önce istemekle, talep etmekle olmaz.

“Allah yücedir.” Sonsuz yücelik ve azamet sahibidir. Öyle ki yüceliğinin ve azametinin ölçüsünü bilmek, bir ölçüyle sınırlandırmak mümkün değildir. Mülkünde işini bozacak kimse yoktur. O her şeyden yücedir, mülkünde iradesi ve kudreti doğrultusunda tasarrufta bulunur. Kimse O’nun adaletini de etkisiz kılamaz. O her şeye hakkını, hikmeti doğrultusunda eksiksiz verir. “Acele etme…” zevkin son sınırına ulaşmak maksadıyla heyecanla uyanan şevkten dolayı ledünni ilmi cem mahzeninden almak için acele etme. “Önce…” onun sana varit olmasına hükmedilmesinden ve sana ulaşmasından önce acele etme. Çünkü ilim ve hikmetin nüzulü, senin kabiliyet açısından kaydettiğin yükseliş mertebelerinin terettübüne bağlıdır. İstemekte, feyizlenme hususunda aşırı talepkâr olma. Çünkü feyiz tükenmez. Arınma, yükseliş ve güzelliklerle bezenme hususunda artış kaydetmek suretiyle feyizde artışı talep et.
Daha fazlasını istemek, ancak hal duasıyla ve istidat diliyle olur; kabul imkânı oluşmadan bir an önce istemekle, talep etmekle olmaz. Her öğrendiğin, bildiğin şeyle birlikte, ondan daha yüce ve daha gizli olanını kabul etme yeteneğin artar. Adem (a.s) kıssası ve bu kıssanın tevili daha önce birkaç kere geçti. “Şimdi burada senin için ne acıkmak vardır, ne de çıplak kalmak.” Çünkü ruhani âlemde maddi giysilerden arınma esnasında zıtların çatışması söz konusu olamaz. Aynı şekilde, fesada yol açan bezenme de gerçekleşmez. Bilakis nefis, tükenmesinden ve yok olmasından endişe duymadan, emin olarak maksadın gerçekleşmiş olmasıyla lezzet alır.

[Muhyiddin İbn Arabi (k.s.) -Kuran Tefsirinden-]

21 Şubat 2011 Pazartesi

aşağılanma, çaresizlik, hor görülme, fakr ve tevazu

Cenab-ı Hakkın huzuruna kabul edilmek için, bütün cennet kapılarını dolaştım Cennetteki, sâimlere, kâimlere, hacılara, ehl-i zekâta ait bütün kapıların önleri insanlarla doluydu Çok büyük kalabalıklar vardı; girecek bir yol bulamadım Boş olan tek bir kapı gördüm Hemencecik oradan girdim ve Rabbimin ilâhî huzuru ile şereflendim Bu kapı aşağılanma, çaresizlik, hor görülme, fakr ve tevazu kapısıydı.



~ Seyyid Ahmed-er Rufâi Hz. (k.s)

Boyuna Allah aşıklarını ara, her ne söyleyeceksen, onlardan rivayet et, onların sözlerini söyle.

Boyuna Allah aşıklarını ara, her ne söyleyeceksen, onlardan rivayet et, onların sözlerini söyle. Aşkın, aşıkların yüzünden artar , onlarla eş-dost oldun mu, ölçülü düzenli bir hale gelirsin . A kardeş, cinsinden başkalarıyla oturup kalkma da din konağına yol al.

Sultan VELED ( k.s )

Ruhlara olan en büyük azap, bilgisizliktir.

„Ruhlara olan en büyük azap, bilgisizliktir. çünkü bilgisizlik, tam bir aldaniştir. Bu nedenle nefislerin azap günü, ‚aldaniş günü’ diye isimlendirildi. Nefs o gün şöyle der: ‚yaptigimiz taşkinlik nedeniyle vah bize!’(zümer,56) O gün pişmanlik(hasret) günüdür.

Aldaniş (ve pişmanlik) emre isyan ve itaat eden herkese ulaşir.İtaatkar kişi mutlu olduğu halde, şöyle pişmanlik duyar:’keşke daha çok gayret sarfetseydim, bütün gücümü kullansaydim,Rabbimin sözünü dinleyip gereğiyle amel etseydim.’Emre karşi gelen ise şöyle der: ‚keşke emrettiği ve yasakladiği şeylerde Rabbime itaatsizlik etmeseydim.’işte o gün aldanma pişmanlik günüdür.“
Muhyiddin ibn Arabi (r.a.)
Fütuhat,II-408

20 Şubat 2011 Pazar

Baş da Sensin, son da Sen.

Kıyamete dek senden söz açsam sonu gelmez... Baş da sensin, son da sen.

Hz.Mevlâna (k.s)

Rabbim Allah’tır de, sonra dosdoğru ol!

Süfyân bin Abdullâh (ra) şöyle dedi:
“–Ey Allah’ın Rasûlü! Bana kesinlikle yapmam gereken bir iş söyleyiniz.” dedim. Efendimiz:
“-Rabbim Allah’tır de, sonra dosdoğru (Kitab ve Sünnet muhtevâsı içinde istikâmet üzere) ol!” buyurdu. Ben:
“-Ey Allah’ın Rasûlü! Hakkımda (zararını göreceğimden) en çok endişe ettiğin şey nedir?” dedim. Efendimiz, o güzel dilini eliyle tuttu ve:
“–İşte budur!” buyurdu. (Tirmizî, Zühd 61; İbni Mâce, Fiten 12) Yani ağzından çıkan her sözü, enine boyuna düşünerek söyle!
s.a.v.

