3 Şubat 2011 Perşembe

Hâdis, kadîme yaklaşınca, izi, eseri bile kalmaz

“...insanın hakikati felekten oluşmuş değildir.
Bilakis o, üflenilen ruhtandır ve bu ruh mekansızdır.
Dolayısıyla feleğin üzerindedir. İnsan ruhunun bedende döngüsel olan veya olmayan bir tahriki söz konusu değildir...”

Muhyiddin ibn Arabi (k.s.)

Tesavvuf büyükleri arasında kalbinin geniş olduğunu söyliyenler, kalbinin mekânsız olduğunu anlatmışlardır. Çünki, mekânlı ne kadar geniş olsa da, yine dardır. Arş, madde âleminin en büyüğü, en genişidir. Fakat, mekânlı olduğundan, mekânsız olan ruha göre, hardal dânesi gibi kalır. Belki daha da küçüktür. Şunu da söyleriz ki, müminin kalbi, sonsuz olan nûrların tecellî yeridir. Belki, sonsuz olanla bâkî olmuştur. Arş, içindekilerle birlikte, bu kalbin içinde, yok gibi kalırlar. Eserleri, izleri bile kalmaz. Seyyid-üt-tâife Cüneyd-i Bağdâdî, bunu anlatırken, (Hâdis, kadîme yaklaşınca, izi, eseri bile kalmaz) buyurdu. Bu, ruh için dikilmiş bir elbisedir. Melekler de, buna kavuşamaz. Melekler de maddedir. Mekânlıdır. Nasıl olduğu anlaşılabilir. Bu bilgilerden insanın nasıl (Halîfe-i Rahmân) olduğu anlaşılır. Birşeyin sûreti, onun halîfesidir, vekîlidir. Birşey onun sûretinde yaratılmazsa, onun halîfesi olamaz. Halîfe olmaya yakışmıyan, emânet yükünü taşıyamaz.

İmam-ı Rabbani (k.s.)