30 Haziran 2011 Perşembe

Cebir

Hangi işe gönlün akıyorsa, o işi yapmada kendi gücünü apaçık görür durursun.Gönlün hangi işe akmazsa, neyi istemezsen o iş de kendi cebrini yapar da, sen ''Bu, Allah'tandır!'' dersin.

HZ. Celaleddin Rumi (KS)

Ey sıfatları açıkta olan, görünen, Zatı can gibi gizli olan Allah'ım!

Ey sıfatları açıkta olan, görünen, Zatı can gibi gizli olan Allah'ım! Senin zatına yemin ederim ki, benim bütün dileğim, arzum, bütün isteğim, ancak sensin, ben seni seviyorum, seni istiyorum, başkasını değil!

Mevlana Celaleddin Rumi (k.s.)

Yol yitireni öylesine arar, öylesine araştırırsın ki yol yitirmek, yoldan sapmamaktan daha üstün olmuş âdeta.

A padişahım senin sonsuz bağışlamanın coşuşuna karşı suça tövbe etmek suçtur.

Yol yitireni öylesine arar, öylesine araştırırsın ki yol yitirmek, yoldan sapmamaktan daha üstün olmuş âdeta.
...
Seni övüş, ne aklımı bıraktı, ne fikrimi; söz söyleme yolu kapandı da bir ah etme kaldı.

Mevlana Celaleddin Rumi (k.s.)

Baht baht oldukça, taht da taht oldukça o benim padişahım olacak..

Neşeyle sözleştik, neşe benim olacaktır Sevgiliyle sözleştik, sevgili de benim olacaktır
Padişah bana, kendi eliyle yazılmış bir ferman verdi Baht baht oldukça, taht da taht oldukça o benim padişahım olacak..
Ayık da olsam, mest de olsam, ondan başkası benim elimden tutmayacaktır Ben, kazayla elimi yaralarsam, ancak o bana... derman olacaktır
Kederin, düşüncenin haddine mi düşmüştür ki, benim şehrimin çevresinde dönüp dolaşsın; hakanım o oldukça kim benim mülkümü, saltanatımı elimden almaya kalkışır
Ayın cübbesini yırtarım, padişahın kadehini dökerim, yırtıp döktüğümü bana ödetmeye kalkışırsa, o benim yerime öder...
Hz.PİR (K.S)

25 Haziran 2011 Cumartesi

Allahü teâlâyi biran olsun unutmamak

imam-i rabbani 99.mektub

Bu mektûb, molla Hasen-i Kismîrîye, cevâb olarak yazilmis olup, Allahü teâlâyi hiçbir ân unutmamak nasil olacagi, insanin kendini bilmedigi uyku zemâninda da, Onun unutulmiyacagi bildirilmekdedir:

Kiymetli mektûbunuzu okumakla sereflendik. Bu yolun büyüklerinden ba'zisi ?rahmetullahi aleyhim ecma'în" Allahü teâlâya her ân âgâh olduklarini ve uyku zemâninda da, her ân, Onu hâtirladiklarini haber vermisdir. Bunun nasil olacagini soruyorsunuz. Kiymetli efendim! Bunu anlatabilmek için, önce birkaç seyi bildirmek lâzimdir. Kisaca yaziyorum. Dikkatli okuyunuz!

