28 Aralık 2011 Çarşamba

kimin gözü yaşlı, gönlü yaralı ise o ilahi sırlardan koku alır..

Ey işin aslını arayan kişi,
şu hakîkati iyi bil ki,
kimde aşk derdi varsa,
kimin gözü yaşlı, gönlü yaralı ise
o, ilâhî sırlardan koku alır.

Mevlana Celaleddin Rumi (k.s)

dua

“Bismillâhirrahmânirrahîm: Allahım hamd ve şükür Sana mahsustur! Minnetim Sana’dır! Ben Senin kulunum ve ben bundan dolayı huzurluyum! Nefsimi dînimi dünyamı âhiretimi işlerimin sonunu ve amelimi Sana emânet ediyorum. Bütün Muhammed (asm) ümmetini Senin gücünün havlinin kudretinin ve kuvvetinin şiddetinden Sana emânet ediyorum! Muhakkak Sen emâneti koruyansın; hükmü nâfiz olansın; kazâsı gâlib olansın! Yâ AhkemelHâkimîn ve yâ Esrael-Hâsibîn ve yâ Ekrame memûlin ve ecvede mesûlin yâ Hayyu yâ Kayyûmu yâ Kadîmü yâ Ferdu yâ Vitru yâ Ehadu yâ Samedu yâ men lem yelid ve lem yûled ve lem yekun lehû küfüven ehad! Yâ Azîzu Yâ Vehhâbu Salla’lâhu alâ hayri halkıhî Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn! Âmin!

Allah'ın kullarını herhangi bir imtihanla ve fitneyle sınaması

Allah'ın kullarını herhangi bir imtihanla ve fitneyle sınaması, onların tasarrufta bulundukları işlere dair taşıdıkları iddialardan kaynaklanır. Onlar, söz konusu fiilin gerçekte veya kazanım yoluyla onlara ait olduğunu iddia ederler. Allah onlara yaratıcı- ilahi eli öğretmiş olsa ve kendi nefislerini fiildeki araçlar mesabesinde görüp bundan başka bir şeyin olamayacağını bilselerdi, Allah onları sınamazdı. Demek ki Allah kullarını böyle bir bilgiye ulaşsınlar diye sınar, onlar da bu iddiadan vazgeçerek mutlu olurlar. Bu bağlamda bir kısmına Allah hidayet ederken bir kısmı hakkında delalet hükmü kesinleşmiştir.

Fütuhat - c15,s363 - Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

27 Kasım 2011 Pazar

" İnsan kendi hakkında basirete sahiptir "

Allah , " İnsan kendi hakkında basirete sahiptir " ( Kıyamet-75/14) der. Ey samimi dost ! Gönlüne yerleşen bilgilere bak, geçici olanlara bakma ! Çünkü (gönlüne) yerleşen şeye göre değerlendirileceksin. Gönlüne yerleşen iman ise müminsin. Buna mukabil imanın gerektirdiği bir şeyi bırakıp zahir hükmün gerektirmediği bir şeye yönelmek gönlüne yerleşmişse ona göre değerlendirilir ve hakkındaki nihai ...hüküm ona göre verilir. Senden insanlara görünen hususlara bakma ! Bununla birlikte insanlar dikkatlerini çektiğim husustan habersizdir. Allah'ın emrini geri çevirecek kimse olmadığı kadar O' nun hükmünün üzerine yeni hüküm koyacak kimse yoktur. Senin gönlüne yerleşen o şey sana ait işin ortaya çıkması ve Hakkın varlığından payındır.

Fütuhat - c15,s19 - Mıuhyiddin İbn Arabi (k.s.)

Derecelendirmenin en faziletlisi, Allah'ı bilmek hususundaki derecelenmedir.

İnsanlar derece derecedir, çünkü Allah alemin bir kısmını ötekilerden üstün kılmıştır. Derecelendirmenin en faziletlisi, Allah'ı bilmek hususundaki derecelenmedir. Bakınız ! Allah insana kendisine ait olan el-Ahir isminin menzilini vermişken kendisine O'nu bilmede el-Evvel ismini vermiş, meleği el-Evvel ve el-Ahir arasında ihata edilen kılmıştır. Mertebeleri bilen, meleğin ve insanın Allah hakkındaki bilgisinin (derecesini) de öğrenir. Bu nedenle melek - ki o Ruhu'l-emin'dir - el-Evvel isminden el-Ahir ilahi ismine yerleşmiş kamil kul olan peygambere vahiy getirir. Bu durum " Allah şahittir " (Al-i İmran-3/18) ayetinde belirtilir. Allah kendi birliğine şahit ederken kendisiyle başlamış, sonra melekleri, meleklerden sonra bilgi sahipleri olan insanları zikretmiştir. Öyleyse başında da sonunda da iş ve emir, Allah'a aittir. Melek ise o ikisinin arasındadır. Varlığın durumu da böyledir : İlk olmak Hakk'a aittir. Sonra meleği yaratmış, ardından insanı yaratmış, ona halifeliği vermiştir. Halbuki meleğe halifelik vermemişti, çünkü ortadaki ihata edilmiş demektir. Meleğin insandan üstünlüğü , Allah katından ona getirdiği vahiyle ortaya çıkar. Bu durum, akla ve dile göre, üstünlük hakkında kesin delil sayılmaz. Nitekim göklerin ve yerin yaratılışı da insanların yaratılışından ' daha büyüktür ( halbuki insan daha üstündür ) .' Çünkü insanlar feleklerin hareketiyle ve unsurlarda gerçekleşen tekvini kabul etmekle meydana gelirler. Öyleyse sadece özel yönler olduğu gibi hepsini kuşatan bir yön vardır. Bir varlık bir açıdan diğerlerinden üstün iken başka bir açıdan da diğerleri üstündür.

Fütuhat - c14,s360 - Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

23 Kasım 2011 Çarşamba

Bilgisizlikten daha kötü bir sıfat ve özellik yoktur.

Bilgisizlikten daha kötü bir sıfat ve özellik yoktur. Çünkü bilgisizlik bütün kötülüklerin anahtarıdır. Bu nedenle Hz. Peygamber'e " Sakın cahillerden sakın olmayasın " (En'am-6/35) diye emretmiştir. Allah gençliği ve delikanlılığının gücü nedeniyle Hz. Peygamber'e böyle hitap ederek yasaklamayı pekiştirerek söylemiştir. Buna karşılık Allah gençlik gücüne sahip olmayan ve yaşlanıp artık saygı gören bir insan haline gelen Hz. Nuh'a şöyle demiştir : " Sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim " (Hud-11/46) Allah ona öğüt verirken yumuşak söz söylemiştir. Çünkü genç ve yaşlıyla konuşma arasında fark bulunmalıdır. Nitekim hallerimize göre konuşma arasında da bir fark vardır. Hallerimize göre Allah'ı överken farklı kelimeler kullanırız. Mesela sevinç anında 'Nimet veren ve ihsan eden Allah'a hamd olsun ' deriz. Sıkıntı anında ' Her durumda Allah'a hamd olsun ' deriz. Bunun nedeni , hamde sevk eden sebeplerin farklılığıdır ve bunu bize bizzat Hz. Peygamber davranışıyla öğretmiştir.

Fütuhat - c14,s294 - Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

20 Kasım 2011 Pazar

Allah (c.c.)

Allah, göklerin, yıldızların, insanlarla şeytanların, cin ve perilerin, kuşların yüce yaratıcısıdır.

Denizin, ovanın, dağın, çölün yaratıcısı O’dur. Ülkesinin sınırı yoktur, kendisinin benzeri bulunamaz.

Gökyüzünü yokluktan meydana getirdi, bu yer döşemesini de yarattı, döşedi.

Yıldızlardan kandiller yaptı, tabiatlardan da kilitler ve anahtarlar.

Nice gizli âşikâr yapıları şu tavanla şu döşemenin içine koydu, gizledi.

Peygamber şöyle dedi: Allah, “Âlemi yaratmadan maksadım, ihsan etmekti,

Yarattım ki benden bir fayda görsünler; balıma parmaklarını bansınlar” buyurmuştur.

(Yine buyurmuştur ki) “kullarıma ibadet edin, diye emrettimse bir kâr, bir fayda elde edeyim diye değil; onlara ihsanlarda bulunayım diye emrettim.

Onların beni tespih etmeleriyle münezzeh, mukaddes olmam. Bu tespih incilerini saymakla, bizzat kendileri temizlenirler.”

Allah, lokmaya, gir içeri diye emretmedikçe boğazdan lokma bile geçmez.

Yeryüzünde olsun, göklerde olsun, bir zerre bile onun hükmü olmadıkça kanat çırpamaz, harekete geçemez.

Allah hükmedicidir, dilediğini yapar; derdin ta kendisinden deva yaratır.

O’nun kahrında lütuflar gizlidir; O’nun uğrunda can vermek, insanın canına canlar katar.

Can, O’ndan geldi; O candan değil. O, bedava yüz binlerce can verir.

Mülk O’nundur, ferman da O’nun...

O’nun en kötü kahrı, iki âlemin hilminden de iyidir. Ne güzeldir âlemlerin Rabb’i ve ne iyidir O’nun yardımı!

Allah’tan başka her şey bâtıldır, asılsızdır. O’nun ihsanı, yağmuru kesilmeyen bir buluttur.

Varlık âlemindeki yüz binlerce balık ve deniz, o lütuf ve cömertlik karşısında secde eder.

Zâtının ışığı suya ve toprağa aksetmiş de yeryüzü, tohumu kabul eder olmuştur.

Nerede bir kulak varsa, onun (lütfundan) göz olmuştur. Nerede bir taş varsa, onun (lütfundan) yeşim olmuştur.

Kimya da nedir ki! Kimyanın yaratıcısı, O’dur; Simya da ne oluyor ki! O, mucizeler bağışlayandır.

Benim bu övgüm, övgüyü terk etmek (içindir); zira bu, varlığa delildir; varlık (göstermek) ise hatadır.

O’nun varlığı önünde yok olmak lazımdır. O’nun karşısında varlık da nedir ki Kör ve (talihsiz bir) karanlık...

İbrahim’i ateş içerisinde besler; korkuyu rûhun emniyeti yapar.

Firavun’un yüz binlerce mızrağını, bir Musa’nın tek bir asasıyla kırıverir.

Yüz binlerce şiir defteri, O’nun bir ümmî (peygamberinin) sözleri karşısında utanç (vesilesi) hâline geldi.

Böyle muktedir bir Allah huzurunda bir kimse, çer çöp (gibi bayağı) değilse, nasıl ölmez ki ..

Mevlana Celaleddin Rumi (k.s.)

Allah'ı Anış

Allah kadehi olmadıkça hevâ ve heveslerden nereden geçeceksin Ey Allah’a ait yalnız “Hu” ismine kâni olan!

Padişahımız bize “Allah’ı anın!” diye ruhsat ve müsaade verdi; bizi ateş içinde gördü de nur ihsan etti.

“Allah” adı temizdir; temizlik geldi mi pislik, pılını pırtısını toplayıp gider.

Zıtlar, zıtlardan kaçar. Ziya parladı mı gece kalmaz.

Ağza temiz bir ad gelince de ne pislik kalır, ne gamlar, kederler.

“Allah’ı anın!” emrine uymak, herkesin işi değil; “Allah’a dön!” emrine uymak, her babayiğidin harcı değil!

Allah’ı an da gulyabânîlerin seslerini yok et. Nergis gibi olan gözünü bu kerkeneze karşı kapa!

Allah’ı anış suyuna dal, nefesini tut; sabret de eski düşüncelerden, vesveselerden kurtul!

Allah’ı anışının makbul olması O’nun rahmetindedir. (…)

Onun namazına nasıl kan bulaşmışsa senin Allah’ı anışına da zan ve temsil bulaşmış!

Kan pistir ama bir parçacık su ile temizlenir. Fakat içte öyle pislikler vardır ki,

Allah’ın lütuf suyundan gayrı bir şeyle arınmaz, ibadet eden kişinin gönlünden eksilmez.

Bilgisiz adamın canı, bu duadan uzaktır. Çünkü “Yarabbi” demesine izin yok ki!

Zarara, ziyana uğrayınca Allah’a sızlanmasın diye ağzında da kilit var, gönlünde de; yani ağzı da bağlı, gönlü de.

Mevlana Celaleddin Rumi(k.s.)

Halini unut da aşk şarabını içmeye bak. Aşıkların ne iradeleri vardır, ne de ihtiyarları ellerindedir.

"Gücüm kuvvetim yok, ayrılık yüzünden perişanım, hastayım." dedim. Acele etme! Şimdi hemen özür getirilecek zaman değil." dedi.

"Bahaneler icat etmiyorum. Halim yok. Hıçkıra hıçkıra ağlamıyorsam, perişan bir halde değilsem özrümü kabul etme!" dedim.

Halini unut da aşk şarabını içmeye bak. Aşıkların ne iradeleri vardır, ne de ihtiyarları ellerindedir.

Rahattan, ızdıraptan, benlikten kendini hatırlamaktan kurtulmadıkça seni vuslata erenlerin, manen Hakk'ı bulanların yanına almazlar, oraya varmaya yol vermezler.

Mevlana Celaleddin Rumi (k.s.)

12 Kasım 2011 Cumartesi

Neden O Yüce Allah'tan sakınmazsın.

O Yüce Allah Diler de; Gece olur. Hayal meyal bir Alem'e girdirir seni;
Her Gece. Kader'inde ne varsa Yaşarsın. Ne itiraz edebilecek bir Aklın vardır,
ne de İsyan edebilecek bir Benliğin. A Aciz İnsan, nedir bu Had Bilmezliğin. Bu İsyanın ne. Bir Gün Uyandıracak seni; tıpkı Uyuduğun gibi. Neden O Yüce Allah'tan sakınmazsın.

jonasclean.blogspot.com

Hekimler bir an şu derdi tatsalardı bağlarından boşanırlardı, kitaplarını yırtarlardı.

Ne olurdu a yiğit, sen de benim gibi âşık olsaydın. Bütün gününü çılgınlıkla, bütün geceni ağlayışla geçirseydin.

İki gözünden bir an bile hayali gitmeseydi sevgilinin; iki göze de iki yüz nur erişir o yüzden, yüzlerce nura kavuşur gözler o ışıktan.
...
Ne olurdu eşlerden, dostlardan kesilseydin, iki dünyadan da el yusaydın da kendimden bile sıyrıldım, çıktım, sana bir uğurdan teslim oldum deseydin.

Şu halkla konuşursam, şunlarla kaynaşmaya çalışırsam suyum sanki, onlarsa yağ; dış yüzden beraberim, bir aradayım onlarla, fakat iç yüzden ayrıyım onlardan.

Heveslerden geçseydin, deli divane olsaydın, bağlansaydın; fakat mizacın karışmasından, kanın oynamasından meydana gelen, hekim tarafından ilaçlarla tedavi edilen delilik değil.

Hekimler bir an şu derdi tatsalardı bağlarından boşanırlardı, kitaplarını yırtarlardı.

Hele şunların hepsinden geç de şeker madenini ara, iste; bul o şeker madenini de sütün, fasülyenin içinde eriyip mahvoluşu gibi sende şekere gark ol, eri, geç kendinden.

♥ HZ.MEVLÂNÂ (K.S) ♥ - DİVAN-I KEBİR

Biriniz din kardeşini seviyorsa ona bildiğini öğretsin.

Biriniz din kardeşini seviyorsa ona bildiğini öğretsin.

s.a.v.

Bilginin değerini Allah'ı Bilenler bilebilir.

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

29 Ekim 2011 Cumartesi

Zaten ben zan ve şüpheden ibaretim.

Seni tanıdığımdan beri tuz gibi eridim gittim. Zaten ben zan ve şüpheden ibaretim. Zan ve şüphe insan yakine ulaşınca yok olur gider.

Mevlana Celaleddin Rumi (k.s.)

'Allah' adını ağzına al da gamın ve kederin kaçıp gitsin.

'Allah' adını ağzına al da gamın ve kederin kaçıp gitsin.

Hz.Mevlana Celaleddin Rumi (k.s.)

27 Ekim 2011 Perşembe

Allahım!!

Rabbimiz sana kavuşacağımız, seninle buluşacağımız gün bizi nurlandırdıkça nurlandır. Rabbimiz günahlarımızı affet, bize mağfiret elbisesi giydir! Rabbimiz bizim insanlarla aramızda olan dargınlıklar, kırgınlıklar, ancak bedenimizin yüzündendir. Rabbimiz şu beden duvarının ötesindeki dostluk bahçesi, aşk bahçesi ne de güzel bir bahçedir, ne de hoş bir bahçedir. Rabbimiz şu duvarı kaldır da aradaki engel, aradaki düşmanlıklar yok olsun! Rabbimiz gerçekten de günahlarımız yüzünden senden utanıyoruz, özür dilemedeyiz.

Hz.Mevlana (K.S)

Melamiler

Melâmîler, Allah'ın emirlerini yerine getiren diğer müminlerden fazladan bildikleri bir hal nedeniyle ayırt edilemezler. Onlar farz namazlara sadece nafileleri eklerler, çarşılarda dolaşırlar, insanlarla konuşurlar, farzlarıin-sanlarla birlikte eda ederler, her beldeye o beldenin insanlarına ait kıyafet-lerle girerler, mescitleri mesken edinmezler, insanlar arasında dikkat çek-memek için Cuma nama...zının kılındığımescitlerdeki yerlerini sürekli de-ğiştirirler, konuştuklarızaman Allah'ımurâkabe ederler, insanlar tarafın-dan fark edilmemek için komşular dışındakilerle pek haşır-neşir olmazlar, bütün ihtiyaçlarınıkendileri karşılarlar, Allah'ın razıolacağışekilde çoluk-çocuğuyla şakalaşır ve haktan başkasınısöylemezler. Ancak kalpleri ile insanlardan ayrılıp, Allah’la beraber bulunurlar, ilimde rusûh sahibi olup, Allah’a kulluktan bir an bile geri durmazlar, kalplerini rubûbiyet sultanı istila ettiği ve onun karşısında zelil bulunduklarıiçin, riyâsete tama’et-mezler, her makamın gerektirdiği şekilde amel ederler ve halktan gizlenir­ler. Onlar hiçşüphesiz Efendilerinin hâlis ve muhlis kullarıdır. İnsanlar arasında yerken, içerken, uyanıkken, uyurken ve konuşurken, devamlısu-rette Allah’ımüşahede ederler. Onlar, kalpleriyle Allah'tan başka bir mef-humla uğraşmadıklarıve bu şekilde kendilerini koruduklarıiçin ilâhîba-samaklara varmışlardır. Onların konuşmaları, oturmaları, kalkmaları, bü­tün yaşantılarıAllah iledir. İşte bunlar melâmîler olup, ricâlin en yükseği, talebeleri de en üstün olan kimselerdir.