İbn-i Arabi Hazretleri ve Tanıdığı Evliya Hanımlar

Bu salih ve arif kadınlardan biri Nune Fatıma bint ibni el-Müsenna'dır.
Şeyh bu kadını şöyle vasfeder:

- "Babası Kurtuba'lıydı. Genç bir kız iken tarikata girdi. Cüzam hastalığına yakalanmış muttaki bir adamla evlendi. Bu adam ölünceye kadar 24 sene boyunca ona hizmet etti. Allah'tan başka her şeyle ilgisini keserek kendini ibadete verdi. Allah mülkünü ona sundu, ama o bu mülkten hiçbir şeye bağlanmadı. Allah için seven, Allah'ı bilen, Allah aşkıyla dolu biriydi. Onu gören biri "ahmak!"derdi. o ise "Ahmak, Rabbini bilmeyene denir" cevabını verirdi. Daima Allah'ı
zikreder, onunla tarifsiz bir coşku yaşardı. Cinlerin mümin olanları onun meclisine katılırlardı. Çok az yerdi. İşbiliye'de onun sohbetinde bulundum, ondan yararlandım. Bir çok kerametini
gördüm. Bu kerametlerden biri şudur: herhangi bir şey istediği zaman, Allah'a Fatiha suresini okuyarak dua ederdi, anında duası kabul olurdu. Alemler için bir rahmetti.
Onu tanıdığım zaman 95 yaşındaydı. Ama nazikliğinden, letafetinden dolayı onu on dört yaşında sanırdın. Yıllarca ona hizmet ettim. Boyu yüksekliğinde kamıştan bir ev yaptım
ona. Manevi derecelere yükselinceye kadar durmadan Allah'a kulluk ederdi. Bana şöyle derdi: "Ben senin ilahi annenim. Nur ise senin topraktan annendir." Annem onu ziyarete geldiğinde, ona şöyle derdi: "Ey Nur! Bu benim oğlumdur. Senin de babandır. Ona iyi davran, sakın serkeşlik
etme." Meclisine katılanlara hitaben şunları söylerdi:
"Hepiniz benim yanıma varlığınızın bir kısmıyla gelirsiniz, bir kısmını ise evinizde, ailenizde, başka gayeleriniz için bırakırsınız. Ama oğlum, gözümün aydınlığı Muhammed b. Arabi hariç. O, benim yanıma gelince, bütün varlığıyla gelir, kalkınca bütün varlığıyla kalkar, oturunca bütün varlığıyla oturur. Arkasında nefsi namına bir şey bırakmaz. Tarikte böyle olmak gerekir."

Şeyhin yirmili yaşlarda iken tanıştığı arif kadınlardan biri de Yasmine Şems Ümmül fukara'dır. Şeyh onun hakkında özetle şunları söylüyor

-"Onu tanıdığımda 80 yaşındaydı. Merşanetu'z Zeytun'da defalarca yanına gittim. Burası İşbiliye'ye uzak olmayan bir yerdi. Abdullah el-Mururi ile birlikte onu ziyarete giderdik. Salih bir kadındı. Çok içli ve yufka yürekliydi. Ağırlık hali rıza ile karışık korkuydu. Nefsine yüklenmek
hususunda sergilediği kararlılığı erkeklerde bile görmedim. Muamele ve keşiflerde büyük özellikler sergilerdi. Defalarca onu keşif hususunda denedim, sonunda onun bu makamda
temkin düzeyinde olduğunu gördüm. Hallerini özenle gizlerdi. Onun bir çok bereketini gördüm."

Şeyhin tanıştığı salih kadınlardan biri de, önce İşbiliye'de sonra Mekke'de karşılaştığı ve Mekke'den birlikte Kudüs'e yolculuk ettiği Zeynep el-Kaleiye'dir. Şeyh, onun hakkında özetle şunları söylüyor

- "Aslen Benu Hammad Kalesindendir. Kur'an ehliydi. Zamanının en zahidiydi. Göz kamaştırıcı güzelliğine ve büyük servetine rağmen dünyadan el etek çekerek Mekke'ye yerleşti. Büyük şeyhlerin sohbetinde bulundu. Bunlar arasında, İbni Kasum, eş-Şeberbuli, Meymun el-
Kırmızı, luhaddis, zahid Ebu'l Hüseyin es-Saiğ, Ebu's Sabr Eyyub el-Fihri gibi isimler yer alır. Namaz vakitlerine onun kadar özen gösteren birini görmedim. İnsanların en zekilerindendi.
Allah'ı zikrettiği zaman, yerinden yukarı yükselirdi ve zikir sona ermeden yere inmezdi."

Mekke'de yaşıyan ve şeyhin karşılaştığı salih kadınlardan biri de Emetu Emirülmüminin'dir. Şeyh onu özetle şöyle vasfeder:

-"Ahlak, erdem, yoksullara hizmet ve tarikatta doğruluk bakımında zamanının biricik kadınıydı. Nefsine karşı amansız bir cihad verir, rabbini çokça tazim ederdi. Kesintisiz oruç tutardı. Halleri çok güçlüydü. Tayy-i mekan makamına nail olmuştu. Uzak mesafeleri en kısa zamanda kat edebiliyordu."

Bunlardan biri de şeyhin, hakkında şu değerlendirmeyi yaptığı kadındır:

- "Mekke'de salih bir kadın gördüm. Fatıma bint et-Tac. Hiçbir kabahati olmadığı halde, babası onu incitici şekilde dövmüştü. Ama o hiçbir şey hissetmemişti. Sırtı ile kamçı izleri arasında giren şeyleri ise hissederdi. (…) Başlangıçta bizim de başımızda böyle şeyler geçti ve bu uzun bir
hikayedir."

Şeyhin annesi Nur vefat ettiğinde, ana oğul birbirleri için göz aydınlığı mesabesindeydi. Annesi, şeyhin babasından, yani eşinden birkaç ay sonra vefat etti. Vefat ettiğinde şeyh
30 yaşındaydı. Şeyh, anne ve babasına yönelik iyi tutumunu onların ölümünden sonra da sürdürdü. Bazı ibadetlerinin sevabını onlara ve atalarına ithaf ederdi. Böylece bir çok
insanın kulak ardı ettiği sıla-ı rahmi (Akrabalık bağı/ziyareti) unutmazdı. Nitekim Futuhat'ın 454. babında şunları söylemiştir:

- "Nesebin ispatı için iki yol vardır: En yücesi nisbi olanıdır. Yani, Allah nesebi olan takvadır. Biri de rahim yoludur. Rahim ise, Rahman'dan bir daldır. "Çocuk babasının sırrıdır." sözünün anlamı budur. Kıyamet günü nesebini bilerek, akrabalarını göstererek, rahmi aracılığıyla Rahman'a ulaşmış olarak gelen bir adamla, bütün bunları bilmeden, yabancılığa ve münasebetlerin uzaklığına inanarak gelen bir adam arasında ne büyük bir fark vardır.

başımızdan aşağı dök sabrı, sen bize sabırlar ver.