Insanin rûhu, bu gördügümüz cesed ile birlesmeden önce, terakkî edemez, ilerliyemezdi. Kendine mahsûs makâmda, derecede bagli ve mahbûs gibi idi. Fekat, bu cesede indikden sonra, yükselebilmek hâssasi ve kuvveti ona verilmisdir. Bu hâssasi, onu melekden üstün ve serefli yapmisdir. Allahü teâlâ lutf ederek, ihsân ederek, rûhu, bu hissiz, hareketsiz olan, hiçbir seye yaramiyan, karanlik cesed ile birlesdirdi. Rûh isigini, karanlik cesed ile birlesdiren, madde olmiyan, zemânli, mekânli olmiyan rûhu, maddeden yapilan cesed ile bir arada bulunduran, Allahü teâlâ, çok büyükdür. Bütün büyüklük, üstünlükler, yalniz Ona mahsûsdur. Onda hiç kusûr olamaz. Bu sözün ma'nâsini iyi kavramak lâzimdir. Rûh ile cesed, her bakimdan, birbirinin aksi, ziddi oldugundan, bunlarin bir arada kalabilmesi için, Allahü teâlâ, rûhu nefse âsik etdi. Bu sevgi, bunlarin bir arada kalmasina sebeb oldu. Kur'ân-i kerîm, bu hâli bize haber veriyor. Vettîn sûresinin bir âyetinde meâlen, (Biz insanin rûhunu, güzel bir sûretde yaratip, sonra en asagi dereceye indirdik) buyuruldu. Rûhun bu dereceye düsürülmesi ve bu aska tutulmasi, kötülemege benzeyen bir medhdir. Iste rûh, nefse karsi olan bu aski, sevgisi sebebi ile, kendini nefs âlemine atdi ve nefse tâbi', esîr oldu. Hattâ, kendinden geçdi. Kendisini unutdu. Nefs-i emmâre hâlini aldi. Sanki nefs-i emmâre oldu. Rûh, her seyden dahâ latîf, [maddenin en hafîfi olan hidrogen gazindan, hattâ bir elektrondan da dahâ hafîf] oldugundan, madde bile olmadigindan, her ne ile birlesirse onun hâline, sekline ve rengine girer. Kendini unutdugu için, evvelâ kendi âleminde, derecesinde iken, Allahü teâlâya olan bilgisini de unutdu. Câhil ve gâfil oldu. Nefs gibi cehâlet karanligi ile karardi. Allahü teâlâ, çok merhametli oldugu, çok acidigi için, Peygamberler ?aleyhimüssalevâtü vetteslîmât" gönderip, bu büyükler vâsitasi ile rûhu kendine çagirdi ve ma'sûku, sevgilisi olan nefse uymamasini, nefsi dinlememesini ona emr etdi. Rûh bu emri dinleyip, nefse uymaz, ondan yüz çevirir ise, felâketden kurtulur. Yok eger, basini kaldirmaz, nefsle berâber kalmak, bu dünyâdan ayrilmamak isterse, yolunu sasirir, se'âdetden uzaklasir. Bu sözümüzden, rûhun, nefsle birlesmis oldugu, hattâ kendisini unutup, nefs hâlini almis oldugu anlasildi. Iste rûh, bu hâlde kaldikca, nefsin gafleti, câhilligi, rûhun da gafleti, cehâleti olur. Yok eger, rûh, nefsden yüz çevirir, ondan sogur, onun yerine Allahü teâlâyi severse ve kendi gibi, bir mahlûku sevmekden kurtulup, sonsuz var olan, hakîkî Bâkîye âsik olup, bu ask ile kendinden geçerse, zâhirin, ya'nî nefsin gafleti, cehâleti, bâtina, ya'nî rûha sirâyet etmez. O, Allahü teâlâyi bir ân unutmaz. Nefsin gafleti, ona nasil te'sîr etsin ki, o nefsden, temâmen ayrilmisdir. Zâhirden, bâtina hiçbir sey geçmemisdir. Iste bu vakt, zâhir gafletde iken, bâtin âgâhdir, uyanikdir. Her ân Rabbi iledir. Meselâ, bâdem yagi, bâdem çekirdeginde bulundugu müddetce ikisi de ayni birsey gibidir. Yag, posadan ayrilinca, her ikisinin hâssalari baskadir ve her bakimdan ayri iki sey olurlar. Iste, bu hâle yükselmis olan, bir mes'ûd, bir bahtiyâr kimseyi, ba'zan, tekrâr bu âleme indirirler. Allahü teâlâya ârif ve âlim oldugu hâlde, bu âleme döndürüp, onun mubârek, serefli varligi vâsitasi ile, âlemi nefslerin karanligindan, cehâletinden kurtarirlar. Böyle mubârek bir kimse, insanlarin arasinda bulunur. Görünüsde herkes gibidir, fekat rûhu hiçbir seye bagli degildir. Allahü teâlâya olan bilgisi ve sevgisi iledir. Istemedigi hâlde, onu bu âleme döndürmüslerdir. Böyle bir müntehî, hakîkate erisen biri, görünüsde, baskalari gibi, Allahü teâlâyi unutmus, mahlûklarin sevgisine tutulmus sanilir. Hâlbuki, hakîkatde, kendisi, bunlara hiç benzememekdedir. Birseyin sevgisine tutulmakla, ondan soguyup, yüz çevirmek arasinda çok fark vardir. Sunu da bildirelim ki, böyle bir müntehînin, mahlûklara olan alâkasi ve sevgisi, kendi ihtiyârinda, elinde degildir. Dünyâya ragbet etmez. Hattâ, Allahü teâlâ, bu alâkayi istemekde ve begenmekdedir. Baskalarinin alâkasi, sevgisi ise, kendilerindendir, dünyâya sarilirlar. Allahü teâlâ bu alâkalarindan râzi degildir, begenmez. Baska bir fark da, baskalari bu âlemden yüz çevirip, Allahü teâlâyi tanimaga ve sevmege kavusabilirler. Müntehînin, halkdan yüz çevirmesine ise, imkân yokdur. Onun halk ile olmasi, vazîfesidir. Ancak, vazîfesi biterse, o zemân onu, bu geçici dünyâdan, ebedî, sonsuz âleme nakl ederler. Hakîkî makâmina kavusur.