Muhyiddin İbn Arabî (k.s)

23 Ekim 2011 Pazar

s.a.v.

Ümmü Seleme (RA) nın bildirdiğine göre

Allah Resülü evinden her çıktığında muhakkak yüzünü semaya çevirir ve şöyle dua ederdi" Bismillah, Allah'a tevekkül ettim Allahım! Sapmaktan, saptırılmaktan, kaymaktan, kaydırılmaktan, haksızlık yapmaktan, haksızlığa uğramaktan,cahilce davranmaktan ve cahillerin davranışlarına muhatap olmaktan Sana sığınırım"

( Ebu Davud Edep, 102-103\Tirmizi, Deavat, 35)

16 Ekim 2011 Pazar

Hayat gözüyle hakkı göster bana.

Görkemli bir ululuk elde etmiştir
Allah'tan korkmaya başlayan kimse.
Ezeli inayetle
Velayet adamlarına has
Hidayet nuru parıldadı
Parıldadı yavaş yavaş
Ağlayarak secdeye kapandıkları zaman
Ey kalpleri aydınlatan
Gaip güneşleriyle
Sevgilinin nefhasından
Art arda yücelerden gelerek
Hayat gözüyle hakkı göster bana.

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

kişinin tevbeden sonra Allah Tealâ'ya ve ibadetlere karşı kalbinde lezzet hissetmesidir

"Kulun tevbesinde sadık olmasının işaretlerinden biri, kişinin tevbeden sonra Allah Tealâ'ya ve ibadetlere karşı kalbinde lezzet hissetmesidir. Kim tevbe ettikten sonra kalbinde lezzet duymazsa, o kişi günahları terk etme hususunda yalancıdır. Bu durumda olan kimsenin, yakın bir zamanda günaha dönmesinden endişe edilir."

İbrahim Edhem Hazretleri (k.s)

Zıtlıklar sende birleşmiş.

‎'' Ey insan !
Ne tuhaf bir varlıksın sen.Zıtlıklar sende birleşmiş.Hayvan da melek de yerinde sabit
ama sen bunları nefsinde cem etmiş ten hayvanıyla can meleğini bir araya
getirmişsin...Bu yüzden hem göğe mensupsun hem yere.Yapını bil ve ona göre
dikkatli davran....
... Ta ki tenin canına diş geçirmesin , kötülük iyiliğine baş eğdirmesin.
Gökler dururken börtü-böcek gibi toprağın altını vatan edinme ...''

Mevlana Celaleddin Rumi(k.s.)

Allah'ı ve veli kullarını tanımaktan sizi alıkoyan şey

Allah'ı ve veli kullarını tanımaktan sizi alıkoyan şey dünya tutkunuz,dünyaya karşı hırslı oluşunuz ve dünyalığnızı artırma sevginizdir...

Sultan Abdulkadir Geylani(KaddesAllah'u Sırrah'ul Aziz.)

Hz. Ebu Bekr (r.a.)

" Ya Rabbî!
Beni insanların nazarında büyük, kendini nazarında da küçük eyleme.. "

Hz. Ebu Bekr (r.a.)

8 Ekim 2011 Cumartesi

Allahım!

Allahım bizi bize döndür.
Bizi kapında durdur.
Allahım bizi, senin için sende ve seninle eyle.
Bizi sana hizmetle bahtiyar eyle.
Almamız da vermemiz de senin için olsun.
İçimizi senden başkasının sevgisine mekan olmaktan temizle, nehyettiğin yerleri bize gösterme. Emrettiğin yerlerde bizi, bize kaybettirme.
Zahirimizi (dışımızı) sana masiyetten (günah işlemekten), batınımızı (içimizi) da şirkten koru.
Bizi nefislerimizin elinden al, kurtar sana ulaştır.
Bütün fiil ve hareketlerimiz yalnız senin için olsun.
Yalnız sana güvenelim, sana dayanalım.
Senden başkasına asla güvenmiyelim, dayanmayalım.
Senden gafil olma bedbahtlığından bizi uyand...ır.
Bizi, sana taat, ibâdet, ve münacat elbiseleri ile giydir.
Kalblerimize ve özlerimize sana yakınlık zevkini tattır.
Nasıl ki gök ile yer arasını ayırdı isen, günahlarla bizim aramızı da aynen öylece ayır.
Bizi günahlardan uzak tut.
Nasıl ki gözün siyahı ile beyazının arasını biri birine yakın etti isen, aynen onun gibi, bizi de sana kulluğa, sana taate yakin et.
Günahlarla bizim aramızı aç. Tıpkı, sana masiyet bahsinde, Yûsuf aleyhisselâm ile Züleyha’nın arasını açtığın gibi.
Allahım! Bizi gaflet uykusundan uyandır.
Bizim kimimizi, kimimizden faydalandır.
Bizi yalnız kendinle meşgul eyle.
Taki nefislerimiz islah olsun. Nefislerimize sana gelen yolu göster.
Ömrümüzün kalan kısmını, senin yolunda meşguliyetle geçirelim!
(Amin)

Abdulkadir Geylani Hazretleri (r.a.)

Ayna

'Ayna gibi tertemiz oldun mu, artık nasıl kendinden bahsedebilirsin,
Sözün velîlerden olur, kendinden değil: çünkü sende ne iyi kalmıştır artık, ne kötü,
Aynanın yüzünde ne nakış vardır, ne resim; ama değil mi ki aynasın, bütün nakışlar, resimler, sende görünür.'

HZ.SULTAN VELED (K.S)

2 Ekim 2011 Pazar

Ve sanki Hak hiçbir şey halketmedi.

Bir kalp, dünya varlığından açılır, Hak yakınlığına misafir olursa, kullardan bir talebde bulunmaz. Onlardan af dilemez ve masum olduğunu onlara anlatmak ihtiyacını duymaz. Yer zemininden yaratılmışların son durağı olan Arş'a kadar dolan halkın hiçbirinden beklediği olmaz. Ona göre herşey Zattan ibarettir ve mahluk yoktur.
Ve sanki Hak hiçbir şey halketmedi. Varlıkta Zatından başkası yok. Bu anlayışa sahip olan kalb vahid olan Hak için tektir. Seven ve sevilen O'dur. Talib ve matlub odur. Zakir ve mezkur yine O...O'ndan başkasını göremez...

Abdulkadir Geylani (k.s.)

İlim/Rüyetullah

“Ey Gavs-ı Â’zam! Kim ilimden sonra Ben’den rü’yeti (Beni görmekliği) isterse, hakikat o, rü’yet ilmiyle mahcûbdur, yani rü’yet ilmi ara yerde perdedir. Kim de rü’yetin ilimden başkası olduğunu zannederse, hakikat o, RÜ’YETULLAH ile aldanmıştır.”

Sonra Rabbim buyurdu ki:

— Ey Gavs-ı Â’zam! Beni gören kimsenin, artık her hâl ve kârda sormaya ihtiyacı kalmaz. Beni görmeyen kimseye ise, sormak fayda vermez. Böylesi söz yönünden perde arkasında kalmıştır. Yani söz, onunla rü’yetullah arasında perde olmuştur.

Abdulkadir Geylani (k.s.)

Tasavvuf Kitapları

Tasavvuf Kitapları
PDF ARŞİV

http://www23.zippyshare.com/v/95751072/file.html

1 Ekim 2011 Cumartesi

Unutmak

Unutmanın sebebi bilgiyle amel etmemektir. Çünkü bilgiyle amel etmek, onun suretini inşa etmek demektir ve böyle bir durumda unutmak imkansızdır.

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

Çünkü “Kim, Allah’ın olursa Allah onun olur.”

Ey derileri altında yokluğun çürütüp mahvettiği kimseler ! Sevgilinin sesiyle yokluktan dönün, tekrar var olun! O ses, Allah kulunun boğazından çıksa da esasen ve mutlaka Padişahtan gelmektedir. Allah ona dedi ki: “Ben dilim, sen vücutsun. Ben senin hislerin, memnuniyet ve gazabınım, Yürü! Benimle duyan, benimle gören sensin. Sır sahibi olmak da ne demek? Bizzat sır sensin. Sen mademki hayret âleminde “Lillâh” sırrına mazhar oldun, ben de senin olurum. Çünkü “Kim, Allah’ın olursa Allah onun olur.”

Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.)

26 Eylül 2011 Pazartesi

Çünkü üstünlük - hangi konuda olursa olsun - bilgi fazlalığıyla gerçekleşebilir.

Allah Teala alemdekilerin bir kısmına gösterdiği hakikatleri herkese gösterseydi Gafur olmayacağı gibi alemde kimse kimseden üstün olmazdı. Çünkü üstünlük - hangi konuda olursa olsun - bilgi fazlalığıyla gerçekleşebilir.

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

19 Eylül 2011 Pazartesi

Akıl sahibine aklın vereceği fayda budur.

Akıllı insan , teenninin bulunduğu bir işte acele etmemeli ve Hakkın kendisine yöneldiği bir işte ise yavaş hareket etmemeli, onu elde etmek için koşmalıdır. Akıl sahibine aklın vereceği fayda budur.
Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

11 Eylül 2011 Pazar

Bir ârifin Allâh’a karşı ettiği hamd doğrudur

“ Bir ârifin Allâh’a karşı ettiği hamd doğrudur; çünkü, onun eli ayağı ettiği hamde şahittir! Allâh’a ettiği hamd ü senâ; ârifi, kapkaranlık beden kuyusundan çeker çıkarır; dünya zindanının ta dibinden alır kurtarır! Sırtındaki takva elbisesi ile yüzündeki dostluk nûru, onun, Hakk’a hamdettiğinin belirtisidir.”

Mevlâna Celaleddin Rumi (k.s.)

2 Eylül 2011 Cuma

Allahım Zâtında iyi edepli olmayı bize nasip eyle.

Allahım Zâtında iyi edepli olmayı bize nasip eyle. Hele seçme kullarına karşı edebimizi hiç bozma. Sebeplerle ilgilenmek ve onlara dayanmak hâlini bizden uzak kıl. Tevhid hâlimizi senin için sabit eyle. Sana tevekkülümüz tam olsun. Seninle zengin olalım. Her derdimizi sana açma duygusunu bize nasip eyle. Sözümüzle, işimizle bizi belaya atma onlar için bizi sorguya çekme. Bize kereminle muamele et. Hatalarımızdan geç ve müsamaha ile karşıla.

Âmin!
Hz. Abdulkadir Geylani (k.s.)

Hak, kuluna Yaratanın mertebesinden geride kalmasını zorunlu kılmıştır.

Her durumda Hak, kuluna Yaratanın mertebesinden geride kalmasını zorunlu kılmıştır. Nitekim Hak bizim O' nu bilmemizi kendimizi bilmemizden sonra getirmiştir. Başka bir ifadeyle Allah hakkındaki hadis bilgi, varlık bakımından bizim hakkımızdaki hadis bilgiden sonra gelir. Allah alemdeki eşya arasına da bir derecelenme yerleştirdi ki, ' zevk ' yoluyla kendimizden derecelenmeyi öğrenelim. Buradan Hakkın bizden olan üstünlüğünü öğrendik. Bununla birlikte Hakkı bilmemiz kendi hakkımızdaki bilgiden sonra gelir.

Böylece kendimizi bilmemizin gayesinin Allah'ı bilmemiz olduğunu anladık ve O' nun tarafından talep edildiğimizi öğrendik ; yoksa kendimiz ve varlığımız nedeniyle talep edilmedik. Çünkü delil, kendisi için değil, medlul için talep edilir ve bu nedenle de ikisi bir araya gelmediği gibi yaratıklar ve Hak da kesinlikle herhangi bir yönden bir araya gelmez :

Kul kendisi nedeniyle kul iken , Rab kendisi nedeniyle Rab ' dir. Kulluk ancak kendisini bilen adına sahih olabilir. O kişi kullukta Rablıktan herhangi bir şey bulunmadığını da öğrenir. Rablık da kendisini bilen adına sahih olabilir ve bilir ki Rablıkta kulluktan bir şey yoktur.

Fütuhat , c13,s204 - Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

31 Ağustos 2011 Çarşamba

ALLAH (C.C)'ın nuru ile bakar sırrına kavuşan kimse

ALLAH (C.C)'ın nuru ile bakar sırrına kavuşan kimse, işin başından ve sonundan haberi olur.

ALLAH (C.C), çehreyi ''tarif edici'' diye adlandırmıştır.
...
Onun için ârifin gözü daima çehrededir.

♥ HZ.MEVLÂNÂ (K.S) ♥

30 Ağustos 2011 Salı

Sebepler

Allah onlar için yarattığı rızıkları sebepler vesilesiyle yaratmıştır ki, sebepleri kabul ederken bir mazeretleri olsun ! Kim sebepleri Allah yrattığı için kabul ederse, ibadet sahibidir ; kim onları Allah'ın emri nedeniyle kabul ederse, sebeplerle ilişkisinde ibadet sahibidir ; kim sebepleri aklıyla kabul ederse, mümin olsa bile, (gizli) şirk içindedir. Her mümin Allah'ın verdiği basireti ve müşahedeyle O' nu birleyen değildir !

Fütuhat , c13,s146 - Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

Bayram

Kim bayram günü 300 defa :"Sübhanallahi ve bihamdihi" der ve bunu Müslümanların ölülerine hediye ederse; her mü'minin kabrine bin nur girer ve o kişi vefat ettiği zaman Allahü Teala kendisinin kabri için de bin nur verir.

s.a.v.

Fakat nasıl iki olabilirim ki? Karanlık gecelerde parlayıp duran ay gibi meydandayım.

"Ben nasıl bir olabilirim ki? Saçlarım binlerce karanlıklar diyarı. Fakat nasıl iki olabilirim ki? Karanlık gecelerde parlayıp duran ay gibi meydandayım. Ben kendimi bırakarak nerelere gidebilirim?"

Hz. Mevlânâ Celaleddin Rumi Efendimiz(k.s)

14 Ağustos 2011 Pazar

Allaha (CC) tâati ve ubûdiyeti kâmilen gerçekleştiren kimse, Onun (CC) kelâmını duyma gücüne erişir.

Resûlullâhın (SAV) bir hadîsini işitir, onunla amel ve onunla yakınlığını Ashâbına (RA) uymak yoluyla da güzelleştirirsen kalbin Rabbine (CC) doğru ilerler, Onun (CC) sözünü duyar. Allaha (CC) tâati ve ubûdiyeti kâmilen gerçekleştiren kimse, Onun (CC) kelâmını duyma gücüne erişir.

Abdulkadir Geylani (r.a.)

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Bir kimsede hâsıl olmazsa Fenâ, Hak teâlâya yol bulamaz aslâ!

Rûhun üstünü görebilmek için, rûh makâmına kavuşmak lâzımdır. Muhabbet ve çekilmek de, şühûd gibidir. Hak teâlânın şühûdü için, belki Ona muhabbet ve çekilmek için, Seyr-i ilallahın sonundaki Fenânın hâsıl olması lâzımdır. Fârisî beyt tercemesi:

Bir kimsede hâsıl olmazsa Fenâ,
Hak teâlâya yol bulamaz aslâ!

İmam-ı Rabbani (k.s.)

..nerede olursan ol Allah'tan korkmanı ..

"Muaz! Sana Allah'tan korkmanı, sözün doğrusunu söylemeni, sözünde durmanı, emaneti yerine getirmeni, hıyanetten uzak kalmanı, komşu hakkını korumanı, yetime acımanı, tatlı sözlülüğü, bol bol selam vermeni, işin iyisini yapmanı, az tamahkarlığı, imana sarılmanı, Kuran'ı derinliğine anlamanı, ahiret sevgisini, hesaptan korkmanı, tevazu kanatlarını indirmeni tavsiye ederim.

Muaz! Seni hikmet sahiplerine sövmekten, doğru söyleyene yalan söylemekten, günahkara boyun eğmekten, adaletli bir hükümdara baş kaldırmaktan, yeryüzünde fesat çıkarmaktan men ederim.

Muaz! Sana her taşın, ağacın ve duvarın yanında nerede olursan ol Allah'tan korkmanı işlediğin her günahın ardından gizlisine gizli, aleni olanına da aleni tevbe etmeni tavsiye ederim."

s.a.v.

SubhanAllah

İstiğfar etmek, günahların örtülmesini istemektir. Tenzih kelimesi (Sübhanallah) ni okumak ise, günahların yok olmasını istemektir. O nerede, bu nerede?

Sübhanallah şaşılacak bir kelimedir. Söylemesi çok kısadır. Manaları ve faydaları ise pek çoktur.

İmam-ı Rabbani (k.s.)

31 Temmuz 2011 Pazar

Bu ayın(Ramazan), Kur'an-ı Mecid'le tam bir münasebeti var.

" Bu ayın(Ramazan), Kur'an-ı Mecid'le tam bir münasebeti var. Hem de zata bağlı kemalatı ve onun zuhuratı sayılan işlerin tümünü özünde toplamak sureti ile..

Kaldı ki o, asalet dairesine dahildir. Öyleki: Asla, onun üzerine gölge düşmemiştir. KABİLÎYET-İ ULÂ, onun uzayan gölgesidir. Bu manada gelen âyet-i kerime meâlen şöyledir:

«Ramazan ayı öyle bir aydır ki; Kur'an, o ay içinde indirildi.» (2/185)

İşbu âyet-i kerime, sözün doğruluğuna delildir.