A babam, kendini incitme, başını taşlara vurma; yanıp yakılan nefsinle savaşıp durma.

Ay'a tükürsen o tükürük kendi yüzüne gelir; onun eteğini çekersen senin elbisen daralır.
...
Senden önce başka hamlar şu dünya kazanında kaynayıp coştular, çok çarpınıp çırpındılar amma razılıktan başka bir çare bulamadılar.

Bir oklu kirpi yılanın kuyruğunu ağzıyla yakaladı, başını içeri çekip dertop oldu o düzenbaz.

Ahmak yılan boyuna kendisini kirpiye vurmaya başaladı, oklarına vura vura delik deşik oldu.

O kötü yüzlü, sabırsızlığından, düzen bilmezliğinden, tez canlılığından kendisini öldürdü; bir müddet sabretseydi o beladan kurtulurdu.
...
Sen de aklını başına al da her bela oklu kirpisine kendini vurma, rahatça otur da kaza geldi mi hava boşluğu bile daralır de dur.

Alemlerin Rabbi, ben sabırlılarlayım buyurdu; ey sabırlılarla oturan, sen başımızdan aşağı dök sabrı, sen bize sabırlar ver.

Hz Mevlana Celaleddin Rumi(k.s) Divan-ı Kebir

"Allah'ın nurdan ve karanlıktan yetmiş bin perdesi vardır. .."

Yüce Allah ile ilgili olarak söylediklerimizi Hz. Rasulullah (s.a.v.)m şu sözü de desteklemektedir: "Allah'ın nurdan ve karanlıktan yetmiş bin perdesi vardır. Eğer bu perdeleri açarsa, mahlukattan gözleriyle O'nu idrak edenlerin yüzlerinin derisini yakar."" İşte bu Allah'tır ve O, söylediğimiz gibi O'dur. Allah Rasulu(s.a.v.) makamları ne güzel biliyor ve eşyayı ne güzel keşfediyor. Bu açıklamayı yaparken maksadi perdelerin sayısını vermek değildir, bilakis, maksadı yüce Allah'ın zuhur etmesinin mümkün olmadığını vurgulamaktır. Ayrıca Hz. Rasulullah (s.a.v.) ifadeyi gözlerle de teyit ediyor. Bu, Allah'ın vasfı olduğuna dair en şerefli basirettir. Ama akıl böyle değildir. Çünkü akıl gayb ile ilintilidir. Allah açısından ise gayb diye bir şey yoktur. Her şey Onun için görünendir. Bu yüzden akıl değil gözden, basardan söz edilmiştir.

Yukarıda yaptığımız açıklamalar ışığında bakacak olursak, şu husus da bu kapsama girer: Hayret huzuru, sıfatları gözleyenlerin, fikir erbabının ve basiret sahiplerinin içine giren hayret, yani sıfatların aynlerinin ispatı veya nefyi Allah'a... aittir. Hükümlerine gelince, bu hususta akıl erbabı arasında bir ihtilaf yoktur. Bu noktadaki hayretin sureti şöyledir: bu sıfatların aynlerini mevsuf zata zait olarak kabul edenler Allah'ta sayı, çokluk ve muhtaçlık ispat etmiş olurlar. Oysa Allah her açıdan birdir (bizzat müstağnidir ve bizzat kâmildir). Böyle bir şey olabilir mi? Eğer desek ki, sıfatların aynlerinin zata zait nitelikler olduğunu ispat etmekten hiçbir şekilde sayının ispatı çıkmaz. O zaman ortadaki durum, sayı ispat etmekten daha şiddetli olur. Şöyle ki: Böyle bir durumda ilâhî zat başka bir şeyle kâmil olmuş olur. Başkasıyla kamil olan bir şey de zatı itibariyle eksiktir. Sıfatların aynlerini nefyeden ve bu iki makamdan, yani hem kesretten hem de eksiklikten kaçan kimse de başka bir durumla karşı karşıya gelir. Şöyle ki: marifetullah ile ilgili olarak ortaya koyduğunuz delil açısından hüküm, Onun güç yetiremediği şeklinde belirginleşir. Eğer bu hükümler sırf zat için ispatlanırsa, bu takdirde Onun kendisi için kadir olduğu ispatlanır ve fiil de ezelîlik niteliğini kazanır ki bu imkansızdır. Dolayısıyla bu bakımdan Allah'ın kendisi için kadir olduğunu ispat etmek de imkansız olur.

Sonra kalb, görüneni görünmeyene mukayese etmek yoluyla bu açıklığı ve belirginliği bulamaz. Özellikle akim kaynağının ne olduğu, burhanlarını ve delillerini nereden terkip ettiği bilindikten sonra. O halde kusur bu çerçeveyle ilgilidir ve ...bu gibi işlere dalmak güzel bir davranış değildir. Bir şey ancak gözlem, görme veya tarif ile elde edilebiliyorsa, onu bu yolların dışında elde etmek makama karşı küstahlık ve cüret sayılır.

O halde akıl erbabı için en uygun olanı varlık üzerinde durup ikrar etmek, ötesine geçmemek ve sıfatları sağlamlaştırmaktır. Çünkü bunları nefyetmenin de ispatlamanın da imkanı yoktur. Akıl böyle bir konuya vakıf olmaktan acizdir. Daha doğrusu bu konuyla ilgili olarak dayandığı bilgiler çok azdır.

