28 Aralık 2009 Pazartesi

“Kim, Allah’nın olursa Allah onun olur.”

Kulak ver! Onağmeler uzakta değil; fakat sana söylemeğe izin yok. Agah ol ki veliler, zamanın israfil’idirler. Ölüler, onlardan can bulur, gelişirler. Ölü canlar, ten mezarında kefenlerine bürünmüş yatarlarken onların sesinden sıçrayıp kalkarlar.

Derler ki: Bu ses, öbür seslerden bambaşka; çünkü diriltmek Allah sesinin işidir. Biz öldük, tamamiyle çürüdük, mahvolduk. Fakat Allah sesi gelince hepimiz dirildik, kalktık.

Allah sesi ister hicab ardından, ister hicabsız gelsin...Cebrail, Meryem’e, yakasından üfleyerek ne verdiyse Allah sesi de insana onu verir. Ey derileri altında yokluğun çürütüp mahvettiği kimseler! Sevgilinin sesiyle yokluktan dönün, tekrar var olun!

O ses, Allah kulunun boğazından çıksa da esasen ve mutlaka Padişahtan gelmektedir. Allah ona dedi ki: “Ben dilim, sen vücutsun. Ben senin hislerin, memnuniyet ve gazabınım,

Yürü! Benimle duyan, benimle gören sensin. Sır sahibi olmak da ne demek? Bizzat sır sensin. Sen mademki hayret aleminde “Lillah” sırrına mazhar oldun, ben de senin olurum. Çünkü “Kim, Allah’nın olursa Allah onun olur.”

Sana bazen sensin derim, bazen de benim derim. Ne dersem diyeyim, ben aydın ve parlak bir güneşim. Her nerede bir çırağlıktan parlasan orada bütün alemin müşkülleri hallolur.


Mesnevi
Mevlana Celaleddin Rumi Hazretleri
(k.s.)