30 Nisan 2010 Cuma

celal/cemal/edeb

Cemâlin celâli
bizde tecellî ettiğinde bizimle ünsiyet kurar. Eğer bu ünsiyet olmasaydı, bizde tecellî eden
cemâlin celâli bizi helak ederdi. Çünkü celâl ve heybetin gücü karşısında hiçbir şey
duramaz. Bunun karşısında ise ünsiyet eşliğindeki celâl yer alır ki, bunun amacı,
müşahede sırasında itidal üzere olmamız, dolayısıyla gördüklerimizi anlamamız ve gaflet
içinde olmamamızdır. Burada cemâl sıfatı bize tecellî ettiğinde, cemâl, hakkın bize
açılması, yayılması, celâl ise bizden üstün ve aziz olmasıdır. Biz Onun, cemâli içinde bize
açılmasına, yayılmasına heybetle karşılık veririz. Çünkü açılmaya, yayılmaya, aynısıyla
karşılık vermek edebsizlik olur. İlâhî huzurda edeb-sizlik ise kovulmanın, rahmetten
uzaklaştırılmanın sebebidir. Bu yüzden bu anlamı bilen muhakkiklerden biri şöyle demiştir:
"Bu döşeğin üzerine otur, ama sakın uzanma. Çünkü Onun, bizim içimizdeki celâli, huzurda
edebsizlik etmemizi engeller." Tıpkı Onun cemâli ve açılması karşısında
ürpermemiz, heybete kapılmamız, edebsizlik etmemize engel olması gibi. O halde bizim
ashabın keşfi doğrudur, ama celâl içlerine kapanmalarına, cemâl ise açılmalarına neden
oluyor, hükmünde bulunmaları ise yanlıştır. Keşif doğru olduktan sonra gerisine
aldırmamak gerekir. İşte hakikatlerin anlattığı kadarıyla celâl budur.

Bil ki, Kur'an cemâlin celâlini ve cemâli ihtiva eder. Mutlak celâle gelince hiçbir
mahluk onu bilmeye nüfuz edemez, onu müşahede edemez. O sadece Hakka has bir
alandır. Burası yüce Allah'ın kendisini olduğu gibi gösterdiği huzurdur. Eğer bu huzura ve
bu huzurda sergilenen mutlak celâle müdahale imkanımız olsaydı, o zaman bilgi olarak
Allah'ı ve Onun katında olan şeyleri ihata etmiş olurduk ki, bu imkansızdır.

İbn Arabi Hazretleri (k.s.)
Risaleler