Tesavvuf büyükleri, da'vet makâmini, irsâd derecesini, baska baska anlatmislardir. Çoklari, (Halk arasinda, Hak ile olmakdir) dedi. Sözlerin baskalasmasi, söz sâhiblerinin hâlleri, dereceleri baska baska oldugu içindir. Herkes, kendi makâmina göre, söylemisdir. Herseyin dogrusunu Allahü teâlâ bilir. Seyyid-üt-tâife Cüneyd-i Bagdâdînin ?kuddise sirruh", (Nihâyete varmak, baslangica dönmekdir) buyurmasi iste, yukarda bildirdigimiz da'vet makâmina uygun bir ta'rifdir. Çünki, baslangicda, hep mahlûkât görülmekde ve sevilmekdedir. Nitekim, (Iki gözüm uyur, fekat kalbim uyumaz) hadîs-i serîfi, kendilerinin Allahü teâlâya olan dâimî baglilik ve uyanikligini bildirmiyor; belki, kendi hâllerine ve ümmetinin hâllerine uyanik olup, gâfil olmadigini haber vermekdedir. Bunun içindir ki, Peygamberimizin ?sallallahü aleyhi ve sellem" uyumasi, abdestini bozmaz idi. Peygamber, ümmetini korumakda, bir sürünün çobani gibi oldugu için, ümmetini bir ân unutmasi, Peygamberlik makâmina uygun olmaz. Bunun gibi, (Allahü teâlâ ile öyle vaktlerim oluyor ki, o zemânlarda, aramiza hiçbir üstün melek ve Peygamber giremez) hadîs-i serîfi de, her zemân degil, ba'zandir. Bu zemânlarda da, mahlûklardan yüz çevirip, ayrilmasi îcâb etmez. Çünki, Allahü teâlâ, ona tecellî etmekde, görünmekdedir. Yoksa O, mahlûklari unutup, tecellîleri aramakda degildir. Ma'sûkun, âsika cilvesi gibi olup, âsik ma'sûkun pesinde degildir. Fârisî beyt tercemesi:

Sûret aynasinda sefer, hareket olmaz,
Çünki onda nûrânî olmiyan sûret olmaz.

Hulâsa, mahlûklara dönülünce, önce kalkmis olan perdeler, geri gelmez. Arada perde olmadigi hâlde, onu mahlûklar arasina salip, mahlûklarin kurtulmasina, uyandirilmasina sebeb ve vâsita kilarlar. Böyle bir kimse, böyle bir pâdisâha çok yakin olan, bir devlet adami gibidir. Bununla berâber, kendisine milletin islerini görmek, dertlerini çözmek vazîfesi de verilmisdir. Sona gelip, geri dönmüs olanlar ile henüz baslangiçda olanlar arasindaki farklardan biri de budur. Çünki, basda olanlar, perdelerin arkasindadir. Geri dönmüs olanlardan ise, perdeler kalkmisdir. Allahü teâlâ size ve dogru yolda olanlara selâmet versin! Âmîn.

20 Haziran 2011 Pazartesi

Barnabas incili'nden..