Muhyiddin ibn Arabi(r.a.)
CELÂLET “KELİMETULLAH” KİTABI'ndan

"Sesinizi Peygamberin sesinden fazla yükseltmeyin.“

„İşte, bir vakit cehennemden bana gösterilen şey buydu. Cehennemliklerin tartişmasi, münazaralarda birbirlerine karşi kanit getiren görüş ayriliğina düşmüş kimselerin tartişmalarina benzer.Bunu gördüğümde, Allah’in beni muttali kildiği hali hatirladim. Bütün rahmetin (Allah’tan gelen şeyleri) kabul, peygamberden ögrenme ve Kitap-Sünnet sinirinda durmada olduğunu gördüm. İnsanlar „bir peygamberin yaninda tartişmak uygun değildir“hadisini görmezden gelmişlerdir. Peygamberin hadisinin varliği, bizzat peygamberin bulunmasi gibidir ve onun bir hadisi zikredildiğinde, tartişmak uygun değildir. Peygamberin hadisi rivayet edildiğinde, onu duyan kişi sesini yükseltmez. çünkü Allah söyle buyurur :“Sesinizi Peygamberin sesinden fazla yükseltmeyin.“(hucurat,2) Allah ehline göre, peygamberin sesi ile sözünün aktarimi arasinda hiçbir fark yoktur.(s.a.v.)“

Muhyiddin ibn Arabi(r.a.)
Fütuhat II-402

18 Şubat 2011 Cuma

Gafiller içerisinde gizlice Allah’ı zikret. Bu Allah ile halvet olmak demektir.

"Gafiller içerisinde gizlice Allah’ı zikret. Bu Allah ile halvet olmak demektir. Fazla suyun olunca baskasından esirgeme. "

Muhyiddin İbn Arabi(k.s)

17 Şubat 2011 Perşembe

Halbuki şehvetten kurtulup aşka ulaşabilmek için yol çok uzundur.

.. "İnsaf et, aşk güzel bir iştir! / Onun bozulması, güzelliğini kaybetmesi, (insanlardaki) tabiatın kötü niyetli oluşundandır. / Sen, kendi şehvetine ve arzularına aşk adını takmışsın; / Halbuki şehvetten kurtulup aşka ulaşabilmek için yol çok uzundur.

Mevlâna Celâleddin RUMÎ(r.a.)

susmak evladir.

Eğer sırlara tahammül edecek dost ve sırdaş bulamazsan susmak evladır.Çünkü herkese aklının erebileceği ölçüde söz söylemek gerekir.Yoksa halden anlamayana hikmet ve maarifetten bahsetmek hakikate zulmetmektir.
Halimize aşina olmayanlar , eserlerimizi okumasınlar.

Muhyiddin İbn Arabi (k.s)

Şafi Allah

Allah’ım, geçmişte hep yararlandığım beden sağlığından dolayı hamd sana mahsustur. Vücudumda meydana getirdiğin illetten dolayı da övgü yine sana özgüdür.
Çünkü, ey Rabbim, şu iki durumdan han...gisi için sana daha çok şükretmem gerektiğini ve şu iki vakitten hangisi için sana daha çok hamd etmem icap ettiğini bilemiyorum:
Temiz rızklarından afiyetle istifade etmemi, rızanı ve fazlını elde etmek için neşeyle çalışmamı ve yerine getirmeye muvaffak kıldığın itaatlere güç yetirebilmemi sağlayan sıhhat zamanı için mi?

Yoksa günahlardan temizlenmeme, üzerimdeki hatalar yükünün hafiflemesine, içine gömüldüğüm kötülüklerden kurtulmama, tövbe etme gerekliliğini anlamama ve günahların üzerimde bıraktığı izleri silmem gerektiğini hatırlamama yarayan illet zamanı için mi? Hele bunlara, bir de hiçbir zahmet çekmediğim, sırf senden bir lütuf ve ihsan olarak iki yazıcı meleğin benim için yazdıkları temiz ameller eklenirse (o zaman bu iki durumdan hangisinin daha hayırlı olduğunu anlamak daha bir güç olur).

Allah’ım, Muhammed ve âline salat eyle ve benim için razı olduğun şeyi bana sevdir; üzerime indirdiğin (musibet)i bana kolaylaştır; geçmişteki pisliklerimden beni temizle; eski kötülüklerimin üzerimdeki izlerini sil; sağlığın tatlılığını bana göster; selametin serinliğini bana tattır ve hastalığımdan çıkışımı affına, düşüşümden kalkışımı bağışlamana, üzüntümden kurtuluşumu sevincine, bu zorluğu aşmamı genişliğe yönelik kıl.
Hiç kuşkusuz sen, karşılıksız iyilik yapan, hakketmeden nimet veren, çok bağışta bulunan, büyüklük ve yücelik sahibi kerimsin...

imam zeynel abidin (r.a.)

15 Şubat 2011 Salı

beni bir halden diğerine geçiren O'dur.

Allah'tan korku beni kabz haline düşürür.
O'na karşı ümidim beni rahatlatır.
Hakikat beni toplar.
Hak beni fark haline sokar değişik tecelliler içinde tutar.
Hak Teala beni korku ile kabz haline sokunca, beni benden yok eder.
Bana bast halini yaşatınca, beni bana iade eder.
Beni hakikat ile toplayınca,huzurunda hazır eder.
Hak olan şeylere yöneltince,benden başkasını gösterir ve beni perdeler.
Bütün bu haller içinde beni hareket ettiren yüce Allah'tır.
Benimle zatı itibarıyle birleşmeden beni bir halden diğerine geçiren O'dur.
Ben O'nun huzrunda bulunduğum zaman, O'nu bulmanın zevkini tadarım.
...

CÜNEYD-i BAĞDADi(r.a.)

13 Şubat 2011 Pazar

ne lûtfuna mazhar olacağını, ne de kahra uğrayacağını düşünme

Oğlum, ne Allah'ın lûtfuna mazhar olacağını, ne de kahra uğrayacağını düşünme; sadece onun emirlerine uymayı, nehyettiği, yapma dediği şeylerden kaçınmayı göz önünde tut!

Hz.Mevlâna Celaleddin Rumi(k.s)

hiç var olmamış , hiç var olmamışın yolunu kesmiştir.

Şimdi bürünmüş olduğun varlıktan kork. O varlık hayali bir şey değildir, sen de bir şey değilsin!

Hiçbir şey olmayan bir şey, hiçbir şey olmayan bir şeye âşık olmuş; hiç var olmamış , hiç var olmamışın yolunu kesmiştir.

Bu hayaller, ortadan kalktı mı akla sığmaz şeylerin apaçık görünür sana!

HZ. Mevlana Celaleddin Rumi (K.S)

12 Şubat 2011 Cumartesi

Şeriat/ Hakikat

‎"Şeriat, Hakikat’in örtüsü veya perdesi değildir, bizatihi kendisidir. Hakikate geçmek için, bizzat şeriata nüfuz etmek gerekir."