Anlatılan mana ile bağlılık kurulunca; işbu ramazan ayının, cümle hayırları ve bereketleri özünde topladığı anlaşılır.

Bütün sene boyunca gelen cümle hayırlar ve bereketler; bu ayın, bereketleri denizinden bir damladır. Ama, kime olursa olsun; hangi yönden gelirse gelsin.. Bu ayın kadri o kadar yücedir ki: Sonu yoktur.

Bu ay içinde olan birlik ve beraberlik, yıl boyu sürecek birlik ve beraberliğe sebeptir. Aynı şekilde, bu ay içindeki ayrılık, yıl boyu sürecek ayrılığa sebeb olur.

Saadetler olsun o kimseye ki: Ramazan ayı, kendisinden razı olarak ayrılır. Yazıklar olsun o kimseye ki: Ramazan ayı, kendisine dargın gider. Dolayısı ile, bereketleri elde etmeye bir vasıta sayarak.

Ramazan ayı ile, Kur'an-ı Kerim hatmini biraraya getiren kimse için ümid edilir ki: Onun bereketlerinden mahrum kalmaya; hayırlara kavuşmasına engel olmaya..

Bu aya mahsus olan bereketler, başkalarına benzemez. Bu ayın gecelerindeki hayırlar da, başkaları ile kıyaslanamaz.

Akşamlan, iftarda acele etmenin; sahurlardaysa, ağır davranmanın hikmeti ve sırrı bu olsa gerek. Böyle olur ki: Gecenin ve gündüzün tüm cüzlerindeki imtiyaza ermek hâsıl ola.."

Mektubatı Rabbani, 4

Şeytanın bütün hileleri, tedbirleri, bütün okları, oruç kalkanına çarpar, kırılır.

"Ramazan ayında gereği gibi oruç tutarsan, senin vücut toprağını altın ederler. Senin fani varlığını taş gibi ezerler de göğe sürme yaparlar. İftar vaktinde yediğin yemek lokmasının her biri, birer mânâ incisi olur. Ramazan'da yemekte, içmekte, kötü söz söylemekte, kötü iş işlemekte sabırlı olduğun için, bu sabır, senin manevî görüşünü artırır, gönlünün gözünü açar"

Mevlana Celaleddin Rumi (k.s.)

‎"Artık, ekmeğe karşı ağzını kapa, tatlı oruç geldi. Şimdiye kadar, yemenin, içmenin hünerini gördün. Şimdi de orucun hünerini seyret!

Oruç, Meryem oğlu İsa'ya zemzem oldu. Oruç yolculuğuna çıktı da dördüncü kat göğe yükseldi.
...
Kuşların kanat çırpmaları nerede, meleklerin kanat çırpmaları nerede? Kuşlar yem için kanat çırparlar, melekler ise oruca doğru uçarlar.

Orucun bazı zorlukları varsa da, yüzlerce çeşit hüneri de vardır. Oruç sevdası bambaşka bir sevdadır.

Oruç, çarşafa girmiş, kendini gizlemiş bir güzeldir. Çarşafını aç da onu seyret; o ne kadar güzelmiş!

Boynunu inceltir ama, seni ölümden emin eder. Mide dolgunluğu, rahatsızlığı, fazla yiyip içmeden meydana gelir. Oruç ise seni manen mest eder.

Otuz gün ramazan denizinde bir baştan bir başa, bir uçtan bir uca yüzer durursun. Sonunda oruç incisi elde edersin.

Şeytanın bütün hileleri, tedbirleri, bütün okları, oruç kalkanına çarpar, kırılır. "

Mevlana Celaleddin Rumi (k.s.)

30 Temmuz 2011 Cumartesi

Hayır, yanlış söyledim, gam, zaten söylemeyenden, şikayet etmeyenden kaçar.

Kaza ve kader gereği Hakk'tan geldiği için ben, gamı görmek istiyorum, onu özledim. Fakat, gam durur mu? Anlamadığı için, bu sevdadan, bu özleyişten kaçıp duruyor.

Bütün dünya, gamın elinde esirdir, zebündur. Bilmiyorum ki, neden herkese doğru giden gam, beni görünce, onu özlediğim halde bana gelmiyor, benden kaçıp gidiyor?

Gam, benden o kadar korkuyor ki, ben göklere yükselsem, beni orada görünce o aşağılara, yeryüzüne kaçıyor. Ben aşağılara inince, bu defa o göklere yükseliyor.

Susayım artık, belki gam, kaçmayı bırakır da gelir, benimle savaşa girer. Hayır, yanlış söyledim, gam, zaten söylemeyenden, şikayet etmeyenden kaçar.

Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.)

“...Allah’ın takdiri bu, O, ne dilerse yapar” de.

Başına bir şey gelirse, “şöyle yapsaydım, böyle olurdu” diye hayıflanıp durma. “...Allah’ın takdiri bu, O, ne dilerse yapar” de. Zira “eğer şöyle yapsaydım” sözü şeytanı memnun edecek işlerin kapısını açar.

s.a.v.

"İlim ehli, Zât ehlidirler."

"İlmi öğreniniz çünkü Allah uğrunda ilmi öğrenmek bir iyiliktir. İlimden bahsetmek, Allah’ın ismini tesbihtir. İlmi aramak cihattır. İlmi tahsil etmek ibadettir. İlmi öğrenmek sadakadır. İlmin ehline benzemek Allah’a yaklaşmaya vesiledir.
Vay cahile fayda vermeyen şu alime!. Vay alimden istifade etmeyen cahile!"

s.a.v.

İlim şayet yenilecek bir şey olsaydı; biz bir sofra kurar, herkesi davet ederdik. Lakin, bu böyle değildir; Allah(c.c.) için gayret edip ilim öğrenen ve onunla amel edenler kurtuldu, cahiller ise helak oldu.

Hz. Ali (k.v.)

"...Canlı da olsa ölü de olsa, dünyada ve ahirette bilgi insandan ayrrılmaz ve her halde bilgi senindir. Bir vakitte aleyhinde olsa bile işin sonunda o senin lehinedir. Bilgiden dolayı sana belalar gelirse, endişelenme! Bu durum, onunla amel etmediğin için bilginin şerefinden kaynaklanır. Başka bir ifadeyle bilgiden dolayı değil, bilginin gereğini yerine getirmediğin için başına bela gelmiştir.

Kurtulduğunda ise seni elinden tutar, menziline götürür. Onun menzili, bilinendir. Bildiği de haktır. Bilgi, miktarınca seni Hakk'a (ve hakikate) ulaştırır. Cahillerden Olma!..."

Muhyiddin ibn Arabi (k.s.)


Ey cahil! İşlerini bilgi ile yürüt. Bilgisiz işte hayır yoktur. Bilgi­nin olmadığı yerde ne iman, ne de ikan olur. Öğren ve çalış. Bunu yaparsan, dünya ve âhiretin kurtulmuş olur. İlim tahsil edip amel et­meye dayanmayacak kadar sabrın yoksa nasıl kurtulabilirsin? Sa­bırlı ve anlayışlı ol. İlmin hepsini birden kavraman kabil değildir. Bütün varlığını ilim yoluna harcarsan ancak bir parça öğrenebilir­sin.

Büyüklerden birine ilmi nasıl tahsil ettiği ve tahsil yolunu nasıl bulduğu soruldu. Cevap verdi: “Kuşların erken kalkması, devenin tahammülü, domuzun hır­sı, köpeğin yaltaklanması üzerimde derin tesirler yaptı. Onları gör­düm, bir hayvan oldukları hâlde yaptıkları işe baktım. Ben de insa­nım, onların hareketinden ibret aldım. Kuş gibi erken kalktım. İl­min bütün ağırlığını çektim. İlme karşı bir ihtiras duydum. İlim sa­hiplerinin kapısında günlerce yalvardım.”

Ey ilim talep eden, işit bu sözleri. O büyük zâtın kelâmını iyi dinle. Bilgi ve kurtuluş istiyorsan böyle yap. İlim hayat, ilimsizlik ölümdür. İlmi ile âmil olana ve bilgiyi öğretmek için sabredene ölüm yoktur; maneviyatı ölmez. Hak Teâlâ'nın ilim sıfatına iltihak eyler. Hayatı onunla devam eder.

Allah'ım, bize bilgiyi ve ihlâsı nasib eyle. Âmin!

Abdulkadir Geylani Hazretleri (r.a.)


"...Bilgi öğrenmek isteyen insan, sorulan şeyin kendisini değil, Allah'ı aramalıdır. Bilgi öğrenmek isteyen, Allah karşısında böyle bir bilince sahip olmalıdır. Soran kişi, sorusunu artırır, çünkü sorulan Allah'tır. Böyle bir bilince sahip olmazsa, hocadan başkasını görmediği gibi bilgiyi de sadece hocasından görür ve 'Allah en iyisini bilir' deyişiyle talebeyi Allah'a döndüremez. Ayrıca ona kendisinden Allah'a döneceği bilgiyi söyleyemez. Müslim'in Ebu Hureyreden aktardığı hadise göre, Hz. Peygamber (s.a.v) buna işaret etmiş ve şöyle demiştir: "İnsanların mallarının çokluğunu soruşturan kimse, ister az ister çok sorsun, zor bir şey istemiştir."

Allah kullarının insanlardan değil kendisinden istemelerini istemiştir. Hemcinslere sadece Allah'tan nasıl isteneceğini öğrenmek için sorulmalıdır. Dince belirlenmiş takvanın anlamı budur. Allah şöyle buyurur: 'Allah'tan korkunuz' (takva). Yani takva yoluyla kendisine öğrettiğim kimsenin size öğrettiğiyle Allah'tan korkun. "Allah size öğretir." Konu bilgi veya bilgi dışında dünyevi bir konu olsa da, öğreten Allah'tır. Nitekim Allah kendisine vahyettiğinde ya da kendisiyle konuştuğunda Hz. Musa'ya (a.s)şöyle demiştir: "Hamuruna kattığın tuzu bile bana sor!"

Allah şöyle der: "Rahman Kuran'ı öğretti" Ayetin işari yorumuna göre, Allah bulunduğu, yerleştiği ve indiği her kalbe Kuran'ı öğretmiştir. "İnsanı yarattı ve ona beyanı öğretti" Böylece insanlara kendilerine indirileni açıklamış olursun. Burada Allah öğretimi başkasına değil, kendisine tamlama yapmıştır. Bütün bunlar Hakkın yaratıklarını kendisinden başkkasından birşey istemesini kıskanmasından kaynaklanır. Böylece Allah, kullarını ellerinde birşey bulunmayan hemcinslerinden birşey istemek sıkıntısından kurtarır..."

Muhyiddin ibn Arabi (r.a.)


"İlim ehli, Zât ehlidirler."

Muhyiddin ibn Arabi (r.a.)

Hz Fatıma (a.s.)

Hz.Allah imanı şirkten temizlenmek; namazı kibirden arınmak; zekatı nefsi tezkiye etmek ve rızkı arttırmak; orucu ihlası sabit kılmak; haccı dini güçlendirmek; adaleti kalpleri birbirine bağlamak; itaatimizi dinin düzenini sağlamak; imametimizi tefrika ve dağılmayı önlemek; cihadı İslam'ın izzetini yüceltmek; sabrı Hakk'ın mükafatını elde etmek; iyiliği emretmeyi umumun maslahatını korumak; anne ve babaya iyiliği Allah'ın gazabını önlemek; sıla-ı rahimde bulunmayı müminler topluluğunu arttırmak; kısası nefisleri ve kanları korumak; ahde vefayı mağfirete erişmek; tartıda doğru olmayı kıtlıkla yoklukla savaşmak; şarabı yasaklamayı kötülükten uzak kalmak; iftira ve yakışık olmayan isnatlardan kaçınmayı Allah'ın lanetinden korunmak; ve hırsızlık etmemeyi iffetli olmak için bir sebep kılmıştır.Hakeza Allah, şirki de Hakk'ın Rububiyeti ve kullukta ihlaslı olmak için haram kılmıştır. O halde Allah'tan gereği gibi sakının ve sadece müslüman olarak ölün. Allah'a emir ve yasaklar hususunda itaat edin.Şüphesiz ki Allah'tan sadece alim kulları korkar (gerektiği gibi çekinir ve haşyet duyar).

Hz Fatıma(a.s.)

Allah ile karşılaşmak..

Allah şöyle buyurur: “Onunla karşılaştıklarında sözleri selam olur.” (Ahzap: 44) Yani, (kul ile Allah arasında) karşılaşma gerçekleştiğinde, kul karşılaşmadan sonra bir daha asla bedbaht olmayacağı esenlikle müjdelenir. Allah’ın öyle kulları vardır ki, dünya hayatında kendisiyle karşılaşır ve selamla müjdelenir.

Öyle kulları da vardır ki, öldüklerinde Allah ile karşılaşır.

Bazı kulları ise diriliş vaktinde, bazı kulları çok sayıdaki kıyamet duraklarının birinde Allah ile karşılaşır.

Bazı kullar ise, cehenneme girdikten ya da cehennemde azap gördükten sonra Allah ile karşılaşır.

Kavuşma gerçekleştiğinde, Allah kulunu ‘selam’ diyerek selamlar. Dolayısıyla insan bu kavuşmanın ardından bir daha bedbaht olmaz.

Bunun üzerine, selam kavuşmaya bağlanmış, kavuşmadaki derecelerin (veya yerlerin) farklılığı nedeniyle özel bir vakit (ve yer) belirlenmemiştir. Allah’a kavuşacak son kişi, özel olarak Allah’ın varlığına inanan kişidir. Çünkü Allah ayette ‘müminlere’ (Allah müminlere karşı merhametlidir, Ahzap:44) demiş, sınırlamamıştır. O sınırlamadığına göre biz de sınırlamayız.

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

Lâkin, lâkeyfiyet unvanı ile.

O Sübhan Zat'ın yüce katında bir şühud ve müşahede var ise, her ikisi de kendisinden kendisinedir. Eğer o Sübhan Hakkın zatında bir ilim var ise o, kendisi ile alim, kendisi ile malumdur. Aynı şekilde Sübhan Hak, kendi nefsinde (zatında) kelâm eder; kendi nefsi ile dinler. Bütün kemalât, orada mufassal ve mütemeyyizdir. Lâkin, lâkeyfiyet unvanı ile. Zira, keyfi olanın lâkeyfiye yolu yoktur. Halk ne şeydir ki, Sübhan Hakkın kemalâtına ayna ola...

İmam-ı Rabbani (k.s.) 526. Mektub

Bu sebeple siz, kinamanin gerektigi durumlarda kendinizi O’na siper ediniz, O’nu ise övgüde kendinize siper ediniz

Adem, bu insan türünün kendisinden yaratildigi tek nefstir.Bu durum Hakkin su ifadesinde belirtilmistir. “Ey inananlar sizi tek bir nefsten yaratan, ondan esini yaratan, bu ikisinden de pekcok erkek ve kadini yaratan Rabbinizden ‘sakinin’(4,1) Rabbinizden sakinin,görünen yönünüzü Rabbiniz icin siper edin demektir. Cünkü iş (insanin verecegi yargi; kinama ve övgüdür.) Bu sebeple siz, kinamanin gerektigi durumlarda kendinizi O’na siper ediniz, O’nu ise övgüde kendinize siper ediniz.Böyle yaparsaniz, (gercegi) bilen ve (Hak karsisinda) saygili insanlar olursunuz.



Muhyiddin ibn Arabi (r.a.)

29 Temmuz 2011 Cuma

Aslında ölüm, Allah'ın nüru ile diri olan kişinin ruhuna, beden zindanından kurtuluş yardımıdır.

Bizim ölümümüz, ebedî bir düğündür. Aslında ölüm, Allah'ın nüru ile diri olan kişinin ruhuna, beden zindanından kurtuluş yardımıdır. Ölüp giden kişiye kötü deme, iyi de deme; çünkü onlar, iyilikten de kötülükten de kurtulmuşlardır. Gözünü Hakk uğruna harca, herkesi kötü görme, görmediğini de söyleme, söyleme de gözüne bir başka göz, bir başka görüş verilsin. Başkalarında ayıp görmediğin için sana verilen o göz, gözlerin de gözüdür. Hiçbir şey ona gizli kalmaz.

Hz. Mevlana Celaleddin Rumi(k.s.)

Allah'ı Allah ile tanıyan ise muvahhiddir.

Allah'ı cisimle tanıyan kafirdir, Allah'ı kendi tabiiatı ile tanıyan mülhidtir( dinsiz), Allah'ı nefis ile tanıyan zındık, Allah'ı akılla tanıyan hakim, Allah'ı kalp ile tanıyan sıddık,Allah'ı sır ile tanıyan yakin ehli, Allah'ı ruh ile tanıyan arif, Allah'ı hafi ile tanıyan muferrid(sürekli zikreden), Allah'ı Allah ile tanıyan ise muvahhiddir.( Birleyen).

İmam Ali (r.a)

21 Temmuz 2011 Perşembe

Dünyada herkes bir Leyla'ya Mecnun olmuştur. Ariflerin her an Leyla'ları da kendileridir, Mecnun'ları da!

Ariflerin sevgilileri de, manevî aydınlıkları da gönüllerinin dışında değildir. Onlar üzüm suyundan yapılmış şarabı içmezler, onlar mana şarabını kendi damarlarında dolaşan kanda bulurlar.

Dünyada herkes bir Leyla'ya Mecnun olmuştur. Ariflerin her an Leyla'ları da kendileridir, Mecnun'ları da!

Sen eğer "benlik Firavunu"nu "beden Mısır'ından (beden şehrinden) dışarı atabilirsen, gönül evinde Musa'nı da görürsün, Harun'unu da!

Şarabı gamlılar, kederliler içer. Bizim gönlümüzse insana neşe veren şaraptan da daha neşeli, daha hoş! Ey sakî! Sen git de o sarhoşluk veren nesneni gam mahpuslarına sun!