Bir gün îsa şakîrdlerini çağırarak dağa çıktı ve orada oturunca, şakirdleri yanına geldiler ve ağzını açıp onlara şunları öğretti: «Allah'ın bize bahşettiği nimetleri büyüktür. Bu nedenle, gerçek bir kalple ona hizmet etmemiz gerekir. Ve madem ki... yeni şarap yeni kaplara konuyor ve öyle de, eğer benim ağzımdan çıkan yeni akideyi alacaksanız, sizin de yeni adamlar olmanız gerekmektedir. Hemen size söylüyorum ki, nasıl bir kişi gözleri ile göğü ve yeri bir arada göremezse, Allah'ı ve dünyayı sevmek de işte böyle imkansızdır.

«Ne kadar akıllı olursa olsun, hiç kimse, birbirine düşman iki efendiye hizmet edemez; çünkü, biri seni severse, diğeri senden nefret edecektir. İşte, ben size gerçekten söylüyorum ki, Allah'a ve dünyaya (bir anda) hizmet edemezsiniz, çünkü dünya yalancılık, aç gözlülük ve eza ile cefa doludur. Bu bakımdan, dünyada rahat edemez, ancak zulüm ve yenilgi görürsünüz. Dolayısıyla, Allah'a hizmet edin ve dünyayı hakir görün. Benden ruhlarınız için sekinet elde edeceksiniz; sözlerime kulak verin, çünkü size doğruyu söylüyorum.»

«Gerçekten, bu dünya hayatına ağlayanlara ne mutlu, çünkü onlar rahata ereceklerdir.»

«Dünyanın zevklerinden gerçekten nefret eden yoksullara ne mutlu, çünkü onlar Allah'ın hükümdarı olduğu ülkenin zevklerini bol bol tadacaklardır.»

«Gerçekten, Allah'ın sofrasından yiyenlere ne mutlu, çünkü onlara melekler hizmet edecektir.»

«Siz hacılar gibi yolculuk ediyorsunuz. Bir hacı, yolu üzerindeki saraylar, tarlalar ve başka dünyalık şeylerle eğler mi kendini? Emin olun ki, hayır! Ama o, yolu üzerinde kullanışlı ve işe yarar olan hafif ve para eder şeyleri taşır. Bu, şimdi size bir örnek olmalıdır; ve eğer bir başka örnek daha isterseniz, anlattıklarımın hepsini yapasınız diye onu da vereyim.»

«Dünyalık arzulan kalbinize ağırlık etmeyin. (Şöyle) diyerek:»

«Bizi kim giydirecek?» Veya «Bize kim yemek verecek?» Rabbımız Allah'ın, Süleyman'ın tüm ihtişamından daha büyük bir ihtişamla giydirip beslediği çiçeklere, ağaçlara ve kuşlara bakın ve O sizi yaratıp kendi hizmetine çağıran, kadınlar ve çocuklar dışında sayıları altıyüzkırkbine varan kulları îsrailoğulları'na çölde kırk yıl gökten kudret helvası indiren ve giysilerini eskiyip yok olmaktan koruyan Allah, sizi beslemeye de kadirdir. Size söylüyorum, gök ve yer tükenecek; yine de O'nun Kendi'nden korkanlara olan rahmeti tükenmiyecektir. Fakat, dünyanın zenginleri, zenginlikleri içinde aç ve sonludurlar. Geliri artıp duran bir zengin vardı ve (şöyle) derdi: «Ne yapayım ey ruhum? Çiftliklerimi yıkacağım, çünkü onlar küçüktür; yeni ve daha büyüklerini yapacağım, böylece sen zafer kazanacaksın ey ruhum!» Vah zavallı adam! O gece ölüverdi. Yoksulları düşünmeliydi. Ve bu dünyanın haksız zenginliklerinin sadakasını alanlarla (sadakalarıyla!) arkadaş olmalıydı; çünkü, onlar gök sultanlığında hazineler getirirler.

«Söyleyin bana lütfen, paranızı bankaya, bir bankere, verseniz, o da size verdiğinizin on katını, yirmi katını verse, böyle bir adama her şeyinizi vermez misiniz? Fakat, size söylüyorum, Allah sevgisi uğruna ne verir ve ne harcarsanız, geri yüz katını ve sonsuz bir hayatı alacaksınız. Allah'a hizmet etmekle ne kadar sevinmeniz gerektiğini görün işte.»



