16 Aralık 2009 Çarşamba

HİKMET-İ KADERİYYE

Bil ki, “kazâ” denilen şey, Allah’ın şeylerdeki hükmüdür. Ve Allah’ın şeylerdeki hükmü; şeylere ilişkin ve şeylerdeki ilmiyle sınırlıdır. Ve Allah’ın şeylerdeki ilmi de, bu bilinen şeylerin [eşyâ-yı ma’lûme] nefslerinde değişmez olarak bulundukları halden Hakk’a verdikleri ilimle sınırlıdır.

Kader, şeyler kendi aynlarında ve nefslerinde ne üzere değişmez iseler, (ilahi) hükmün buna göre fazlalık olmaksızın zamansal olarak verilmesidir. Ve ilahi kazâ, şeyler üzerine ancak şeyler ile hükmeder. Ve bu kader sırrının ta kendisidir. Ve bunu bilmek, (zuhur mahallerinde Hakk’ı) müşahede ederek, (hissî ve aklî zuhur mahallerinde Hak ile dönüşüme uğrayan bir) kalbi olan ve kulak veren kimseye özgüdür. Ve apaçık delil Allah’ındır. Böyle olunca, Hüküm Verici, gerçekte hüküm verilenin ayn’ına uyarlık içerisinde hüküm verir — hüküm verilenin zatı neyi gerektiriyorsa o şekilde hükmeder. Hükmolunan, kendisinde olan şeyle Hüküm Verici’nin nasıl hüküm vereceğine ilişkin hüküm vericidir. İmdi, hüküm verme
konumunda olan, (hüküm verdiği şeyin zatının ve hakikatının gerektirdiğine göre hüküm verdiğinden dolayı) hüküm verdiği şeyle ve hüküm verdiği şeyde hükmolunandır.

İmdi, bu meseleyi iyice anla! Çünkü kader sırrı, ancak zuhurunun yeğinliğinden dolayı bilinmez oldu. Ve nebiler kader sırrını bilmeyi çok istedikleri ve bu konudaısrarlı davrandıkları halde, bu kader sırrı bilinmez olarak kaldı.

Bil ki, resuller –Allah’ın selamı onların üzerine olsun– evliya ve arif olmaları
dolayısıyla değil, resul olmaları dolayısıyla, ümmetlerinin bulundukları hal
mertebesi üzeredirler. Bundandır ki, resullerde kendilerine bildirilen ilim, ancak artıksız ve eksiksiz olarak ümmetlerinin gereksindiği kadar vardır. Ve ümmetler arasında üstünlük derecelenmesi sözkonusudur. Kimi ümmetler, kimi ümmetlerden daha fazlasına sahiptir. Resuller de –ümmetlerin arasındaki üstünlük derecelenmesi dolayısıyla– resullük ilminde [ilm-i irsal] biri diğerinden daha üstündür. Buna ilişkin olarak Allahu Teala şöyle buyurur: “Resullerin bazısını bazısından üstün kıldık”[Bakara Suresi, 2/253]. Ve yine resullerin, kendi zatları gereğince ilimlere ve
hükümlere olan istidadları dolayısıyla, kendi aralarında üstünlük derecelenmesi sözkonusudur. Ve Allahu Teala buna ilişkin olarak şöyle buyurur: “Nebilerin bazısını bazısından üstün kıldık” [İsra Suresi, 17/55].

Ve Hak Teala, yaratılışa ilişkin olarak şöyle buyurdu: “Allah kiminize kiminizden daha fazla rızık verdi” [Nahl Suresi, 16/71]. Ve rızık bir yanıyla ilim gibi ruhani ve bir yanıyla da yiyecek gibi duyumsaldır. Ve Hak Teala rızkı bilinen kader [kader-i malum] (yani, bir şeyin istidadının gerektirmesiyle bu şey hakkında kazâ olunan hüküm) ile indirir — ve “bilinen kader” denilen şey, yaratılmış olanların [halk] talep
ettiği istihkaktır — ve “O, her şeye halkını verdi” [Taha Suresi, 20/50]. İmdi Hak Teala, bir şey için ne dilemişse [meşiyyet] o kadar rızk indirir. Ve O, bildiği şey ölçüsünce ve hükmettiği şey yoluyla diler. Ve önceden dediğimiz gibi, Hak Teala bilinen’i [malum] ancak bu bilinen’in kendi nefsinden Hakk’a verdiği kadarıyla bildi. İmdi, zamanlama [tevkît], asıl itibarıyla, bilinen (yani, istidadıyla bu zamanlamayı talep eden bilinen-değişmez-ayn) içindir. Ve ilim, irade ve meşiyyet kadere tabidir.

Böyle olunca, kader sırrı, ilimlerin en üstünlerinden ve en büyüklerinden biridir ve Allahu Teala bu ilmi ancak eksiksiz marifete eriştirdiği kimse için anlaşılır kılar. Kader sırrını bilmek, onu bilen kimseye hem büyük bir rahatlık, hem de elemli bir azap verir. Dolayısıyla kader ilmi, bu ilme sahip olan kişiye birbiriyle çelişen iki şey verir. Ve bundandır ki, Hak Teala Kendi nefsini gazab ve rıza ile nitelendirdi. Ve böylelikle İlahi İsimler birbirlerine karşıt oldu. Böyle olunca, mutlak varlıkta ve kayıtlı varlıkta tek bir hakikat (yani, kader sırrı) hükmeder; ve (bu kader sırrının) hükmü geçişli [müteaddi] ve geçişsiz olarak genel olduğundan (yani, bütün şeyleri
kapsadığından), bundan (yani, kader sırrının hakikatından) daha kusursuz, daha güçlü ve büyük bir şeyin olması olanaksızdır.

ibn arabi hazretleri (k.s.)
FUSUSUL HİKEM