Hz.PİR (K.S)

bu mesele, yokluk meselesidir, varlık meselesi değildir.

Aşk yolunda bir sır vardır, fakat bir dava, bir yorum yoktur.

Çünkü aşkın manadan başka vasfı yoktur.
...
Gerçekten de, aşık fetvaya cevap vermez, bu mesele, yokluk meselesidir, varlık meselesi değildir.

♥ Hz. Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s) ♥

17 Temmuz 2011 Pazar

Malım yok amma senin elinin malı, senin mendilin, havlun değil miyim?

Malım yok amma senin elinin malı, senin mendilin, havlun değil miyim? İşim gücüm yok amma senin işine gücüne dalıp sarhoş olmamış mıyım?

Mevlana Celaleddin Rumi (k.s.)

bizden de Ona karşı rükû etmek, secdelere kapanmak.

Ne de kutlu sabah, ne de yüce sabah şarabı; padişahtan şarap kadehini sunmak, bizden de Ona karşı rükû etmek, secdelere kapanmak.
Şarap arı duru, padişah arkadaşımız, devlet yâr olmuş bize; artık bu arada neler var, neler oluyor, söyleyemem de söyleyemem.

Mevlana Celaleddin Rumi (k.s.)

11 Temmuz 2011 Pazartesi

zeitgeist / religious / ateizm

Zeitgeist, Religious veya Ateizm veya bu tür ne geliyorsa aklına.. Bunlar çocuk oyuncağıdır, çocuk.. Halk, Avam işi.. Bir ismi de Hakk'tır O'nun.. Hakk (Gerçek). Rock Tanrısı, Şu bu Tanrısı değildir O a canım öğren artık.. Bilenlerin bildiğidir, O, Apaçık ve Gizli.. Herşeyin ötesinde Hakim ve Kahhar.. Apaçık..

O'nu Dinsiz zanneden olduğu gibi, Din olduğunu zanneden de çoktur.. Hayal.. Bu senin Avallığın, O'nu kelimelerle kavramaya çalışmandandır. Gerçeğe bak Gerçeğe. O'nun Yaratıcı İsmini algılayışına göredir zihninin O'na cehaleti. Oysa seni Evirip Çeviren de O. A canım öğren artık Şu bu Tanrısı değildir Hu (O).. Her biçimde, her şekilde, Hüküm sahibi, Herşeyi Bilen, Hakk'tır O..

Lütfu çoktur, Din gibi.. Kahrı çoktur, ele geçmeyip açlıktan öldüren Av gibi...

Ama tabi sen Dinsizsin, Ateistsin, Hükümsüzsün, Özgürsün.. Uuu.. Hayranım safiyetine..


İnsanın üzerinden, henüz kendisinin anılan bir şey olmadığı uzun bir süre geçmedi mi?

[İnsan(Dehr)/1]


Seni yaratan, kendisine yabancı olmanı elbette sevmez.. Aynı derecede şımarıklığı sevmediği gibi. Gökgürültüsünün ürkütücülüğü bu yüzden sürer.

Şımarmak, iyisiyle olduğu gibi kötüsüyle de olur. Oklar Şımaran kişiye döndüğünde, denge Farz ibadet haline hemencecik geliverir...

Şüphesiz, "Zorlama" yoktur. Fakat "Kaşınmak" sanki bir lütuf gibi, tabiatında vardır.

Allah'ın İsimlerinden biri Kahhar'dır (Kahredici).. Aşk ile.. hem de her biçimde..

Kızdığın halde kaybettiğin oldu mu hiç?... Veya kızman gerektiği halde dut yemiş bülbül gibi Kul kesildiğin?.. Farkettirildi mi sana İnsan'ın acziyeti?... Haberi olmayanlar ve bundan gafillik edenler dışında.. ne mutlu bize o zaman.

Çocukken korku tünellerine bayılırdın.. N'oldu ki sonra? Vazgeçemiyorsun.. Aslını bilmemek, yolda kalmak. Bana kalsa korku tünellerini de, tütünü de yasaklarım.. Ama sen sanki herşey serbest olsun istiyorsun. Ama ne olmasın? Çocukları düşünüyor musun çocukları.. Nefs'in vazgeçemediği anlık Zevkler yüzünden telef olan çocukları.. Recm de müstehaktır Nefs'e.. Cehennem de.. Çünkü senin kafa nato kafa nato mermer..

Ben başka çarem olmadığı için, serbest bırakıp insanları tehlikeye atmak yerine, yasaklardım herşeyi.. Benim haddime göre hesabım bu.. Belki sen daha geniş bi insansın.. Veya hesapsız... kitapsızsındır..

Şüphesiz ben her durumda da Vicdanının sesini duyanlar ve Masum'lar adına O Allah'a güveniyorum.. Gün gelir.. Herkes kendi hesabını kendi görür..

Her insanın yaptıklarını kendi boynuna doladık. Kıyamet sürecinde kendisine (kişinin kıyameti olan ölümünde ya da genel anlamda mahşer sürecinde) kaydolmuş olarak bilgisini çıkarırız. "Kendi kitabını oku; bugün nefsin hesap sorucu olarak sana yeter." (buyurulur)

[İsra/13-14]


Resim, ressama pençe vurmaya kalkarsa, kendi saçını sakalını yolmuş olur.

[Hz Mevlana (k.s.)]


Tevâzu ve sükûnetle kapıyı çalana kapı açılır.

[Ahmed er-Rıfaî (k.s.)]

Ellerin ayakların konuşacağı haberini duyunca gülersin. Ama kafatasının içinde susturamadığın, bir et parçasıdır..

Kim güler bu duruma..

Zihinlerdeki o eğlenceli, geleneksel Tanrıya benziyor mu kuzum?

"...Sonra sizi vefat ettirir. Kiminiz de ömrün düşkünlük çağına bırakılır; bildiklerini artık düşünemeyecek devreye..."

[Nahl/70]

http://jonasclean.blogspot.com/2010/11/zeitgeistreligiousbelgeselleri-ateizm.html

Allah'tan nasibini alamamış, Allah'ın lütfuna nail olamamıştır.

Ebû Hureyre radiyallahu anh'dan: (Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu) "Kim bir mecliste Allah'ı zikretmeden oturup kalkarsa Allah'tan nasibini alamamış, Allah'ın lütfuna nail olamamıştır. Kim yattığı yerde Allah'ı zikretmezse Allah'tan nasibini alamamış, Allah'ın lütfuna nail olamamıştır. Kim yürüdüğü bir yerde Allah'ı anmazsa Allah'tan nasibini alamamış, Allah'ın lütfuna nail olamamıştır."

[Ebû Dâvud veTirmizî.]
s.a.v.

10 Temmuz 2011 Pazar

"Ey ölümden korkup kaçan can! İşin aslını, sözün doğrusunu istersen, sen aslında ölümden korkmuyorsun, sen kendinden korkuyorsun.”

“Oğul, herkesin ölümü kendi rengindedir, insanı Allâh’a kavuşturduğunu düşünmeden ölümden nefret edenlere, ölüme düşman olanlara, ölüm korkunç bir düşman gibi görünür. Ölüme dost olanların karşısına da dost gibi çıkar.”

“Ey ölümden korkup kaçan can! İşin aslını, sözün doğrusunu istersen, sen aslında ölümden korkmuyorsun, sen kendinden korkuyorsun.”

“Çünkü ölüm aynasında görüp ürktüğün, korktuğun, ölümün çehresi değil, kendi çirkin yüzündür. Senin rûhun bir ağaca benzer. Ölüm ise o ağacın yaprağıdır. Her yaprak ağacın cinsine göredir…”

Mevlana Celaleddin Rumi (k.s.)

Dokuz göğü aştık, zamanı da bıraktık, yeryüzünü de, gökyüzünü de bıraktık.

Bir kere gönülden de olduk, akıldan da olduk, candan da olduk. sevgili geldi, biz artık aradan çıktık gittik. Gönül de, akıl da, can da onun oldu.

Yokluktan yüz çevirdik, varlığa yöneldik. Nişansız olanı, iz bulunmayanı bulduk. Nişan aramaktan, iz aramaktan vazgeçtik.

îmkansız olanı yaptık, deniz altından toz kaldırdık. ...Dokuz göğü aştık, zamanı da bıraktık, yeryüzünü de, gökyüzünü de bıraktık.

İşte Hakk aşkı ile mest olan kişiler geldi. Yoldan çekilin, onlara yol verin! çok yanlış söyledim, biz aslında yolu da bıraktık yolcuları da!..

Hz.PİR (K.S) DİVAN-I KEBİR

8 Temmuz 2011 Cuma

Böylece beni inkâr etmiş, yıldıza iman etmiş oldunuz.

Yüce Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır: "Ey âdemoğlu!
Beni kime şikâyet ediyorsun? Halbuki benim dengim ve benzerim yok ki şikâyet edesin!
Beni ne zamana kadar unutacaksın? Oysa benim sizden istediğim bu değildir.
Beni ne zamana kadar inkâr edeceksin? Halbuki ben kullarıma zulmedici değilim.
Ne zamana kadar nimetimi inkâr edeceksin? Ne zamana kadar kitabımı hafife alacaksın? Oysa ben sana güç yetiremeyeceğin şeyleri yüklemedim.

Ey âdemoğlu! Ne zamana kadar isyanınla bana cefa edeceksin? Benden gayri rabbiniz yok iken, ne zamana kadar beni inkâr edeceksin?

Hastalandığınızda benden başka hangi tabip size şifa verebilir ki? Fakat siz benden şikâyetçi olmakta ve kaderime kızmaktasınız. Gökten üzerinize yağmuru bolca ben indirdiğim halde siz, 'İşte biz şu yıldız sayesinde yağmura kavuştuk' diyorsunuz. Böylece beni inkâr etmiş, yıldıza iman etmiş oldunuz.

Kudsi Hadis

Celal /Cemal/O'nu zıtlarda mütala et ki bilgin kemale dönsün"

"Celal'inden sana geleni inkar ederek O'nu sadece Cemal'inde bilme. Kabzda inkar ederek sadece bastını kabul etme. Her halde sabit kadem ol, O'nu zıtlarda mütala et ki bilgin kemale dönsün"

Ahmet El Alevi(k.s.)

büsbütün haya sahibi olur.

Kul için güven lezzeti meydana gelip, salih amellere başladığında ve mahallini temizleyip el-Melik olanın katında oturmaya istidadı kazandığında, ve onun mertebesinin layık olduğu hakları öğrendiğinde ve kendisine Hakk'ın verdiği şeylerin değerini bildiğinde, büsbütün haya sahibi olur.

Muhyiddin İbn Arabi (r.a.)

"İbâdetlerin hepsini kendinde toplayan ve insanı Allahü teâlâya en çok yaklaştıran şey namazdır."

"İbâdetlerin hepsini kendinde toplayan ve insanı Allahü teâlâya en çok yaklaştıran şey namazdır."

İmam-ı Rabbani(k.s.)

Allah’ın kullarından ve velilerinden istimdad ettiğniz zaman

Allah’ın kullarından ve velilerinden istimdad ettiğniz zaman, göreceğiniz yardımı onlardan değil Allah’tan biliniz. Çünkü bu itikad şirktir. Fakat Allah’ın veli kullarına olan muhabbetine istinaden dilek ve ihtiyaçlarınızı bu vesile ile Allah’tan isteyebilirsiniz. Nice tozlu topraklı ve kapılardan kovulan kimseler vardır ki ! edeceği andı Hak Teala icra eder.(Hadisi Şerif) Yani böyle birisi bir konuda yemin ederse; Hak Teala onu yemininde yalancı etmez, istediğini yapar. Allah Teala bunlara kainatta tasarruf bahşetmiş ve onlara dualarının bereketi ile bazı şeyleri değiştirme ihsanında bulunarak, onları “Ol deyince oluverir” ayetinin sırrına mazhar kılmıştır.

Seyyid Ahmed Er Rufai Hazretleri

7 Temmuz 2011 Perşembe

himmetli ve gayretli kimselerin şiarı olmak gerekir.

Dindeki ruhsatlar zayıf müslümanlara gösterilen kolaylık ve hafifletmelerdir; yüksek himmetli olması şart koşulan dervişlere o gibi kolaylıklara temayül yakışmaz, dinin ahkâmını sabır ve tahammülle yerine getirmek, himmetli ve gayretli kimselerin şiarı olmak gerekir.

Mahmud Es'ad Coşan (k.s.)

Rabbimi Rabbim ile Bildim.

Azimetleri kaldırarak Rabbimi tanıdım! Hayır aslında rabbim Celle ve Ala sayesinde azimetleri kaldırmayı öğrendim. Zira Allah Subhanehu masivanın varlığının delilidir, masiva o'nun varlığının delili değil. Zira delil, delil ile bilinen şeyden daha aşikar olmak durumundadır. Allah Teala dan daha zahir ne olabilir ki? zira her şey O'nun sebebi ile ve O'ndan zahir olmuştur. O bizzat kendisine ve kendisi dışındakilere delildir. Öyleyse ''Rabbimi Rabbim ile bildim!!''demekte bir mahzur yoktur.

İmam-ı Rabbani Hazretleri
247.Mektub

Hüsn-ü Zan

Senin Allah'a hüsn-ü zan besleyip de, Allah'ın sana iyilikle muamele etmemesi hiç mümkün değildir.

Zunnûn-i Mısrî (k.s.)

Uykun varsa bile Hak yolunda uyu, yoldan kalma!

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“Bizim uğrumuzda gayret gösterip mücâhede edenlere elbette... (muvaffakıyet) yollarımızı gösteririz…” (Ankebût, 69)


Rasûlullah (sav) buyurdular:

“İçinizde, benim Kur’ân’ın nüzûlü ve tebliği husûsunda gayret ve titizlik gösterdiğim gibi, onun tefsîr edilip anlaşılmasında da aynı tavrı sergileyecek kimseler vardır!” (Ahmed, III, 82)


Mevlânâ Hazretleri, her hâlükârda Allah yolunda gayret göstermek gerektiğini ne güzel ifâde eder:

“İster yavaş gitsin, ister acele edip koşsun, arayan elbette aradığını bulur. Ey Hak yoluna düşen kişi, isteğine iki elinle sarıl! Çünkü istek, iyi bir kılavuzdur. Topal da olsan, sakat da olsan, uyuklasan, hattâ kusurlu da olsan, yine O’nun yolunda ol, O’na doğru sürün, O’nu, yâni Allâh’ı ara!

Allah yolunda sürüne sürüne çevgen önündeki bir top gibi O’na doğru koş! Bâzen söz söyleyerek, bâzen susarak, bâzen koklayarak her taraftan O Hakîkat Pâdişâhı’nın feyz kokusunu almaya çalış!”

Yine Hazret-i Mevlânâ, Allah yolunda olmanın ehemmiyetini ve faydasını şöyle ifâde eder:

“Uykun varsa bile Hak yolunda uyu, yoldan kalma! Allah yolunda uyurken belki kâmil bir yolcu rastlar da, seni gafletten, uykudaki hayallerden kurtarır.” (Osman Nûri Topbaş, Faziletler Medeniyeti II, Erkam Yay.)


Esma-ül Hüsna (Allah’ın En Güzel İsimleri)

el-Muktedir: Tam bir kudret sahibi olup hiçbir konuda zerre kadar zorlanmayacak şekilde gücü yeten demektir.


Lügatçe

mücâhede: Din düşmanına karşı koyma. Çarpışma. Uğraşma. Çalışma. Gayret gösterme.

6 Temmuz 2011 Çarşamba

İçerden âşinâ ol, dışardan yabancı,

İçerden âşinâ ol, dışardan yabancı,

Böyle güzel yürüyüş az bulunur cihânda!

imam rabbani (k.s.)

canlı kişiler, câna olur, müşteri.

Evliyâya kim bakarsa, ten gözü ile serseri,

Bî basardır, cânı yoktur, ölüdür, değil diri.

Evliyâ candır, gerektir can gözîle bakıla,

Zîrâ ki, canlı kişiler, câna olur, müşteri.

imam rabbani (k.s.)

onları görmek de yeter.

Aşk sarhoşlarîle bulun, mey yoksa da, koku geçer.

Koku da bulunmaz ammâ, onları görmek de yeter.

imam rabbani (k.s.)

Âşıkın gönlü bir güzele takılınca, rahat eder mi, başkasına kavuşunca?

Âşıkın gönlü bir güzele takılınca,

rahat eder mi, başkasına kavuşunca?



Yüz demet fesleğen verseler bir bülbüle,

koklamaz hiç onu, yine gider bir güle.



Nilüfer otu, güneşe olunca âşık,

ondördüncü ayı görmek ister mi artık?



Ciğeri yanan, arar hep suyun tadını,

çok şeker verseler de, hiç beğenmez anı.

imam rabbani (k.s.)

Bu dünyada bilseydim, ben neyim, hem neyim var?

Vücûd, lutf-i ilâhî, hayat, rahmet-i Kerim,

Ağız, atıyye-i Rahmân, kelâm fadl-ı Kadîm!

Beden, binâ-yı Hudâ, ruh, nefha-i tekrîm,

Kuvvet, ihsân-ı kudret, duygular, Vaazı Hakîm,

Bu dünyada bilseydim, ben neyim, hem neyim var?

imam rabbani (k.s.)

Acaba o sevgilim, geceyi kimin ile geçirdi?

Ciğeri yakan düşünceden gözüme uyku girmedi:

Acaba o sevgilim, geceyi kimin ile geçirdi?
*
Ortalık aydınlanınca olur belli,

herkesin geceyi, kimle geçirdiği!

imam rabbani (k.s.)

Seni sevdi bu gönül, ölse ele yâr olmaz!

İlâhî nedir bu aşk, yaktı cismü cânımı?

Bundaki zevk başkadır, duyulur izhâr olmaz.

Ne tarafa giderim, bırakıp sultânımı,

Seni sevdi bu gönül, ölse ele yâr olmaz!

imam rabbani (k.s.)