(Barnabas İncili)

tevazu/kibir

Ebu Sa'îdi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim Allah Teala hazretlerinin rızası için bir derece tevazu izhar eder (alçak gönüllü) olursa, Allah, onu bu sebeple, bir derece yükseltir. Kim de Allah'a bir derece kibirde bulunursa, Allah da onu bu sebeple bir derece alçaltır, böylece onu esfel-i saf'ili'ne (aşağıların aşağısına) atar."

s.a.v.

19 Haziran 2011 Pazar

Şeyh-i Ekber

Şeyh-i ekber şemsdir kim her velîdir çün kamer
Âyinedir eyleyen izhâr-ı nûr-ı Kibriyâ

Akl-ı evvelden beri eşyânın oldur vâlidi
Oldu heb ins ü melek vildân-ı Şeyh-i Ekberî
...
Hakkı’yâ kutb-ı cihâhı görmek istersen eğer
Tutagör ihlâsla dâmân-ı şeyh-i Ekberî

İsmail Hakkı Bursevi (k.s.)
Selam olsun, s.a.v.

18 Haziran 2011 Cumartesi

Açlık

Açlık, Allah'ın yemeğidir.Allah gerçeklerin bedenlerini onunla diriltir.


HZ. MEVLANA (KS)

Salt Tevhid

Salt tevhid, cem ve icmale takılıp ayrıntıdan, tafsilattan perdelenme demektir. Bu anlayış ise zındıklığa ve her şeyi mübah gören ibahiye düşüncesine götüren sırf cebirden ibarettir. Fiil ve sözü sırf Resule isnat etmek ise, ayrıntı ve tafsilata takılıp cem ve icmalden perdelenme demektir ki, bu da salt kaderciliktir. Bu anlayış insanı Mecusiliğe ve saneviliğe (dualizm/ iki tanrıya inanma) sapıklığına sürükler. İslam ise, “Allah’tan başka ilah yoktur” dememizle “Muhammed Allah’ın resulüdür” dememizi cem eden, yukarıdaki iki anlayış arasında bir orta yoldur. İlahi fiillerin mahlukatta zuhur ettiğini esas alan bir inanç sistemidir. Çünkü mahlukatın fiilleri ile Hakk’ın fiillerinin ilişkisi beden ile ruh ilişkisine benzer. Fiilin kaynağı ruh olmakla birlikte bedensiz de gerçekleşmez. Bunun gibi fiilin kaynağı Hak’tır ve ancak mahlukat ile ortaya çıkabilir. Bu yüzden risaletin olması bir zorunluluktur. Zira mahlukat, Hakk’a karşı perdeli ve uzaktır; irfanı, bilgiyi doğrudan rablerinden almalarına imkân yoktur. Bu yüzden Hakk’ı müşahede eden ruhuyla ilahi huzura uyumlu ve mahlukata karışmış nefsiyle de beşeri mertebeye uyumlu bir aracının olması zorunludur. Bu aracının kalbi, ruhundan ilahi kelimeleri kutsi nefsine ilka eder, mahlukat da aradaki hemcinslik bağı sayesinde bunları ondan alır. Bu yüzden yüce Allah şöyle buyuruyor:

23- Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sure getirin, eğer iddianızda doğru iseniz Allah’tan gayri şahitlerinizi de çağırın. (Bakara)

“Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız.” Muhammed’e (s.a.v) vahiy indirdiğimizden kuşku duyuyorsanız, Rasulluğunun Hakk olduğundan şüpheleniyorsanız, bütün beşeri gücünüzü toplayın, kıyasta deneyim kazanmış ve fakat hidayet nurundan perdelenmiş akıllarınızı, söz terkibinden, anlamların nazmedilmesinden iyi anlayan fikirlerinizi seferber edin, siz, sizin hemcinsleriniz olan diğer insanları da yardıma çağırarak, bakalım, bir sure, yani bizim indirdiğimiz Kitabın bir bölümüne benzer bir bölüm getirmeye güç yetirebilecek misiniz? Eğer bu Kitabın Muhammed’in kendisi tarafından yazıldığı şeklindeki iddianızda doğru iseniz, siz de onun gibisini yazsanıza!