Muhyiddin ibn Arabi(r.a.)

9 Şubat 2011 Çarşamba

tavsiyeler

Sakin, kalabalık olmayan yerlere hemen çekilin. Haramdan kaçının
Namazınızı ihmal etmeyin. SABAHLARI LEŞ GİBİ UYUMAYIN
Vakit kaybetmeyin zaman az .Tövbe edin . Dua edin
Allaha sığının.. Resûlün ruhaniyetinden yardım talep ediniz...
Daima abdestli bulunun...lakırtıya çok dikkat edin,
Ama sakın ihmal etmeyin.....
AZ YİYİN, AZ UYUYUN, ÇOK GÜLMEYİN, FAZLA AĞLAYIN
Başka-başka , çeşit-çeşit HALLERDE GÖRÜNMEYİN ,Her ne pahasına olursa olsun....Bu haller MÜNAFIKLIK HALLERİDİR ,Münafıklık şübheden doğar.İnsan bilmeden münafık olur gider.
Bu lakırtıları dünyadaki kulaklar artık kimseden işitmeyecektir. Çünkü işitecek kulak artık kalmadı.
Şükrediniz halinize. Allaha sığının. selam olsun bizden size.
Münir DERMAN (k.s.)

ALLAH’ın rahmeti hududsuzdur.

"ALLAH’ın rahmeti hududsuzdur. O rahmete ehil olmasan bile, ALLAH’ın rahmetinin sana ulaşmaya kudreti vardır. Bunu unutma!.."

Münir Derman(k.s.)

Kuran çağıl çağıl bir nehirdir.

Bir nehre uzaktan bakınca insan zanneder ki tek bir akıntı var. Ama suya daldın mı birden fazla olduğunu anlarsın. Irmakta nice akıntı gizlidir, hepsi ahenkle ama ayrı ayrı akar. Kuran çağıl çağıl bir nehirdir. ...Kimi balık sığ suda yaşar, kimi derinlerde. Biz insanlar da öyleyiz. Fıtratımıza, kavrayışımıza göre şu veya bu katmanda kalıyor, orada yüzüyoruz.
ŞEMS-İ TEBRİZÎ(r.a.)

yalan

Yalanın her türlüsünde, ALLAH'ı inkâr vardır.
Görücü, duyucu olduğunu inkârdır.
Bu, böyledir.
Düşünürsen doğru olduğunu anlarsın.
Kurt zâlimdir amma hiylesi ve yalanı yoktur..

(Münir Derman (k.s.))

6 Şubat 2011 Pazar

Ben bir gönül alanın aşkı ile gül bahçesine dönüştüm.

Ben düştüm, ben düştüm, ben suya düştüm. Bir hayli su yuttum. Ama üzgün değilim, korkmadım. Gönlüm neşeli, gönlüm neşeli!
Ben bir gönül alanın aşkı ile gül bahçesine dönüştüm. Can gördüm, can gördüm, gönül verdim, gönül verdim!
Ey yıldız, ey yıldız! Aç dudağını aç, hani bir sır vardı ya, o sırrı bana vadettiğin gibi anlat!

HZ MEVLANA DIVAN-I KEBIR (c. III, 1494)Mehr anzeigen

5 Şubat 2011 Cumartesi

göz bebeği

“..Hak karşisinda insan, göz için görmeyi sağlayan göz bebeği [insanü’l ayn] gibidir. Bu nedenle insan diye isimlendirilmiştir; Çünkü Allah onun vasitasiyla yaratiklarina bakar ve onlara merhamet eder.”

Muhyiddin ibn Arabi (r.a.)

Senin gözünün bebeğini kim görebilir? Ey görüşsüz! Yine göz bebeği! Göz bebeğinden başka görecek yok!

Hz. Mevlana
Mesnevî-i Şerif (c.III/3540)

O'nun ilmine malumdur

‎"Benim öyle bir muhafızım var ki, mülk de O'nun...kullar da.... Bana bir rüzgâr değse O'nun ilmine malumdur....O rüzgâr sıcak mı ...soğuk mu Alîm olan Hak onu bilir!"

Hz. Mevlana Celaleddin Rumi(k.s.)

Benim gözüme bir yol ver de senin gözüne gireyim.

"Benim gözüme bir yol ver de senin gözüne gireyim. Ben başkalarının gözlerine görünmek istemiyorum.. "

Hz. Mevlana Celaleddin Rumi(k.s)

Sen'sin!

‎"Ya Rabbi! Bu coşkunluğum nedir, yüzüme gerilen perde nedir?
Çünkü, benim için herşey Sen'sin; bana bir de Sen'sin, bin de Sen'sin, Sen!..

Her an, susarken de, söylerken de gözümde Sen'in aşkın, Sen'in hayalin var;
benim rızkım da Sen'sin,... zamanım da Sen'sin!.."

Hz. Mevlana Celaleddin Rumi (k.s)

Her ilim sahibinin üstünde Her şeyi Bilen vardır

"..Allah sizi kendisinden sakınmaya çağırır. Ve dönüş yalnız Allah'adır."
Ali imran,28

"..O taktirde kim Rabbine mülâki olmayı (kavusmayi) dilerse, o zaman salih amel yapsın ve Rabbinin ibadetine başka birini (bir şeyi) ortak koşmasın.”
Kehf, 110

"..Onlara de ki: «İlim denilecek birşeyiniz var mı ki, bize çıkarasınız? Siz sadece bir zannın ardından gidiyorsunuz ve siz yalnızca atıp tutuyorsunuz.»"
Enam, 148


"Muhakkak onlara bir kitap getirdik. İşte onu, imân edecek bir kavme, hidayet ve rahmete erdiren olarak, tam bir ilim üzere mufassalan irad ettik."
Araf,52

"Maamafih ekserisi sırf bir zan ardında gider fakat zan, hakdan hiç bir şey ifade etmez, her halde Allah, onların ne yaptıklarını bilib duruyor."
Yunus,36

"Ve en kuvvetli çağına ulaştığı (bulûğa erdiği) zaman ona hüküm (hikmet) ve ilim verdik. Muhsinleri işte böyle mükâfatlandırırız."
Yusuf,22