Muhyiddin ibn Arabi -Tevfik-i ilahi

Bu said yıldızın hilalinde İnşaallahû Teâla tevfîk'in lâfza-ı celâle
isnadındaki güzel hikmetlere işaret edeceğiz.

BİRİNCİ FELEK
Ey necib ve hür oğlum!..
ALLAH sana muvaffakiyet versin. Şimdi, Tevffki sana izah
edeceğim..
Tevffk; ebedi sa'detin anahtarı, Nebî-ı Zişânin yolunda sülûka kulu
vâsıl edici ve ilâhî ahlâkla ahlâklanmasına rehberdir.
Tevfîk-i ilâhi'ye nail olan kişi, büyük ganimeti eide etmiştir.
Tevfik-i ilâhiden mahrum kalan kimse de hayrın tamamını yitirmiştir.
Ey Azîz!..
Tevfîk; kulun çalışarak elde edeceği bir şey değildir.
TevfTk, Allah'ın kendi huzuruna seçtiği hâs kullarının kalblerine
ilkâ ettiği bir nûr-u ilâhidir.
Kulun kurtuluşu ancak Tevfîk-i İlâhî ile gerçekleşir. Kul yüce
derece ve mertebelere de ancak Allah'ın yardımıyla ulaşabilir.
Tevfîk hibe edilen bir sırr ve kulun kalbinede kondurulmuş bir nurdur.
Kulun İrâdesi tevfîk'in özelliklerini ve hakikâtlarını bilmesi itibariyle, tevfîkle
vasıflanması ve tevfîkin kulda peyda olmasında Allah'ın İrâdesinin
bağlantısı vardır. Böylece de, kul için bu irâde hâsıl olur ve o irâdeyi kendi
kesbi olduğunu tahayyül eder.
Halbuki kulun tevfîkle vasıflanmasında ki gerçek sebeb; Allah
Subhânehû'nun iradesidir. Fakat kul, kendisini tevfîkin talebine sevk
eden irâdesinin, İlâhi Tevfîkin eseri olduğunu bilemedi.
Evet!., ilâhi Tevfîk olmamış olsaydı kulun irâdesi gerçekleşemezdi.
Zira, kulun tevfîki irâde etmeside İlâhi Tevfîkdendir. Ancak insanların çoğu
bunu bilincinde değildir.
Şimdi tevfîki anlattığımız tarzda isbât ettiğimizde, insanlar, ancak
Hakîm, bağışlar yapan ve kula muaffakiyeti veren Zöt'tan tevfîk'in kemâlini
taleb edebilirler.
Tevfîk'in kemâli ne mânâya geidiğini şöyle izah edebiliriz: Kulun
bütün fiil ve hâllerinde tevfîki ilâhinin kula arkadaşlık etmesidir.

Kulun hâlleri şöyle taksîm edilmiştir.
1- İtikâd,
2- Kalb’e gelen ilhâmlar,
3- Akıl ve kalbinde doğan nûrlar,
4- Müşahedeler,
6- Mükâşafeler,
7- Zahiri ve batini bütün fiiller.
Netice-i Kelâm:
Kul, bütün hâllerinde İlâhi Tevfîk'in kendisine devamlı surette
arkadaş olmasını taleb etmesi, tevfîkin kemâl mânâsıdır.
Öyle ise, kul zâten kendisine verilen muvaffakiyetin artmasını tâleb
eder. Yoksa tevfîk bölünmeyi kabul eden bir şey değildir. Zira, tevfîk
insanla kâim olan mânâlardan bir mânâdır. Mânâ ise bölünmeyi kabul
etmez. Tevfîke nisbet edilen noksanlık ise, Tevfîk-i İlâhinin kulun her hangi
bir fiilinde kul ile kâim olması ve diğer bir fiilinde kul ile kâim olmaması
itibariyledir.
Tevfîk-i İlâhinin kulun bütün fiillerine olan beraberliği de aynı
anlattığımız gibidir.
Artık bu izahlarımızda kulun tevfîki Allah'tan istemesinin hikmeti
de zahir oldu.
İlerde şunu da izah edeceğiz:
— Kul Allah'tan tevfîki istediği vakitte kulda Tevfîk-i İlâhin yoktu
denilemez. Zira kulun isteme fiilinde yine ilâhi muvaffakiyet vardır.
Tevfîk lâfzı Arap dilinde muvafakat babından Tefti babına intikâl etmek
suretiyle türetilmiştir. Tevfîk de kulda sudur eden fiillerin peyda olması
esnasında zâten kulda kâim bir mânâdır. Dolayısıyla kulla kâim bulunan o
Tevfîk-i İlâhi kulu, kuldan sudur edecek fiili hakkındaki islâm
ölçülerine muhalefet etmesinden engeller. Fakat bu engellemesi sadece
kendisinde sudur edecek olan fiilde gerçekleşir. Diğer fiilleriyle alâkası
olmayabilir. Öyle ise hükmü böyle olan her mânâya tevfîk ismi verilir.
Ey Oğulcuğum!..
Günahkarı kendisi için meşru olan her hangi bir ameli yapmaya
muvafık olursa o günahkar olmaz.
Fakat meşru haklarından herhangi birisine muvafakati
gerçekleşmezse, o zaman İslâm'a muhalefet etmiş olur. Zira kaidedir bir
mahal şeyden veya onun zıtından boş kalmaz. Tabiatın boşluğu kabul

etmediği gibi. Kulda yapacağı fiilinin mahalidir. Dolayısıyla ya o fiil
İslâm'a muvafak veya muhalif olması zaruridir.
Bazen bir zamanda, kulun yaptığı bir fiilinde, tevfîk kendisiyle kâim
olduğu gibi, aynı o anda diğer bir fiilinde kendisiyle kâim olmayabilir. Buna
misâl: Gasb edilen bir evde namazı edâ eden musallidir. Zira o salâtı edâ
etme fiiliyle tevfîk kendisiyle kâim olmuştur. Fakat aynı anda salâtı
kendisinde edâ ettiği yeri gasb etmesinden ötürü tevfîk kendisiyle kâim
değildir. Öyle ise aynı anda kulda hem tevfîk hem de hizlan kâim
olabilir.
Hizlan ise; Allah'ın razı olmadığı bir fiili kulun talebi üzere Allah'ın
kulda muvaffakiyet vermesine denir.
İşte bu anlattığımız sebebden dolayı kul, Mevtasından tevfîk'in
kemâlini ister.. Böylece de kul, İlâhi Tevfîk'in kendisine bütün
hâllerinde arkadaşlığını istemiş olur. Tâki kul, hiçbir fiilinde şeriat
ölçülerine muhalefet etmesin.
Açıkladığımız tarz üzere kulla kâim olan Tevfîk-i İlâhi tam ve kâmil
olursa, artık o tevfîk; Hıfz-ı İlâhi ve ismet diye ta'bir edilir. Yani, böyle
olan kul, ALLAH'ın koruması altında olur.
Allah Tealâ vakitlerin aleyhimizde geçip gitmesinden ve gafletin
neticelerinden cümlemizi muhafaza etsin.
ALLAH, hayırlarla cömertlik yapan Cevâd-ı Mutlakdır.
Ey Oğulcuğum!..
Tevfîk: Kul yaratılmadan önce, Allah'ın katında kul için olan
inâyet-i ilâhi'dir.
Tevfîk: Allah kulu icâd ve hitâb ettiği esnada kulun üzerine olan
en yüce ihsanıdır.
Tevfîk'in İlâhi bir inayet ve ihsan olduğuna, Allah'ın şu buyruğu delâlet
etmektedir.
«İmân edenlere Rab'leri indinde kendileri için muhakkak bir
kadem-i sıdk olduğunu müjdele.»
(Yunus sûresi, âyet: 2)
İmân edenler daha yaratılmadan önce kendileri için bu kadem İlmi
İlâhide gerçekleşmiştir. Bu kadem de Allah'ın kendi Zâtına yazdığı
Rahmeti İlâhidir.
Vakta ki Allah Tealâ, Kerem sıfatıyla Ayân-ı Sabiteleri icâd etti ve
onların varlığını açığa çıkardı, lûtfuyla onların ihtiyaçlarını üstlendi.
Artık, Allah Azze ve Celle onları tevfîk'in hakikâtlarıyla donattı ve
onlara, O'na ulaştırıcı yolları açıkladı.

Enbiyâ'ya melekler, Evliyaya da Enbiyâ'lar ve meleklere de yaratılışları
vasıtasıyla açıkladığı gibi.. Böylece onlar güneşe giden aydınlık yolu üzere
hidâyeti kabullendiler. Ve Mi'raca vesile olan yükseliş kanatlarına binerek
uruc ettiler. Artık Tevfîk, bütün hâllerinde onları yalnız bırakmayan sadık
bir arkadaş olmuştur. Tevfîk onları Allah'a yaklaştıran amellere yön
vermekten de geri kalmadı.
Allah'ın rızasına vesile olacak ameller; kalbî, nefsi ve duyu
organlarına mütevecih muamelattan ibarettir.
Tevfîk-i İlâhi onları himmetlerinin fevkine varıncaya değin
yönlendirdi..
Tevfîk-i İlâhi onları hazreti Cud ve Kerem Makamına indirdi.
Onlar o ni'metler deryasında ve Cennet nimetleri içinde gark
oldular. Ve Tevfîk-i İlâhi onları istivaya benzer bir makama çıkardı.. O
makamda Allah'ın onlara, vermeyi takdir kıldığı nimetleri bağışladı.
Bütün bu olan bitenlerin esnasında, Hak'kın onların işlerini
üstlendiğini bildiler. Halbuki daha "İNSAN" namıyla yâd edilen bir şey
değildiler..
Sonra, onlar için duâ etme mahallinde Allah'a sözlü yakınlıkları, o
işlerden uzak olduklarını gösterdi. Zira, Allah'ın ihsan ettiği bunca
cesim ve lâtif nimetlere karşı şükür etmeyi irâde ettiler. Halbuki Şâkir
meşkûr ve Zâkir mezkûr idi. Dolayısıyla bu hakikât onları, irâde
ettikleri sözlü Şükür'den engelledi.. Artık kul, bütün gücünü sarf
etmesine rağmen, Allah'a hamd ve sena etmekten aciz oldu. Ve, bu
hâlin senanın fevkinde olduğunu gördüklerinden, şaşkınlık ve hayret
makamında durakladılar... Sonra, insanlar kendilerinden açığa çıkan
Allah'ı övmeleri sena etmeleri, ancak Allah'ın kendi fiiliyle Zâtını sena
etmesi olduğunu bildiler.
İnsanların böyle idrâk etmelerinin lüzûmiyetini yazacağımız âyet
delâlet etmektedir.
«Zaten size az bir ilimden başkası verilmemiştir.» (İsrâ Suresi,
Âyet: 84)
Öyle ise, az bir ilim de Allah'ın inâyetiyle bize bağışladığı bir terazidir.
Çok ilme ulaşmamız ise bizim için mümkün değildir. Öyle ise ilimde çokluk
iddia edebileceğimiz şeylerden değildir.
Muhakkik şeyh, herşeyi inceleyip yontandır. Fakat o, yaptığı işlerde
samimidir.
İddia sahibi ise, o da herşeyi inceleyip yontar.. Fakat o, yaptığı
işlerde samimi değildir. Bu makamda Allah Rasûlü Aleyhisselâtu
vesselam şöyle buyurdu;

«Senin med ve senanı sayamam, sen kendini övdüğün gibisin.»
(Ebû Davud ve Tirmizi)
Ve Sıddık-ı Ekber'de - Allah ondan razı olsun- bu makamda şöyle
buyurdu;
— "Allah'ı idrâk, idrâk edilemeyeceğini idrâk etmektir."
Yaratıcısını idrâk etmeyi kasd edene şöyle söyle!..
— "Allah'ı idrâk, idrâk edilemeyeceğini idrâk etmektir. Kim Allah'a
hayretle kulluk
ederek yaklaşırsa, işte o nihayet Rahmanı idrâk edendir. Gerçekten
Allah'ı idrâk etmemek nusuk semâsında cevelan eden feleklerin
doğuş sebebi olan duha vaktindeki Güneş'tir.
Tevfîk'in başlangıcı, ortası ve gayesi vardır.
Ey Oğulcuğum!..
Tevfîk, her fazilete yönlendirici, temiz sıfatlara uiaştıncı ve gözleri
cilalayan, sırlan islah eden ve kalbe hulûsiyeti veren bütün güzel
ahlâklarıda celb edici olduğunu bii.
Tevfîk kalbde ki kilitleri açan, kalblerde ki şek ve şüpheleri gideren,
kalblerin varlık hikmetini bağışlayan ve azâmet-i İlâhiyeyi öğretendir.
Tevfîk, kulun istikâmeti taleb etmesine sevk eden, esas muharrik ve
kulu selâmet yoluna ulaştırıcıdır.
Tevfîkle vasıflanan her kul, hidâyete erip doğruluk üzere olur.
Tevfıkden mahrum kalan da rezil ve rusva olur..
ALLAH emirlerine muhalif olmaktan ALLAH a sığınırız.
Tevfîkin başlangıcı İslâmı, ortası imânı ve nihayeti ihsanı sana
verir.
Tevfîkin başlangıcı olan İslâm, kan ve malı korur.
Tevfîkin ortası olan imân, nefisleri sapıtma ve saptırma
zulmünden muhafaza eder.
Tevfîk'in sonu olan ihsan, ruhu Allah'tan başkasına bakmaktan
engellediği gibi rûh'a murakabe ve Allah'tan utanmayı bağışlar.
Öyle ise...
Nefis, Cennette şehvetlerini yerine getirmekle mutlu olur.
Göz, Rahmanı görmekle huzur bulur.
Ruh, nimetlerin hakikâtlarından lezzet alır.
Ey Oğulcuk!..

Tevfîkin ulaştırdıklarında tefekkür et!..
Öyle ise, bütün hâllerinde seni tevfîk'e davet eden, hiçbir iyilik yoktur ki
Allah sana vermesin. Artık sana düşen, onları geri çevirmemektir.
Tevfîkin mebdei, sana ilim ve ameli ihsan eder. Ortası, seni pis
hedeflerden temizler. Sonu, varlık ve ezelin sırrlarım verir.
Tevfîkin başlangıcı seni hislerinden, ortası nefsinden uzaklaştırır
ve sonu sana senin güneşinle cömertlikte bulunur.
Tevfîkin başlangıcı sana kerametleri ihsan eder.. Ortası, seni
sıfatlardan fâni kılar.. Sonu, seni Zâtla mutlu eder.
Tevfîkin başlangıcı sana Cennetle, ortası varlıkla ve sonu varlığın
fenasıyla şahidlikte bulunur.
ALLAH'tan başka umutlarımızı
bağlayabileceğimiz bir varlık mevcûd değildir.
Menân ve bütün nimetleri bağışlayan ALLAH bütün noksan
sıfatlardan münezzehtir.
TEVFÎK İN KISIMLARI
Ey Oğulcuğum!..
ALLAH seni muvaffak kılsın.
Tevfîk. GENEL ve ÖZEL olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır..
1) GENEL TEVFÎK; bütün insanların kendisinde müşterek
oldukları tevfîkdir. Müslüman ve müslüman olmayanlar eşittir. Genel
tevfîkde iki kısma ayrılmaktadır.
a) Hikmete muvafak olan tevfîk. Bu tevfîk, hikmetle eşyanın
yaratılışında ki sırları bilmekle gerçekleşir,
b) Şahsın maksadına muvafık olan tevfîkdir.
Bu tevfîkde;
1) Maksada muvafık olan,
2) Hikmete muvafık olan, diye ikiye ayrılır.
1) Maksada muvafık olan tevfîki şöyle izah ederiz: Su bulunmayan
bir yerde hangi dinde olursa olsun bir kimsenin kuyu kazıp su çıkarması
oradan gelip geçen kimselerin maksadına o suyun çıkması muvafıkıdır,
2) Hikmete muvafık olan tevfîki de şöyle açıklayabiliriz: Nesnelerin
arasındaki mesafeyi ve onların asıllarını bildiği için nesneleri birbirinden
ayıran kimsenin tevfîkidir. Zira, bu tür bir çalışmaya her hak sahibine

hakkını vermek denir.
Meselâ; eşyanın hikmetini bilen bir adam elekle su içmeye ve bardakla
un elemeye teşebbüs eden bir şahsı gördüğünde, derhal unu eleğe ve
suyu bardağa boşaltır.. Ve o şahsa da şöyle der; "Bu elek un elemek ve
bardak su için yapılmıştır." Görüldüğü gibi nesnelerin hikmetini bilen
şahıs, ilmi ve ameli olarak bütün nesnelerin yaratılış gayesine riayet
ederek muamele eder. İşte bu hikmet tevfîkidir.
2) ÖZEL TEVFÎK; seni zulumattan nura çıkaran ve bütün
mertebeleriyle ebedî saadete velev ateşe girsende seni ulaştıran
tevfîkdir.
Bu Özel tevfîkde; ÖZEL ve GENEL olmak üzere iki kısma ayrılır.
a) Özel Tevfik'in Genel kısmı: Allah'a, Rasûllere ve Allah'ın
katından gelenlere
imân etmekten ibarettir.
b) Özel Tevfîk'in Özel kısmı: Meşru olan ilimlerle amel etmekten
ibarettir.
Şöyle de açıklayabiliriz...
1) Genel olan Özel Tevfîk ki sadece Farzların edasından ibarettir.
«Zümman ibnu Sa'lebe Allah Rasûlü Aleyhisselatu Vesselama;
- "Farz ibâdetler nelerdir?" diye sorduğunda Allah Rasûlü
Aleyhisselâtu Vesselam da ona cevap verdikten sonra Zümmam;
- "Saydıklarının dışında üzerine başka Farzlar var mıdır?" diye
sordu. Allah Rasûlü
Aleyhisselâtu Vesselam;
- "Hayır yoktur. Yalnız dilersen nafilelerle meşgul olursun."
buyurunca
Zümmame;
"Allah'a yemin ederim üzerime farz olanlardan ne noksanlık ve ne
de fazlalık yaparım.." dedi. Allah Rasûlü Aleyhisselâtu Vesselam o
gittikten sonra;
- "Söylediklerinde sadık olursa kurtuluşa erdi." buyurdu.»
İşte bu Hadis'te Özel Tevfîk'in Genel bölümünü böylece ğrenmiş
bulunmaktayız.
2) Özel Tevfîk'in Özel bölümüne gelince, o da kalbi tasfiyeye,
marifete, boş şeylerden arınmaya, riyâzat ve mücâhedeye seni
ulaştırandır.
Bu kısımda a) Genel ve b) Özel olmak üzere iki kısma