Muhyiddin ibn Arabi (K.S) Tevilat'tan...

14 Haziran 2011 Salı

Tek başına kaldığı zaman yabancılık ve gurbet hissini yasayan henüz Rabbiyle tam bir yakınlık oluşturamamıştır.

Tek başına kaldığı zaman yabancılık ve gurbet hissini yasayan henüz Rabbiyle tam bir yakınlık oluşturamamıştır.

Hz. Âişe (r.a)

Kimdir O, seni çeken?

Kimdir O, seni çeken? Her anın Onun hükmünde olan? Yüzlerce defa bir yere gitmeye niyetlenirsin; her sefer O seni başka tarafa çeker.

Mevlana Celaleddin Rumi(k.s.)

..çünkü onlar dünyadayken büyüklük taslamişlar, kibirlenmişler, şişkinlik etmişlerdi.

… Azrail (a.s.), yani en yüce ruhlardan birisi olan ölüm meleği, kalbi üzerine, Allah’in büyüklüğünün, azametinin inip çökmesiyle her gün kendi nefsine yetmiş kere daha küçük olmaktaydi ve hatta boyutsuz bir hale geliyordu.Tipki, Allah’in kullarina üstün olduklarini göstermek amaciyla kibirlenenlerin, Kiyamet gününde alçalmiş ve horlanmiş zerreler, kücük parçaciklar olarak haşrolunacaklari gibi. çünkü onlar dünyadayken büyüklük taslamişlar, kibirlenmişler, şişkinlik etmişlerdi.



Muhyiddin ibn Arabi (r.a.)

“– Oku ey Üseyd, oku!”

Üseyd bin Hudayr (ra) anlatıyor:

Bir gece Bakara Sûresi’ni okuyordum. Atım da yanıbaşımda bağlı olduğu hâlde duruyordu. Bir ara at şahlanmaya başladı. Okumayı kestim; at sâkinleşti. Tekrar okumaya başladım, at yine şahlandı. Hattâ oğlum Yahyâ’yı atın çiğnemesinden endişe ederek yanıma aldım.

O esnâda semâya baktığımda üzerimde kandillere benzer bir şeyler olduğunu gördüm. Sonra onlar göğe doğru yükselip gözden kayboldu.

Sabahleyin, olup biteni Rasûlullah (sav)’e anlattığımda bana:

“– Oku ey Üseyd, oku!” buyurdu… Ve sonra:

“– Ey Üseyd! O gördüklerinin ne olduğunu biliyor musun?” diye sordu.

“– Hayır.” dedim.

Allâh Rasûlü (sav):

“– Onlar, senin Kur’ân tilâvetini dinlemeye gelen meleklerdi. Eğer sen okumaya devâm etseydin, sabaha kadar seni dinleyeceklerdi. O melekler, insanlara gizli kalmayacak, insanlar da onları görebileceklerdi.” buyurdular. (Buhârî, Fezâilu’l-Kur’ân, 15)

13 Haziran 2011 Pazartesi

birbirlerini sevenler

Rasûlullah (sav) buyurdular:

“Kıyâmet günü Allâh Teâlâ şöyle buyurur: Celâlim hakkı için, bana itaat maksadıyla birbirlerini sevenler nerede? Hiçbir gölgenin bulunmadığı bugün, onları gölgemde gölgelendireceğim, onları muhâfaza edeceğim.” (Müslim, Birr, 37)

s.a.v.

8 Haziran 2011 Çarşamba

Ey gölgesi kendisinin değerini kendisinden daha iyi bilen !. Ne zaman kurtulacaksın ? !

Gölgen senin suretindedir, sen de suret üzeresin ! Şu halde sen bir gölgesin ! Bu da gösteriyor ki , hareket ettirme sana ait değil, Hakk' a aittir. Nitekim hareket ettiren sensin, gölgen değil. Ne var ki sen itiraz edyorsun ve kendi değerini bilmiyorsun ; buna karşılık gölgen itiraz etmiyor.
Ey gölgesi kendisinin değerini kendisinden daha iyi bilen !. Ne zaman kurtulacaksın ? !..