"Ve şüphe yok o, kendisine talim etmiş olduğumuzdan(ögrettigimizden) dolayı bir ilim sahibi idi. Velâkin insanların ekserisi bilmezler."
Yusuf, 68

"...Dilediğimizin bilgisini arttırırız. Her ilim sahibinin üstünde Her şeyi Bilen vardır."
Yusuf,76

"Hayır, o (Kur'ân), kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde (yer eden) apaçık âyetlerdir. Ayetlerimizi ancak ve ancak zalimler bile bile inkâr eder."
Ankebut,49

Allah'ın affı ve Rahmeti çok vâsidir

"...İşlenilen günahın günah olduğuna inanmak ve onun bir kabahat olduğunu bilmek tâattir. Daha günahı işlerken içine ibâdet karışıyor demektir. Bu ibâdetin karışması affa sebebtir. Bir de o günaha istiğfar ve tevbe edilirse, tâat tarafı kuvvetleniyor günaha galebe ediyor.Günahı günah bilmek ve işlerken günah olduğuna inanmak işlemenin sonunda nedamete (için yanmasına) sebep olur. işte bu haller günahları yıkayan en İyi hallerdir. Allah'ın affı ve Rahmeti çok vâsidir (geniş,bol,kuşatıcı). Allah'a doğru bir kanş gidene Allah'ın rahmeti bir arşın gelir. Bir arşın gidene bir kulaç gelir. Yürüyerek gidene koşarak gelir mealinde Hadis-i Kudsi vardır..."

[Muhyiddin İbn Arabi (r.a.)]

Allah'a aşık olan

Allah'a aşık olan mutlaka O na kavuşacağından emindir, şuraya buraya yönelerek telaşa kapılmaz.

Çünkü bilir ki Allah zamanla ve mekanla kayıtlı değildir ki bu yüzden oraya buraya yönelsin.

Muhyiddin ibn Arabi (r.a.)

Mevlana Celaleddin Rumi/Anadolu

"Hak Teâlâ'nın Anadolu halkı hakkında büyük inayeti vardır ve Sıddîk-ı Ekber Hazretlerinin duâsıyla da bu halk bütün ümmetin en merhamete lâyık olanıdır. En iyi ülke Anadolu ülkesidir; fakat bu ülkenin insanları mülk sahibi Allah'ın aşk âleminden ve derûnî zevkten çok habersizdirler. Sebeplerin hakîkî yaratıcısı Allah, hoş bir lutufta bulundu, sebepsizlik âleminden bir sebep yaratarak bizi Horasan ülkesinden Anadolu vilâyetine çekip getirdi.

Haleflerimize de bu temiz toprakta konacak yer verdi ki, ledünnî (Allah bilgisine ve sırlarına ait) iksirimizden (altın yapma hassamızdan) onların bakır gibi vücutlarına saçalım da onlar tamamiyle kimya (bakışıyla, baktığı kimseyi manen yücelten olgun insan); irfan âleminin mahremi ve dünyâ ariflerinin hemdemi (canciğer arkadaşı) olsunlar."

Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.)

4 Şubat 2011 Cuma

Aziz/ zelil

Allah bir kulunu, nefsinin zilletini kendisine göstererek aziz kıldığı kadar, hiçbir şeyle aziz kılmamışdır. Diğer bi kulunu, nefsinin zilletini kendisinden gizlemek suretiyle zelil kıldığı kadar, hiçbir şeyle zelil kılmamışdır..

Zünnun-ı Mısri (k.s.)

3 Şubat 2011 Perşembe

Hakk’ı Bâtın, Hakk’ı Zâhir, Hakk’ı Dâim, Hakk’ı Kâim görmeyen

Hakk’ı Bâtın, Hakk’ı Zâhir, Hakk’ı Dâim, Hakk’ı Kâim görmeyen,
Ol ne bilsin Hakkın Âdem, Âdemin Hakk olduğun!


Münir Derman(k.s.)