ayrılmaktadır.
Bu kısmın a) Genel tevfîki; senin için bütün ulvi ahlâkları ve
Rabbani sıfatları meyve verendir.
Bu kısmın b) Özel tevfîki ise, tahkik etmek mânâsını ve ahlâk
sırlarını senin için meyve verir.
Tahkik etmek mânâsı ve ahlâk sırları da 1) Özel ve 2) Genel olmak
üzere iki kısma ayrılmaktadır.
1) Genel kısmı, sana ahlâklanacağın hususları ve o ahlâkların
sırlarını ihsan eder.
2) Özel kısmı da, seni muhtaç olmak mülâhazasından musteğni
kılar.
Öyleyse, kulun zahiri ve kalbi bütün hareketlerinde ve
durgunluklarında kula arkadaşlık eden tevfîk, ilmiyle âmil ve veresatu
enbiyâ olan Ariflerin tevfîkidir.
Hareket ve durgunluğun bazısında kulla arkadaşlık eden tevfîkde o
ba'za nisbet edilir ve özellikle o kula varlık mertebelerinden verdiği şeye
muzafdır. İşte bu da, sadece Arif, Zahid, Abid ve bunlardan başka suluk ve
makamat erbabından olanların tevfîkidir.
Tevfîkin peyda olması da muhakkikin ulema katında, iki kısma
ayrılmaktadır.
1) Allah'ın vasıtalı sende var ettiği tevfîk,
2) Allah'ın vasıtasız olarak sende icâd ettiği Tevfîk.
Bunları da şöyle açıklarız:
Vasıtalı sende icâd edilen tevfîk; ana ve babanın telkin ettikleri İslâm
Dinini kabul etmen gibidir. Zira, her çocuk İslâm fıtratı üzere doğar. Anne
ve babası onu ya Yahudi ya Mecûsi ya da Hıristiyan yaparlar.
Bu anlattıklarımız Allah Rasûlü’nden rivayet edilen bir Hadis'in
mefhumudur.
Veya hiç ummadığın bir anda yoluna, seni çirkin ameller işlemekten
engelleyen nasihâtlarda bulunan bir şahsın çıkması gibi, Yapılan
nasihâttan ötürü sen gaflet uykusundan uyanırsan, Allah Subhânehû,
senin kalbine tevfîk nurunu ilkâ eder... O şahsın vasıtasıyla gönlüne İlkâ
edilen tevfîk nuru, seni nefsin hilelerinden kurtulmaya ve sai'dler
zümresine girmeye sevk eden ilâhi bir rehber olur.
2) Vasıtasız olarak sende hâsıl olan ilâhi tevffk'e gelince; o da
kimsenin yardımı olmaksızın Allah'ın senin ayıblannı görme duygusunu
sana bahş etmesidir, öyle duygu ki işlemiş olduğun çirkin amellerinden
ötürü nefsin ve hâlin sana buğz ettiğini idrâk edersin...

Bu duygun güçlendikçe kurtuluş yoluna ve senin için ezeli olarak takdir
edilen güzel amellere seni süratle sevk eden ilâhi bir rehber olur.
Özel Tevfîk'in makamlarının ilki hiç şüphesiz Allah'ın sana tahsil
etmeni emrettiği şer'i ilimlerle iştigâl etmendir.
Özel tevfîk'in seninle arkadaşlık etmesi yönüyle son makamı da, şayet
özel tevfîk'in bütün makamları tamamlanırsa, aklı hiçbir şeyin kendisiyle
oluşması mümkün olmayan Tevhîd-i Zât sende kendi Tevhîdiyle hâsıl
olmasıdır.
Velev ki bazı huzûr-u vücûdiye ve kerem-i lûtûfiye sende noksan olsa
da bu durum değişmez.
Netice-i Kelâm; cehaletle birlikte ne hayat ne de makam söz
konusu olmaz.. Yani, şer-i ilimlerden cahil olan bir şahsın ne hayatının ne
de makamının hiçbir kıymeti harbisi yoktur.

Ve bil ki O'nun senin üzerinde yaptığı pek çok iş vardır ki sen sadece sana zannedersin fakat O sanatını icra ediyor...

Allah, o kimselerin bulunmadığı çöllerinde ve ormanlarında dahi sanatını icra ediyorken; bir karşılık veya alkış bekliyor mu...Sen işte ne yapıyorsan öylece karşılık beklemeden yap. Allah'ın seyretmesi yaptığın o güzel şeyin takdiri için sana yeter. Hangi işi yapıyorsan yap asla O'ndan başka bir karşılık bekleme...Ve bil ki O'nun senin üzerinde yaptığı pek çok iş vardır ki sen sadece sana zannedersin fakat O sanatını icra ediyor...İşte bundan dolayı ki sen O'ndan apaçık bir tecelli istediğin zaman o tecellinin sadece senin nefsine ve sadece senin nefsinde gelmesini bekleme.. Allah'ın zikri en büyüktür..

http://jonasclean.blogspot.com/2009/06/ihsan-makamndan.html

O, size iyi ile kötüyü ayırdedecek bir anlayış verir

Ey iman edenler! Eğer Allah'tan korkarsanız O, size iyi ile kötüyü ayırdedecek bir anlayış verir, suçlarınızı örter ve sizi bağışlar. Çünkü Allah büyük lütuf sahibidir.

Enfal 29

Eğer hayalin görevi Hakk'ın tecellisine ait imgelerde O'nu fark etmekse, aklın görevi bu misallerin asla hak olamıyacağını kavramaktır.

İnsan idrakinin akıl olarak bilinen ikinci ve tamamlayıcı bir boyutu vardır. Akli kuvvenin misallerin (imge) ötesini görmede göreceli bir kabiliyeti vardır. Eğer hayalin görevi Hakk'ın tecellisine ait imgelerde O'nu fark etmekse, aklın görevi bu misallerin asla hak olamıyacağını kavramaktır.

O'nun benzeri hiçbir şey yoktur.

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

5 Temmuz 2011 Salı

"Ey benim bayramımın kurbanı!" dedi. "Yürü git, bu haline şükret!"

O'na yaralı gönlümü gösterdim de; "Bak; nasıl kanlar içinde kalmıştır!" dedim! Gönül verdiğim sevgili, gönlümü kanlar içinde görünce bana acıyacağı yerde, gülmeye başladı! Sonra, yine gülerek bana; "Ey benim bayramımın kurbanı!" dedi. "Yürü git, bu haline şükret!"

Mevlana Celaleddin-i Rumi (r.a.)

Fakat olgunlaştıktan sonra kabuk artık onun için kötüdür.

Meyve ham oldukça, kabuğun içinde kalması iyidir. Fakat olgunlaştıktan sonra kabuk artık onun için kötüdür.

Onun meydana çıkmasına engeldir, bir perdedir.

Kuş da, yumurtanın içinde gelişir, kanatlanırsa, yumurta artık onu hapseden, onun dışarı çıkmasına engel bir perde olduğu için kötüdür.
Onu kırmak, parçalamak gerekir.

Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.)

4 Temmuz 2011 Pazartesi

Niyet

Nice küçük işler vardır ki niyet onu büyütür, nice büyük işler vardır ki niyet onu küçültür.


(Râbia el-Adeviyye[k.s.])

islam ve evrim

Kurandan evrime örnekler verilirken bazı ayetler seçilip bazıları seçilmeyince yani yine bütünsel düşünülmeyince, ortaya sanki "ayetler tamamen misaller üzere kurulu" fikri ( vesvese de diyebiliriz ) çıkıyor..Ne yazık ki iş bu duruma geliyor...

Halbu ki örneğin şu ayetlere de bakılınca

Tin 4 - Gerçekten de biz, insanı, en güzel bir sûrete sâhip olarak yarattık.

Tin 5 - Sonra da onu döndürdük, aşağıların en aşağısına attık.

Fazla söze gerek yok sanırım, eğer niyet saf olarak illa bir din-bilim bütünlüğünü göstermek ise, idrak eden edecektir...
http://jonasclean.blogspot.com/2009/03/islam-ve-evrim.html

Şayet Onun kulu olsaydın emrine boyun eğip iradesinin dışına çıkmaz ve yasakladığı şeye yaklaşmazdın!

Şöyle dediği rivayet edilir: İblis'i görmeyi arzu ediyordum. Bir gün bir mescitte dururken uzaktan bir ihtiyarın geldiğini gördüm ve onu görür görmez içimde bir sıkıntı belirdi. "Sen kimsin?" diye sordum. "Görmek istediğin kişi!" "Ey melun! Ademe'e secde etmene engel olan neydi?" "Ey Cüneyd! Sen ne sanıyorsun? Ben Ondan başkasına hiç secde eder miyim? (sen hiç Ondan başkasına secde ettin mi? ) "Cüneyd, "İbils'in bu sözü beni hayrete düşürdü," diyor. O sırada ona şunu söylemem için ruhuma nida geldi. "Yalan söylüyorsun! Şayet Onun kulu olsaydın emrine boyun eğip iradesinin dışına çıkmaz ve yasakladığı şeye yaklaşmazdın!" İblis bunu işitince esefinden bir "Hey!" çekti ve "Billah yaktın beni!" deyip kayıplara karıştı.

Feridüddin Attar "Evliya Tezkireleri"
Cüneyd-i Bağdadi hazretlerine ayrılan bölümden

--------------------------------------------------------------------------

İnsanlardan kimi de Allah'tan başka şeyleri O'na eş tutuyorlar da onları, Allah'ı sever gibi seviyorlar. Oysa iman edenlerin Allah sevgisi daha kuvvetlidir. O zulmedenler, azabı görecekleri zaman bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının gerçekten çok şiddetli bulunduğunu keşke anlasalardı.

2:165

---------------------------------------------------------------------------

Allah, şöyle bir misal vermiştir: Bir adam ve birtakım ortakları var, hırçın hırçın çekişip duruyorlar. Bir de yalnız bir kişiye bağlı selamet içinde olan bir adam var. Bu ikisinin hali hiç bir olur mu? Hamd Allah'ındır, fakat pek çokları bilmezler.

39:29

3 Temmuz 2011 Pazar

Müslüman Evrimcilerin Yanilgilari

"Allah dilediğini dilediği şekilde ve zamanda, örneksiz olarak yaratan, yoktan var edendir. Her türlü eksiklikten uzak olan, hiçbir şeye ihtiyaç duymayandır. Dolayısıyla Allah'ın yaratması için de hiçbir sebebe, araca, aşamaya ihtiyaç yoktur. Dünyada herşeyin belli sebeplere, doğa kanunlarına bağlı olması kimseyi yanıltmamalıdır. Allah, tüm bu sebeplerin yaratıcısı olarak bunlardan tamamen münezzehtir.

Göklerin ve yerin Rabbi olan Allah, dilediği takdirde bu sebepleri de ortadan kaldırabilir. Örneğin Allah dilerse insanları akciğere ihtiyaç duymaksızın, havadan oksijen solumalarına gerek olmadan hayatta kalacakları şekilde de yaratabilir. Dolayısıyla Allah'ın bir akciğeri zaman içinde evrimleştirerek mükemmel hale getirmeye ya da bir başka mekanizma meydana getirmeye ihtiyacı yoktur. Bu yüzden insanın Allah'ın büyüklüğünü, gücünü düşünürken de kendi duyularının ve aklının sınırlarıyla düşünmesi çok büyük bir yanılgı olur. Biz zaten Allah'ın dilediği ölçüde bilebilir, dilediği kadarından haberdar olabiliriz.

Şunu da belirtmek gerekir: Allah dilerse yaratmada belirli safhalar kullanabilir. Örneğin bitkiyi tohumdan çıkarır veya insanı tek bir sperm ile yumurta hücresinin birleşmesinden, aşama aşama yaratır. Fakat bu safhaların -ileride de detaylandıracağımız gibi- evrim iddiası ile hiçbir ilgisi yoktur. Hiçbir aşamada tesadüfe, başıboşluğa yer yoktur ki, evrim teorisinin temel iddiası rastgele, şuursuz tesadüflerle, kendi kendine meydana gelen olaylardır. Bir bitkinin meydana gelişinin ya da tek bir hücrenin "en güzel surette" yaratılmış olan bir insan haline dönüşmesinin her safhası, Allah'ın sonsuz kudreti ile yaratılmış, mükemmel sistemler sayesinde gerçekleşir."

http://www.harunyahya.org/imani/yalanliyor/yalanliyor3.html
http://www.harunyahya.org/imani/yalanliyor/yalanliyor4.html

30 Haziran 2011 Perşembe

Cebir

Hangi işe gönlün akıyorsa, o işi yapmada kendi gücünü apaçık görür durursun.Gönlün hangi işe akmazsa, neyi istemezsen o iş de kendi cebrini yapar da, sen ''Bu, Allah'tandır!'' dersin.

HZ. Celaleddin Rumi (KS)

Ey sıfatları açıkta olan, görünen, Zatı can gibi gizli olan Allah'ım!

Ey sıfatları açıkta olan, görünen, Zatı can gibi gizli olan Allah'ım! Senin zatına yemin ederim ki, benim bütün dileğim, arzum, bütün isteğim, ancak sensin, ben seni seviyorum, seni istiyorum, başkasını değil!

Mevlana Celaleddin Rumi (k.s.)

Yol yitireni öylesine arar, öylesine araştırırsın ki yol yitirmek, yoldan sapmamaktan daha üstün olmuş âdeta.

A padişahım senin sonsuz bağışlamanın coşuşuna karşı suça tövbe etmek suçtur.

Yol yitireni öylesine arar, öylesine araştırırsın ki yol yitirmek, yoldan sapmamaktan daha üstün olmuş âdeta.
...
Seni övüş, ne aklımı bıraktı, ne fikrimi; söz söyleme yolu kapandı da bir ah etme kaldı.

Mevlana Celaleddin Rumi (k.s.)

Baht baht oldukça, taht da taht oldukça o benim padişahım olacak..

Neşeyle sözleştik, neşe benim olacaktır Sevgiliyle sözleştik, sevgili de benim olacaktır
Padişah bana, kendi eliyle yazılmış bir ferman verdi Baht baht oldukça, taht da taht oldukça o benim padişahım olacak..
Ayık da olsam, mest de olsam, ondan başkası benim elimden tutmayacaktır Ben, kazayla elimi yaralarsam, ancak o bana... derman olacaktır
Kederin, düşüncenin haddine mi düşmüştür ki, benim şehrimin çevresinde dönüp dolaşsın; hakanım o oldukça kim benim mülkümü, saltanatımı elimden almaya kalkışır
Ayın cübbesini yırtarım, padişahın kadehini dökerim, yırtıp döktüğümü bana ödetmeye kalkışırsa, o benim yerime öder...
Hz.PİR (K.S)

25 Haziran 2011 Cumartesi

Allahü teâlâyi biran olsun unutmamak

imam-i rabbani 99.mektub

Bu mektûb, molla Hasen-i Kismîrîye, cevâb olarak yazilmis olup, Allahü teâlâyi hiçbir ân unutmamak nasil olacagi, insanin kendini bilmedigi uyku zemâninda da, Onun unutulmiyacagi bildirilmekdedir:

Kiymetli mektûbunuzu okumakla sereflendik. Bu yolun büyüklerinden ba'zisi ?rahmetullahi aleyhim ecma'în" Allahü teâlâya her ân âgâh olduklarini ve uyku zemâninda da, her ân, Onu hâtirladiklarini haber vermisdir. Bunun nasil olacagini soruyorsunuz. Kiymetli efendim! Bunu anlatabilmek için, önce birkaç seyi bildirmek lâzimdir. Kisaca yaziyorum. Dikkatli okuyunuz!