Tercümeler Kitabı (Risaleler-2) , Muhyiddin İbn Arabi(k.s.)

7 Haziran 2011 Salı

"Sabır sevincin anahtarıdır"

Kör isen, köre teklif yoktur, değilsen, "Sabır sevincin anahtarıdır".
Sabır gözden perdeyi kaldırır; göğsü açarak kıymet ve şeref kazandırır.
Gönül aynası tertemiz olunca onda sudan, topraktan başka suretler görünür.
Nakşı da görürsün, nakkaşı da. Yaygıyı da seyredersin, onu yayanı da..

Mevlana Celaleddin Rumi (k.s.

“Ölüp de pişmanlık duymayacak hiçbir kimse yoktur.”

Rasûlullah (s.a.v.) bir gün:
“Ölüp de pişmanlık duymayacak hiçbir kimse yoktur.” buyurmuşlardı.
Ashâb-ı kirâm:
“–Onun pişmanlığı nedir yâ Rasûlallah?” diye sordular.
Efendimiz (sav):
“–Muhsin bir kişi ise, bu hâlini daha fazla artırmamış olduğuna; kötülük eden bir kişi ise o kötülükten vazgeçmemiş olduğuna pişman olacaktır.” buyurdular.
(Tirmizî, Zühd, 59)

s.a.v.

Keşke benim canım, Senden başkasını tanımasaydı

Keşke benim canım, senden başkasını tanımasaydı; uyanık olan, manalar bilen canım, senden başka hiç bir şey bilmeseydi! Ne kimseyi reddetseydim, ne tereddüde düşseydim, ne de tereddütsüz "evet" deseydim; tehlikesiz, tuzaksız, çersiz çöpsüz kendi denizime dalıp gitseydim! Yüzünden başka ne görürsem, gözümün nuru azalıyor! Ey benim kirpiklerimin perdesi; kimseye yol vermeyin, yabancı bir hayali içeri sokmayın!

Mevlana Celaleddin rumi (k.s.)

Uzak kalmış isen de..

Uzak kalmış isen de..çalışıp çabalama yolunu bırakma..Nerede bulunursan bulun..yüzünü ona döndür, onu orada bulursun...

Hz. Mevlana
Mesnevî-i Şerif (c.II/2380)

6 Haziran 2011 Pazartesi

beni bağışla

Allahım benden daha iyi bildiğin şeyler için beni bağışla.Ben sana yönelirsem, sende bana mağfiret et.Allahım söz verip vefa göstermediğim ahidlerim içinde beni bağışla.Sana yaklaşmak için dilimle söylediğim halde sonradan kalbimin yalanladıkları içinde beni bağışla.Allahım, gözlerin insanı şaşırtan iişaretlerinden, faydasız sözlerden, ağzımın ve kalbimin kötülüklerinden sana sığınıyorum, beni bağışlamanı diliyorum.

Amiin, s.a.v.
Hz.Ali (r.a.)
Nehcü'l Belağa

5 Haziran 2011 Pazar

O'ndan başka

Hamd, değişikliğe uğramayan, ahir olmadan evvel olan, batın olmadan önce zahir olan Allah'a mahsustur. O'ndan başka teklikle isimlendirilen yoktur.Ondan başka her üstün acizdir. O'ndan başka her güçlü zayıftır. O'ndan başka her her hüküm sahibi de başkasının hükmü altındadır. O'ndan başka her canlının üzerinde otorite vardır. O'ndan başka her bilen de bilen birinin öğrencisidir.

O'ndan başka kimsenin herşeye gücü yetmez. O'ndan başka her duyan hafif sesleri duymaz, ağır sesler kulağını çatlatır. O'ndan başka her gören gizli renklere, latif cisimlere karşı kör olur. O'ndan başka her zahir batındır, her batın zahir değildir. Otoritesini güçlendirmek beklentisine girmeden, zamanın sonuçlarından korkmadan bir benzerinden yardım ve emeğini istemeden bir zıdda üstünlük göstermek amacı gütmeksizin yaratmıştır; lakin bütün yaratıklar Onun boyun eğen kullarıdır.