RÜHANİYET-İ RESÛLULLAH'IN HAKÎKÎ MÜMİNE İLTİFATI

Bundan 26 sene evvel, küçük bir kasabada devlet hizmetinde doktorluk yapıyordum.
Kasabaya gelişimden 6 ay sonra 80 yaşlarında, beş evlâdını harb meydanlarında şehid olarak bırakmış, hayatta ancak ellibeş yaşında çocuksuz dul kalmış kızının çamaşır yıkayarak temin ettiği nafaka ile geçinebilen Hüsnü Dede isminde zaif, fersiz gözlü, nûranî yüzlü bir ihtiyarı kazanın müftüsü bana gösterdi:
“Doktor Bey! Bu zât, Kur'ân'dan bir iki küçük sûre ve Elham'dan başka bir şey bilmez. Para verirsin almaz, bulursa ekmeği suya batırarak yer; garip olduğu kadar hoş, sessiz, hakîkî bir mü'mindir.”
Bir gün:
“Kasabamız zenginlerinin, nedendir bilmem, şefkat ve yardım kolları kısadır.Kızılaydan bu zavallı ihtiyara yardım yapabilir miyiz?” diyerek hükümetteki daireme gelmişti.
Ben :
“Müftü efendi, bu adamcağıza ben bir fırın göstereyim oradan her gün iki ekmek alsın, haftada da beş lira cebimden yardım yapayım. Amma kendisi bunu şahıstan değil Kızılaydan aldığını bilsin.” dedim.
Böyle yapmamın sebebi o küçük kazada Kızılay teşkilâtı olmamasındandı.
Müftü memnun oldu ve bu düşündüğümüz işi tatbike başladık.
Bu hâl dört sene sessizce devâm etti.
Hüsnü Dede bâzan câmiden çıkarken değneğine dayanarak daima yaşlı olan gözlerini silerek bana dua ederdi.
Bir gün:
“Doktor bey, ben ölürsem gazhânenin yukarısındaki mezarlık var ya, onun en tepesine beni gömdürür müsün?” demişti.
Aradan birkaç ay geçmiş, bugünkü gibi hatırlıyorum,
Eylül ayı 22 nci günü, hava soğuk,
Bir rüya görmüştüm;
Yemyeşil bir üzüm bahçesinde dolaşıyordum.
Karşıdan Hüsnü Dede bana:
“Doktor Bey, bana üzüm verir misin?” dedi.
Uyandım; Eylül 23, evimden çıktım.
Rüzgârsız bir hava, hafif hafif kar başladı.
Hükümete gidiyordum.
Sağ tarafta küçük bir meydanlığın dibinde büyük bir kahve vardı.
Kahvenin önünde bir ağız münakaşası işittim, oraya yanaştım.
Dinç, sakallı, iriyarı bir adam orta cesamette bir sepetin içinde siyah üzümler getirmiş, bir manav da bunu almak istiyor.
Kilosuna 60 kuruş istiyor.
Manav :
“Baba sen delirdin mi, bundan bir ay evvel 10 kuruşa üzüm satıyorduk”.
Üzümcü :
“Oğlum bu son üzümdür. Son üzüm, ben sakladım bunu, şimdi getirdim; ister alırsın, ister almazsın.” diyordu.
Üzümcüye yanaştım:
“Amca iki kilo üzüm ver.” dedim. Tarttı.
Kahvenin yanındaki bakkaldan bir kesekâğıdı alarak üzümleri koydum.
Daireye, geldim.
Kar devâm ediyordu.
Dairenin alt katında Müftülük dairesi vardı.
Müftüyü aldım yanıma, bir de sağlık memuru alarak kasabanın son evlerinden başlıyan küçük bir tepenin yamacında bulunan kulübe şeklindeki Hüsnü Dede'nin evine gittik.
Sağlık memurum evin kapısına yanaştı, seslendi:
“Hüsnü Dede! Doktor Bey geldi. Müftü Efendi de var!”.
Yaşlı kızı kapıyı açtı, biz hemen odanın içindeydik.
Ben:
“Hüsnü Dede, sana üzüm getirdim!” deyince:
“Doktor Bey! Ben bu gece seni üzüm bağında gördüm, üzüm de istemiştim. Bunu nereden biliyorsun?” dedi.
Titrek elleriyle üzümden üçbeş tane yedi.
Hüsnü Dedeyi muayene ettim.
Senelerin erittiği vücudda artık öteki tarafa niyetli olduğunu belirten emareler görülmeğe başlamıştı.
Yarım saat sonra yanından ayrıldık.
Ertesi günü Müftü Efendi, ben, sağlık memuru tekrar Hüsnü Dedeyi erken saatte görmeğe gittik..
Hüsnü Dede zâten 26 günden beri yerinden kıpırdıyamıyor.
Bana:
“Doktor Bey! Gazhanenin Üstünü unutmadın değil mi?” dedi.
“Ben artık yolcuyum. Bana hemen şimdi Kur'ân oku.” dedi.
Okumağa başladım.
Aşağı yukarı 6-7 âyet okudum.
Birdenbire Hüsnü Dede ağlamağa başladı:
“Beni kaldırın! Kaldırın!..”
Müftü efendi, ben, sağlık memuru yatağından Hüsnü Dede'yi ayağa kaldırdık.
Koltuk altlarından tutuyorduk.
Bütün vucudu kollarımızdaydı.
Birden:
“La İlâhe İllaALLAH Muhammedu’r-Resûlullah” dedi.
Gözlerini küçük kulübesindeki pencereye doğru dikti.
Yüzünde bir tebessüm belirdi ve yüksek sesle:
“NiÇiN ZAHMET BUYURDUNUZ YÂ RESÛLULLAH!”
derken Hüsnü Dede kollarımızın arasında ruhunu teshin etti.
Bir anda odayı hiçbir kokuya benzetemiyeceğim ve kelimelerin belâgatiyle bile ifâdesi gayr-i mümkün hoş bir koku kapladı..
Bugün rahmetli olan Müftü Efendi yüksek sesle tekbir getiriyordu,
İkinci günü Hüsnü Dedeyi bana söylediği Gazhanenin üstündeki toprağa vermiştik.
Bu canlı hâtırayı okuyasınız diye sizlere anlatmamın sebebi,
Hüsnü Dedeyi geçende rüyamda gördüm.
Bana dedi ki:
“Doktor Bey! Beni unuttun mu?”
Sebep budur.
Nûr içinde yatsın Hüsnü Dede!

s.a.v.

Nafaka : Yiyecek parası. Geçim için lüzumlu olan şey. * Geçindirmeğe mecbur olduğu kimselere veya çocuklarına mahkeme karariyle verilen iaşe parası.

Belâgat : Hitâbettiği kimselere göre uygun, tam yerinde, düzgün ve hakikatlı güzel söz söyleme san'atı. Muktezâ-yı hâle mutâbık söz söylemek. * Belâgat, hem düzgün, hem yerinde söz söylemeyi öğreten ilmin de adı olur.

Münir Derman(k.s.)
Allah Dostu Derki 1

Hâdis, kadîme yaklaşınca, izi, eseri bile kalmaz

“...insanın hakikati felekten oluşmuş değildir.
Bilakis o, üflenilen ruhtandır ve bu ruh mekansızdır.
Dolayısıyla feleğin üzerindedir. İnsan ruhunun bedende döngüsel olan veya olmayan bir tahriki söz konusu değildir...”

Muhyiddin ibn Arabi (k.s.)

Tesavvuf büyükleri arasında kalbinin geniş olduğunu söyliyenler, kalbinin mekânsız olduğunu anlatmışlardır. Çünki, mekânlı ne kadar geniş olsa da, yine dardır. Arş, madde âleminin en büyüğü, en genişidir. Fakat, mekânlı olduğundan, mekânsız olan ruha göre, hardal dânesi gibi kalır. Belki daha da küçüktür. Şunu da söyleriz ki, müminin kalbi, sonsuz olan nûrların tecellî yeridir. Belki, sonsuz olanla bâkî olmuştur. Arş, içindekilerle birlikte, bu kalbin içinde, yok gibi kalırlar. Eserleri, izleri bile kalmaz. Seyyid-üt-tâife Cüneyd-i Bağdâdî, bunu anlatırken, (Hâdis, kadîme yaklaşınca, izi, eseri bile kalmaz) buyurdu. Bu, ruh için dikilmiş bir elbisedir. Melekler de, buna kavuşamaz. Melekler de maddedir. Mekânlıdır. Nasıl olduğu anlaşılabilir. Bu bilgilerden insanın nasıl (Halîfe-i Rahmân) olduğu anlaşılır. Birşeyin sûreti, onun halîfesidir, vekîlidir. Birşey onun sûretinde yaratılmazsa, onun halîfesi olamaz. Halîfe olmaya yakışmıyan, emânet yükünü taşıyamaz.