Insanin rûhu, bu gördügümüz cesed ile birlesmeden önce, terakkî edemez, ilerliyemezdi. Kendine mahsûs makâmda, derecede bagli ve mahbûs gibi idi. Fekat, bu cesede indikden sonra, yükselebilmek hâssasi ve kuvveti ona verilmisdir. Bu hâssasi, onu melekden üstün ve serefli yapmisdir. Allahü teâlâ lutf ederek, ihsân ederek, rûhu, bu hissiz, hareketsiz olan, hiçbir seye yaramiyan, karanlik cesed ile birlesdirdi. Rûh isigini, karanlik cesed ile birlesdiren, madde olmiyan, zemânli, mekânli olmiyan rûhu, maddeden yapilan cesed ile bir arada bulunduran, Allahü teâlâ, çok büyükdür. Bütün büyüklük, üstünlükler, yalniz Ona mahsûsdur. Onda hiç kusûr olamaz. Bu sözün ma'nâsini iyi kavramak lâzimdir. Rûh ile cesed, her bakimdan, birbirinin aksi, ziddi oldugundan, bunlarin bir arada kalabilmesi için, Allahü teâlâ, rûhu nefse âsik etdi. Bu sevgi, bunlarin bir arada kalmasina sebeb oldu. Kur'ân-i kerîm, bu hâli bize haber veriyor. Vettîn sûresinin bir âyetinde meâlen, (Biz insanin rûhunu, güzel bir sûretde yaratip, sonra en asagi dereceye indirdik) buyuruldu. Rûhun bu dereceye düsürülmesi ve bu aska tutulmasi, kötülemege benzeyen bir medhdir. Iste rûh, nefse karsi olan bu aski, sevgisi sebebi ile, kendini nefs âlemine atdi ve nefse tâbi', esîr oldu. Hattâ, kendinden geçdi. Kendisini unutdu. Nefs-i emmâre hâlini aldi. Sanki nefs-i emmâre oldu. Rûh, her seyden dahâ latîf, [maddenin en hafîfi olan hidrogen gazindan, hattâ bir elektrondan da dahâ hafîf] oldugundan, madde bile olmadigindan, her ne ile birlesirse onun hâline, sekline ve rengine girer. Kendini unutdugu için, evvelâ kendi âleminde, derecesinde iken, Allahü teâlâya olan bilgisini de unutdu. Câhil ve gâfil oldu. Nefs gibi cehâlet karanligi ile karardi. Allahü teâlâ, çok merhametli oldugu, çok acidigi için, Peygamberler ?aleyhimüssalevâtü vetteslîmât" gönderip, bu büyükler vâsitasi ile rûhu kendine çagirdi ve ma'sûku, sevgilisi olan nefse uymamasini, nefsi dinlememesini ona emr etdi. Rûh bu emri dinleyip, nefse uymaz, ondan yüz çevirir ise, felâketden kurtulur. Yok eger, basini kaldirmaz, nefsle berâber kalmak, bu dünyâdan ayrilmamak isterse, yolunu sasirir, se'âdetden uzaklasir. Bu sözümüzden, rûhun, nefsle birlesmis oldugu, hattâ kendisini unutup, nefs hâlini almis oldugu anlasildi. Iste rûh, bu hâlde kaldikca, nefsin gafleti, câhilligi, rûhun da gafleti, cehâleti olur. Yok eger, rûh, nefsden yüz çevirir, ondan sogur, onun yerine Allahü teâlâyi severse ve kendi gibi, bir mahlûku sevmekden kurtulup, sonsuz var olan, hakîkî Bâkîye âsik olup, bu ask ile kendinden geçerse, zâhirin, ya'nî nefsin gafleti, cehâleti, bâtina, ya'nî rûha sirâyet etmez. O, Allahü teâlâyi bir ân unutmaz. Nefsin gafleti, ona nasil te'sîr etsin ki, o nefsden, temâmen ayrilmisdir. Zâhirden, bâtina hiçbir sey geçmemisdir. Iste bu vakt, zâhir gafletde iken, bâtin âgâhdir, uyanikdir. Her ân Rabbi iledir. Meselâ, bâdem yagi, bâdem çekirdeginde bulundugu müddetce ikisi de ayni birsey gibidir. Yag, posadan ayrilinca, her ikisinin hâssalari baskadir ve her bakimdan ayri iki sey olurlar. Iste, bu hâle yükselmis olan, bir mes'ûd, bir bahtiyâr kimseyi, ba'zan, tekrâr bu âleme indirirler. Allahü teâlâya ârif ve âlim oldugu hâlde, bu âleme döndürüp, onun mubârek, serefli varligi vâsitasi ile, âlemi nefslerin karanligindan, cehâletinden kurtarirlar. Böyle mubârek bir kimse, insanlarin arasinda bulunur. Görünüsde herkes gibidir, fekat rûhu hiçbir seye bagli degildir. Allahü teâlâya olan bilgisi ve sevgisi iledir. Istemedigi hâlde, onu bu âleme döndürmüslerdir. Böyle bir müntehî, hakîkate erisen biri, görünüsde, baskalari gibi, Allahü teâlâyi unutmus, mahlûklarin sevgisine tutulmus sanilir. Hâlbuki, hakîkatde, kendisi, bunlara hiç benzememekdedir. Birseyin sevgisine tutulmakla, ondan soguyup, yüz çevirmek arasinda çok fark vardir. Sunu da bildirelim ki, böyle bir müntehînin, mahlûklara olan alâkasi ve sevgisi, kendi ihtiyârinda, elinde degildir. Dünyâya ragbet etmez. Hattâ, Allahü teâlâ, bu alâkayi istemekde ve begenmekdedir. Baskalarinin alâkasi, sevgisi ise, kendilerindendir, dünyâya sarilirlar. Allahü teâlâ bu alâkalarindan râzi degildir, begenmez. Baska bir fark da, baskalari bu âlemden yüz çevirip, Allahü teâlâyi tanimaga ve sevmege kavusabilirler. Müntehînin, halkdan yüz çevirmesine ise, imkân yokdur. Onun halk ile olmasi, vazîfesidir. Ancak, vazîfesi biterse, o zemân onu, bu geçici dünyâdan, ebedî, sonsuz âleme nakl ederler. Hakîkî makâmina kavusur.

Tesavvuf büyükleri, da'vet makâmini, irsâd derecesini, baska baska anlatmislardir. Çoklari, (Halk arasinda, Hak ile olmakdir) dedi. Sözlerin baskalasmasi, söz sâhiblerinin hâlleri, dereceleri baska baska oldugu içindir. Herkes, kendi makâmina göre, söylemisdir. Herseyin dogrusunu Allahü teâlâ bilir. Seyyid-üt-tâife Cüneyd-i Bagdâdînin ?kuddise sirruh", (Nihâyete varmak, baslangica dönmekdir) buyurmasi iste, yukarda bildirdigimiz da'vet makâmina uygun bir ta'rifdir. Çünki, baslangicda, hep mahlûkât görülmekde ve sevilmekdedir. Nitekim, (Iki gözüm uyur, fekat kalbim uyumaz) hadîs-i serîfi, kendilerinin Allahü teâlâya olan dâimî baglilik ve uyanikligini bildirmiyor; belki, kendi hâllerine ve ümmetinin hâllerine uyanik olup, gâfil olmadigini haber vermekdedir. Bunun içindir ki, Peygamberimizin ?sallallahü aleyhi ve sellem" uyumasi, abdestini bozmaz idi. Peygamber, ümmetini korumakda, bir sürünün çobani gibi oldugu için, ümmetini bir ân unutmasi, Peygamberlik makâmina uygun olmaz. Bunun gibi, (Allahü teâlâ ile öyle vaktlerim oluyor ki, o zemânlarda, aramiza hiçbir üstün melek ve Peygamber giremez) hadîs-i serîfi de, her zemân degil, ba'zandir. Bu zemânlarda da, mahlûklardan yüz çevirip, ayrilmasi îcâb etmez. Çünki, Allahü teâlâ, ona tecellî etmekde, görünmekdedir. Yoksa O, mahlûklari unutup, tecellîleri aramakda degildir. Ma'sûkun, âsika cilvesi gibi olup, âsik ma'sûkun pesinde degildir. Fârisî beyt tercemesi:

Sûret aynasinda sefer, hareket olmaz,
Çünki onda nûrânî olmiyan sûret olmaz.

Hulâsa, mahlûklara dönülünce, önce kalkmis olan perdeler, geri gelmez. Arada perde olmadigi hâlde, onu mahlûklar arasina salip, mahlûklarin kurtulmasina, uyandirilmasina sebeb ve vâsita kilarlar. Böyle bir kimse, böyle bir pâdisâha çok yakin olan, bir devlet adami gibidir. Bununla berâber, kendisine milletin islerini görmek, dertlerini çözmek vazîfesi de verilmisdir. Sona gelip, geri dönmüs olanlar ile henüz baslangiçda olanlar arasindaki farklardan biri de budur. Çünki, basda olanlar, perdelerin arkasindadir. Geri dönmüs olanlardan ise, perdeler kalkmisdir. Allahü teâlâ size ve dogru yolda olanlara selâmet versin! Âmîn.

20 Haziran 2011 Pazartesi

Barnabas incili'nden..

Bir gün îsa şakîrdlerini çağırarak dağa çıktı ve orada oturunca, şakirdleri yanına geldiler ve ağzını açıp onlara şunları öğretti: «Allah'ın bize bahşettiği nimetleri büyüktür. Bu nedenle, gerçek bir kalple ona hizmet etmemiz gerekir. Ve madem ki... yeni şarap yeni kaplara konuyor ve öyle de, eğer benim ağzımdan çıkan yeni akideyi alacaksanız, sizin de yeni adamlar olmanız gerekmektedir. Hemen size söylüyorum ki, nasıl bir kişi gözleri ile göğü ve yeri bir arada göremezse, Allah'ı ve dünyayı sevmek de işte böyle imkansızdır.

«Ne kadar akıllı olursa olsun, hiç kimse, birbirine düşman iki efendiye hizmet edemez; çünkü, biri seni severse, diğeri senden nefret edecektir. İşte, ben size gerçekten söylüyorum ki, Allah'a ve dünyaya (bir anda) hizmet edemezsiniz, çünkü dünya yalancılık, aç gözlülük ve eza ile cefa doludur. Bu bakımdan, dünyada rahat edemez, ancak zulüm ve yenilgi görürsünüz. Dolayısıyla, Allah'a hizmet edin ve dünyayı hakir görün. Benden ruhlarınız için sekinet elde edeceksiniz; sözlerime kulak verin, çünkü size doğruyu söylüyorum.»

«Gerçekten, bu dünya hayatına ağlayanlara ne mutlu, çünkü onlar rahata ereceklerdir.»

«Dünyanın zevklerinden gerçekten nefret eden yoksullara ne mutlu, çünkü onlar Allah'ın hükümdarı olduğu ülkenin zevklerini bol bol tadacaklardır.»

«Gerçekten, Allah'ın sofrasından yiyenlere ne mutlu, çünkü onlara melekler hizmet edecektir.»

«Siz hacılar gibi yolculuk ediyorsunuz. Bir hacı, yolu üzerindeki saraylar, tarlalar ve başka dünyalık şeylerle eğler mi kendini? Emin olun ki, hayır! Ama o, yolu üzerinde kullanışlı ve işe yarar olan hafif ve para eder şeyleri taşır. Bu, şimdi size bir örnek olmalıdır; ve eğer bir başka örnek daha isterseniz, anlattıklarımın hepsini yapasınız diye onu da vereyim.»

«Dünyalık arzulan kalbinize ağırlık etmeyin. (Şöyle) diyerek:»

«Bizi kim giydirecek?» Veya «Bize kim yemek verecek?» Rabbımız Allah'ın, Süleyman'ın tüm ihtişamından daha büyük bir ihtişamla giydirip beslediği çiçeklere, ağaçlara ve kuşlara bakın ve O sizi yaratıp kendi hizmetine çağıran, kadınlar ve çocuklar dışında sayıları altıyüzkırkbine varan kulları îsrailoğulları'na çölde kırk yıl gökten kudret helvası indiren ve giysilerini eskiyip yok olmaktan koruyan Allah, sizi beslemeye de kadirdir. Size söylüyorum, gök ve yer tükenecek; yine de O'nun Kendi'nden korkanlara olan rahmeti tükenmiyecektir. Fakat, dünyanın zenginleri, zenginlikleri içinde aç ve sonludurlar. Geliri artıp duran bir zengin vardı ve (şöyle) derdi: «Ne yapayım ey ruhum? Çiftliklerimi yıkacağım, çünkü onlar küçüktür; yeni ve daha büyüklerini yapacağım, böylece sen zafer kazanacaksın ey ruhum!» Vah zavallı adam! O gece ölüverdi. Yoksulları düşünmeliydi. Ve bu dünyanın haksız zenginliklerinin sadakasını alanlarla (sadakalarıyla!) arkadaş olmalıydı; çünkü, onlar gök sultanlığında hazineler getirirler.

«Söyleyin bana lütfen, paranızı bankaya, bir bankere, verseniz, o da size verdiğinizin on katını, yirmi katını verse, böyle bir adama her şeyinizi vermez misiniz? Fakat, size söylüyorum, Allah sevgisi uğruna ne verir ve ne harcarsanız, geri yüz katını ve sonsuz bir hayatı alacaksınız. Allah'a hizmet etmekle ne kadar sevinmeniz gerektiğini görün işte.»



(Barnabas İncili)

tevazu/kibir

Ebu Sa'îdi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim Allah Teala hazretlerinin rızası için bir derece tevazu izhar eder (alçak gönüllü) olursa, Allah, onu bu sebeple, bir derece yükseltir. Kim de Allah'a bir derece kibirde bulunursa, Allah da onu bu sebeple bir derece alçaltır, böylece onu esfel-i saf'ili'ne (aşağıların aşağısına) atar."

s.a.v.

19 Haziran 2011 Pazar

Şeyh-i Ekber

Şeyh-i ekber şemsdir kim her velîdir çün kamer
Âyinedir eyleyen izhâr-ı nûr-ı Kibriyâ

Akl-ı evvelden beri eşyânın oldur vâlidi
Oldu heb ins ü melek vildân-ı Şeyh-i Ekberî
...
Hakkı’yâ kutb-ı cihâhı görmek istersen eğer
Tutagör ihlâsla dâmân-ı şeyh-i Ekberî

İsmail Hakkı Bursevi (k.s.)
Selam olsun, s.a.v.

18 Haziran 2011 Cumartesi

Açlık

Açlık, Allah'ın yemeğidir.Allah gerçeklerin bedenlerini onunla diriltir.


HZ. MEVLANA (KS)

Salt Tevhid

Salt tevhid, cem ve icmale takılıp ayrıntıdan, tafsilattan perdelenme demektir. Bu anlayış ise zındıklığa ve her şeyi mübah gören ibahiye düşüncesine götüren sırf cebirden ibarettir. Fiil ve sözü sırf Resule isnat etmek ise, ayrıntı ve tafsilata takılıp cem ve icmalden perdelenme demektir ki, bu da salt kaderciliktir. Bu anlayış insanı Mecusiliğe ve saneviliğe (dualizm/ iki tanrıya inanma) sapıklığına sürükler. İslam ise, “Allah’tan başka ilah yoktur” dememizle “Muhammed Allah’ın resulüdür” dememizi cem eden, yukarıdaki iki anlayış arasında bir orta yoldur. İlahi fiillerin mahlukatta zuhur ettiğini esas alan bir inanç sistemidir. Çünkü mahlukatın fiilleri ile Hakk’ın fiillerinin ilişkisi beden ile ruh ilişkisine benzer. Fiilin kaynağı ruh olmakla birlikte bedensiz de gerçekleşmez. Bunun gibi fiilin kaynağı Hak’tır ve ancak mahlukat ile ortaya çıkabilir. Bu yüzden risaletin olması bir zorunluluktur. Zira mahlukat, Hakk’a karşı perdeli ve uzaktır; irfanı, bilgiyi doğrudan rablerinden almalarına imkân yoktur. Bu yüzden Hakk’ı müşahede eden ruhuyla ilahi huzura uyumlu ve mahlukata karışmış nefsiyle de beşeri mertebeye uyumlu bir aracının olması zorunludur. Bu aracının kalbi, ruhundan ilahi kelimeleri kutsi nefsine ilka eder, mahlukat da aradaki hemcinslik bağı sayesinde bunları ondan alır. Bu yüzden yüce Allah şöyle buyuruyor:

23- Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sure getirin, eğer iddianızda doğru iseniz Allah’tan gayri şahitlerinizi de çağırın. (Bakara)

“Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız.” Muhammed’e (s.a.v) vahiy indirdiğimizden kuşku duyuyorsanız, Rasulluğunun Hakk olduğundan şüpheleniyorsanız, bütün beşeri gücünüzü toplayın, kıyasta deneyim kazanmış ve fakat hidayet nurundan perdelenmiş akıllarınızı, söz terkibinden, anlamların nazmedilmesinden iyi anlayan fikirlerinizi seferber edin, siz, sizin hemcinsleriniz olan diğer insanları da yardıma çağırarak, bakalım, bir sure, yani bizim indirdiğimiz Kitabın bir bölümüne benzer bir bölüm getirmeye güç yetirebilecek misiniz? Eğer bu Kitabın Muhammed’in kendisi tarafından yazıldığı şeklindeki iddianızda doğru iseniz, siz de onun gibisini yazsanıza!

Muhyiddin ibn Arabi (K.S) Tevilat'tan...

14 Haziran 2011 Salı

Tek başına kaldığı zaman yabancılık ve gurbet hissini yasayan henüz Rabbiyle tam bir yakınlık oluşturamamıştır.

Tek başına kaldığı zaman yabancılık ve gurbet hissini yasayan henüz Rabbiyle tam bir yakınlık oluşturamamıştır.

Hz. Âişe (r.a)

Kimdir O, seni çeken?

Kimdir O, seni çeken? Her anın Onun hükmünde olan? Yüzlerce defa bir yere gitmeye niyetlenirsin; her sefer O seni başka tarafa çeker.

Mevlana Celaleddin Rumi(k.s.)

..çünkü onlar dünyadayken büyüklük taslamişlar, kibirlenmişler, şişkinlik etmişlerdi.

… Azrail (a.s.), yani en yüce ruhlardan birisi olan ölüm meleği, kalbi üzerine, Allah’in büyüklüğünün, azametinin inip çökmesiyle her gün kendi nefsine yetmiş kere daha küçük olmaktaydi ve hatta boyutsuz bir hale geliyordu.Tipki, Allah’in kullarina üstün olduklarini göstermek amaciyla kibirlenenlerin, Kiyamet gününde alçalmiş ve horlanmiş zerreler, kücük parçaciklar olarak haşrolunacaklari gibi. çünkü onlar dünyadayken büyüklük taslamişlar, kibirlenmişler, şişkinlik etmişlerdi.



Muhyiddin ibn Arabi (r.a.)

“– Oku ey Üseyd, oku!”

Üseyd bin Hudayr (ra) anlatıyor:

Bir gece Bakara Sûresi’ni okuyordum. Atım da yanıbaşımda bağlı olduğu hâlde duruyordu. Bir ara at şahlanmaya başladı. Okumayı kestim; at sâkinleşti. Tekrar okumaya başladım, at yine şahlandı. Hattâ oğlum Yahyâ’yı atın çiğnemesinden endişe ederek yanıma aldım.

O esnâda semâya baktığımda üzerimde kandillere benzer bir şeyler olduğunu gördüm. Sonra onlar göğe doğru yükselip gözden kayboldu.

Sabahleyin, olup biteni Rasûlullah (sav)’e anlattığımda bana:

“– Oku ey Üseyd, oku!” buyurdu… Ve sonra:

“– Ey Üseyd! O gördüklerinin ne olduğunu biliyor musun?” diye sordu.