Eşyaya hulul etmezki oradadır densin; eşyadan ayrı değildirki aykırıdır, ayrıdır denebilsin. Bir model olmadan yaratmak Ona zor gelmez, yaratmayı sürdürmek de zor değildir. Hüküm ve takdirinde şüpheye düşmez, takdiri yerindedir, emri mutlaka yerine gelir.Cezalandırması da nimetlendirmesi de umulur.

Hz.Ali (r.a)
Nehcü'l Belağa

insanların fitneye yenilmesinin mahiyeti

Fitnelerin ortaya çıkışı, Allah'ın kitabına muhalefet edilerek hükümler uydurulması, heva ve heveslere uyulmasından kaynaklanır. Bunlara sarılanlar, Allah'ın dininden olmayanlara katılanlardır. Batıl, Hak'tan tamamıyla ayrılmış olsaydı arayanlara gizli kalmazdı; Hak'ta batıl oluş şüphesinden tam olarak ayrılsaydı, inatçıların diline düşmezdi.Fakat ondan bir avuç bundan bir avuç alıp, karıştırılmıştır. bu yüzden de şeytan ancak dostlarına saldırır ve kurtulanlar ancak "Allah katında güzel bir mükafat yazılmış olanlardır."

Hz. Ali (k.v.)
Nehcü'l Belağa

Bilinki ahiret yoldadır geldi gelecek.

Ey insanlar! Sizin için korktuğum şeylerin en korkuncu, olmayacak uzun emeller peşinde koşmak ve heveslere uymaktır. Heva ve heveslere uymak insanı Hak'tan alıkoyar.uzun emellere kapılmaksa ahireti unuturur.dikkatli olun, dünya ardını döndü gitmekte ; onda geriye kalan, ancak içilmiş sonrada baş aşağı çevrilmiş kaptan sızan ve dökülüp giden birkaç damlacıktır. Bilinki ahiret yoldadır geldi gelecek.Ahiretinde dünyanında oğulları vardır, Siz ahiretin oğullarından olun, dünyanın oğullarından olmayın. Çünkü kıyamet günü her çocuk babasına kavuşacaktır. Bugün eylem günüdür, hesap günü değil, yarın ise hesap günüdür, eylem günü değil.

Hz.Ali (r.a.)
Nehcü'l Belağa

O'nu ne yakınlığı yakınlarıyla eşit eder; ne de yüceliği yaratıklarından uzaklaştırır.

Hamd, işlerin gizliliklerini örtüp, gizleyen, kendisine bütün gizlilikler aşikar olan, her şeyden kudretinin sanatını bildiren bir delil ortaya koyan, her bir yandaki ayetleri inkar edilemeyen Allah'a mahsustur. O'nu görmediği halde inkar eden bir göz yoktur. İspat ettiği halde gören bir kalb yoktur. Yücelikte herşeyi geçmiştir, O ndan üstünü olamaz; yakınlıkta da O ndan yakını olamaz. O'nu ne yakınlığı yakınlarıyla eşit eder; ne de yüceliği yaratıklarından uzaklaştırır. Akıllar, sıfatlarını sınırlamaktan acizdir. Onları O'nu tanıma yükümlülüğünden alıkoymamıştır. Varlık nişaneleri varlığına şehadet eder, inkar edenin gönlü bile varlığını ikrar eder. Allah, Onu yaratıklarına benzetenlerin veya inatçı inkarcıların söylediklerinden pek yücedir.

Hz.Ali (k.v.)

Âşıkların şeriatı

Biz dile söze bakmayız. Gönle hale bakarız.
Edep bilenler başkadır, canı ruhu yanmış âşıklar başka.
Aşk şeriatı bütün dinlerden ayrıdır.
Âşıkların şeriatı da Allah'tır, mezhebi de.

Mevlana Celaleddin Rumi (k.s.)

2 Haziran 2011 Perşembe

Gel; gel ki sensiz, sen olmadıkça bütün bunların hepsi sevdadan ibarettir!

Ey her ağacın, her bağın, her otun yeşilliği, tazelik ve baharı! Ey benim devletim, bahtım, yüceliğim!.. Ey yalnızlığım, ey sema'ım, ey ihlasım ve riyam!.. Gel; gel ki sensiz, sen olmadıkça bütün bunların hepsi sevdadan ibarettir!

Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.