İmam-ı Rabbani (k.s.)

Ben kazâ-yı ilahiyi gözlerimden fazla severim.

Hızır, iki gözü kör bir adama rastladı:
“Sana dua edeyim de gözlerin açılsın.” dedi.
Âma gülerek ona:
“Geç baba işine! Ben kazâ-yı ilahiyi gözlerimden fazla severim. O’nun kazâsını gözlerimin açılmasına değişmem!” diyerek yoluna devam etti.

Münir Derman(r.a.)
Allah Dostu Derki 1

2 Şubat 2011 Çarşamba

Öyle seciyeye sahip olmalıdır ki;

Tam bir sofi vasfını alan kimse, mahluk olamaz.. Yani: Yaratılmış birşey değildir.. Şüphesiz bu tabir doğrudur. Bizim anlatmak istediğimiz de bundan başkası değildir.. Ancak, dikkat gerek.. Bu vasıf, rastgele herkese verilemez.. Bir sofi'nin öyle bir vasfa lâyık olması için; tam bir keşif gerek.. Sonra.. cümle şeklerin(şüphe) eriyip gitmesi gerek.. Sonra.. bütün vehim kırıntıları da silinmelidir.. İşte.. bundan sonradır ki; yukarıdaki vasfı almaya, o sofi lâyık olur..
Bu vasfı ki; aldı.. Onda, daha başka şeyler aranmaya başlanır. Öyle seciyeye sahip olmalıdır ki; gerek bu âlem, gerekse, bu âlemin bitişi ile başlayan ebedi âlem, onun gönül evinde çok ufak kalsın.. Hatta, bir yer bile tutmuş olmamalı..

Miratül irfan
Muhyiddin ibn Arabi(r.a.)

Hayret

Allah’ın yaratıcısı olduğunu bilip de
Hayrete düşmeyen kimsenin durumu cahilliğine kanıttır

Allah’ı Allah’tan başkası bilemez agah olunuz!
Bilinçli olan, gafil gibi değildir.

İdrakten acizliği idrak bir bilgidir
Akıl sahiplerindeki hüküm de böyledir

O öyle bir ilah’tır ki övgüleri sayılamaz
O münezzehtir, O'nun için örnekler vermeye kalkma!

Muhyiddin ibn Arabi (r.a.)
Fütuhat, II-324

1 Şubat 2011 Salı

“Maksat hâsıl olduktan sonra artık ona ermek için sebep aramak yersizdir.”!

Hz. Muhammed (S.A.V) “Okuma olmadan namaz olmaz ve yine kalp huzuru olmadan namaz olmaz”, buyurdular. Bir zümre sandılar ki, surette gönül hoşluğuna erenlerin artık namaza ihtiyaçları yoktur. Onlar dediler ki, “Maksat hâsıl olduktan sonra artık ona ermek için sebep aramak yersizdir.” Onların sandıkları gibi bunu bir an için doğru farzedelim; onlara hakikat tamamıyla yüz göstermiş ve onlarda velilik, gönül hoşluğu, kalp huzuru baş göstermiş diyelim. Bütün bununla beraber namazın zahirde terk edilmesi onlar için bir eksikliktir. Sana gelen bu kemal ve olgunluk hali önce Tanrı resulü Hz. Muhammed’e de gelmişti.
"Evet bu gönül hoşluğu hali Hz.Peygamber'de de hâsıl oldu", diyene sorarım:
O halde niçin ulu Peygambere uymuyorsun? O büyük kerem sahibi, müjdeleyici ve uyarıcı eşsiz Peygamberin, o parlak hakikat ışığının izinden niçin yürümüyorsun?

Makâlât
Şems-i Tebrizî(r.a.)

Yediğimiz içtiğimiz şeyler aynen tohum gibidir.

Yediğimiz içtiğimiz şeyler aynen tohum gibidir. Düşüncelerimiz de ondan meydana gelir. Ağzımıza aldığımız helâl lokmadan Allah'a hizmet ve öteki âleme gitme arzusu doğar. Haram lokmadan ise kin, hased, gaflet, bilgisizlik, hile ve cahillik doğar.

**
Ey gönül! Sen, çeşit çeşit, renk renk olan perdelerden çık, sıyrıl, aklını başına al da; perdeler seni gerçek dosttan ayırmasın. Gözüne perde kesilen lokmadan çok yeme, yoksa, gidecek yere gidemezsin, evini kaybedersin. Yaşamanı o lokmaya bağlı sanırsın, ama aslında çok yediğin lokma, can gözüne kıl, baş gözüne perde kesilir. Şu dünya çayırlığında pek fazla bayılıp gezme! "Neden gezmeyecekmişim?" de deme! Bu fazla dolaşmalar da can gözüne perdedir.

[Hz. Pir Mevlana Celaleddin Rumi(r.a.)]

büyük küçük Alem

"Bilginlere göre bu küçük alem insanın içindedir ve büyük alem ise bu evrendedir.
Peygamberlere göre ise dıştaki bu alem, küçük alemdir ve büyük alem insanın içinde gizlidir."

Şems-i Tebrizi(k.s.)

ihsan/ teslim olmak

Hayır, öyle değil! Kim “ihsan” derecesine yükselerek özünü Allah’a teslim ederse, onun mükâfatı Rabbinin katındadır. Artık onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.

1. belâ : hayır, bilâkis, öyle değil
2. men : kimse, kişi
3. esleme : teslim etti
4. veche-hu : vechini,yüzünü,fizik vücudunu
5. lillâhi (li allâhi) : Allah'a
6. ve huve : ve o
7. muhsinun : muhsin, ahsen olan
8. fe : artık, o zaman
9. lehu : onun
10. ecru-hu : onun karşılığı, ecri, ücreti, mükâfatı
11. inde rabbi-hi : onun Rabbi katında, yanında
12. ve lâ havfun : ve korku yoktur
13. aleyhim : onlara
14. ve lâ hum yahzenûne : ve onlar mahzun olmazlar

bakara,112