“– Hayır.” dedim.

Allâh Rasûlü (sav):

“– Onlar, senin Kur’ân tilâvetini dinlemeye gelen meleklerdi. Eğer sen okumaya devâm etseydin, sabaha kadar seni dinleyeceklerdi. O melekler, insanlara gizli kalmayacak, insanlar da onları görebileceklerdi.” buyurdular. (Buhârî, Fezâilu’l-Kur’ân, 15)

13 Haziran 2011 Pazartesi

birbirlerini sevenler

Rasûlullah (sav) buyurdular:

“Kıyâmet günü Allâh Teâlâ şöyle buyurur: Celâlim hakkı için, bana itaat maksadıyla birbirlerini sevenler nerede? Hiçbir gölgenin bulunmadığı bugün, onları gölgemde gölgelendireceğim, onları muhâfaza edeceğim.” (Müslim, Birr, 37)

s.a.v.

8 Haziran 2011 Çarşamba

Ey gölgesi kendisinin değerini kendisinden daha iyi bilen !. Ne zaman kurtulacaksın ? !

Gölgen senin suretindedir, sen de suret üzeresin ! Şu halde sen bir gölgesin ! Bu da gösteriyor ki , hareket ettirme sana ait değil, Hakk' a aittir. Nitekim hareket ettiren sensin, gölgen değil. Ne var ki sen itiraz edyorsun ve kendi değerini bilmiyorsun ; buna karşılık gölgen itiraz etmiyor.
Ey gölgesi kendisinin değerini kendisinden daha iyi bilen !. Ne zaman kurtulacaksın ? !..

Tercümeler Kitabı (Risaleler-2) , Muhyiddin İbn Arabi(k.s.)

7 Haziran 2011 Salı

"Sabır sevincin anahtarıdır"

Kör isen, köre teklif yoktur, değilsen, "Sabır sevincin anahtarıdır".
Sabır gözden perdeyi kaldırır; göğsü açarak kıymet ve şeref kazandırır.
Gönül aynası tertemiz olunca onda sudan, topraktan başka suretler görünür.
Nakşı da görürsün, nakkaşı da. Yaygıyı da seyredersin, onu yayanı da..

Mevlana Celaleddin Rumi (k.s.

“Ölüp de pişmanlık duymayacak hiçbir kimse yoktur.”

Rasûlullah (s.a.v.) bir gün:
“Ölüp de pişmanlık duymayacak hiçbir kimse yoktur.” buyurmuşlardı.
Ashâb-ı kirâm:
“–Onun pişmanlığı nedir yâ Rasûlallah?” diye sordular.
Efendimiz (sav):
“–Muhsin bir kişi ise, bu hâlini daha fazla artırmamış olduğuna; kötülük eden bir kişi ise o kötülükten vazgeçmemiş olduğuna pişman olacaktır.” buyurdular.
(Tirmizî, Zühd, 59)

s.a.v.

Keşke benim canım, Senden başkasını tanımasaydı

Keşke benim canım, senden başkasını tanımasaydı; uyanık olan, manalar bilen canım, senden başka hiç bir şey bilmeseydi! Ne kimseyi reddetseydim, ne tereddüde düşseydim, ne de tereddütsüz "evet" deseydim; tehlikesiz, tuzaksız, çersiz çöpsüz kendi denizime dalıp gitseydim! Yüzünden başka ne görürsem, gözümün nuru azalıyor! Ey benim kirpiklerimin perdesi; kimseye yol vermeyin, yabancı bir hayali içeri sokmayın!

Mevlana Celaleddin rumi (k.s.)

Uzak kalmış isen de..

Uzak kalmış isen de..çalışıp çabalama yolunu bırakma..Nerede bulunursan bulun..yüzünü ona döndür, onu orada bulursun...

Hz. Mevlana
Mesnevî-i Şerif (c.II/2380)

6 Haziran 2011 Pazartesi

beni bağışla

Allahım benden daha iyi bildiğin şeyler için beni bağışla.Ben sana yönelirsem, sende bana mağfiret et.Allahım söz verip vefa göstermediğim ahidlerim içinde beni bağışla.Sana yaklaşmak için dilimle söylediğim halde sonradan kalbimin yalanladıkları içinde beni bağışla.Allahım, gözlerin insanı şaşırtan iişaretlerinden, faydasız sözlerden, ağzımın ve kalbimin kötülüklerinden sana sığınıyorum, beni bağışlamanı diliyorum.

Amiin, s.a.v.
Hz.Ali (r.a.)
Nehcü'l Belağa

5 Haziran 2011 Pazar

O'ndan başka

Hamd, değişikliğe uğramayan, ahir olmadan evvel olan, batın olmadan önce zahir olan Allah'a mahsustur. O'ndan başka teklikle isimlendirilen yoktur.Ondan başka her üstün acizdir. O'ndan başka her güçlü zayıftır. O'ndan başka her her hüküm sahibi de başkasının hükmü altındadır. O'ndan başka her canlının üzerinde otorite vardır. O'ndan başka her bilen de bilen birinin öğrencisidir.

O'ndan başka kimsenin herşeye gücü yetmez. O'ndan başka her duyan hafif sesleri duymaz, ağır sesler kulağını çatlatır. O'ndan başka her gören gizli renklere, latif cisimlere karşı kör olur. O'ndan başka her zahir batındır, her batın zahir değildir. Otoritesini güçlendirmek beklentisine girmeden, zamanın sonuçlarından korkmadan bir benzerinden yardım ve emeğini istemeden bir zıdda üstünlük göstermek amacı gütmeksizin yaratmıştır; lakin bütün yaratıklar Onun boyun eğen kullarıdır.

Eşyaya hulul etmezki oradadır densin; eşyadan ayrı değildirki aykırıdır, ayrıdır denebilsin. Bir model olmadan yaratmak Ona zor gelmez, yaratmayı sürdürmek de zor değildir. Hüküm ve takdirinde şüpheye düşmez, takdiri yerindedir, emri mutlaka yerine gelir.Cezalandırması da nimetlendirmesi de umulur.

Hz.Ali (r.a)
Nehcü'l Belağa

insanların fitneye yenilmesinin mahiyeti

Fitnelerin ortaya çıkışı, Allah'ın kitabına muhalefet edilerek hükümler uydurulması, heva ve heveslere uyulmasından kaynaklanır. Bunlara sarılanlar, Allah'ın dininden olmayanlara katılanlardır. Batıl, Hak'tan tamamıyla ayrılmış olsaydı arayanlara gizli kalmazdı; Hak'ta batıl oluş şüphesinden tam olarak ayrılsaydı, inatçıların diline düşmezdi.Fakat ondan bir avuç bundan bir avuç alıp, karıştırılmıştır. bu yüzden de şeytan ancak dostlarına saldırır ve kurtulanlar ancak "Allah katında güzel bir mükafat yazılmış olanlardır."

Hz. Ali (k.v.)
Nehcü'l Belağa

Bilinki ahiret yoldadır geldi gelecek.

Ey insanlar! Sizin için korktuğum şeylerin en korkuncu, olmayacak uzun emeller peşinde koşmak ve heveslere uymaktır. Heva ve heveslere uymak insanı Hak'tan alıkoyar.uzun emellere kapılmaksa ahireti unuturur.dikkatli olun, dünya ardını döndü gitmekte ; onda geriye kalan, ancak içilmiş sonrada baş aşağı çevrilmiş kaptan sızan ve dökülüp giden birkaç damlacıktır. Bilinki ahiret yoldadır geldi gelecek.Ahiretinde dünyanında oğulları vardır, Siz ahiretin oğullarından olun, dünyanın oğullarından olmayın. Çünkü kıyamet günü her çocuk babasına kavuşacaktır. Bugün eylem günüdür, hesap günü değil, yarın ise hesap günüdür, eylem günü değil.

Hz.Ali (r.a.)
Nehcü'l Belağa

O'nu ne yakınlığı yakınlarıyla eşit eder; ne de yüceliği yaratıklarından uzaklaştırır.

Hamd, işlerin gizliliklerini örtüp, gizleyen, kendisine bütün gizlilikler aşikar olan, her şeyden kudretinin sanatını bildiren bir delil ortaya koyan, her bir yandaki ayetleri inkar edilemeyen Allah'a mahsustur. O'nu görmediği halde inkar eden bir göz yoktur. İspat ettiği halde gören bir kalb yoktur. Yücelikte herşeyi geçmiştir, O ndan üstünü olamaz; yakınlıkta da O ndan yakını olamaz. O'nu ne yakınlığı yakınlarıyla eşit eder; ne de yüceliği yaratıklarından uzaklaştırır. Akıllar, sıfatlarını sınırlamaktan acizdir. Onları O'nu tanıma yükümlülüğünden alıkoymamıştır. Varlık nişaneleri varlığına şehadet eder, inkar edenin gönlü bile varlığını ikrar eder. Allah, Onu yaratıklarına benzetenlerin veya inatçı inkarcıların söylediklerinden pek yücedir.

Hz.Ali (k.v.)

Âşıkların şeriatı

Biz dile söze bakmayız. Gönle hale bakarız.
Edep bilenler başkadır, canı ruhu yanmış âşıklar başka.
Aşk şeriatı bütün dinlerden ayrıdır.
Âşıkların şeriatı da Allah'tır, mezhebi de.

Mevlana Celaleddin Rumi (k.s.)

2 Haziran 2011 Perşembe

Gel; gel ki sensiz, sen olmadıkça bütün bunların hepsi sevdadan ibarettir!

Ey her ağacın, her bağın, her otun yeşilliği, tazelik ve baharı! Ey benim devletim, bahtım, yüceliğim!.. Ey yalnızlığım, ey sema'ım, ey ihlasım ve riyam!.. Gel; gel ki sensiz, sen olmadıkça bütün bunların hepsi sevdadan ibarettir!

Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.

31 Mayıs 2011 Salı

Benim özür dileyenim senin güzel ahlakındır.

Benim özür dileyenim senin güzel ahlakındır... Zaten ben ona güvenerek hatada bulundum....

Hz. Mevlana Celaleddin Rumi (k.s.)

Peygamber Efendimizin (s.a.v.) Ebu Hureyre'ye (r.a.) Nasihat ve Vasiyeti..

Peygamber Efendimizin (s.a.v.) Ebu Hureyre'ye (r.a.) Nasihat ve Vasiyeti..

Eba Hüreyre’ye hitaben varid olan vasiyetler:
Ya Eba Hüreyre; Bir
âyeti ezberledikten sonra unutmak, büyük kabahattir. Allah’a böyle
gelme...

Ya Eba Hüreyre: Ululemr olanlara lanet etme. Allah bir kavmi
ululemrlerine lanetlerinden dolayı Cehenneme attı.
Ya Eba Hüreyre;
Temiz lisan ile ölürsen, bütün Peygamberler
ve mü’minler Cennet’e girinceye kadar seninle müsafaha ederler.

Ya Eba Hüreyre; Gece yansından sonra kılınan namazlar efdâldir. Bunu ihmâl etme.

Ya Eba Hüreyre; İyi seyleri emret. Kötü seyleri nehyet. Herkese
iyilik ögret. Bir kimseyi fenalık yaparken görürsen, şahsına bir zarar
gelmeyecegini bilirsen, ona “Allah’tan kork” de.

Ya Eba Hüreyre; Müslümanlara güler yüz göster. Selâm ver, müsafaha
et. Melekler senin için dua ve istigfar ederler. Allah, meleklerin dua
ve istiğfarlarını kabul eder.

Ya Eba Hüreyre; İyiligi küçük görme, iyilik deyince hepsini yap.
Hatta acize bir testi su getirmek suretiyle olsun, iyi huyların, küçük
olsun, büyük olsun karşılığı Cennet’tir.

Ya Eba Hüreyre; Evinde ehli ve iyâline namaz kılmayı emret. Allah evinize bol rızık verir. Sizin eve seytan sokulamaz.

Ya Eba Hüreyre; Her Müslüman için Allah’dan magfiret iste. Hepsi sana
sefaatçi olurlar. Ya Eba Hüreyre; Sekerâtta olan bir kimsenin yanına
girersen, ona Kelime-i Sehadet’i telkin et. Onun sevabları kadar sana da
sevab verilir. Hatta o hastaya tevbe ettir. Tevbe telkini sıhhatte
olanlara daha faydalıdır.
Ya Eba Hüreyre; Ümmetime sünnetimi öğret.
Ahirette nurlara gark olursun da herkes sana gıbta eder.

Ya Eba Hüreyre; Misaferlere, yolculara ikram et. Hatta onları ehline tercih et. Melekler seni sıratta tesyi ederler.

Ya Eba Hüreyre; Müslümanların yollarına eza atma. Elinden geldigi
kadar yollardan ezaları kaldırmaya çalış. Bir insan, yol üzerinde
gördügü ezayı kaldırır veya onu, üzerine toprak dökmek suretiyle
örterse, Allah da kıyamet gününde onun ayıplarını örter.

Ya Eba Hüreyre; Âmâların sol elinden tut, onları gidecekleri yere
kadar götür. Bu da bir sadakadır. Sağırlara hayrı duyurmak, saşırmışlara
yol göstermek hep sadakadır.

Ya Eba Hüreyre; Borcunu elinle götür ver. Melekler seni tesyi
ederler. Borcunu ödeyenlere melekler dua ederler ve Allah-ü Zül Celâl
onlara ummadıkları yerlerden rızıklar gönderir.

Ya Eba Hüreyre; Bir insan helâlinden mal kazanır, zekâtını verir,
sonra mirasçılarına bırakırsa, o maldan yapılan bütün hayırlı seylerde
onun hissesi vardır.

Ya Eba Hüreyre; Şehiden ölenlerin bütün günahları af olunur. Yalnız
kul haklan, bir de namuslu kimselerin namusuna dokunacak kötü sözler af
olunmaz.

Ya Eba Hüreyre; Her günah, Ahirette tasadır. Bâzı günahların tasası
çok büyüktür. En büyüğü baskasının malına, namusuna, canına karsı
yapılan günahlardır.

Ya Eba Hüreyre; Kimseyi korkutma, seni de ahirette korkuturlar.
Baskalarının sana karsı yaptıgı kabahatleri affet. Büyük mükâfat
görürsün.
Ya Eba Hüreyre; Evinin her tarafında namaz kıl. Evinin nuru
gözlerde görünür.
Ya Eba Hüreyre; Aksam ve sabah yemeklerinde, muhtaç akrabalarını
gözet. Allah, dünya ve ahirette dostlarına ayırdıgı hayırlardan sana da
büyük hisseler ayırır.
Ya Eba Hüreyre; Allah’ın bütün mahlukatına
merhamet et. Allah da yarın sana merhamet eder.

Ebu Hüreyre der ki: Resul-ü Ekrem efendimize; “Ya Resulullah ben bir
sinek suya düsmüş çırpınıyor, onu o halde görünce içimden bir merhamet
hissederim” dedim de, Resulullah üç defa “Allah sana merhamet etsin”
buyurdular.

Ya Eba Hüreyre; Musibetleri sabır ile karsıla. Allah’ın Rahmetine, Mağfiretine ve hidayetine erersin.

Ya Eba Hüreyre; Felâketzedeleri taziye et. Köle azad etmis gibi sevap
kazanırsın.
Ya Eba Hüreyre; Sabah ve aksam dilin zikrullah ile olsun.
Günahın kalmaz.

Ya Eba Hüreyre; Kardesinin ayıbını gizle. Allah yardımcın olur. Kardeşine yardım et.
Akraba ve komsularına iyilik et. Müslüman olursun. Dostlarına iyilik et mü’min olursun.
Allah’ın farz kıldıgı ibadetleri yap, Abid olursun. Allah’ın taksimine razı ol. Zahid olursun.

Resul-ü Ekrem salla’llahü aleyhi vesellem Ebû Hüreyre’ye
vasiyetlerinde buyurdular ki: Ey Ebü Hüreyre, herkes korkudan tir tir
titrerken korku hissetmeyenlerin, herkes Cehennem ateşinden feryat
ederken rahat ve huzur içinde bulunanların yollarını tut.
Onlar kim Ya Resulullah, bana onların ahvalini bildir ki, onları tanıyayım.
“Onlar, ahir zamanda gelecek ümmetlerimdendirler. Onlar, Mahsere
gelirken Peygamberler gibi gelirler. Karşıdan onları görenler, Peygamber
zannederler. Ben onları görünce, ah ümmetlerim ah ümmetlerim, derim.
Mahser halkı, o zaman onların Peygamber değil, benim ümmetim olduğunu
ögrenirler. Onlar mahşer yerinden şimşek gibi geçerler. Onların nuru,
bütün mahser halkının gözlerini kamastırır”
Ya Resulullah, onların amellerini bana da öğret de belki ben de onlar gibi olurum, dedim.
Buyurdular ki:
Ey Ebû Hüreyre, onların yolu zorca. Evlerinde de her türlü yemekleri
varken açlığı tercih ederler. Her çesit elbise giymek kudreti varken
elbiseye ehemmiyet vermezler. Her türlü şerbetleri içmek mümkün iken,
susuzluğa tahammül ederler. Hep bunları Allah’ın rızasını kazanmak,
başkalarını nefislerine tercih ettikleri için yaparlar. Hesap
korkusundan dolayı Helâl olan birçok zevklerini terk ederler. Dünyada
yalnız bedenleri vardır. Dünyanın süsüne kendilerini kaptırmazlar.
Melekler, Peygamberler onların ibadetlerine hayran olurlar. Onlara
müjdeler olsun müjdeler, dedikten sonra; Allah’ım benimle onları
birarada cem eyle, benim onlara istiyakım var dedi ve ağladı. Ve yine
buyurdular ki: Allah, arzdakilere âzab etmek murat ederse, onların yüzü
suyu hürmetine azabı kaldırır. Ey Ebû Hüreyre; İste, sen de onların
yoluna git. Onlara muhalefet eden şiddetli hesaba çarpılır.

s.a.v.